Köprü Anasayfa

Türk Müslümanlığı

"Bahar 99" 66. Sayı

  • Türkçülüğün Kurucularında İslâm Anlayışı

    Ali Arslan

    Doç. Dr.

    Kuzeyde Rusya’nın büyük çoğunluğu Türklerden oluşan geniş bir sahayı işgali, güneyde batı Afrika’dan Çin’e kadar alanda batılı sömürgecilerin işgalleri ve ortada paylaşılacak Osmanlı Devleti’nin sıkıştırıldığı bir anda dar manada Osmanlı, geniş anlamda ise Türk ve İslam dünyasının ayağa kaldırılması için çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Günümüzde bile farklı üsluplarla devam eden batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerinin ve bunların mahiyetleri hakkında özellikle 1850’lerden başlamak üzere şiddetli tartışmalar yaşanmıştır.

    Osmanlı Devleti’nde İslamcılığın bir devlet politikası olarak uygulandığı , daha geniş bir alanda da batılı emperyalistlere karşı İslamcılığın halkı harekete geçirecek bir direniş unsuru olarak ortaya atılıp tartışıldığı bir sırada , XX. Yüzyılın başlarında siyasi bir akım olarak ortaya çıkan Türkçülüğün İslam dinine bakışı, İslâm’ı reddetmek mi? Yeni bir şekilde kabul mü? Yoksa ikisini birlikte telakki etmek midir?

    Rusların işgal ettiği bölgelerden Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Ahmet Ağaoğlu ve Türkiye’den Ziya Gökalp’in fikirlerini dikkate alarak incelemekte yarar vardır.

    YUSUF AKÇURA

    "Pantürkizm’in yaratıcısı" olarak vasıflandırılan Yusuf Akçura; İslam birliği ve İttihatçıların hürriyet-müsavat-adalet görüntüsündeki Osmanlıcılığın revaçta olduğu bir sırada 1904’te Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesi ile Türkçülük fikrini ortaya koyarak yeni bir dönemin kapısını açmıştı.

    1923’e kadar, dini kurumları kabul etmeyen ve İslamiyet’e karşı tavrı olan bütün reform girişimlerine karşı çıkan Akçura "İslamiyet’i esasat itibariyle asr-ı saadete, tatbikat itibariyle asr-ı hazıra icra ve tevfik etmek" fikrini savunan Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’tan etkilenmiş ve geleneklere duyulan körükörüne bağlılığın içtihadı önlemiş ve bundan dolayı İslamiyetin dinamizmini yitirdiğini kaydetmiştir.1

    "Medeniyet-i İslamiye kadim ve kavi bir medeniyet olmakla, onun dahiline bilnüfuz ıslah ve ikmeline çalışmayarak, onu muvazaaten yeni bir medeniyet ve maarif kurmaya çalışmak er geç mağlubiyete mahkum ve beyhude bir iş ile uğraşmak" olarak vasıflandıran Akçura’ya göre, "ahali-i İslamiyenin hürriyet-i maneviyelerini teşkil edip hayatı şahsiye ve içtimaiyelerini tanzim eyleyen Din-i Mübin-i Ahmediye’dir.2

    Yusuf Akçura’ya göre, Türklerdeki Türkçeleştirme ,skolastik anlayıştan kurtulmak için Müslüman mektep ve medreselerini, Müslüman kitapları Türkçeleştirdi, millileştirdi ve Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tercümesi icab etti.3

    Müslümanların "şuurlu olarak milliyet fikrini kabule meylettiren" sebebin Garb’dan teknoloji ve kanunların alınması ile aynı olduğunu vurgulayan Akçura "Bin bu kadar yaşlık İslam ağacına, bu yeni fikir aşılandıktan sonra kurumaya yaklaşmış o salhorde ağacın bir daha yeşil yapraklar açıp tatlı yemişler vermesi ihtimal haricinde değildir"4 demektedir.

    Türkçülüğü siyasi bir hareket olarak ön plana çıkaran ve yazdığı Üç Tarz-ı Siyaset makalesi ile şöhret olan Yusuf Akçura’ya göre, 1903′ te Batı’nın tesirleri ile milliyetçilik fikrinin Türkler arasına girmeye başlamasına karşılık, İslamiyetteki mevcut kuvvetli teşkilat, hayat ve heyecan ile kuvvetli bir birlik oluşturabilme özelliği Türkçülükte yoktu. Türkleri birleştirme fikri yeni doğmuş çocuk niteliğindeydi. Birleşmesi zaruri olan Türklerin büyük kısmının Müslüman olması dolayısıyla, Yusuf Akçura’ya göre, "İslam Dini büyük Türk Milletinin teşekkülünde bir unsur olabilirdi. İslam, Türklüğün birleşmesinde bu hizmeti yerine getirebilmesi için, Hristiyanlıktaki gibi, "Milliyetlerin doğmasını kabul edecek şekilde değişmelidir." "Dinler din olmak bakımından gittikçe siyasi ehemmiyetlerini kaybediyorlar, içtimai olmaktan ziyade şahsileşiyorlar" diyen Akçura, dinlerin de ırkların emrine girmesini teklif etmektedir. Ona göre, "dinler ancak ırklarla birleşerek, ırklara yardımcı ve hatta hizmet edici olarak, siyasi ve içtimai ehemmiyetlerini muhafaza" edebilmektedirler.5

    Yusuf Akçura’nın İslâm dini ile ilgili görüşü iki noktada toplanmaktadır. Birincisi: Yaşlanmış ve kurumakta olan İslâmiyet ağacını milliyet aşısı yaparak ayağa kaldırmaktır. İkincisi: Yaşlı ağaç benzetmesinin tersine birinci maddeye zıt olarak çocukluk devresinde bulunan Türk birliğinin sağlanmasını sağlamak için, teşkilatlı "pür hayat ve pür heyecan" olan İslamiyeti, ırklara, Türkler için ise Türkçülüğe "hizmet edici" olmasını istemektedir.

    Siyasi olarak Türkçülük fikrini ilk sırada ve İslam dinini de ona destek verici konumda olmasını öneren Akçura, İslam ahalinin hayat-ı şahsiye ve içtimaiye tanzim ile manevi hürriyetini teşkil edenin İslam dini olduğunu vurgulamaktadır. Buna göre , Türk birliği kurması esas alınmakta toplum ve şahısların dini tavır ve yaşayışlarına karışılmamaktadır.

    HÜSEYİNZADE ALİ TURAN

    Türkçülüğün önde gelen isimlerinden olup, Türk. milliyetçiliğini Türkleşmek, İslamlaşmak, Avrupalılaşmak olarak tasnif eden Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Turan (1864-1940) Türkiye’de Ziya Gökalp ve diğer Türkçüleri etkilemesi bakımından çok önemli bir konumdadır. 1892’de yazdığı,

    Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan.
    Ecdadımız müştereken menşei turan
    Bir dindeyiz biz hepimiz hakperestan
    Mümkün mü bizi ayırsın İncil ve Kur’an6

    Şiiriyle Türkiye’de Turanist fikirleri terennüm etmesine karşılık, Hüseyinzade Ali Bey de İslamiyet dışı bir Türkçülük düşünmemektedir. Ali Bey, Müslümanlar ve bilhassa Türklerin ittihaddan önce birbirini tanımaya, sevmeye ihtiyaçları olduğunu belirterek, şiilik, sünnilik ve sair "taassub-ı mezhebiyi azaltıp Kur’an-ı Kerim’i anlamaya gayret edecek esas-ı din Kur’an"7 olduğunu bilerek hareket etmeleri gerektiğini ifade etmektedir.

    Hüseyinzade Ali Bey’in, İslam dini ve İslam dininin Türkler için önemi hakkındaki fikirleri kısaca şunlardır:

    "Terakki edip, büyük millet olmak istiyorsak, bize herşeyden önemli İslam’da bulunmak, İslam’da kalmak lazım. Hayat tarzımız, terakkiperveranemiz İslam hükümlerine tevfiken icra olunabilir. Bizim için İslâm haricinde necat yoktur. Bunu putperest veya ateşperest olan dedelerimiz idrak ettikleri için din-i İslâmı kabul ve neşriyle müşerref olmuşlardı. Ancak hikmet-i İslâmiyeye vakıf olmalıyız ve bu hikmetten zevk almamıza, nurundan engel olan şeyleri aradan kaldırmaya gayret etmeliyiz. Diğer taraftan da Alem-i İslâm’ın herhangi sebebe göre birkaç asırdan beri durmuş halde kalması hatta gerilediği bir dönemde, Batı aleminin durmayıp, terakki-i medeniyette ne türlü gelişmesini nazar-ı itibara ve ibrete almamız lazımdır… Bu medeniyetin din ve kavmiyetlerini değil, belki umumi-dünyevi esaslarını alıp onu güzel bir şekilde İslam dininin esaslarına dayanarak milletimize tatbik etmeliyiz.8 Din-i İslam ile hat ve Lisan-ı Arabi Türklerin lisan, edebiyat, ahlak ve adetlerinde hayli azim bir tebeddül vücuda getirmiş olduğu halde Türkler yine milliyet ve kavmiyetlerini lisan ve edebiyatlarını ancak Din-i mübin sayesinde kavmiyet ve milliyetlerini muhafaza edip temin-i beka edebilmiş olmaları fevkalade şayan-ı dikkattir.9

    Hüseyinzade, meslek-i taassubun ortadan kaldırılmasını hayat tarzı ve terakkinin İslam hükümlerine tevfikan olmasını ve medeniyet sahasında batının din ve kavmiyetinden değil dünyevi esaslarından faydalanmak, "İslam dininin esaslarına dayanarak" gerçekleştirmek gerektiğini belirtmektedir.

    AHMET AĞAOĞLU

    II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi başlarında etkili bir fikir adamı olan Ahmet Ağaoğlu İslamcıların sert tenkitlerine karşı, Türk milliyetçilğini İslami çerçevede izah etmektedir. Ağaoğlu, İslamiyetin asabiyete karşı olduğunu, kavmiyet olarak ifade edilen milliyetin bununla karıştırılmaması gerektiğini, İslâmiyet’in Araplar arasındaki kabile ve aşiret asabiyetine son vererek Araplar arasında milli şuur meydana getirerek İslâmiyetin yükselmesini sağladığını, kısaca asabiyetle milliyeti karıştırmanın islamiyet noktasından bile hata olduğunu söylemektedir. İslam milletleri ne kadar kuvvetli olursa İslâmiyetin umumi heyetinin de o derecede güçlü olacağını, Türk milletine hizmet etmenin İslamiyete hizmet etmek demek olduğunu söyleyen Ağaoğlu, Türkçülük hareketini benimseyenlerin dini önemsememelerinin mümkün olmadığını, çünkü millet için dilden sonra en önemli unsurun din olduğunu, Türklerin İslâmı kabul etmelerinden itibaren Türklük İslamın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve Türkler için İslamiyet milli bir din haline geldiğini ifade etmiştir. Türkler içerisinde milliyetçilik fikrini kabul edenlerin İslamiyeti kabule mecbur olduğunu, Türk hayatında İslamiyetin tesiri altında kalmayan hiçbir esas bulunmadığını, Türkü anlamanın İslamiyeti anlamakla mümkün olduğunu belirtmiştir.10

    ZİYA GÖKALP

    Milli Kültür ile medeniyeti birbirinden ayıran, Milli kültür şuuruna varmayan toplumların medenileşemiyeceğini ifade eden Gökalp, Milli kültüre bağlı kalınarak batının ilim ve tekniğinin alınabileceğini savunmuştur11. Türklükle İslamiyeti birbirinden ayırmayan Gökalp Türk milletinden, İslâm ümmetinden ve batı medeniyetindenim12 ifadelerini kullandığı gibi, milliyet fikri kuvvetlendikçe İslam ümmetçiliğinin de kuvvetleneceği, Türklerin millet mefkuresi Türklükse, ümmet hedefinin de İslamcılık olduğunu, Türkçülerin gayesinin "muasır bir İslâm Türklüğü" meydana getirmek bulunduğunu belirtmişti13. Gökalp’ta Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali gibi, batıdan faydalanma noktası dışında, milliyetçilik ile İslâmcılığı telif ettiği görülmektedir.

    Doğu Medeniyetinden Batı Medeniyetine geçerken, "İslâm Diniyle beraber bir Türk kültürünün baki kalmasının şart olduğunu" ifade eden Gökalp, Batı medeniyetine geçmeden önce yalnız halk arasında kalmış olan Türk Kültürünün arayıp bulunmasını zarurî görmektedir. Gökalp, ayrıca "Türk ve Müslüman kalmak şartıyla batı medeniyetine tam ve kati surette girmek isteyenler Türkçüdür" demektedir.14

    "Dini Türkçülük, din kitaplarının hutbelerle vaazların Türkçe olması demektir" diyen Gökalp, Milletin din kitaplarını okuyup anladığında dinin hakiki mahiyetini öğreneceğini hatip ve vaizlerin söylediklerini anladıklarında ibadetlerden zevk alacaklarını belirtmektedir. "İmam-ı Azam hazretleri hatta namazdaki surelerin bile milli lisanda okunmasının caiz olduğu" görüşüne atıfta bulınan Gökalp, ibadetten alınacak dini heyecan ancak "okunan duaların tamamıyla anlaşılmasına bağlıdır" demektedir. Halkın en fazla vecd duyduğu anların namazlardan sonra ana dilleri ile yaptıkları derûnî ve samimi münacatlardır ve Türkçe ilahiler,vaazlar, mevlid ile şiirler de halkın dini duygularını ve heyecanlarını artıran unsurlar olduğuna işaret etmektedir.

    Gökalp, "Türklerin dini hayat yaşamasını temin eden âmiller, dinî ibadetler arasında eskiden beri Türk diliyle yapılmasına izin verilen ayinler olmasıdır. O halde dini hayatımıza daha büyük bir vecd ve inşirah vermek gerek. -Tilavetler müstesna olmak üzere- Kur’an-ı Kerim’in ve gerek ibadet ve ayinlerden sonra okunan bütün dualarda münacatların ve hutbelerin Türkçe okunması çok faydalı olur" kanaatine varmaktadır.15

    Ziya Gökalp’in dinde Türkçülüğünün hedefi, dini anlamda ve dini yaşantıya vecd ve inşirah vermek için Türkçeye daha fazla yer verilmesi hedeflenmektedir. Ancak , ibadet kastıyla okunan Kur’an ile emir olan ibadetlerin Türkçe yapılması hususunu ayrı tutulmakta ve Türkçe yapılmasından bahsetmemektedir.

    1923’te yeni bir dönemin başladığı Türkiye’de, hükümranlığı millete vermesi bakımından ,Türkçülüğün Halk Fırkası’nı desteklemesi gerektiğini belirten Gökalp, milli mücadele döneminde "Türkiye’de Allah’ın kılıcı Halkçıların pençesinde Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde idi" ve bu izdivaçtan Türk Milleti doğdu" demektedir. "Akidede mezhebimiz Maturidilik ve fıkıhta mezhebimiz Hanefilik" diyen Gökalp, siyaset mesleğimiz Halkçılık ve kültürde mesleğimiz Türkçülüktür"16 ifadelerini kullanmaktadır.

    Dini konularda Arapçanın etkisinin azaltılması, Kur’an’ın Türkçeye tercüme edilmesini savunmasına karşılık, İslâm Aleminin dini sembolü olan halifeliğin kaldırılmamasını istemekte, Türkler ve diğer Müslümanlarla kültürel birliği bozacağı gerekçesiyle Arap harflerinin kaldırılmasına başta Gökalp olmak üzere Türkçülerin büyük kısmı karşı çıkmışlardır.17

    Sonuç

    Türkçüler, Türkçülüğün İslamcılıkla çelişmediğini birbirinden ayrılamayacağını, Türkçülüğün tamamıyla Müslüman Türklerin birliği olarak düşünüldüğünü, hatta Milliyetçiliğin İslâmiyete yeniden canlılık getireceğeni savunmaktadırlar. Yalnız bütün bu düşüncelerin esas itibariyle siyasi nitelikte düşünülmektedir.

    Cumhuriyet öncesi Türkçüler iki kısma ayrılmaktıdarlar. Bazı çelişkileri olsa bile Yusuf Akçura, dinin milliyetin ortaya çıkmasında bir zemin ve hizmet edici olmasını savunurken, Hüseyinzade Ali , Ağaoğlu ve Gökalp Türkçülük ile İslamın birbiri ile çelişmediğini belirtmektedirler.

    Dipnotlar

    1. Francois Georgeun, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri -Yusuf Akçura (1876-1935)-çeviren Alev Er, Ank. 1986, s. 26.

    2. Ağaoğlu Yusuf, "Medreselerin ıslahı" Sırat-ı müstakim, 4/79 25 Şubat 325 (9 Mart 1910) s. 5-8.

    3. Akçura "Türklük" ,Salname-i Servet-i Fünun 1328/1912, s. 189-192’den naklen Georgeon, a.g,e., s.134-35,

    4. Yusuf Akçura "Şarkta millet fikri, Nevsal-i milli, İstanbul 1330/1914 s.23-24’ten naklen Georgeon, age. 114.

    5. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ank. 1987, s.34-35.

    6. Ali Haydar Bayat Hüseyinzade Ali Bey, İst. 1992, s. 17

    7. A.g.e. 139

    8. Ali Bey Hüseyinzade, Türkler kimdir ve kimden ibarettir?. Bakü 1997, s. 70

    9. A.g.e. 13-14.

    10. Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi gelişimi ve Türk Ocakları (1912- 1931) . İst. 1994. s. 172-173.

    11. Sarınay. A.g.e., s.212

    12. Z. Gökalp. Türkçülüğün Esasları, İst. 1976 s. 65

    13. A.g.e. s. 172

    14. Ziya Gökalp; Türkçülüğün Esasları, İst. 1976, S. 45

    15. A.g.e., s. 164-165

    16. A.g.e. s. 171-172

    17. Sarınay, a.g.e., s. 215