Köprü Anasayfa

Popüler Kültür

"Yaz 99" 67. Sayı

  • Popüler Kültür ve Ülkemizdeki Empoze Kültür

    Ali Murat Yel

    Dr. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoyoji Bölümü

    "Koskoca Chanel’in turuncu, sarı, pembe plastik bileklikler yapması mı daha tuhaf, yoksa bunların yok satması mı? Günlük yaşama ilişkin basit bir soru, ama gel de cevapla!" (Gazete Pazar, 6 Haziran 1999). Aslında gazetenin "Stil" sayfasını hazırlayan "Çintay" isimli kişinin (isim midir, kişi midir? Ondan da emin değilim, ama neyse) böyle bir soruyu sorabilmiş olması bence işin en tuhaf yanı. Zira aynı sayfada benzeri, pek çok ürünün tüketilmesi için tanıtımlarını yapan kişi bile artık bu kadarının fazla olduğu kanaatinde. Pekala, nedir bu "fazla" olan şey? Böyle bir soruya cevap verebilmek için öncelikle "kültür" ve daha sonra da "popüler kültür" denilen kavramlardan ne anlaşılmaktadır mevzuuna kısaca bakalım: Öncelikle, dilimize yabancı bir lisandan (Fransızca; culture) girmiş olan bu kavram uygarlık, medeniyet ve hars anlamlarında kullanılmaktadır. Geniş bir sahaya hitap eden bu kavram üç alt başlık halinde de incelebilir: Halk (folk) kültürü, popüler kültür ve elit (high) kültür. Dünyada mevcut bütün insan topluluklarının ortak bir özelliği olan kültürün var olabilmesinin en önemli şartı insandır. Bir başka deyişle, insanın veya (ister bir fikir isterse maddi bir varlık olarak) toplumun olmadığı yerde kültürden söz etmek imkansızdır. İnsandan bahsedilen her ortamda da bir değişimden söz edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, organik bir yapıya sahip bu olgu değişmekte, gelişmekte ve hatta zaman zaman değişmeye uğramaktadır. Pek çok farklı özelliği olan bu kavramın tarifi her ne kadar zor da olsa kendisine mahsus bir takım özelliklerinden bahsedilebilir. Mesela, kültürün insan üretimi olduğu görüşünden hareketle, bu insanların yaşadıkları bir coğrafya olması gerekir. Tabii bu coğrafi bölgenin iklim şartları, ekolojik yapısı ve daha da önemlisi orada daha önce yaşamış insanlardan kalan medeniyet unsurları da göz önüne alınmalıdır. Aynı coğrafyada yaşayan insanların belirli bir ortak tarihe de sahip olmaları beklenir. Kişinin içinde bulunduğu anda kendi atalarının miras bıraktığı ögelere de bu bakımdan sahip çıkması gerekmektedir. Aksi takdirde, birey kendi öz kültüründen habersiz olması onun her kültürde görülen değişim tarafından aşırı şekilde etkilenip kimlik bunalımına düşmesine sebep olabilir.

    Değişimden söz etmişken popüler kültür kavramına da değinmemiz gerekmektedir. Genel olarak, yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın seyrettiği, okuduğu veya katıldığı eğlenceye işaret eden popüler kültür kendisini en çok televizyon, sinema ve gazetelerde gösterir. Popüler kültürün medya dışındaki araçlarından bazıları ise giyim tarzları, hobiler, tatiller, eğlence yerleri ve amatör veya profesyonel spor dallarıdır.

    Homojen olmayan toplumlarda farklı gruplar arasında görülen güç mücadelesi, hatta çatışmaları sadece ekonomik ve siyasi hususlarda olmayıp aynı zamanda kültürel alanda da kendisini göstermektedir. 18. yüzyılda Sanayi Devrimi ile çalışma ve boş zamanlar (leisure time) birbirinden ayrılmış, böylece insanlar işlerinden daha farklı aktivitelere de fırsat bulmuşlardır. Tabii bunda artan refah seviyesinin de önemli bir rolü olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim bu yüzyılın başında Mathew Arnold da bu hususa işaretle toplumun büyük bir kesiminde özellikle de işçi sınıfında önceki dönemlerden yani feodal düzenin baskı rejiminden kurtularak yeni bazı alışkanlıklar edinmeye başladıklarını belirtmiştir (1932; 76). Geleneksel anlamda Batı toplumlarının aristokrasi sınıfının meydana getirdiği kültüre popüler medyanın tesiriyle bir alternatif olarak ortaya çıkan işçi sınıfı kültürü arasındaki ayırım Dwight Macdonald tarafından da ele alınmış ve bunu yeni oluşumun sebepleri şöyle sıralanmıştır: Öncelikle siyasi demokrasi ve yaygın eğitim üst sınıfların kültür üzerindeki tekelleşmesini ortadan kaldırmıştır. Girişimci zihniyet de bu durumdan faydalanarak kendisine karlı bir pazar yaratmıştır; yeni teknoloji sayesinde kitap, dergi, müzik endüstrisi ve ev eşyaları artık daha ucuz ve daha fazla olarak üretilmesiyle bu pazara sürülmeye başlamıştır. Yeni teknoloji aynı zamanda televizyon, radyo ve sinema gibi medya araçlarını da icat ederek bu yeni üretilmiş malların kalabalıklara ulaştırılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla, popüler kültür yukarıdan, yani işadamları için çalışan teknisyenler tarafından empoze edilmekte ve hitap ettiği kalabalıklar ise pasif tüketicilerdir. Kısaca, popüler kültürün efendileri kar elde etmek ve/veya statükolarını korumak için kalabalıkların kültürel ihtiyaçlarını istismar etmektedir (1957; 59-60).

    Popüler kültürün yaratıcıları halka kendi zevk ve değerlerini empoze etmeye çalışmakta, hatta onları eğittiklerini bile iddia etmektedirler. Zira popüler kültür üreticilerinin çoğu hitap ettikleri kesimden daha iyi bir eğitim almışlardır. Muhtemelen bizzat kendilerinin tüketmeyecekleri kültürel ögeleri başkalarına sunmakta, hatta kendi aralarında nasıl hiç televizyon seyretmedikleri veya arabesk müzik dinlemediklerinden bahsedebilmektedirler. Dolayısıyla burada bir aşağı kültür programlanmasından bahsedilebilir. Yani, yüksek kültür sahipleri halka kendi kültürlerini aşılamak yerine daha düşük bir kültür empoze etmektedirler. Bir başka deyişle, bu programlama halka "iyi" olanı vermektense kendi istediklerini vermekte böylece medyanın yaptığı şeyleri haklı göstermeye çalışmaktadır. Tabii böyle bir uygulama da tenkit edilebilir. Fakat halkın kendi kültür seviyesine uygun ögeleri tercih etmesi de ayrıca tartışılabilir. Mesela, siz halka Türk klasiklerini okumayı önerebilirsiniz ama onlar bunun yerine aynı kitapların televizyona uyarlanmış hallerini tercih edebilirler veyahutta bugünlerde çeşitli kanallarda tüketime arzedilmiş olan sözüm ona yerli dizileri, hatta televoleleri seyretmeyi yeğleyebilirler.

    Tüketim

    Tüketim, insanların objelere farklı anlamlar yüklemesiyle yakından alakalıdır. Objelerin kullanılması da maddi olduğu kadar mecazi de olabilir; yani objeler mevcut bir şey, bir fikir veya ilişki bile olabilir. İnsanın obje ile ilişkisi de halen sahip olma veya ileride sahip olmayı ümit etme şeklinde olabilir. Genel olarak sosyal bilimlerde tüketim şimdiye kadar klasik ekonomi ya da Marksist ekonomi yaklaşımlarıyla ele alınmıştır. Fakat bu yaklaşımlar ihtiyaçların ortaya çıkışı ile arz ve talebin tatmin edilmesi sürecinde yaşanan sosyal ve kültürel etmenleri göz ardı ettiklerinden sık sık eleştirilmişlerdir. Antropologlar ise bazı ihtiyaçların maddi temelleri olduğunu kabul etmekle birlikte objeler için asıl önemli olan hususun bir takım ilişkileri kolaylaştırdığı ve sosyal kimliğin oluşmasında önemli bir faktöre sahip olduğu görüşündedirler (mesela bkz. Mauss 1990 ve Malinowski 1978).

    Hemen hemen bütün objelerin bazı sosyal anlamları olduğu doğrudur, ancak kapitalizmin yükselmesi ve seri üretime geçişten itibaren Batı toplumunda bu ma-nalara daha fazla önem verilmiş, hatta batı toplumu kelimenin tam anlamıyla bir "tüketici toplum" haline gelmiştir. Karl Marx’ın da Das Kapital’de işaret ettiği gibi, ‘dürüst’ kapitalist istismar (exploitation) yoluyla kâr eder (McLellan 1977). Marx’a göre kapitalizmin temel başarılarından en önemlisi kültürel hegemonya (cultural hegemony) kavramıyla açıklanabilecek kapitalist sınıfın işçi sınıfının kültürüne müdahale etmek suretiyle onların nasıl yaşayacaklarına, ne hissedeceklerine, hatta ne yiyip ne giyeceklerine bile karar verme yetkisini kendilerinde görmesidir. Bu hakimiyetini de işçi sınıfı arasında ‘eşya fetişizmi’ni (commodity fetishism) yaygınlaştırabilmiş olmasına borçludur. Böylece modern ‘köleler’ haline gelen insanlar sürekli olarak tüketim faaliyetine girerler; o kadar ki, tüketmeyen birey kendisinin toplumdan uzaklaştığını saymaya başlar. Kapitalist toplumlarda birey objeleri anlamsız eşyalar olmaktan çıkarıp kendi hayatında farklı bir yeri olan anlamlı bir emtiaya dönüştürmektedir (krş. Carrier 1990 ve Miller 1987). Artık bundan sonra insanlar objeleri değişik sosyal ortamlarda kendi yerlerini belirlemek için kullanmaya başlarlar. Mesela giyim eşyaları insanın sosyal tabakası ve etnik kimliği gibi toplumsal düzen içerisindeki yerini tayin etmektedir. Bütün bu ferdi davranışlar tüketimin toplumsal yapısını da etkiler. Sonra da bu tüketim yapısı sosyal grupların yeni kimliklerini oluşturur.

    Batı dışı toplumlarda seri üretim nispeten yeni bir olgu olmakla birlikte tüketim buralarda da yeni kimlikler yaratmaktadır. Batı’da üretilmiş malların diğer toplumlarda tüketilmesinin geniş oranda bir Batılılaşma getirip getirmeyeceği de ayrı bir husustur. Nitekim, bundan birkaç sene öncesine kadar (belki de özel televizyon kanallarının yaygınlaşmasından önce) Türk halkı Batı ürünlerinden pek çoğunu "gavur icadı" olarak adlandırıp kendi kültürünün ögelerinden vazgeçmek istememişti. Türkiye ile Batı ülkeleri kültürel anlamda karşılaştırıldığında aradaki bence en önemli fark, Batı toplumlarının kültürlerinde nispeten bir devamlılık söz konusu olduğu halde Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ülkemizde gelenek bakımından kültürel bir kırılma yaşanmıştır. Bir başka deyişle genç Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı mirası arasındaki kültürel bağ koparılmaya çalışılmıştır. Durum böyle olunca da ülkemizde Batılı anlamda bir yüksek kültürden söz edilmesi imkansız hale gelmiştir. Sanayi devrimi de bugün bile gerçekleşmemiş olduğundan çalışma zamanı ile boş zaman ayırımı yapabilmemiz de -İstanbul gibi büyük metropoller hariç- oldukça zordur. Fakat garip olan husus, ülkemizde popüler kültür belki de Batı toplumlarından çok daha yaygın bir fenomen haline gelmiştir. Bana göre bunun başlıca sebebi ülkemizdeki seri üretim ve bunun neticesinde kapitalist anlayışla halka tüketim tutkusu aşılanması değil, -zira halka arzedilen ürünlerin çoğu Batı’dan ithal edilmektedir- ülkenin kendi öz benliğinden uzaklaştırılarak başka bir kültürün benimsetilmeye çalışılmasıdır. Şerif Mardin’in de (1990; 128-129) belirttiği gibi 19.yüzyılda Osmanlıda bir "saray kültürü"nün yanısıra bir de "halk kültürü"nden bahsedilebilirdi, ancak Batı’da olduğu gibi halk ile elit kültürleri arasındaki farkı kapatma çabaları ülkemizde de mevcuttu.

    Toplumlarda meydana gelen bu küçük gruplara ayrılma eğilimine karşın bu parçalanmış cemaatlerin üzerinde bir "birleştirici" öğe bulmak meselesiyle karşılaşılmaktadır. Bu çabanın temel amacı ise yeni bir mütecanis milli birlik yaratmaktı. Fakat bu mütecanis birlik yaratma hedefi ancak Cumhuriyet’in eğitim imkanlarından faydalanabilenler için mümkün olabilmişti. Geride kalanlara ise, "kendi geleneksel kültür araçlarının sulandırılmış olması nedeniyle kültür fakirliğine" düşmekten başka bir yol kalmamıştı. Elbette ülkemiz aydınlarının kendilerini halktan soyutlamak ve onlara yabancılaşmak suretiyle kendilerine özgü bir elit kültürünü oluşturmaları gerektiğini iddia etmiyorum. Ama kitle kültürünün yozlaştırılarak bir üst kültüre benzetilmeye çalışılmasının da daha vahim sonuçlara ulaştığı da ortadadır.

    Kaynaklar

    Arnold, M. 1932 Culture and Anarchy, Londra: Cambridge University Press.

    Carrier, J.G. 1990 Reconciling Commodities and Personal Relations in

    Industrial Society. Theory and Society, 19(5): 579-98.

    Macdonald, D. 1957 A Theory of Mass Culture, B. Rosenberg ve D. W. White (der.), Mass Culture: The Popular Arts in America, içinde, s. 59-73, New York: Macmillan.

    Malinowski, B. (1922) 1978 Argonauts of the Western Pacific, Londra: Routledge & Kegan Paul.

    Mardin, Ş. 1990 Siyasal ve Sosyal Bilimler: Makaleler 2, İstanbul: İletişim Yayıları.

    Mauss, M. (1950) 1990 The Gift: The Form and Reason for Exchange in Archaic Societies, (ter. W.D. Halls), Londra: Routledge.

    Miller, D. 1987 Material Culture and Mass Consumption, Oxford: Basil Blackwell.