Köprü Anasayfa

Eğitim

"Güz 99" 68. Sayı

  • Evde Eğitim

    Levent Bilgi

    İsmet Özel son kitaplarından Tavşanın Randevusu’nda modern çağı bulup işletenlerin tedavisi yoluna gitmek için, bir şeyler yapmayalım diye hastalıklar arasında saymadığı hastalıklar olduğunu söylüyor.

    Özel’e göre; insanlar halledemeyeceklerine inandıkları veya çözmek, mücadele etmek istemedikleri meselelerin, aslında mesele olmadıklarına, teferruat bir konu olduğuna, veya zaten halledilmişliğine kendilerini inandırır ve meseleyi başlamadan hallederler.

    Bu ilginç savunma psikolojisinin, şahsi hayatımızdan iş hayatımızdan, çocuklarımızın eğitimine kadar pek çok konuda bir şark kurnazlığı tarzında karşımıza çıktığına inanıyorum.

    Oğlunun serkeşliklerinden bıkan bir baba geçenlerde şöyle yakınmaktaydı: "Bıktım artık, bu çocuğun adam olacağı yok. O’nu artık Allah’ a havale ettim. Ne ben ona karışıyorum, ne de o bana."

    Bu sözleri dile getiren baba, asli işinin yanında bir iş daha yapan, her iki işini de en ince detaylarına kadar hesaplayıp, zengin olma yolunda epey bir mesafe kat eden biridir.

    Bu âlemden göçtüğünde, serkeş oğlunun haylazlıkları için muhtemelen iyi bir servet bırakacaktır.

    Ancak baba, gençlik çağının bu en deli dönemlerinde oğlunu gündeminden çıkararak bu problemi halletmiştir! Konu, önce problem olarak kabul edilmeli ki, çözüm yolları aransın. Böyle durumda ki bir baba, konuyu mesele olarak kabul edebilse, konuyu çözmek için ciddi bir ceht gösterebilecektir. Mesela, aynı problemi yaşayan diğer babalarla istişarelerde bulunabilecek, oğlunu frekanslarının tutabileceği müspet birileriyle irtibata geçirebilecek, bir takım tevafuklar meydana getirebilecek, velhasıl; kendi çocuğunun hidayeti için gereken gayreti göstermiş olmanın kulluğunu ifa ederek, fiili bir duada bulunmuş olacaktır. Zira, insan yüz kapılı bir saray gibidir. Doksan dokuzu kapalı olsa, içlerinden biri açılabilse, o kapı sayesinde diğerleri de açılabilecektir.

    Her insanın yüz kapısından en az birisi açılabilir. Önemli olan sabırla, hikmetle, kavl-i leyn ile bütün kapıları dolaşma azmini gösterebilmektir. Açılacak kapı belki yüzüncü kapı olabilir. Yeter ki biz, kevanin-i âdetullâha tevfik-i hareket ederek Allah’ın yardımını isteyelim. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacağımız kesindir.

    Hz. Peygamber (S.A.V)’in yüzünü görür görmez Müslüman olanlar olduğu gibi, yıllarca Onunla mücadele edip, hatta savaşıp, ancak Mekke’nin fethinde Müslü-man olanlar da vardır. Hz. Muhammed’e ilk yılında tabi olanlarda sahabedir, son yılında tabi olanda sahabedir.

    Yıllar önce, Manisa’da orman müdürü olan bir arkadaşımızın, yaz tatili boyunca çocuğunun başıboş dolaşmaması, olumsuz arkadaşlar edinmemesi, televizyon musibetine uğramaması, evde sıkıntı derdine düşmemesi için bir takım çözümler aradığını ve ilgili arkadaşlarla istişarelerde bulunduğunu hatırlıyorum. Sonuçta çocuk, müspet insanların uğrak yeri olan ve güzel konuların konuşulduğu bir büroya çalışmak üzere verilecek ve baba büronun sahibine her hafta gizlice bir ücret verip çocuğun maaş alması sağlanacaktı.

    O gencin daha sonra nasıl bir insan olduğunu, Risale-i Nur ile muhatap olup olmadığını bilmiyorum. Ancak, o babanın, çocuğunun karşılaştığı ve karşılaşabileceği meseleleri dert edinip, mesele olmaktan düşürmediğini, ve bu problemleri halletmek için kafa yorduğunu, plan ve projeler yaptığını, başkalarına danıştığını, nihayet kendisine düşen vazifeyi yapmak için gayret gösterdiğini çok iyi biliyorum.

    Elbette netice Allah’a aittir. Buluğ çağına girdikten sonra gençleri iradelerini sınırlayamayacağımız da vakıadır. Ancak, İslam fıtratı üzerine çocukların, bu fıtratını bozacak vesileleri ortadan kaldırmak ebeveynin görevidir.

    Çocuk; babanın ibadetlerini yaşayıp, annenin namazını kılmadığı bir evde yaşı-yorsa, dindar insanların kurduğu, ancak yapısı gereği müminleşemeyen birkaç kanal var diye televizyona terk ediliyorsa, Milli Eğitim’in tek tip insan ideolojisine göre yonttuğu cendereye terk ediliyorsa, kılık kıyafeti, israflı yiyecekleri ve bir sürü faydası belirsiz oyuncak için milyonlarca lira dökülürken, ruhunu beslemek için üç kuruş harcamıyorsa, o çocuğunun mümin kalması bile keramet olacaktır.

    Son yılların önemli şair ve yazarlarından Yavuz Bülent Bakiler evindeki bir sohbetimizde, şu an gelmiş olduğu noktada babasının büyük payı olduğunu söylüyordu. Çocukluk yıllarında çıkan bir iki islami gazetenin hepsini alan baba Bakiler, okuma yazma bildiği halde bu dergileri ücret mu-kabilinde küçük Yavuz’a okuttururmuş.

    "O zamanlar, ilkokula giden bir çocuktum. Ucunda para olduğu için haftada bir gelen bu dergi ve gazeteleri heyecanla bekler ve gelince de babama her makaleyi yüksek sesle okurdum. Babam beni büyük bir ciddiyetle dinler, derginin bitiminde de, makale başına belirlediği ücretten borcunu hesaplayıp bana öderdi. Ben, parayı alınca doğru sokağa harcamaya koşardım. İşte benim, bugünkü Müslümanlığımın ve yazarlığımın temelinde, o günkü anlamadığım makaleler vardır."

    Education at Home, İngilizce bir yazı başlığıdır. Yani, evde eğitim. Bu makalede yazar, bugün İngiltere’de 4000 civarında ailenin, çocuklarını hiç okula göndermeyip evde eğittiklerini söylüyor. Hatta, bu tür ailelerin evlerinde yapılan görüşmelerde, çocukların okula giden akranlarına göre çok daha iyi yetiştikleri ifade ediliyor.

    Yazıda, İngiliz okullarının çok sıkıcı ve kabiliyetleri öldürücü bir yer olduğu vurgulanmakta ve diploma hariç hiçbir şeye yaramadığı söylenmektedir. Bunun yanında, evdeki eğitim çok daha fikridir. Dersler, günlük hadiselerin paralelinde verilmektedir. Yemek pişirirken fen bilgisi, mevsim değişimlerinde coğrafya, alış verişlerde matematik, piknik yaparken biyoloji dersi verilebilmektedir. Çocuklar kütüphaneye, müzelere, cim lastiğe götürülerek dersler yapılmaktadır. Yine aynı yazıda, okulda bir sene boyunca okutulan kitapların, evde bir-iki ayda öğretilebildiği edilmektedir.

    Türkiye gibi bir ülkede Education at Home’un pratiğinin olup olmadığının düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Bu arada, Osmanlı’da konaktan yetişme insanların üst düzey idarelere geldiğini hatırlıyorum.

    Bir zamanlar, bir gazete mülakatında Erkin Koray’ ın kızını, Milli Eğitim’ in faşist, ırkçı, tek tip insan yetiştirme ideolojisine terk etmeyip evde yetiştirdiğini okumuştum.

    Milli Eğitim’in, kabiliyetleri, beyinleri kısıtlayıcı, tek tip insan ideolojisinden sağcısından solcusuna bir çok aile bıkmış durumda. Ancak bu ailelerin tamamıda Milli Eğitim kıskacı altındaki okullara çocuklarını —istemeye istemeye de olsa— bırakmaktadırlar.

    Doğrusu, Education at Home, nefsimin eğitiminden, ailemin, çocuklarımın eğitimine kadar, eğitim dünyamı yeniden sorgulamama vesile oldu. Acaba biz Milli Eğitim’e ve başkalarının bizi, çocuklarımızı eğitmesine muhtaç mıyız. Hz Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali hangi okul mezunuydular acaba ?

    Mesele biraz, hırsıza mal emanet edip, sonra çalınınca feryat etmeye benzemiyor mu?