Köprü Anasayfa

Nübüvvet

"Bahar 2001" 74. Sayı

  • Nebi ve Rasul

    Fatıma Firdevs Adam

    Peygamber’e olan ihtiyaç açıktır. Zîrâ, dünya ve âhirette saâdet ancak Peygamber eliyle olacaktır. Bundan dolayı, Mu’tezile’ye göre Allah’ın Peygamber göndermesi vâciptir. Zîrâ Allah (c.c.), kullarının faydasına olan şeyi ister.1 Mâturîdîler’e göre, Allah’ın Peygamber göndermesi hikmetinin gereğidir.2 Peygamber’e olan ihtiyacın açık olduğunu kabul eden Eş’arîler’e göre Allah, fiillerini işlemede mecbûr olmadığı için Allah’ın Peygamber göndermesi güzeldir ama göndermemesi çirkin değildir.3

    Peygamber’lik hiç bir kavme ve bölgeye has olmadığından4 Allah her kavme bir Peygamber gönderdiğini beyân buyurmakta5 ve bu kavimlerin bazılarından bahsetmektedir.6 İlk Peygamber Hz. Adem (a.s.),7 sonuncusu Hz. Muhammed8 (s.a.v.)’dir. Bu ikisi arasında hadîs-i şeriflerden 124.000 Nebî ile 315 Rasûl’ün bulunduğu anlaşılmaktadır.9

    İster Nebî, ister Rasûl olsun, Peygamberler’in tümünün beşer (insan)’den gönderildiğini görüyoruz. Çünkü beşerden olmayan bir Peygamber’in beşere örnek ve rehber olması mümkün değildir. Bunu değerlendiremeyen inkârcılar insandan Peygamber gelmesini yadırgamış10 ve bu sebeple onları reddetmişlerdir.11 Halbuki Peygamber’ler de diğer insanlardan, insan olma noktasında farklı değillerdir.12 Onları diğer insanlardan ayıran temel çizgi, onlara vahyin gelmesi ve buna dayalı olarak bazı mümtaz özellik ve sıfatlara sahip bulunmalarıdır.

    Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber ifâde edilirken bazen “Nebî”, bazen de “Rasûl” kavramları seçilmesine rağmen biz her ikisine birden “Peygamber” diyoruz. Ancak bu iki kavram arasında fark bulunduğunu ve her iki kavramın aynı mânâyı ifâde ettiği tartışmalarının var olduğunu da görüyoruz. Biz bu çalışmamızda buna açıklık getirmeye, Nebî ile Rasûl arasında fark bulunup bulunmadığını incelemeye çalışacağız.

    Türkçede kullanılan “Peygamber” kelimesinin karşılığı olan “Nebî” ve “Rasûl” terimleri üzerinde ötedenberi tam bir anlaşma sağlanabilmiş değildir. Akâid ve Kelâm kitaplarına baktığımız zaman Nebî ve Rasûl’ün çok farklı târiflerinin yapıldığını görüyoruz. Hatta aynı mezhep ve ekol içinde bulunanlar bile Nebî ve Rasûl kavramlarına farklı yaklaşabilmektedirler. Böyle olunca da doğru bir târife ulaşmak mümkün olamamaktadır. Aralarındaki fark çok küçük bile olsa, zihinlerde bir keşmekeşliğe yol açtığı için herhalde her iki kavramın da ruhunu zedelemeyecek ortak bir târif bulunmasında maslahat olacaktır.

    “Nebî” kelimesinin aslı ya hemzeli veya hemzesiz’dir.13 Eğer aslının hemzesiz olduğu düşünülürse, Nebî “haber veren” demektir. O, Allah hakkında haber vermektedir. Bu kökten alındığında en-Nebî, el-Muhbîr veya apaçık yol anlamındadır. Kesret-i İsti’mâlinden (çok kullanıldığından) dolayı hemze Ye’ye dönüşmüş, böylece Nebi haline gelmiştir.14

    Nebî kelimesi “apaçık yol” anlamında da kullanılabilir. Zîrâ, Nebîler hidâyet yollarıdırlar.15 Nebî, yaratıklar arasında en yüce mevkî’yi ihrâz etmiştir. O’nun şerefi diğer mahlûkâtın üstünde olduğu için O bütün mahlûkâtın en üstünüdür.16

    İbn Teymiye’ye göre Nebî’nin bu ikinci mânâsı birincinin içinde vardır. Zîrâ Allah’ın kendisinden bahsedip onun vasıtasıyla kendisini anlattırdığı kişinin değerinin yüksek olması lâzımdır. Fakat değerinin üstün olması (Ulviyet ve Rif’at) Peygamberlik özelliklerine delâlet etmez.17 Yani her değeri yüksek olan Peygamber olmaz.

    Nebi lûgatte, Peygamber olarak gönderdi anlamını ifâde eder; insanlar birbirlerine elçi veya mektup gönderdi anlamına gelir.18 Rasûl kelimesi ise, sevgiden dolayı bir şey göndermek anlamındadır.19

    Risâle de aynı kökten gelir ve gönderilen şey, yani mektup anlamını ifâde eder.20 Risâletü’r-Rasûl, Peygamber’in (elçinin) insanları, kendisine vahyedilen şeye çağırmasıdır.21 Bundan dolayı Rasûl (elçi) kendisini gönderenin haberine (haber vermesine) tâbîdir. Onu gönderen bunu îlân etmeden o, kendisinin elçi olduğunu ileri süremez. Rasûl mef’ûl manasında, gönderilen kişinin ismidir. Rasûl denilmesi risâle, yani mesaj sahibi oluşundan dolayıdır.22

    Lûgatta Nebî ve Rasûl’ün anlamlarını kısaca gördükten sonra şimdi Nebî ve Rasûl’ün ıstılahta ne anlama geldiklerini görelim. Fakat hemen ifâde etmek gerekir ki, aralarında fark bulunması yada bulunmamasındaki ihtilâfa dayalı olarak Nebî ve Rasûl’ün ıstılah anlamları arasında da farklar vardır. Alimlerden bir kısmı Nebî ile Rasûl arasında bir fark kabul etmezler. Onlara göre Nebî Rasûl, Rasûl de Nebî demektir. Bu grupta yer alan âlimlerin başında Kâdı Abdulcebbar’ı sayabiliriz. Ona göre; ıstılahta Nebî ile Rasûl arasında hiç bir fark yoktur.23

    Meşhur el-Ahkâmu’s-Sultaniye isimli kitabın müellifi, amelde Şâfiî olmasına rağmen Mu’tezile’ye meyli ile bilinen Mâverdi de (öl:450/1058)24 Nebî ile Rasûl arasında bir fark görmez. O, Rasûl’ü târif ederken; “Nebîler (Enbiya) Allah’ın emir ve nehiyleriyle kullarına gönderdiği (Rasûller) elçilerdir.”25 der. Nebî ile Rasûl arasında ayrım yapmayanlardan bir diğeri olan Cüveynî’ye göre Nübüvvet, kulları içinden seçtiği birine Allahu Teâlâ’nın “Sen benim Rasûlümsün (elçimsin)” demesiyle meydana gelir.26 Bu grupta yer alan Amidî de Cüveynî’nin târifine uyarak, “Nübüvvet; kulları içinden seçip çıkardığı birine Allahu Teâlâ’nın “Sen benim Rasûlüm ve Nebîmsin” demesiyle hâsıl olur.”27 der.

    Bu grup içinde yer alanlardan Taftâzânî Nebî’yi târif ederken: “Nebî, kendisine vahyolunan şeyi tebliğ etmek üzere Allah’ın gönderdiği insandır. Rasûl de öyledir.”28 der. Böylece ikisi arasında bir fark görmediğini açıkça ifâde etmiş olur. İcî de Nebî ile Rasûl arasında bir fark görmez. O “Nebî, Allahu Teâlâ’nın kendisine ‘Seni Rasûl (elçi) olarak gönderdim.’ veya ‘Benden (şunları) onlara tebliğ et.’ gibi sözler söylediği kişidir.”29 der. Aliyyü’l-Kari, İmam Ebû Hanife’nin de Nebî ile Rasûl’ün müterâdif kelimeler olduğu kanâatını izhâr ettiğini söyler (Şerhu fıkhi’l-Ekber, 11).

    Alimlerden bazıları ise Nübüvvet’le Risâlet, dolayısı ile Nebî ile Rasûl arasında fark olduğu kanâatındadır. Bu grubun başında yer alan İmam Şâfiî’ye göre Rasûl, müstakil bir şerîat sahibidir. Nebîler ise, bu Rasûller’in şerîatını tatbik etmek üzere gönderilirler, ayrı bir din ve şerîat sahibi değillerdir. Bundan dolayı her Rasûl Nebî olduğu halde, her Nebî Rasûl değildir.30

    Abdulkâhir el-Bağdâdî de bu grup içindedir. O da İmam eş-Şâfiî’nin târifine benzer bir şekilde şöyle der: “Nebî, kendisine Allah’dan vahiy gelen ve kendisine meleğin vahiy getirdiği kimsedir. Rasûl ise, kendisine yeni yada kendinden önceki şerîatın hükümlerini nesheden bir şerîat ile gelen Peygamber’dir. Her Rasûl Allah’ın Nebî’si, fakat her Nebî onun Rasûl’ü değildir.”31

    Ferrâ’nın (öl:207/822) târifi de buna yakındır. Ona göre Rasûl, Mürsel (kendisine risâlet verilen) Nebî’dir. Nebî ise mürsel olmayan fakat Muhaddes, yani kendisine mutlak sûrette vahiy geldiği halde bunu tebliğ etmekle mükellef olmayandır.32 Ferrâ’nın târifinde açık bir şekilde görüldüğü gibi Nebî kendisine vahiy geldiği halde bunu tebliğ etme mükellefiyeti olmayan Peygamber’dir. Burada vahiy bir bakıma ilham gibidir. İbn Hazm’de aynı târifi tercih ederek; “Nebî, Allah’ın dilediği kulları arasından seçtiği ve vahiyle, olacak şeyleri daha olmadan öğrettiği kimsedir. Rasûl ise; Allah’ın kulları arasından seçerek insanlara elçi olarak gönderdiği kimsedir.”33 der. İbn Hazm’ın târifinden de anlaşılacağı üzere ona göre Nebî’ye vahiy gelir, ama sadece onu ilgilendirir. Bir bakıma ilham gibidir. Rasûl’ün ise, insanlara bir mesaj götürme sorumluluğu vardır.

    Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu kabul eden grubun içinde yer alan Zemahşerî Nebî’nin târifinde biraz daha farklı düşünmektedir. Zîrâ, ona göre her Rasûl Nebîler’dendir ve kendisine bir kitap indirilmiştir. Nebî ise Rasûl değildir ve kendisine kitap indirilmemiştir. Ancak insanları kendinden önceki şerîate davet etmesi emredilmiştir.34 Görüldüğü gibi Zemahşerî kendisinden önceki târiflere, Nebî’nin kendinden önceki şerîate insanları davet etmesi emrini eklemiştir. Zîrâ ona göre Nebî’ye yeni bir şerîat verilmemiştir. Râzî de Nebî ile Rasûl’ün birbirinden ayrı olduğu kanâatındadır. Ama o, Nebî ile Rasûl’ün târiflerini biraz değiştirmiştir. Ona göre, Rasûl uykusunda (yani rüyasında) Rasûl olduğunu görür veya Rasûller’den biri ona Rasûl olduğunu haber verir. Nebî ise, zâhirî olarak meleğin (Cebrail) kendisine insanları (Hakk’a) davetle emrettiği Peygamber’dir.35

    Beydâvî’ye göre Rasûl, Allah’ın insanları davet edeceği yeni bir şerîatle gönderdiği zât, Nebî ise kendinden önceki şerîatı takrîr etmek üzere Allah’ın vazifelendirdiği zâttır.36 Lekkânî de Rasûl’ü Nebî’den ayıran faktörün “tebliğ” olduğunu belirtir. Ona göre Rasûl mutlaka tebliğ yapmak zorundadır. Nebî ise, Allah’dan kendisine şer’î bir teklif gelmiş zâttır. O, bu teklîf-i şer’î’yi tebliğ edebilir de etmeyebilir de; kendisine bir kitap verilebilir de verilmeyebilir de; şerîatı kendisinden önceki şerîatı neshedebilir de etmeyebilir de.37 Dolayısıyla Lekkânî, diğer târiflerden farklı olarak Nebî’nin tebliğ yapabileceği ve kendisine kitap verilebileceği husûsunu da ilâve etmektedir.

    Yukarıda geçenlerden anlaşılması gereken en önemli nokta, Nebî ile Rasûl arasında fark bulunup-bulunmaması konusunda mezheplere has kesin bir görüşün bulunmadığı husûsudur. Zîrâ, değişik mezhepten âlimler arasında o yada bu târifte bir araya gelmeler, uygunluklar ve tevâfuklar buluyoruz. Aynı mezhepte olanların farklı, yada farklı mezhepte olanların aynı olan mütâlâlarına şâhid oluyoruz.

    Şimdi de Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu kabul eden ve etmeyenlerin istihdam ettikleri delillerini görelim.

    1- Nebî ile Rasûl arasında fark bulunmadığı, bu iki kelimenin birbirinin mürâdifi olduğunu yani biri yerine diğerinin kullanılabileceğini kabul edenlerin dayandıkları birinci delil, Cenâb-ı Hakk’ın bazı âyet-i kerîmelerde, Nebî için “Mürsel” yani gönderilmiş ismini kullanmasıdır.38 Cenâb-ı Hakk’ın Nebî için irsâl etmeden bahsetmesi ikisi arasında bir fark bulunmadığına delâlet eder.39 Rasûl’ün Nebî olarak vasfedilmesini izah ederken Kâdı Abdulcebbâr, bununla Peygamber’in kadrinin yüksekliğine işaret olduğunu, yani Nübüvvet mânâsının orada Rif’at ve Ulviyet ifâde ettiğini belirtir.40

    2- Kur’ân-ı Kerîm’de Nübüvvet ve Risâlet lâfızları isti’mâlde yer alır veya birlikte zâil olur.41 Hatta bunlardan birisi sabit olsa kelâmın tenakuzundan dolayı diğerini nefyeder. Bu da bu iki lâfzın aynı mânâyı ifâde ettiklerini, aynı anlama geldiklerini gösterir.42 Zîrâ, Bu iki lâfzın mânâsı aynıdır. “Muhammed (s.a.v.), içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Allah’ın Rasûl’ü ve Nebîler’in sonuncusudur.” (Ahzab, 40) âyet-i kerîmesi buna örnek gösterilebilir. Ayet, Efendimiz’in (s.a.v.) Nebîler’in sonuncusu olduğunu gösteriyor. Halbuki o aynı zamanda Rasûller’in de sonuncusudur. Böylece bu iki lâfız aynı mânâyı ifâde etmektedir.43

    3- Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de Efendimiz (s.a.v.)’in hem Rasûl44 hem de Nebî olduğunu45 belirtir. Bu da Nebî ile Rasûl arasında bir farkın bulunmadığına delâlet eder.46

    4- Rasûl mesaj sahibi; Nebî ise, şânı yüce ve Allah’dan haber veren anlamına geldiğine göre, bunlar birbirisini tamamlayan lâfızlardır. Zîrâ, Allah’dan haber verme ancak bir mesaj (Risâle) ile olacak, bunu yapanın da şânı yüce ve kadri yüksek olacaktır. Böylece ikisinin arasında bir farklılık olmadığı açığa çıkmış olacaktır.47

    Nebî ile Rasûl lâfızları arasında fark olduğu kanâatında olanlar da düşüncelerini çeşitli delillerle ispata çalışmışlardır. Bu grubun delillerini de maddeler halinde kısaca sıralayabiliriz.

    1- Allahu Teâlâ âyet-i kerîmede “Ey Muhammed (s.a.v.) senden önce gönderdiğimiz hiç bir Rasûl ve Nebî yoktur ki bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini tahkîm eder. Allah bilendir, Hakîm’dir.”48 buyurur.

    Ayette Nebî, Rasûl üzerine (Vav) harfi ile atfedilmiştir ve bu atıf âmm’ın hass’a (Umûmî olanın husûsî olana) atfı kâbilindendir.49 Bu delile karşı çıkan Kâdı Abdulcebbâr Nebî ile Rasûl’ün arasının fasledilmesinin iki cinsin birbirinden ayrı olduğuna (iki cinsin ihtilâfına) delil olmaz der ve buna Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) diğer Nebîler’in arasının fasledilmesinin50 Efendimiz’in Nebîler’den olmadığına delâlet etmediği misâlini gösterir. O bununla da iktifâ etmeyerek, mücerred faslın iki cinsin ihtilâfına delil olamayacağına dair Kur’ân-ı Kerîm’den başka misâller gösterir.51 Ancak Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu kabul eden âlimler onun bu itirazına cevap vermekten geri kalmamışlardır.52

    2- “Biz hangi karye’ye (kasabaya) bir Nebî gönderdikse, ora halkını yalvarıp yakarsınlar diye darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır.”53

    “Ey Nebî, biz seni şâhid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle ona çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”54 ve “Öncekilere nice Nebîler göndermişizdir.”55 gibi âyet-i kerîmeler.

    Bu âyet-i kerîmeler Mürsel’in (irsâl olunan, gönderilen) Nebî olduğuna delâlet eder. Nübüvvet vasfı Risâlet vasfından öncedir. Nebî olma asıldır. Ondan sonra irsâl olunup Rasûl olunabileceği gibi, sadece Nebî olarak da kalabilir. Pek çoğu Nebî olarak kalmışlardır. İmam Fahruddin er-Râzî “Öncekilere nice Nebîler göndermişizdir.” âyet-i kerîmesinin buna delâlet ettiğini, âyette bahsi geçen Nebîler’in sonra Rasûl olduklarının anlatıldığını söyler.56

    3- “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Rasûl’e, o Nebî’ye uyanlar.”,57 “Öyle ise Allah’a ve ümmî olan Rasûl’üne, Nebî’ye iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”,58 “Kitapta Mûsâ’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi hem Rasûl hem de Nebî idi.”59 ve “Kitapta İsmâil’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdık, Rasûl ve Nebî idi.”60 âyetleri.

    Bu âyet-i kerîmelerde Allah (c.c.); Hz. Muhammed, Hz. Mûsâ ve Hz. İsmâil’i (Aleyhimüssalâtü ve’s-selâm) Risâlet ve Nübüvvet’le vasıflandırmıştır. Eğer Nebî ve Rasûl’ün mânâsı aynı olsaydı bu “Haşv” (doldurma bir söz) olurdu ki, Kur’ân-ı Kerîm bundan münezzehtir.

    Bundan dolayı Kurtubî “Rasûl ve Nebî ayrı mânâya delâlet eden iki isimdir. Rasûl, Nebî’den daha husûsîdir ve bu âyetlerde Rasûl lâfzı, mânâsının öneminden dolayı Nebî’den önce zikredilmiştir. Yoksa, Nebî’nin mânâsı Rasûl’den öncedir.”61 der. Kurtubî’nin vardığı bu sonuç, aynı zamanda Nübüvvet ve Risâlet arasında fark bulunduğunu kabul eden Cumhur-u Ulemâ’nın (âlimlerin çoğunluğunun) görüşüdür. Onlar, Risâlet’in Nübüvvet’den önce zikredilmesi konusuna da bu istikamette açıklamalar getirmeye çalışmışlardır.62

    4- Müslim’in Sahîh’inde Berâ İbn Azib’den rivayet ettiği bir hadisde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona yatağa girdiği zaman okuyacağı bir dua öğretir. Berâ İbn Azib’den ezberlemesi için tekrar etmesini ister. O duanın son kısmında yer alan “İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Nebî’ye iman ettim.” kısmını tekrar ederken yerine “Gönderdiğin Rasûl’üne iman ettim.” deyince Peygamberimiz onu ikaz ederek “‘Gönderdiğin Nebî’ne iman ettim’ de” buyurmuşlardır.63 Bu hadîs-i şerif Nebî ile Rasûl lâfızları arasında fark bulunduğunu gösteren apaçık bir delildir. Zîrâ Efendimiz’in Rasûl olmadan önce Nebî olduğuna işaret eder.64

    5- Ahmed İbn Hanbel’in Ebû Zerr’den rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte, Ebû Zerr Efendimiz’e (s.a.v.) kaç tane Mürsel, yani Rasûl olarak gönderilen Peygamber bulunduğunu soruyor. Efendimiz (s.a.v.) “310 küsur” diyor. Bir başka seferinde “315” diyor. Ebû Ümâme’nin rivayetinde ise, Efendimiz’e (s.a.v.) Nebîler’in sayısı soruluyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 124.000 (yüz yirmi dört bin) Nebî, 315 Rasûl olduğunu haber veriyor.65 Hadîs-i şerifte Rasûller ile Nebîler’in sayılarının ayrı ayrı verilmesi Nübüvvet ile Risâlet’in aynı olmadığını dolayısıyla Rasûl ile Nebî lâfızlarının birbirinden farklı olduğunu göstermektedir. Nebî ile Rasûl’ün birbirinin aynı olmadığı kanâatında olan âlimler, bu hadîs-i şerifi ittifakla delil olarak göstermektedirler.66

    Yukarıdaki deliller tedkîk edildiği zaman Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu ileri sürenlerin delillerinin daha güçlü ve tutarlı olduğu görülmektedir. Zîrâ Nebî ve Rasûl lâfızlarının aynı oluşuna delil olarak gösterilen Nebî’nin mürsel yani irsâl edilmiş, gönderilmiş olduğunu ifâde eden âyetlerden Nebî ile Rasûl’ün aynı mânâya geldiğini anlamak doğru değildir. Çünkü canlı veya cansız, şuurlu yada şuursuz pek çok şey içinde irsâl yani gönderme sözkonusudur ve Kur’ân-ı Kerîm’de bunu ifâde eden pek çok âyet-i kerîme vardır. Meselâ bunlardan birkaçı örnek olarak verilecek olursa; irsâlu’l-matar (Yağmur gönderme),67 su baskını, çekirge, haşerât, kurbağa ve kanın irsâli,68 sel’in irsâli,69 azâb irsâli,70 kasırga-rüzgâr irsâli,71 ordu irsâli,72 şeytanların irsâli,73 sayha irsâli74 ve benzeri eşya… Bütün bu sayılan şeyler mürseldir (gönderilmiş). Fakat kesinlikle Rasûl olarak isimlendirilemeyecekleri gibi Allah’a izâfe edilemezler. Yani bunlar için insan yada meleklerden seçilmiş olan Rasûller için denildiği gibi75 “Allah’ın Rasûl’ü” denilemez.

    Bu grupta olanların ikinci delili olan Nübüvvet ve Risâlet’in birlikte sâbit ve birlikte zâil olması da çok sağlam bir delil değildir. çünkü Nübüvvet ve Risâlet arasında umûmiyet ve husûsiyet farkı vardır. Nübüvvet umûmî, Risâlet ise husûsîdir. İkisinin birlikte sabit olma durumu ise sadece husûsî olanın isbatı halinde vâkîdir. Meselâ; “Falanca zât Nebî’dir.” dendiği zaman onun aynı zamanda mutlak sûrette Rasûl olduğu anlaşılmaz. O, Rasûl olabileceği gibi sadece Nebî de olabilir. İkisinin birlikte zâil olması, umûmî olanın nefyedilmesi ile olur. Yani meselâ birisi; “Falanca zât Nebî değildir.” dediği zaman onun Rasûl olması da nefyedilmiş olur. Ama; “Falanca zât Rasûl değildir.” dendiği zaman o kişi Rasûl olmasa da Nebî olabilir. Zîrâ; her Rasûl aynı zamanda Nebîdir, fakat her Nebî Rasûl değildir.

    Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Hâtemü’l-Enbiyâ olduğunu ifâde eden âyet-i kerîme76 bu çerçeve içinde değerlendirilirse, onun Hâtemü’l-Enbiyâ olması aynı zamanda Hâtemü’l-Mürselîn olduğunu da ifâde eder. Zîrâ, Nübüvvet sâbit olmadan Risâlet sabit olmaz. Nübüvvet umûmî, Risâlet ise husûsîdir. Böylece Umûm’un sübûtu, husûsî olanın da sübûtu demektir. Bundan dolayı bu delili de çok sağlam görmek mümkün olamamaktadır.

    Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) Kur’ân-ı Kerîm’de hem Nebî, hem de Rasûl lâfızlarıyla hitâb edilmesi Nebî ile Rasûl lâfızlarının aynı mânâyı ifâde etmelerine delil olamaz. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) hem Nebî, hem de Rasûl’dür. Bu bakımdan bunlardan biri ile hitâb edilmesi aralarında bir zıtlık olmadığı için değerinin reddini ve neyini gerektirmez. Bu durum gözönünde bulundurulunca bu grupta yer alanların gösterdikleri bu delilin de çok bağlayıcı olmadığı görülmektedir. Bütün bunlardan dolayı Nübüvvet ve Risâlet’in ayrı olduğunu savunan grupta yer alan âlimlerin delillerinin daha kuvvetli olduğu anlaşılmakta olduğundan Nebî ile Rasûl arasında fark olduğu neticesi ortaya çıkmaktadır.

    Şimdi de târiflerini ve delillerini gözönünde bulundurarak Nebî ile Rasûl arasındaki farkları maddeler halinde görelim.

    1- Rasûl, küllî yada cüz’î bir şerîat sahibidir. Nebîler ise, daha önceki bir Rasûl’ün bu şerîatı üzere gönderilmişlerdir.77 İmam Şâfiî,78 Abdulkâhir el-Bağdâdî,79 Beydâvî80 ve Taftâzânî81 bu düşüncededirler.

    2- Rasûl’e, insanlara ulaştıracağı bir mesaj (Risâle) vahyolunmuş ve bunu tebliğle emrolunmuştur. Nebî’ye ise, (irsâl) bir mesaj ulaştırma emri olmaksızın vahyolunmuştur.82 el-Ferrâ,83 Abdulkâhir el-Bağdâdî,84 İbn Hazm85 ve İmam İbn Ebu’l-İzz el-Hanefî86 bu görüştedirler.

    3- Rasûl’e kitap indirildiği halde, Nebî’ye (yani Rasûl olmayan Nebî’ye) kitap indirilmez. Ona sadece kendinden önceki şerîat’e davet etmesi emredilir.87 Zemahşerî88 bu görüştedir.

    4- Rasûl, vahyi melek vasıtasıyla alır. Nebî’ye ise, vahiy veya Nebî olduğuna dair haber melek dışında başka bir yoldan ulaşır.89 İmam Fahruddin er-Râzî,90 İbn Haldun91 ve Saduddin et-Taftâzânî’nin naklettiğine göre bir kısım Mu’tezile92 de bu görüşü kabul eder.

    5- Nebî, sadece Allah hakkında haber verir. Zîrâ, insan aklı onu kavrayamaz. Halbuki Rasûl, Allah hakkında haber vermekle birlikte insanlığı ıslah etmeye de memurdur.93 Şihâb el-Hafâcî94 bu görüştedir.

    6- Rasûl, mu’cize ve kendinden önceki şerîatı nesheden bir kitap sahibidir. Bu özelliklere sahip olamayan Nebî ise sadece Nebî’dir, Rasûl değildir.95 İmam Fahruddin er-Râzî bu görüştedir.96

    7- Rasûl’e bütün çeşitleri ve cihetleri ile vahiy gelir. Nebî’ye gelen vahiy ise, sadece ilham veya sâdık rüya şeklindedir. El-İsfehânî bu kanâattedir.97

    8- Rasûl kendisine vahyolunan şerîatle amel eder ve onu umûmî bir şekilde tebliğ eder. Nebî ise kendisine vahyolunan şerîatle husûsî bir şekilde amel eder. Beycûrî bu kanâattedir.98

    9- Rasûl’e tebliğ ettiği bir şerîat; Nebî’ye ise tebliğ etmediği bir şerîat vahyolunur. İmam Kurtubî,99 İmam İbn Teymiye100 ve Şeyh Abdusselâm el-Lekkânî101 bu kanâattedir.

    Nebî ile Rasûl arasını ayıran âlimlerin büyük bir kısmı buna katılmaktadır. Daha önce târiflerine yer verdiğimiz, İmam eş-Şâfiî, Zemahşerî, Beydâvî, İbn Ebu’l-İzz el-Hanefî ve Sadeddin et-Taftâzânî buna örnek gösterilebilir. Bu taksim oldukça derli topludur ve diğer taksimlerde ortaya çıkan karışıklıkları da ortadan kaldırmaktadır. Zîrâ biraz geriye dönüp yapılan târif ve taksimlere dikkat edecek olursak; Birinci taksim Rasûl’ün küllî yada cüz’î bir şerîat sahibi olması; Nebîler’in ise, bu şerîatleri tatbik etmek üzere gönderildiklerini ifâde etmekteydi. Halbuki Hz. İsmâil, Hz Yûsuf, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman gibi yeni bir şerîat sahibi olmayan Rasûller vardır. Bunlardan Hz. İsmâil ve Hz. Yûsuf’un Hz. İbrâhim’in; Hz. Dâvûd ile Hz. Süleyman’ın ise Hz. Mûsâ’nın şerîatı ile amel ettiği bilinen hususlardandır.102

    Bu tefrîk’i kuvvetli bulan Şihâb el-Hafâcî, bunun Hz. İsmâil’in ve diğerlerinin elinde bazı ahkâm ihtivâ eden bir nüsha bulunduğu anlamına geldiğini belirtir. Ama tabîi bu iddiânın bir delile ihtiyacı vardır. Bilinen; onların yeni bir şerîatle gelmedikleridir. Aksi sabit olmadıkça bu böyle kalacak ve bu konularda akılla hüküm verilemeyecektir. İkinci maddede görülen Rasûl’ün, bir mesaj ulaştırmakla me’mûr bulunduğunu ifâde eden vahiy alması; Nebî’nin ise irsâl olunmadan vahye muhâtab olması şeklindeki tefrikten anlaşılan, Nübüvvet’in mücerred olarak vahiyle sabit olduğudur. Vahyin kime geldiği ve muhtevâsı önemli değildir. Bu durumda meleğe veya kadına da Nebî isminin verilmesi gerekir.103 Üçüncü maddede Rasûl’e kitap inzâl olunur, ama Risâlet’i olmayan Nebî’ye kitap indirilmez. O, ancak insanları kendinden önceki şerîate dâvet eder.

    Halbuki, bazı Rasûller vardır ki, kendilerine yeni bir şerîat gelmemiştir. Rasûller104 ve kitapların sayısı105 ile ilgili hadîs-i şerif kendilerine kitap indirilmeyen Rasûller bulunduğuna delâlet eder. Kaldı ki, kitap indirilmesi şerîatın değişmesini gerektirmez. Allah (c.c.) Hz. Dâvûd’a Zebûr’u indirdiğini beyân eder.106 Ama buna rağmen o, Hz. Mûsâ’nın şerîatı üzeredir. Zîrâ Hz. Dâvûd’a (a.s.) indirilen Zebûr 155 sûreden meydana geldiği halde helâl ve haram gibi hükümler ihtivâ etmemektedir. Sadece hikmet ve nasihatten ibarettir.107

    Dördüncü taksimde Rasûl’e melek vasıyasıyla vahiy geldiği, Nebî’ye ise başka yoldan vahiy ulaştığı ifâde edilmekteydi. Halbuki Hz. Mûsâ’ya doğrudan vahyin nasıl geldiği Kur’ân-ı Kerîm’de açık bir şekilde tasvîr edilmektedir.108 Kur’ân-ı Kerîm’de meleğin temessül ederek Hz. Sâra’ya Hz. İshak’ı (a.s.) müjdelemesinden bahsedilmektedir109 ki, bu erkek sûretine girmiş bir melek vasıtasıyla gelen vahiydir. Meleklerin Hz. Meryem’e Hz. İsa’yı müjdelemeleri de burada zikredilmelidir.110

    Bu âyet-i kerîmelerde Hz. Cebrâil (a.s.)’in Hz. Meryem’e hitâb ettiği ve aralarında bir konuşmanın geçtiği bildirilmektedir. Hz. Cebrâil (a.s.) ve meleklerin ona hitâb etmeleri Allah’dan gelen bir vahiydir.111 Kadınların Nübüvvet’i meselesi ihtilâflı konulardandır. Bu taksime göre, meleğin hitâbıyla Hz. Meryem’in Rasûl olması gerekirdi. Fakat delilin açık (sarih) olmasından dolayı112 kadınların Risâlet’i konusunda ihtilâf yoktur.

    Bazı hadîs-i şeriflerde melekle (Cebrâil) konuşan kişilerden bahsedilir.113 Bunların da bu durumda Rasûl olması gerekir. Halbuki onlar Nebî bile değildirler.

    Beşinci taksimde Nebî ile Rasûl arasında bir farkın bulunduğu çok açık değildir. Çünkü hem Nebî hem de Rasûl, ıslahla me’mûr ve mükelleftir. “Nebî dâvet sahibi değildir.” demek mümkün değildir. Altıncı maddede gördüğümüz Rasûl’ün mu’cize ve kendinden önceki şerîatı nesheden bir şerîat sahibi olması, Nebî’de ise bu özelliklerin bulunmaması şeklindeki taksim de çok sıhhatli görünmemektedir. Çünkü buna göre Hz. İshâk, Hz. Ya’kûb, Hz. Yûnus, Hz. Hârun, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın (Aleyhimüsselâm) Rasûl olmamaları gerekir. Zîrâ, bu Peygamberler’e kendilerinden önceki şerîatleri nesheden kitap verilmemiştir.114 Bu Peygamberler kendilerinden önceki Peygamberler’in şerîatleri üzere gönderilmişlerdir.

    Sekizinci maddede yer alan “Rasûl, kendisine vahyedilen ve kendisi için husûsî hükümler ihtivâ etmeyen şerîatle amel eden ve onu tebliğ eden, Nebî ise kendisine vahyedilen şerîatle husûsî bir şekilde amel eden zâttır.” şeklindeki tasnif de bu konuda çok tutarlı değildir. Zîrâ, “Nübüvvet ancak husûsiyetle sabit olur.” denilirse, dörtten fazla hanımla evlenmesi gibi husûsiyet arzeden yönüyle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.)115 Rasûl olmaması îcâb ederdi. Rasûl ve Nebîler’in adedi ile ilgili hadîs-i şerifte geçtiği gibi 315 Rasûl, 124.000 Nebî vardır. “Bütün bu Nebîler için husûsî bazı ahkâm vardır.” demek mümkün müdür? Elbette ki hayır.

    Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi bu tasnifler içinde en şümûllu olanı “Rasûl’ün tebliğ ettiği bir şerîatının olması, Nebî’ye ise tebliğ etmediği bir şerîatın vahyedilmesi” şeklindeki târifdir. Zîrâ, önceki târiflerin tafsilâtını mücmel bir şekilde ifâde eder. Buna göre Nübüvvet için sadece vahiy yeterli değildir. Vahyin bir şeri Allahu Teâlâ getirmesi şartı vardır. Zîrâ, ubûdiyet ancak bir şerîatle tahakkuk eder ki, Allah (c.c.) ubûdiyetin tahakkuku için Rasûller gönderip kitaplar indirmiştir.

    Sonuç olarak ifâde etmek gerekirse, Nebî ile Rasûl arasında fark bulunduğunu kabul edenlere göre Nübüvvet umûmî, Risâlet ise husûsîdir. Aralarında umûmiyet ve husûsiyet farkı vardır. Bundan dolayı Nübüvvet’i olmayan Rasûl olamaz. Bu sebeple her Rasûl Nebî olduğu halde her Nebî Rasûl değildir.116 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nebîler’in ve Rasûller’in sonuncusudur. Bunu ifâde eden âyet-i kerîme117 ve hadîs-i şerifler118 vardır. Efendimiz’in (s.a.v.) Risâlet’in mührü olması, Nübüvvet’in de mührü olmasını gerektirir. Zîrâ nefy-i âmm (umûmî olumsuzluk) husûsî olanın da nefyini (olumsuzluğunu) gerektirir.

    Netice olarak ifâde etmek gerekirse, Nübüvvet ile Risâlet arasında fark bulunduğunu kabul edenlere göre fark Nübüvvet’in umûmî, Risâlet’in ise husûsî olmasıdır. Buna göre Nübüvvet, Risâlet’ten öncedir ve asıldır. Zîrâ, Nübüvvet’siz Risâlet yoktur. Her Rasûl, Nebî’dir, ama her Nebî Rasûl değildir. Nübüvvet’in umûmî, Risâlet’in ise husûsî olmasından anlaşılması gereken de bu olmalıdır. Zîrâ birisi diğerinden bir cüz’ olmaz ise, orada umum ve hususdan bahsetmek de mümkün değildir. Nebî ile Rasûl arasını tefrîkte ortaya konan en uygun tanım herkes tarafından kabul edilen ve mütekaddimîn’in kitaplarında da yaygın şekilde bulunan haliyle Nebî’nin, kendisine tebliğle emrolunmadığı bir şerîat sahibi olduğu; Rasûl’ün ise, kendisine tebliğ ile emrolunduğu bir şerîat vahyedilen hür ve erkek bir kimse olmasıdır.

    Dipnotlar

    1. Taftâzânî (Sadeddin Mes’ud b. Ömer, öl:793/1389), Şerhu’l-Makâsıd, 2/174; Matbaatu’l-Bosnevî, 1305/1887.

    2. Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, 61, 1305/1294.

    3. Taftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2/173-174.

    4. Hucurât Sûresi, 13; Mâide Sûresi, 18; Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, 3/568, Matbaatu’l-Âmire, 1308/1890.

    5. Fâtır Sûresi, 24; Rûm Sûresi, 47; Nahl Sûresi, 36; Yûnus Sûresi, 47.

    6. İbrâhim Sûresi, 9; A’râf Sûresi, 65, 73, 137; Hûd Sûresi, 50, 61; Câsiye Sûresi, 16.

    7. Bakara Sûresi, 31, 33, 35, 36, 37; A’râf Sûresi, 19, 22, 24; Tâhâ Sûresi, 117; Mâide Sûresi, 27; Âl-i İmrân Sûresi, 33; Kalem Sûresi, 50; Şûrâ Sûresi, 13, En’âm Sûresi, 87; Ahmed b. Hanbel (Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, öl:241/855), el-Müsned, 5/265; Matbaatu’l-Meymeniyye, Kahire, 1313/1895; Tirmizî (Muhammed b. İsa, öl:279/892); Sünen, 2/202; 1315/1897; Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, 62; Devvânî Celâl (Celâleddin Muhammed b. Es’ad, öl:908/1502), 71, 1305/1887; Aliyyü’l-Kârî (Ali b. Muhammed Sultânu’l-Herevî, öl:1014/1606), Şerhu fıkhi’l-Ekber, 101, İstanbul, 1303/1885.

    8. Ahzâb Sûresi, 40; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/278; Ebû Dâvud (Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, öl:275/888), Sünen, 14/139, Matbaatu’s-Saâde, Mısır, 1370/1951; Buhârî (Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil, öl:256/870), Sahîh, 4/144, 162; 5/129, 226, İstanbul, 1315/1897, Matbaatu’l-Âmire; Müslim (Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî el-Nisâbûrî, öl:261/875), Sahîh, 1/185, 371; 2/1013; 3/1471; 4/1828, 1870, 1871.

    9. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/226; Ahmed Ziyâeddin, Râmûzu’l-Ehâdis, 368, İstanbul, 1275/1858.

    10. Hûd Sûresi, 27; Furkan Sûresi, 7; Mü’minûn Sûresi, 33.

    11. Enbiyâ Sûresi, 3; Yâsîn Sûresi, 15; Teğâbün Sûresi, 6; Mü’minûn Sûresi, 24; Fussilet Sûresi, 14; Furkan Sûresi, 21.

    12. İbrâhim Sûresi, 11; Mâide Sûresi, 75; Nisâ Sûresi, 171; Kehf Sûresi, 110; Fussilet Sûresi, 6.

    13. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 15/302, 1/162, tarihsiz, Dâr-ı Sâdır Baskısı, Beyrut; İbn es-Semîn (Şihâbüddin Ahmed İbn Yûsuf İbn Muhammed İbn Mes’ûd İbn İbrâhim el-Halebî eş-Şâfiî (öl:756/1300), 561; Tahkîk: Mahmûd Muhammed es-Seyyid ed-Dağîm, 1. Baskı, 1407/1978.

    14. İbn Teymiye, Kitâbu’n-Nübüvvât, 223; İbn Bâzîş (Ebû Ca’fer Ahmed İbn Ali İbn Ahmed İbn Halfu’l-Ensârî, öl:540/1145), Kitâbu’l-İknâ fî’l-Kıraâti’s-Seb’, 1/403, 1. Baskı, 1403/1982.

    15. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 1/164; İsfehânî (Ebu’l-Kâsım el-Huseyn İbn Muhammed er-Râğıb el-İsfehânî), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 481, 482, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan; İbn atıyye (Ebû Muhammed Abdulhak, öl:541/11446), el-Muharriru’l-Vecîz (Tefsîru İbn Atıyye), 6/100, 1. Baskı, 1398/1977; İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 561.

    16. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 15/302; Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 482; İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 561.

    17. İbn Teymiye, Kitâbu’n-Nübüvvât, 223.

    18. el-Mu’cemu’l-Vasît, 1/344.

    19. Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, 195; İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 203.

    20. Mu’cemu’l-Vasît, 1/344.

    21. Mu’cemu’l-Vasît, 1/344.

    22. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 11/284.

    23. Kâdı Abdulcebbâr (İbn Ahmed), Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 567, Tahkîk: Dr. Abdulkerim Osman, 1. Baskı, 1384/1965, Matbaatu’l-İstiklâl.

    24. İbn Imâd (el-Hanbelî), Şezerâtu’z-Zeheb fî ahbâri men Zeheb, 3/285-287, Dâru’l-Âfâk el-cedîde, Beyrut-Lübnan; ez-Ziriklî (Hayreddin), A’lâm Kâmûsu Terâcimi li-Eşheri er-Ricâli ve’wn-Nisâi Mine’l-Arab, ve’l-Mü’sta’rabîne ve’l-Müsteşrikîn, 4/327, Dâru’l-İlm li’l-Melâyin, Beyrut.

    25. Mâverdi (Ebu’l-Hasan Ali İbn Muhammed), 20, 24, 27, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 2. Baskı, 1401/1981.

    26. İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, Kitâbu’l-İrşâd ilâ Kavâtıi’l-Edille fî Usûli’l-İ’tikâd, 355; Tahkîk:Dr. Muhammed Yûsuf Mûsâ ve Ali Abdu’l-Mun’im Abdulhamîd.

    27. Âmidî (Seyfuddin el-Âmidî), Ğâyetu’l-Merâm fî İlmi’l-Kelâm, 317, Kahire, 1391/1971, Tahkîk: Hasan Mahmûd Abdullâtif; Âmidî, el-Mübîn fî Şerhi Meânî elfâzı’l-Hukemâ ve’l-Mütekellimîn, 122, Kahire, 1403/1983, Tahkîk ve Takdim: Dr. Hasan Muhammed eş-Şâfiî.

    28. Taftâzânî (Saduddin Ömer), Şerhu’l-Makâsıd, 2/173.

    29. el-Îcî (el-Kâdı Abdurrahman İbn Ahmed), el-Mevâkıf fî ılmi’l-Kelâm, 337; Âlemü’l-Kütüb, Beyrut.

    30. İmam eş-Şâfiî (Ebû Abdullah Muhammed İbn İdris), Kitâbu’l-fıkhi’l-ekber fi’t-Tevhid, 28; 1. Baskı, Matbaatu’l-Edebiyye el-Özbekiyye.

    31. el-Bağdâdî (Abdulkâhir İbn Tâhir), 154; 1. Baskı, İstanbul, 1346/1927.

    32. el-Ferrâ (Ebû Zekeriyya Yahya İbn Ziyâd), Meânî’l-Kur’ân, 2/229, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut; Taberî (Ebû Câfer Muhammed İbn Cerîr, öl:300/912), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, 17/198; İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 110; İbn Hacer (Fethu’l-bârî’nin müellifi), Tefsîru Ğarîbi’l-Hadîs, 66, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan.

    33. İbn Hazm (Ebû Muhammed Ali İbn Ahmed İbn Saîd, öl:456/1063), Kitâbu’d-Dürra Fîmâ Yecibü İ’tikâdühü, 380-381; Tahkikî ve ta’lîk: Dr. Ahmed İbn Nâsır İbn Muhammed ve Dr. Saîd İbn Muhammed İbn Mûsâ, 1. Baskı, 1408/1988, Matbaatu’l-Medenî; İbn Hazm, el-Usûl ve’l-Fürû’, 2/276; Tahkîk: Dr. Muhammed Âtıf el-Irâkî ve arkadaşları, 1. Baskı, 1978, Matbaatu Hasan, Mısır; İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Mileli ve’l-ehvâi ve’n-Nihal, 5/119, 120; tahkîk: Dr. Muhammed İbrahim Nasr ve Dr. Abdurrahman Umeyra, 1. Baskı, 1402/1981, Mektebetu Ukâz.

    34. Zemahşerî (Ebû’l-Kâsım Cârullah, öl:583/1187), el-Keşşâf An Hakâikı’t-Tenzîl fî Uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, 3/37; Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan.

    35. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49; Dâru’l-Kütüb el-Ilmiyye, Tahran, 2. Baskı, Tarihsiz.

    36. Beydâvî, Tefsîr, 6/305, Dâru’s-Sâdır, Beyrut.

    37. Şeyh Muhammed Yûsuf eş-Şeyh, et-Ta’lîkât Alâ Şârihi’l-Cevhera, 110; Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1. Baskı, 1373/1955; el-Allâme eş-Şeyh İbrâhim el-Lekkânî, Şerhu Cevherâtu’t-Tevhîd (Tuhfetü’l-Mürîd), 8, 127; 1. Baskı, 1403/1983; Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut.

    38. Meselâ bkz. Hacc Sûresi, 52; A’râf Sûresi, 94, Zuhruf Sûresi, 6.

    39. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    40. Kâdı Abdulcebbâr (İbn Ahmed), Tenzîhü’l-Kur’ân ani’l-Metâin, 273, 274; Dâru’n-Nahda el-Hadîse, Beyrut-Lübnan. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab,15/302; Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 482; İbn es-Semîn, Umdetu’l-Huffâz, 561.)

    41. Meselâ bkz. Ahzâb Sûresi, 40.

    42. Kâdı Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 568, 1. Baskı, 1384/1965.

    43. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    44. Mâide Sûresi, 41, 67; Bakara Sûresi, 143; Âl-i İmrân Sûresi, 81, 144; A’râf Sûresi, 158.

    45. Meselâ bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 168; A’râf Sûresi, 157; Enfâl Sûresi, 64, 65, 67, 70.

    46. Mâverdî, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    47. Mâverdî, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    48. Hacc Sûresi, 52.

    49. Zemahşerî (Ebû’l-Kâsım Cârullah, öl:583/1187), el-Keşşâf An Hakâikı’t-Tenzîl fî Uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, 3/37; Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan; Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49, 2. Baskı, Tahran, Kurtubî (İmam Muhammed İbn Ahmed el-Ensârî), el-Câmiu lî-Ahkâmi’l-Kur’ân, 7/298; Matbaatu Dâri’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1373/1953; Âlûsî (Allâme Ebu’l-Fadl Şihâbuddin es-Seyyid Mahmud el-Âlûsî el-Bağdâdî, öl:1270/1853), Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm, 17/172; Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan.

    50. Ahzâb Sûresi, 7. âyetinde olduğu gibi.

    51. Meselâ Rahmân Sûresi, 68; Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 568.

    52. Bağavî (el-İmam Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed el-Huseyn İbn Mes’ûd, öl:516/1122), Tefsîru’l-Bağavî (Meâlimu’t-Tenzîl), 1/125, Dâru Tîbe li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 1409/1988; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 2/36, 3/208, 14/127, 17/185, 186; Şerhu’n-Nevevî Alâ Sahîhi Müslim, 1/44; İbn Kesîr (Hâfız), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 7/482; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172; Ebû Hayyân Muhammed ibn Yûsuf el-Endelûsî, en-Nehru’l-Mâd mine’l-Bahr, 6/198, Dâru’l-Fikr, 2. baskı, 1398/1978.

    53. A’râf Sûresi, 94.

    54. Ahzâb Sûresi, 45-46.

    55. Zuhrûf Sûresi, 6.

    56. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    57. A’râf Sûresi, 157.

    58. A’râf Sûresi, 158.

    59. Meryem Sûresi, 51.

    60. Meryem Sûresi, 54.

    61. Kurtubî (İmam Muhammed İbn Ahmed el-Ensârî), el-Câmiu lî-Ahkâmi’l-Kur’ân, 7/298; İbn Atiyye el-Endelûsî (Ebû Muhammed Abdulhak, öl: 541/1146), el-Muharriru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz (Tefsiru ibn Atiyye), 6/100,101; Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/97, 3/37; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172.

    62. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 9/79.

    63. İmam el-Müslim ibn el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu’l-İmâm Müslim, Kitâbu’z-Zikri ve’d-Duâ ve’t-Tevbe ve’l-İstiğfâr, 4/2081, 2082; Dâru ihyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, 1.baskı, 1375/1955; Tahkîk: Muhammed Fuad Abdul Bâkî; el-Buhârî (Ebû Abdullah Muhammed ibn İsmâil), Sahîhu’l-İmâm Buhârî, Kitâbu’l-Vudû’, 1/71 ve Kitâbü’t-Tevhîd, 9/174; Dâru ihyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, İmam Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 4/285, 290, 292, 293, 294, 296, 299, 300, 302, Dâru’l-Meârif, Mısır, 1375/1956.

    64. Askalânî (İmam Ahmed ibn Ali ibn Hâcer), Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 1/358; Daru’l-Fikr, Tashih: eş-Şeyh Abdulaziz bin Bâz.

    65. Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 5/178, 179, 266, Dâru’l-Meârif, Mısır, 1375/1956; Hâkim (İmam Ebû Abdullah), el-Müstedrek ala’s-Sahîhayn, 2/262, 597, Beyrut-Lübnan; Hâkim, Ebû Ümame’nin rivayetinin Müslim’in şartlarına göre sahîh olduğunu belirtir. Zehebî de ona muvâfakat eder. (bkz. 2/262); Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 9/4, Matbaatu Meclisi Dâirati’l-Meârifi’l-Osmaniyye, Haydarâbâd, Hindistan, 1356, 1937; Muhammed ibn Abdullah el-Hatîb et-Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbih, 3/1599, Mektebetü’l-İslâmî, 2. baskı, 1399/1979; Tahkîk, Muhammed Nâsuruddin Albânî; Heysemî (Hâfız Nûreddin Ali ibn Ebû Bekr), Mecmâu’z-Zevâid ve Menbâu’l-Fevâid, 1/164, 165, 8/213, Müessesetü’l-Maârif li’t-Tıbâati ve’n-Neşr, Beyrut, 1406/1985; İbn Kesîr (Hâfız), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/422, 423; Suyûtî (İmam Abdurrahman Celâleddin es-Suyûtî), ed-Dürru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri’l-Me’sûr, 1/126; Daru’l-Fikr, li’t-Tıbâati ve’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 1.baskı, 1403/1983; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172; Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 6/305; Daru’s Sâdır, Beyrut.

    66. Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/37; Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49; Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 6/305; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172.

    67. En’âm Sûresi, 6.

    68. A’râf Sûresi, 133.

    69. Sebe’ Sûresi, 16.

    70. A’râf Sûresi, 162.

    71. Hicr Sûresi, 22; Rûm Sûresi, 51.

    72. Ahzâb Sûresi, 9.

    73. Meryem Sûresi, 83.

    74. Kamer Sûresi, 31.

    75. Meselâ bkz. Hacc Sûresi, 75.

    76. Ahzâb Sûresi, 40.

    77. Mâverdi, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Hâşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225, 6/305.

    78. İmam eş-Şafiî, el-Fıkhu’l-Ekber, 28.

    79. Abdulkâhir el-Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 154.

    80. Beydâvî, Tefsîr, 6/305.

    81. Taftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2/173.

    82. Mâverdi, A’lâmü’n-Nübüvve, 38.

    83. Ferrâ, Meânî’l-Kur’ân, 2/229.

    84. Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 154.

    85. İbn Hazm, Kitâbu’d-Dürra fîmâ Yecibü İ’tikâdüh, 38, 381; el-Usûl ve’l-fürû, 2/286, el-Fasl, 5/119, 120.

    86. İbn Ebû’l-İzz el-Hanefî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviye, 121; Mektebetü Dâri’l-Beyân, Dimaşk, 1.baskı, 1405/1984; Beyrut; Tahkîk: Beşir Muhammed Uyûn.

    87. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49; Hâşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 6/305.

    88. Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/37.

    89. Mâverdi, A’lâmü’n-Nübüvve, 38; Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    90. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    91. İbn Haldun, el-Mukaddime, 98; 4. baskı, 1398/1977.

    92. Taftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2/173.

    93. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm, 9/79.

    94. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm, 9/78, 79.

    95. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    96. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    97. Râğıb el-İsfehânî (Ebu’l-Kâsım el-Hüseyin İbn Muhammed; el-İ’tikâd, yayınlanmamış çalışması), 130; Câmiatu’l-Ümmü’l-Kurâ.

    98. Beycûrî, Şerhu Cevherâtu’t-Tevhîd (Tuhfetü’l-Mürîd), 8, 1. baskı, 1403/1983.

    99. Kurtubî, Tefsîr, 4/82, 12/80 ve el-A’lâm, 237, 238; Dâru’t-Türâsi’l-Arabî, Kahire.

    100. İbn Teymiye, Kitâbu’n-Nübüvvât, 172, 173; Mektebetü’r-Riyâd el-Hadîse.

    101. Lekkânî, et-Ta’lîkât alâ Şârihi’l-Cevhera, 110; Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1. baskı, 1373/1955 ve Tuhfetü’l-Mürîd Şerhu Cevheratu’t-Tevhîd, 8/127.

    102. Hâşiyetü’ş-Şihâb (İnâyetü’l-Kâdî ve Kifâyetü’r-Râdî), alâ Tefsîri’l-Beydâvî, 4/225, 6/305; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 17/172, 173.

    103. Kadın’ın Peygamberliği meselesini daha sonra ele alacağımız için konunun detayına burada girmiyoruz.

    104. Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 5/178, 179, 266; Hâkim, Müstedrek, 2/262, 597; Beyhakî, Sünen, 9/4; Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 1/126.

    105. Taberî Ebû Câfer Muhammed İbn Cerîr, Târîhu Taberî (Târîhu’r-Rüsul ve’l-Mülûk), 1/152, 153, 312, 313; İbn Asâkîr, Tehzîbü Târîhu Dimaşk el-Kebîr, 6/356, 357; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/424; Alâaddîn Ali el-Müttakî (İbn Hüsameddin el-Hindî el-Burhan Fevrî, öl:975/1567), 16/131-134, Hadis No: 44158; Müessesetü’r-Risâle, 1399/1979.

    106. Nisâ Sûresi, 163; İsrâ Sûresi, 55.

    107. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 6/17; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/422.

    108. Tahâ Sûresi, 9-13; Neml Sûresi, 29-35.

    109. Hûd Sûresi, 69-73.

    110. Âl-i İmrân Sûresi, 45; Meryem Sûresi, 16-21.

    111. Bağavî (İmam, Muhyi’s-Sünne, Ebû Muhammed el-Hüseyn İbn Mes’ûd, öl:516/1122), Meâlimu’t-Tenzîl (Tefsîru’l-Bağavî), 5/223, 224, Dâru Tayyibe li’n-Neşri ve’t-Tevzî, 1409/1988; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 3/154.

    112. Yûsuf Sûresi, 109; Nahl Sûresi, 43; Enbiyâ Sûresi, 7.

    113. İmam Buhârî (Ebû Abdullah Muhammed İbn İsmâil), Sahîh, Kitâbu’l-Enbiyâ, 4/208, 209, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî, Beyrut-Lübnan; Müslim (İbn Haccâc el-Kuşeyrî), Kitâbu’z-Zühd, 4/2275, 2277, Hadis No:10; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/292, 408, 462, 482, 508; Dâru Sâdır, Beyrut.

    114. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/49.

    115. İmam Cessâs (İmam Ebû Bekr Ahmed İbn Ali er-Râzî), Ahkâmu’l-Kur’ân, 5/236-241; Dâru İhyâi’t-Türâs, Beyrut-Lübnan, 1405/1984; el-Herâsî (İmâmüddin İbn Muhammed), Ahkâmu’l-Kur’ân, 4/348, 349; Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1. baskı, 1403/1982; İbn Arabî, (Ebû Bekr Muhammed İbn Abdullah); Ahkâmu’l-Kur’ân, 3/1553, 1554; Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan, Tahkîk: Ali el-Becâvî.

    116. Umûmiyet ve husûsiyet için bkz. Beycûrî, Cevheratu’t-Tevhîd (Tuheftu’l-Mürîd), 8; İbn Neccâr (Allâme Muhammed İbn Ahmed İbn Abdulaziz İbn Ali el-Fetûhî el-Hanbelî, öl:972/1574), Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr (Muhtasâru’t-Tahrîr ev el-Muhtebîr el-Mühtekir Şerhu’l-Muhtasar fî Usûli’l-Fıkh), 1/71; Tahkîk: Dr. Muhammed Zehîlî ve Dr. Nezîh Hammâd, Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi Kültür Merkezi Yayınları, Dâru’l-Fikr, 1400/1980; İbn Teymiye (Ahmed İbn Abdulhalim), el-İman el-Mektebu’l-İslâmî, 1381/1961.

    117. Ahzâb Sûresi, 4.

    118. Ahmed İbn Sa’d İbn Hamdân el-Ğâmidî, Akîdetü Hatmu’n-Nübüvveti’l-Muhammediyye, 30-50; 1. baskı, 1405/1985.