Köprü Anasayfa

Ahlâk

"Yaz 2001" 75. Sayı

  • Ahlak Felsefesinin Temel Problemleri ile İdealist ve Hazcı Ahlâk Öğretilerinin Genel Bir Değerlendirilmesi

    Yrd. Doç. Dr. Osman Özkul

    Sakarya Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

    Ahlâk problemi, felsefenin hem teorik, hem pratik konuları arasında yer alır.Ya da ahlâk problemini hem teorik, hem de pratik bir konu olarak değerlendirenfilozoflar vardır. Başka bir ifadeyle ahlâk probleminin, teorik yanı da vardır,pratik tarafı da. Mesela, felsefenin ilk üstadlarından Platon’agöre, ahlâk problemi, bilgi teorisinin üzerine bina edilir. İdealistbir ahlâk teorisi geliştirir. Diğer yandan öğrencisi Aristoteles, ahlakıpratik bilimler arasında siyaset ile birlikte ele alır ve mutluluğu hedefedinen bir ahlâk teorisi geliştirir.

    Hangi tarafından bakılırsa bakılsın ahlâk, felsefenin temelproblemlerinden birisi olmaya devam eder. Teorik açıdan insanın kendikendisiyle hesaplaşmasını sağlayan vicdan, ahlâk felsefesinin çözülemeyenproblemlerinden birisi olmaya devam etmektedir. Birçok insanın karşı karşıyakaldığı bir şaşırıp kalma haline neden olan “vicdanınsesi” denen şey nedir? Hiçbir bellineden olmaksızın mesela, (Sokrates’i ölüme gitmeye yönelten) o vicdan(daima) nedir? Bu sorular hep varolmaya devam etmektedir.

    Diğer yandan ahlâk probleminin hayatla doğrudan ilişkiliolan pratik yönü her zaman ve her yerde hayatımızın içindedir. Bu anlamdaahlakı bulan filozoflar da değildir; daha felsefe yokken ahlâk vardı. Ahlâkfelsefeden hiç haberimizin olmadığı çağlarda ve toplumlarda varlığınıkoruyordu. Hayat insanoğlunun varoluşunun dışavurumu (tezahürü)dür. Bu yüzdende ahlâk, felsefe problemlerinin içinde, insan için hayati bir öneme ve yeresahiptir.1

    Bu girişten sonra, ahlâk ile etik kavramlarının anlamları üzerinde kısabir açıklama vererek; düşünce tarihindeki belli başlı ahlâk teorilerinintartışılmasına girişilecektir. Ahlâk Arapça bir kavram ve din ile doğrudanilgilidir. İnsanın belli bir amaç doğrultusunda yaratılışını ve bunauygun bir duygu, düşünce ve eylem (amel) bütünlüğüne sahip olmasıgerektiğini anlatır. Ve dinin (İslam dini) temel hedefi, mükemmel bir ahlâksistemi ortaya koymak ve buna uygun bir hayat yaşanmasını sağlamaktır.

    Etik ise, ahlâkî olarak nitelendirdiğimiz olaylar ve ahlâk ile ilgilikavramlar üzerine düşünmektir; yani ahlâk üzerinde felsefe yapmaktır. Kısacaifade edilecek olursa; etik, ahlâk felsefesidir. Günümüzde sık sık çeşitlimeslek ve kurumlarla ilişkili olarak kullanılan “tıpetiği,” “bilim etiği”gibi ifadeler, sözkonusu mesleğin amaçlarına uygunolup olmamayı belirlemeye yönelik olarak kullanılmaktadır. Fakat bütün buifadelerin temelinde yatan amaç ya da hedeflerin anlamı bir ahlâk problemiolarak varolmaya devam etmektedir. Buradaki amaç veya hedeflerin anlamlarınınbelirlenmesinde din temel belirleyici ve en etkili mercidir.

    Dinin normatif olarak etkinliğini yitirdiği dönemlerde ise, bunu kültüredönüşmüş gelenek ve töreler biçimindeki inançlar üstlenir. Mesela,dinin “yalan söylemeyeceksin”emri, kültüre dönüştüğünde “yalan söylemek toplumsal statüyü zayıflatır,güvenilirliği azaltır” biçimindekisosyal bir anlama bürünür. Ki, ahlakın bu yönüyle günümüzdesosyoloji ilgilenmektedir.

    İnsan biyolojik yönüyle fiziki çevreye uymak ve bunun için bazı genelgeçer kanunlara tabi olmak zorundadır. Rastgele davranarak, fiziki çevresineuyum sağlayamaz. Tıpkı bunun gibi, insan toplumsal çevresine de uyum sağlayabilmekiçin bazı kurallara uymaya mecburdur. Topluluk halinde yaşayan insanlarınbirbirleriyle anlaşabilmeleri için, davranış biçimleri üzerinde düşünmelerive dünyadaki bütün insanlara salık verebilecekleri bazı ahlâkprensiplerini kabul etmeleri gerekir.

    Dinlere göre bu ahlâk prensipleri dinin inanç ilkelerinden (dogma/nas) çıkarılır.Filozoflara göre ise, bu prensiplere, bütün insanlarda ortak bir ölçü aracıolan akıl yoluyla ulaşılabilir. İnsanların bir arada yaşayabilmek,birbirleriyle anlaşabilmek, çatışmadan sağlıklı ve mutlu olabilmek içinbazı davranışları göstermesi gerekir. İşte insanlara bu davranışlarıbir izin ya da sorumluluk yükleyen toplumdur.

    Fakat toplumun tek tek insanlara yüklediği bu davranışların iyi ya da kötübelirlenmesi, gerçekten de doğru bir hüküm olabilir mi? İnsanların çoğunluğubu soruları sormaksızın toplumun istediği davranışları iyi; istemediğidavranışları da kötü olarak benimser ve bunları uygulamaya çalışır.Filozoflar ise bilgi, varlık ve estetik yargılarda olduğu gibi, bu konuda daaklın kılavuzluğuna başvururlar. Aklın açık-seçik aydınlatmadığı birdavranışı hemen kabul etmezler.

    Filozofların ahlâk prensiplerini anlamak ve açıklamak amacıyla sorduklarıbelli başlı sorular şunlardır. (Dranaz, 1972, 103-104)

    1- Toplum otoritesinin kaynağı nedir? Toplum otoritesi apriori (deneyden önce)bir zorunluluk mudur; yoksa sonradan bazı toplumsal grupların ya da kişilerinçıkarları için teşekkül etmiş sun’ibir teşekkül müdür? Toplumun belirlediği iyi ve kötü yargıları insanındaha özgür kılınmasını mı, yoksa özgürlüğünün elinden alınmasınımı sonuç verir?

    2- Bütün insanların ittifak edip, onaylayabilecekleri ortak davranıştarzları var mıdır? Yoksa kişiden kişiye, toplumdan topluma değişenrelatif bir durumdan mı sözedilebilir?

    3- İnsanın her zaman ve mekanda değişmeden kalan insani bir özü var mıdır?Yani ortak bir insan tabiatından söz edilebilir mi? Eğer böyle ise, insanınbu tabiatı ahlaklı bir varlık olmasına elverişli midir? Ya da insanıntabiatı bencil mi, yoksa toplumsal mıdır?

    4- İnsan davranışlarında hür müdür, yani insanın hür bir iradesi varmıdır? Yoksa insan belli duygu ve tabiat ilkeleri tarafından sınırlandırılmışmıdır?

    5- Davranışlarımızı belirleyen ahlâk prensipleri ile düşünce ilebilgi arasında bir ilişki var mıdır? Varsa bu ilişkide hangisi önce gelir.Davranışlarımız ve eylemlerimiz bilgi ile temellendirilebilir mi?

    İşte bu sorular ve daha bir çoğu gerek düşünce tarihinde ün yapmışfilozoflar tarafından, gerekse insanın her konuda tedirgin ve yeniliğe açıkolduğu gençlik dönemlerinde kendi kendine sorulmaktadır. Bu sorulara bazensistemli, bazen de dağınık cevaplar verilir. Ancak bu tartışmalar hep devameder.

    Burada birbirine zıt ve farklı açılardan yaklaşan iki öğretinin iyi vemutluluk anlayışları ile ahlakın kaynağına yönelik düşünceleri eleştirelolarak ele alınacaktır. Bunlardan birincisi idealist ahlâk öğretisi; diğeride hedonist ve pragmatist ahlâk öğretileridir.

    İdealist Ahlâk Öğretisi

    Mutlak genel geçer, bütün insanlar ve bütün toplumlar için değişmeyenideal bir iyi olana ulaşmayı hedef edinen ahlâk öğretisi. En üstün değer“mutlak iyi”dir. Mutlak iyi kainatın bütünü ileuyum ve ahenk içindedir. İnsanın amacı mutlak iyiye uygun yaşamaktır.Felsefe tarihinde ilk örneğini Platon’dabulmaktayız. Ona göre bilgi en yüksek erdem, en iyiolandır. İyi insan aynı zamanda bilgili ve akıllı insandır. Platon Gorgiasadlı diyalogunda, hocası Sokrates’eşöyle söyletir: “Davranışı herhangi bir şekildekurala bağlı olmayan bir insan, insanlar topluluğuna akıllı bir varlıkolarak iştirak edemez.” (Maclntyre,2001, 39)

    Platon ahlâk felsefesini temellendirmek için, belirli bir “insan tabiatı”üzerinde durmaktadır. Ona göre insan tabiatıpotansiyel olarak ideal olana (idealar alemine) yönelmiştir. İnsanın dünyadakieylemlerinin hedefi bu doğrultuda “kendinigerçekleştirmesi”dir. İnsan için en yüksek iyi,kendi özüne, kendi tabiatına uygun olana ulaşmaktır. Bu da mutluluk ve uyumolarak tezahür eder. Ona göre insanın ahlâkî olarak en son yüksek hedefimutluluktur. Bedenin parçaları arasında uyum olursa, insan sağlıklı olur.İnsan ruhunun unsurları olan akıl, iştiha ve irade arasında doğru bir ilişkiolursa, insan mutlu olur. Böyle bir insan ise, ideal insanı gerçekleştirebilmiş,insan olma potansiyelini pratiğe geçirebilmiş, mutlu insandır.

    Platon’un öğrencisiAristo da ünlü Nikomakhos Etik’indeiyiyi en önemli bir hedef olarak belirler. “Her ustalıkve her araştırma, benzer şekilde her eylem ve tasarı bir iyiyi amaçlar görünür;bu yüzden iyi, her şeyin amaçladığı şey olarak pek yerinde tanımlanmıştır.”Aristo ikinci adım olarak, en yüksek iyi (mutlak iyi)yibelirlemeye çalışır ve ona eudaimenia (yani mutluluk) der. Demek ki yapılanlarınamacı olan mutluluk, kendisi amaç ve kendine yeter bir şey olarak görünüyor.(Maclntyre, 2001, 69)

    Ancak ilkçağ filozoflarında genel olarak hedef edinilen mutluluk, sadeceinsana ait olan faal aklın bir mutluluğudur; ya da kişi hürriyetinin mutluluğudur;bazı aşırı isteklerin, ihtirasların kontrol altına alınması ile eldeedilen mutluluktur. İnsanın böyle bir mutluluğu istemesinin neredenkaynaklandığı tam olarak açıklanamamaktadır. Ayrıca insanın dışındakidiğer canlı varlıkların genel bir hayati tatminleri -mutlulukları ya da varoluş hikmetleri- açıklanamamaktadır. İnsanın mutluluğu da (Sokrates’insavunmasında dile getirdiği, ölümden sonrasını dakapsayan bir mutluluk ve adalet inancı istisna tutulursa) sadece dünya hayatınıkapsamaktadır. Bu da mesela, iyinin hatırı için, devletin düzeni için, büyükbir acıya katlanmayı, hayatını feda etmeyi veya kendini kurban etmeyi,mutluluk ile açıklamamızı zorlaştırmaktadır.

    Bu yüzden idealist ahlâk öğretisini, dünyayı ve ötesini de içinealan, ahlâk duygusunu (vicdan) ve ahlâkî normları (örf) İlahi bir Güç’edayandıran dini ahlâk öğretisine başvurmakgerekmektedir. Buna göre, İlahi kudret yarattığı insanlara bu duyguyu ektiğigibi, ayrıca gönderdiği kitaplarla da bunları emir (buyruk) olarak bildirmiştir.Yani ahlâk kuralları Allâh’ınbuyruklarıdır; insanlardan talepleridir.

    “İlahi tebliğ (Kur’an)ilkin, kuvveyi ‘ateşleyici’ ‘ilk kıvılcımdır’;bilahare yol gösterici kılavuzdur. Bizi bilgiye götürendışımızdaki olaylar dünyası iken, bizdeki ahlâka yönelişin bireyseltezahürü olan ‘vicdan’ iletoplumsal görünümünü ifade eden ‘örf’ün zeminini teşkil eden din,duyuşu -sezişi- İlahî tebliğe dayanır. Doğayı bize öğreten bilim öğrenimiyken,ahlâk duyuşunu uyandıran din eğitimidir. Her iki cephenin dengeli bütünlüğü,sağlıklı kamil insanın varlık sebebidir.” (Duralı,Felsefe Bilime Giriş, 22)

    İlahi tebliğ, tamamlanmamış, kuvve halindeki duygularımızı tekamülettirmek için, emirler aracılığıyla irademizi uyarır. Kamil bir insanolabilmemiz için, gereken eylem ve duygularla bezenmemizi sağlayacak olanemirlerdir bunlar.

    Hedonist (Hazcı) ve Faydacı Ahlâk Öğretileri

    Hedonizm, insanı bio-fizyolojik bir (hayvan)a indirgemektir. İnsan hayattaelde edebildiği kadar zevki yaşamalıdır. Hedonist öğretilerin arasındabazı nüanslar olmakla birlikte, temel amaçlarının hazzın miktarının arttırılmasıile mutluluğu bir tutma ve acıdan mümkün olduğunca uzaklaşma olduğu söylenebilir.Bu bakımdan hepsi de maddeci bir felsefe üzerine düşüncelerini kurarlar.Mesala, Epiküros, evrenin, ruhun hatta ilahların da maddi atomlardan meydanageldiklerine inanır. Epiküros hayvanları örnek alarak hazcılık düşüncesinigeliştirir. Eğer hayvanlar acıdan kaçıp hazza yöneliyorlarsa, bizim de böyledavranmamız gerektiğini düşünür. Ancak o, hazzı sadece maddi zevk almaile sınırlandırmayarak, ikiye ayırır hazları: Statik ve dinamik. Epiküros’agöre bedeni hazlar (statik) hiçbir zaman tatmin edilemez, bu hazlarınpeşinde koşanlar hiçbir zaman huzur bulamazlar. İnsanı mutlu kılacakhazlar, bütün bir hayat boyu sürecek kalıcı ve sürekli (dinamik) hazlardır.(Cevizci, 2000, 225)

    Diğer hedonist ahlâk anlayışlarında ve modern çağda ortaya çıkanfaydacı ahlâk öğretilerinde zevk ve çıkar temel hedef olmaktadır; iyiolan sadece bireye faydalı olandır. Birey yani tek tek insanlar önce gelir. Günümüzdehakim olan bireycilik anlayışının temelinde de bu felsefeler yatmaktadır.Hatta evrimci çatışmacı ideolojiler de bu felsefelerden beslenmektedir.Toplum çıkarı da tek tek insanların çıkarını aramasına bağlıdır. Vahşikapitalizm olarak nitelenen siyasal felsefe kendini böylece meşrulaştırır.

    Günümüzde de hala en doğusundan en batısına kadar bütün dünyada genişkitlelerin etkisinde kaldığı hazcı ve faydacı felsefe, her türden dine veideolojiye inananların hatta bunların dışında kalanların bile hayatınıetkilemektedir. Uluslararası siyasal, ekonomik ve stratejik çıkar sahipleride bütün insanların haz ve duygularını körüklemektedirler. Halklarınhazcı istekleri demokrasi adına meşru görülürken; daha masum ve anlamlıistekler, ideolojik gerekçelerle, çeşitli yöntemlerle bastırılmaktadır.Tekonoloji de aynı şekilde, halkların -kitlelerin- hazcı, faydacı duygularınıkışkırtmakla görevlendirilmiş gibidir. Her şey yiyecek, giyecekler, dahasıkültürler, düşünceler hatta dinler bile aynı akımın etki alanındakalmaktadır.

    Öyle ki, dünyamız ve insanlık, maddi-teknik uygarlığın geldiği bugünküaşamada bir yol ayrımıyla karşı karşıyadır. İnsanlığın karşı karşıyaolduğu tehlikenin farkına varan birçok fikir adamı var. Bunlardan “UygarlığınAhlâkî Bunalımları” kitabınınyazarı Leslie Lipson şunları yazıyor: “Nitekiminsan uygarlığı geldiği bu noktada, hep birlikte yokolmak ya da hep birlikte daha iyiye doğru gelişmek arasında, önceden hiçbir kuşağın yapmak zorunda kalmamış olduğu türden bir seçim yapmakdurumundadır.” (Lipson, 2000, 27)

    İnsanların mutluluğunu amaç edinen bu iki zıt kutuptaki ahlâk öğretilerininsınırlılıkları, her şeyi kendisi sınırlı olan bu dünyada aramalarıdır.İdealist öğreti, mutlak iyiyi relativ gerçeklikler aleminde (dünyada)aramaktadır. Oysa, mükemmellik, mutlak iyilik ancak, ezeli, ebedi sonsuz ve sınırsızgüç ve Kudret sahibi Yaratıcı’yaait bir sıfat olabilir. İnsan ise, ancak onu isteyip,ulaşmaya çabalayabilir. Bu yanılgı Aristo’yuve onun İslam dünyasındaki temsilcilerini: “İnsanınen son gayesi Teşebbüh-ü bi’l Vâcib’dir.Yani, Vacibü’l Vücud’a benzemektir.” (Nursi, Sözler, 1980, 507) diyerekbüyük bir yanılgıya düşürmüştür. Çünkü insanınyaratık olma durumunu unutan bu ifadeler, onu Yaratıcı ile aynı kategoriyekoymaya çalışır. Oysa, Resul olarak insanlara gönderilen peygamber,insanların İlahî ahlâk ile ve güzel duygu ve davranışlarla bezemesiniisterken, yaratık olma bilincini de unutturmaz. Böylece “insanaczini bilip kudret-i İlahiyyeye iltica, zaafını görüpkuvvet-i İlahîyyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlahiyyeye itimad,ihtiyacını görüp gınay-ı İlahiyyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahiyeistiğfar, naksını görüp kemal-i İlahiye istiğfar, naksını görüpkemal-i İlahiye tesbih-han olmaktır diye.”inanacaktır. (Nursi, Sözler, 1980, 507)

    Ayrıca mutlak, evrensel bir iyiye ulaşabilmek için, bütün bir evrenintabi olduğu Kanun’u bütünüyleanlamak, kavramak ve ona hükmedebilmek gerekir. Oysa, insanlarıngerek tek tek, gerekse (gerçekleşmesi mümkün görünmeyen) bir ittifaklabunu gerçekleştirmesi beklenemez. İşte insanların aklı bu evrensel ahengi(adalet) kavramak için sınırlı olduğu için, evrensel bir akla (külli akıl)ihtiyaç vardır. Ta ki, tek tek insanlar o evrensel akıldanfaydalanabilsinler. Böyle bir akıl da ancak kanun şeklinde olabilir. Böylebir kanun da ancak, yaratılmış olan evresi ve onun içindeki insanı en iyitanıyan Yaratıcı’nınKanun’u olabilir. (Nursi, İşaratü’l İ’caz, 1978,93)

    Yaratıcı ile yaratılan arasındaki bu bağ, statikve determine bir bağ değildir. İman ile ahlâk duygusuyla ve ibadet ile duavasıtasıyla sürekli beslenmesi gereken dinamik bir bağdır. İbadet ile dua,imani ve ahlâkî duyuşu hem canlı tutar, hem de sürekli tekamül ettirir.Kamil (erdemli) insan olmanın yolu da budur. “İnsanınruhunu yücelten, istidatlarını inkişaf ettiren, meyillerini temizleyen,emellerini gerçekleştiren, fikirlerini genişleten ve sistemleştiren şehevive gadabi duygularını sınırlayan … ibadettir. Evet kemalat-ı beşeriyeninen yükseği şu nisbet ve münasebettir.”(Nursi, İşaratü’l İ’caz, 1978,94)

    Kaynakça:

    1. Cevizci, Ahmet, (2000), İlkçağ Felsefesi Tarihi,Bursa.

    2. Dranaz, Faik, (1972), Felsefe Klavuzu, İstanbul.

    3. Duralı, Teoman, Felsefe Bilime Giriş, İstanbul.

    4. Günbulut, Şükrü, (1983), Küçük Felsefe Tarihi,Ankara.

    5. Heimsoefh, Heinz, (1957), Ahlâk Denen Bilmece, İstanbul.

    6. Maclntyre, Alasdair, (2001), Ethik’in Kısa Tarihi,Ankara.

    7. Nursi, Bediüzzaman Said, (1980), Sözler, İstanbul.

    8. Nursi, Bediüzzaman Said, (1978), İşaratü’l İ’caz,İstanbul.

    1. Ahlâkî toplumsal ilişkiler, gelenekler, töreler bakımından sosyolojide kendisine konu edinmektedir. Ancak ahlakın ne olduğu türünden temelsorular felsefenin alanına girer. Burada da ahlâk felsefesi bir problem olarakincelenmektedir.