Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Divan Şiirinde Ölüm Düşüncesi

    Doç. Dr. Mahmut Kaplan

    Ölüm, insanoğlunun dünyaya gelişi ile birlikte hayatkadar önem taşıyan bir gerçeğidir. İnsanın kendisini güzel ve etkili birbiçimde ifadesi olan sanatın ve özellikle şiirin bu olguya bigane durması düşünülemez.Bu sebeple denebilir ki şiirde en evrensel tema ölümdür. Bütün dünyaedebiyatlarında ölüm vazgeçilmez bir tema olarak karşımıza çıkar. Türklerinİslâm dinini kabul etmelerinden sonra ortaya koydukları ve 20. yüzyılakadar devam eden Divan edebiyatında ölüm bir çok şair tarafından işlenmiştir.Şairin dünyaya ve hayata bakışı ölüm düşüncesini etkilemiştir. İslammedeniyeti çerçevesinde eser veren Divan şiirinde ölüm, muhasebe düşüncesiyleele alınmıştır. Yani şair, ölümü sorgulamaz. Ölüm hayat kadar gerçektirve kabul edilmiştir.

    İslâmiyet’in etkisinde Divan edebiyatı, tekke edebiyatıve halk edebiyatı adları altında üç koldan gelişen ve inanç temelleri aynıolan sanat hareketlerinin hepsinde ölüme bakış bir takım nüanslar dışındaaynıdır diyebiliriz. Özellikle tasavvufî şiirlerde, insanların gaflete düşmemeleriiçin bir muhasebe unsuru olarak ölüm düşüncesinin sıkça işlendiği görülür.Bu yazımızda bazı divanları tarayarak Divan şiirinde ölüm düşüncesinive şairlerin ölüm karşısında aldıkları tavrı tespite çalıştık. Buçalışmada,yazının çerçevesini zorlayacağından mesnevilere başvurmadık.Aslında mesnevilerde de farklı bir tutum olmadığını söylemek mümkündür.

    Şairlerimizin ölümle ilgili düşüncelerinianlayabilmek için önce dünya görüşlerini incelememiz gerekmektedir.

    Dünyaya Bakış

    Divanlarda ölüm konusu daha çok mersiyelerde vetarihlerde karşımıza işlenmiştir. Diğer nazım biçimlerinde salt birestetik unsur olarak ölüm yer almıştır. Daha önce de belirtildiği üzereölüm düşüncesi her şeyden önce dünya görüşü ile ilgilidir. Bu açıdanönce divan şairlerinin dünya ile ilgili görüşlerini araştırmak yararlıolacaktır. Dünyanın üç türlü görüntüsü vardır. Şair, dünyayı esmâ’nıntecelli ettiği bir varlık olarak algılar. Yani dünya, Allah’ın isimlerinintecelli ettiği bir çeşit aynadır. Dünyayı esmâ’nın aynası olarak gören’ârif’ elbette ki onun kaybından üzüntüye kapılmaz. Nâbî, bu düşünceyişöyle dile getirir:

    Cihan aks-ı merâyâ olduğın fehm eyleyen ‘ârif / Zevâlindenzülâl-i ‘âlemüñ endûhgin olmaz1

    Aşağıdaki beyitlerde ise Nâbî, yer yüzünün birkader yaygısı, dünyanın Allah’ın azametinin çadırı, sabit ve seyyar yıldızlarınkudret meşaleleri, cihanın Allah’ın rahmet hazinelerinin cömertliğininneticesi; yaratılış sayfalarının ise yaratıcının hikmet nüshaları olduğunusöylemiştir:

    Zemîn bisât-ı kader çarh hayme-i ‘azamet / Nücûm-ısâbit ü seyyâr meşal-i kudret / Cihân netîce-i cûd-ı hazâ’in-i rahmet /Sahâ’if-i suver-i kevn nüsha-i hikmet2

    Yukarıda dile getirilen düşünceler hemen bütün şairleriçin ortak bir görüş ve inanışın ifadesidir. Aşağıdaki beyitlerde Cinânî,dünyanın yol üzerinde kurulmuş eski bir konak olduğunu, buraya yerleşmeninanlamsız olduğunu, burada sevinç ve neşe bulunamayacağını dile getirir:

    Reh-güzâr üzredür bu köhne ribât

    İtme ey gâfil anda bast-ı bisât

    Dâr-ı gamdur bu ‘âlemün nâmı

    Anda mümkin degül sürûr u neşât3

    17. yüzyılın usta şairi de dünyanın bir misafirhaneolduğunu şu güzel beytinde dile getirmiştir:

    Misâfir-hâne-i dünyâda hân-ı gussa-zâdımdur / Libâs-ıâfiyet merdûd-ı çeşm-i şu’le-zâdımdur4

    Büyük şairimiz Yunus Emre, zengin tasavvufî coşkusuyladünyanın faniliğini, geçiciliğini çarpıcı ifadelerle dile getirmiştir.Yunus’a göre dünya büyük bir şehirdir, insan ömrü ise bir pazardır.Buraya gelip konan bir daha dönmemek üzere tekrar yola çıkacaktır:

    Bu dünyânın meseli bir ulu şâra benzer / Velî bizimömrümüz bir tez pazara benzer/ Her kim bu şâra geldi bir lahza karar kıldı/ Geri dönüp gitmegi gelmez sefere benzer5

    Bir başka şiirinde ise Yunus, gerçekte bir vehim, birhayal olan bu dünya süsünün terk edilmesini tavsiye ederek terk edilmesinitavsiye eder. Dünya vefasızdır çünkü ölüm pusudadır. Ömür ise geçicidir.Bu hususta sultanlar en çarpıcı örnektir. Dünyaya hükmeden, buyrukları ülkeleriitaat altına alan sultanların hepsi ölüp gitmişlerdir:

    Kogıl bu dünyâ bezegin bu dünyâ yel durur hayâl / Nevefâ kılısar bize çün pusuda durur zevâl / İnanma fani ömre kim bâkîdegildir sevguisi / Görür iken sultanları koyup giderler mülk ü mâl6

    Yunus’a göre dünya insanları yalayıp yutan birejderhadır. Toprağa bakın der Yunus, nice has insanları koynuna almış;bizi de bir gün koynuna alacaktır:

    Bu dünya bir evrendir âdemleri yuducu / Bize dahi gelübenyuda doyuna bir gün / Görmez misin toprağı hasları kuçmuş yatur / Bizidahı anun tek ala koynuna bir gün7

    XV. yüzyıl şairi Şeyhî de dünyanın vefasızlığını,düzenbazlığını, hilekârlığını anlatır : Mamur gibi görünse de dünyaaslında bir harabedir:

    Yâ Rab dehr-i dûn nicesi bî-vefâyimiş / Mekkâr u hîle-gersitem ü pür-cefâyimiş / Bakma imâretine ki mahzâ harâbdır / Bakma bekâsınaki beküllî fenâyimiş8

    Şu beyitte ise Şeyhî, dünyanın alçak olduğunubilgili kimselerin ona bel bağlamayacağını ve bunun bir rüzgâr gibi geçiciolduğunu anlayanların dinlerinin saf olduğunu dile getirmiştir:

    Dünyâ denî durur ana dânâ dayanmaya / Bâd anlayan buhâki zihî pâk-dîn ola9

    Aşağıdaki beyitlerde 15. Yüzyıl şairi Ahmed Paşa, dünyanınfaniliğini anlatır:

    Dolâb-ı çarh dökdügi seyl-i fenâ imiş / ….. / Cân-ıazîze Mısr-ı vücûdunda rûzigâr / Şerbet yerine sunduğgu zehr-i fenâimiş10

    Kimse bu dünyada kendinden emin oturamaz, çünkü kimsebu zalimin elinden yakasını kurtaramamıştır:

    Zinhâr emîn oturma ki âlemde kimse hîç / Bulmadı çarh-ızâlim elinden emân dahi11

    Madem dünya geçicidir, o halde ona gönül bağlamayanlarmutludur. Dünya denilen varlığa yönelmek, onu, dünya olarak, sevmek hatadır.Çünkü o, sonunda herkesi kefen beziyle, padişah ve dilenci diye ayırmadansiler süpürür. Zaten bu yüzden zemine "yer" demişler. O gerçekteninsanları ve diğer canlıları yiyicidir:

    Devlet anun ki kendüyi dünyâya virmedi / Dünyâ diyenemeyl ü mahabbet hatâ imiş / Bir destmâl ile siler âhir kefen bizi(bezi) /Demez ki bu gedâ imiş ol pâdişâ imiş / Rûy-ı zemîne yir didiler bizinanmaduk / Her yiri agız olucı bir ejdehâ imiş12

    Necâtî Beg, insanoğluna şöyle seslenir: Canınıesirge, dünyaya gönül verme bela kuyusuna kendini Hz.Yusuf gibi esir etme, dünyayaalıcı gözle bakma; onda sadece gözyaşı vardır. Vücut eski bir elbisedirona aldanma; bu kumaş beka çarşısında zarar eder.13 Necatî Beg’e göre budünya, mala servete mağrur olan baykuşları uçuran bir viranedir:

    Mala magrûr olma ey hâce ki dünyâ diyen / Sencileyinnice baykuş uçuran vîrânedür14

    Şair Hamdullah Hamdî, himmette huma kuşu gibi olanruhun, sinek gibi bu dünya balına tenezzül etmemesi gerektiğini şu çarpıcıbeyitle anlatmıştır:

    Düşmedi meges gibi bu dünyâ aseline / Ey Hamdî canmurgı ki himmetde hümâdur15

    16. yüzyıl şairi Usulî de kendisini hümaya benzeterekalçağa(dünyaya) konmaktan sakındığı söyler:

    Usûlî dâr-ı dünyâdan güzer kıl

    Hümâsın alçaga konma hazer kıl16

    Gelibolulu Ali’nin, dünyayı tasvir eden aşağıdakibeyitleri de dikkat çekicidir: Dünya, gelen misafirlerini dehlize (kabre)atar; kaybolur gider onlardan bir daha haber gelmez.

    Gelen mihmânını dehlîze salar bî-nişân eyler / Gümolurlar giderler hiç birinden bir nidâ gelmez / Hevâsından kuş uçmazyollarından kârvân geçmez / Geçen dönmez giden bir dahi artuk bu yanagelmez17

    Bir çok şairin üzerinde birleştiği husus bu dünyanınyol üzerinde bir konaklama yeri olduğu ve burada sevince yer olmadığıdır.Hayalî Bey bunu şöyle ifade eder:

    Dilâ bu menzil-i vîrânı sanma cây-ı sürûr / Kikasr-ı dehre bulunur hezâr dürlü kusûr18

    Türk edebiyatının en büyük şairlerinden olan Fuzulî,dünyanın emanet hayatındansa aşk şehidi olup ebedîyet kazanmanın daha iyiolduğunu söyler:

    Şehîd-i aşk olup feyz-i bekâ kesb eylemek hoşdur / Nehâsıl bî-vefâ dehrüin hayât-ı müsteârından19

    Hayretî’nin dünya tasviri genel bir inanışınifadesidir: Dünya ihtiyar bir zalimdir; gece gündüz işi tuzak ve hiledir;basiret sahipleri için çirkin bir kahpe, körlere göre ise güzel bir kadındır:

    Dünyâ didükleri ne ne ‘aceb pîre-zâl imiş / Leyl ünehâr pîşesi mekr ile âl imiş / Ehl-i basîrete göre bir kahbe-i kabîh /A’mâ yanında dilber-i sâhib-cemâl imiş20

    Bu yüzden de bu dünya kimse için güven ve emniyet yerideğildir. Akıllı kişi burada kendisini güvende görmez.21 Kim devamıolmaya bu yerde yerleşmek ister?

    Kim karâr eyler beş on gün bu cihân dârında kim / Götürüpâhir vücûdı noktasın kılmaz karâr22

    16. yüzyılın sultanü’ş-şuarası Bâkî’inin aşağıdakibeyti gayet açıktır: Feleğin cazip köşküne tutulma; bu fani saray bir çokmirasa girmiştir. Yani varisleri sayısızdır.

    Felegin kasr-ı dil-âvizine meftûn olma / Nice mirâsagirüpdür bu sarây-ı fânî23

    Dünyanın işi eninde sonunda yoklukmuş ey Bâkî neyapalım dünya hükümdarı sağolsun:

    ‘Akıbet yoklık imiş kâr-ı cihân ey Bâkî / N’idelümŞâh-ı cevân-baht-ı cihân var olsun24

    Dünya acımasızdır Rüstem gibi nicelereni öldürmüştür;herkesi çeşitli hastalıklarla öldürür, Lokman bile elinden kurtulamaz:

    Ey nice Rüstemleri gûra koyup âlemlere / Eyledi destânbu zâl-i bî-vefâ-yı rûzgâr / Dürlü emrâz ile âhir dehr-i hâyin öldürür/ Fi’l-mesel Lokman olursa lokmahâ-yı rûzgâr25

    Bakî’nin medrese arkadaşı şair Nev’î de dünyanın geçiciliğindenyakınanlar arasındadır: Dünyada rahat yoktur; dünyanın mutlulukelbisesinde beka yoktur. Eninde sonunda atlas ve diba da olsa bu kumaş yırtılacaktır.Yani dünya ve içindekiler geçicidir:

    Ah kim bu ‘âlemüñ âsâyişinde yok bakâ / Râhat içünbir nefes cennetde Adem kalmadı26

    Bî-bakâdur bu kabâ-yı devlet-i dünyâ dirîg / Çâkolur ceyb-i libâs-ı atlas u dîbâ dirîg27

    Ümmî divan şairlerinden Enverî yiğitçe bir eda ilemert insanların dünyaya can için meyl etmemelerini, kendisinin buna tenezzületmediği hususunun bu dünya kocakarısından sorulabileceğini söyler:

    Erenler cân içün meyl itmemek dünyâya erlikdür / Benümerligüm iy sûfî bu çarh-ı pîre-zenden sor28

    Bu geçici dünyayı yine yokluk selleri yıkacaktır:

    Yıkdı fenâ-yı gönlümi çün cûy-bâr-ı eşk / Fânîcihânı niteki seyl-i fenâ yıkar29

    Lamiî, dünyanın yokluk seli üzerinde kurulmuş birbinaya (kabarcık) benzetir. Gök ise can yutucu bir ejderhadır:

    Mülk-i cihan ki hâsılı bâd-ı hevâyimiş / Seyl-ifenâ yüzinde yapılmış binâyimiş / Gök sandugun bir evrenimiş cansitânbugün / Yir didügün cihan yuducı ejdehâyimiş30

    Lami devamla şöyle der: Bu devrin yeme içmesinealdanma. Çünkü dünyanın sunduğu şerbet zehirlidir. Varlık iddiasındabulunan kişi uyandığı zaman bunun bir uyku olduğunu anlar.31

    Mahremî bir mersiyesinde dünyanın özelliklerini şöylesıralar: Alçak dünya evi bir yıkıntıdır, büyüleri ve yılanları bolfakat hazinesi olmayan bir harabedir. İnsana gösterdiği elmas ve inciler kuşlarıavlamak için kullanılan buğday taneleri gibidir. Bu dünya bir anda bir çokgüzel çirkin şekiller gösteren iki yüzlü bir kilisedir. Bu yoklukmeclisinde ecel kadehi sürekli döner. Bu ne şaşılacak bir kadehtir kizengin fakir ayırmadan içer.

    Dâr-ı dünyâ-yı denî kim key aceb gam-hânedür / Pürtılısm u mârı çok bî-genc bir vîrânedür / Dâma salmasun seni la’l ucevâhir arz idüp / Key sakın magrûr olma sana anlar dânedür / Niçe sûretarz eder bir lahzada hûb u kabîh / Bu kühen deyr-i dü-rengî bü’l-aceb kâşânedür/ Bu fenâ bezminde turmaz devr ider câm-ı ecel / Bay u yohsul nûş ider anıaceb peymânedür32

    Şair Nef’î, bu fani dünyadan el etek çekip vahdet köşesindeoturmayı tercih eder:

    Ehl-i aşk olan çeker bu bezm-i fânîden ayag / Nef’iyâger rind isen ol kûşe-i vahdet nişest33

    Nâilî, melekût alemini bilenin bu düdünyayameyletmesini cehalet olarak değerlendirir:

    Meylin bu hâkdâna cehâlet degil midir / Ey hâce âlem-imelkûtu alîm isen34

    Nâbî ölen bir yakının arkasından şöyle seslenir:Sonunun yokluk olduğunu anlayıp bu geçici, emanet dünya hazinesinden eliniçekti. Ruhu dua gibi yüce aleme gitti; bu aşağılık dünyayı çiy damlasıterk etti:

    Añlayıp gencîne-i dehrüñ fenâsın ‘âkıbet / Çekdigenc-i müste’âr-ı dehr-i fânîden eli / Gitdi rûhı ‘âlem-i ‘ulvîye mânend-idu’â / Jâleveş terk eyledi bu hânedâñ-ı esfeli35

    Şaire Adile Sultan, geçici dünyaya itibar edilmemesini,onun vefasız olduğunu, kimse için güvenli bir yer olmadığını, bu yüzdende gönlünün buna bağlanmaması gerektiğini şu iki beyitte dile getirmiştir:

    ‘Arif iseñ etme bu fânî cihâna i’tibâr / Görmedikimse vefâsın olmadı hîç pâyidâr / Kimseye bu dâr-ı mihnet olmadı dârü’l-emân/ Sen emîn olma göñül bend etme zinhâr zinhâr36

    Çünkü bu dünya bir konuk evidir; konan elbette bir güngöçecektir. Buraya insan çıplak gelir, çıplak çıkar:

    Çün misâfir-hânedir konan göçer bî-iştibâh / Añladınsaoña göre et tedârik kalma hâr / Gelen bu fâniye ‘üryân gelir gider ‘üryân/ Metâ’ u mâl u benûn hemân zîb-i cihânım var37

    Divan şairlerinin dünyaya dair görüşlerini Râmî’ninaşağıdaki beyitleriyle noktalamak sanırım uygun düşecektir. Bu beyitlerdeRâmî, fani dünyanın ebedi bir yerleşme yeri olamayacağını, buranınkimseye mülk olamayacağını; yokluk yolunun üzerinde bir konak bir menzilolduğunu ve misafirlerini öldürdüğünü söyleyerek, ömür tacirininnereye giderse gitsin sürekli zarar ettiğini bu yüzden dünyanın yüceliklerinealdanmamak gerektiğini çünkü sonunda insanı tuzağa düşürerek mevtkuyusuna attığını söylemektedir:

    Ebedî mesken olur sanma cihân-ı fânî / Kimsenün mülküdegüldür bu harâb eyvânı / Menzil-i râh-ı ademdür bu ribât-ı köhne /Katl ider zehr-gi ecel kim ki olur mihmanı / Tâcir-i ömr ziyân itmededürsubh u mesâ / Ne yana itse sefer hemreh olur husrânı / Dehrün aldanma sakınâkıl isen rif’atine / Çâh-ı mevte düşürür hîle ile insânı38

    Bu bölümdeki görüşleri özetle şöyletoparlayabiliriz: Bu dünya aldatıcı ve geçicidir. Alımlı görünen birkocakarıdır. Basiret sahipleri süslü yüzünün arkasındaki çirkinliklerive faniliği görür, ona aldanmazlar. Hayat alem-i ervahtan gelen dünyaya uğrayıptekrar beka alemine uzanan bir yolculuktur. Dünya bu yolculukta insanların ağırlandığıbir muvakkat menzildir. Ancak uyanık olmayanları tuzağa düşüren ve yanıltan,yolculuklarında zarara uğratan bir konaktır. İnsan ruhu aslında hüma gibiyükseklerde, ulviliklerde uçmağa uygundur, bu yüzden zehirli bir bal olan dünyayabir sinek gibi konmamalıdır.

    Ömür

    Dünyaya gelen her insanın belli bir ömrü vardır. Süresideğişmekle birlikte gün, ay ve yıllarla ifade edilen bu süre şüphesiz sınırlıdır.Dünyayı "ahiretin tarlası" olarak gören divan şairi sonu meçhulolan ömür süresine aldanmaması gerektiği hususunda çok titizdir. Sonundaölümün bulunduğu bir dünyayı istemeyen Yunus bunu şu beyitle dile getirmiştir:

    Gerekmez dünyeyi bize çünki bâkî bünyâd degil / Birkul bin de yaşar ise ölicek bir sa’at degil39

    Bu ömür yüz bin yıllık bile olsa sayılı olduğundanbir kuşluk vakti kadar bile olamaz:

    Yüz bin yıllık ömr olsa bir kuşlukça degildir / Geçtikbitmez sağışdan anı yağmaya verdik40

    Yunus’un şu beyitleri de ömrün tez tükenişi hususundabir fikir vermektedir:

    Ecel erer kurur baş tez tükenir uzun yaş / Düpdüzolur dağ u taş gök dürülür yer gider41

    Ömür yaya gerilmiş bir oktur. Bırakıldı mı uçupgider; geri dönmesi imkânsızdır. Sen onu fırlattın say:

    Ömrün delim bir okdur yay içinde dop-dolu / Dolmuş okane durmak ha sen anı attın tut42

    Şeyhî, beka isteyen insanın iyilik yolunu tutmasınıöğütler; çünkü insan dünyadan gider ama iyilik, yani insanlık kalır:

    Ömr-i bekâ diler isen ihsân yolun gözet / Çün kalırâdemîlik u âdem gelir gider43

    Ahmed Paşa ömrün vefasızlığını şöyle dilegetirmiştir:

    Anı ki cân u cihândan azîz sanırdık

    Dirîg ömr gibi bî-vefâ imiş bildik44

    Ümmî Sinan, ömrünü yele verenleri uyarır, zikirle meşgulolmalarını öğütler:

    Sen meger ömrini yellere virüp kılduñ hebâ / Hak yolınazikr ile dur andan oldun bî-haber45

    Ömür bahar mevsimi gibidir; ansızın sonbahar rüzgârlarıesebilir:

    Aldanma iñen ‘ömr bahârına i Hamdî / Bir gün irişürbâd-ı hazân işte bilürsin46

    İnsan, ömrü Hz. Nuh’un ömrü kadar da olsa sonunda ölümeyakalanacaktır: Vücut gemisi ölüm tufanında batacaktır:

    ‘Ömr-i Nûh olsa müyesser yok elinden hîç halâs / Fülk-icismi garka-i tûfân idersin ‘âkıbet47

    Nev’î’nin aşağıdaki beytinde, zaman değirmeninin yıldızarpasını ölçüp dökerek yaratılmışların ömrünü gece gündüz ölçtüğügüzel bir ifade ile dile getirilmiştir:

    Mümkinâtuñ dâne-i ‘ömrin ögüdür subh u şâm /Asiyâb-ı çarh encüm erzenin ölçer döker48

    16. yüzyılın bir çok şaire hocalık yapmış ünlüismi Zâtî, gece ile gündüzü insan ömrünü tüketen iki fareye teşbiheder. Bahtına gururlanma der şair, zira bu dünya geniş senin bile olsa ömüratının meydanı dardır:

    İki dâne mûşdur benzer bu eyyâm-ı dü-reng / Ömrümüzanbarını düketdiler bir şûh u şeng / Bu geniş dünya senün Tutalum eyçâbük-süvâr / Gırre olma devlete ömr atının meydânı teng49

    16. yüzyılın terkib-i bendiyle ünlü şairi Ruhî, ömrüakan bir suya benzetir:

    Ömr bir sudur ki akmakdur işi şâm u seher / Mevt biryeldür ki eyler her gelen andan güzer50

    Ömür böyle kısa olunca, Ruhî, insanların basit çıkarlariçin kavga etmelerini anlamsız bulur :

    Dost düşman deyü itme halk ile ceng ü cidâl / Câhilolma iki günlyük ömr içün gavgâyı ko51

    Usulî ömrü bir ekine benzetir; ölüm yelleri bu ekinibiçer:

    Ölüm yelleri esmezse ömr ekinini biçmezse / Ecel leşkeribasmazsa kor muyum seni kor muyum52

    Bir gaflet uykusu içinde geçen ömr için duyduğu üzüntüyüşu beyitle dile getirmiştir:

    Bir hâb-ı gaflet içre hayâl-i muhâlde / Geçdi nesîm-isubh gibi ‘ömr-i nâzenîn53

    Hayretî ömür sarayının varlığını tartışır: Busaray temelsizdir; duvarına dayanmak yanlıştır:

    Kasr-ı ömrüñ yok durur bünyâdı gel dîvârına /Arka virme sanma ey hâce esâsın üstüvâr54

    Fuzulî, nazenin ömrün çabuk geçtiğini hatırlatarakfırsatların değerlendirilmesini ister:

    Zayi geçirme fursatını agla her nefes / Bu ömr-i nâzenîçü bilürsin kılar şitâb55

    Fazlî, Allah’ın "kâf-nûn" (kün) kalemiyleömre sonsuzluk yazmadığını şu güzel beyitle dile getirmiştir:

    Yazmadı levh-i ömre hatt-ı bekâ

    Kalem-i kâf u nûnla Yezdân56

    Kıvamî ise ömrün geçiciliğini su ve havabenzetmeleriyle dile getirir ve ömürle mağrur olmanın yanlışlığınıvurgular:

    İy dil bu ömr esâsına magrûr olma kim / Kişi yile vüsuya dayanmak hebâyimiş57

    Hikemî şiirin büyük temsilcisi Urfalı Nâbî, ömrünkat kat demir zincirle bağlansa bile geçip gideceğini ve geride sadeceesefler bırakacağını şu güzel beyitlerle dile getirmiştir:

    Sâ’at-ı evkât-ı ‘ömr-i nâzenîn durmaz geçer / Nâbiyâbaglansa kat kat âhenîn zencîr ile / Sarf-ı ‘ömr itdügüm esbâb-ı fenâbunda kalur / Nakd-ı efsûsdur ancak görinen mâ-hasalum58

    İnsan, ömür defteri sona erince ahiret iklimine doğruyola çıkar:

    Oldukda sâlik-i reh-i iklim-i uhrevî / ‘Ömr-i ‘azîzidefteri buldukda ihtitâm59

    Ölüm

    Yukarıda Divan şairlerinin dünya ve ömürle ilgili görüşlerinitespite çalıştık. Artık bu şairlerin ölümle ilgili düşüncelerini araştırabiliriz.Şairler ölümü insanlar için adeta sevimli bir hale getirirler. Yunus Emre,ölümü anınca içinin yandığını ancak, ululara danışınca bu düşünceninkendisine hoş geldiğini söyler:

    Yanar içim göynür özüm ben ölü(mü) anıcak / Ölümendîşesi ne hoş ululara danışıcak60

    Yunus ölüm gününü şu çarpıcı tasvirle anlatmıştır:Sen gözünün bir şey görmeyeceği o günü anmaz mısın? Vücudun toprağadüşecek, dilin konuşmaz olacaktır. Azrail’i ne tutabilir; ana baba ona karşıbir fayda veremez; onun heybetine kimse dayanamaz. Sana kılıcı canlar alangelecek; aman vermeyerek aklını başından alacaktır:

    Anmaz mısın sen şol günü gözün nesne görmez ola /Düşe sûretin topraga dilin haber vermez ola / Çün Azraili ne duta assı kılmazana ata / Kimse döymez o heybete halkdan meded ermez ola / Gele sana can alıcıdahı cân alur kılıcı / Aklını başdan alıcı bir dem aman vermez ola61

    Yukarıdaki beyitlerde görüleceği üzere Yunus, tamamenİslâmî bir perspektiften ölüme bakmaktadır. Dışı son derece ürkütücüolan ölüm, aslında göründüğü gibi değildir. Çünkü ölen, yitip gidensadece bu dünyaya ait olan bedendir. Ruh ölümsüzdür:

    Ten fânidir cân ölmez çün gitdi geri gelmez / Ölürise ten ölür canlar ölesi değil62

    Ancak bedenin çürümesi, gözler önünden yitip gitmesigörünüşte insanı dehşete düşürecek bir durumdur. Gaflet perdesini yırtıparalayan bu dehşetli olayı şair, ibret alınması için bir uyarıcı olarakdeğerlendirir. Aşağıdaki beyitlerde Yunus bu dehşeti dile getirmiştir:

    Ey nice arslanları alır aktarır ölüm / Azrail pençesinebir yoksulca döyemez63

    Bir nicenin belin büker bir nicenin mülkün yıkar / Birnicenin yaşın döker var gücünü üzer ölüm / … / Alır yiğidi kocayıyakar ananın içini / Kızların sarı saçını teneşirde çözer ölüm64

    Yunus râbıta-i mevti divanının birçok yerinde anlatır.Aşağıdaki beyitte, öldüğünü, ellerinin yanına konduğu, dilinin konuşamadığınıve ameliyle baş başa kaldığını anlatmıştır:

    Yanlarıma kona elim söz söylemez ola dilim / Karşımagele amelim n’etdim ise görem bir gün65

    Bu tefekkür hali şairi derinden sarsarken onu, iman veKur’an yoldaşlığını dileme noktasına getirir:

    Anıcağız şol bir günü titrer mi Yunus’un cânı / İmânKur’ân yoldaş eyle son menzile yetmiş iken66

    Ölümü yokluk, hiçlik, yitip gitmek olarak düşünmeyenYunus, ebedî bir hayatın varlığına duyduğu inançla şu beyti seslendirir:

    Ölümden ne korkarsın korkma ebedî varsın / Çünkim işeyararsın bu söz fâsid davâdır67

    Çünkü Yunus’un inancına göre âşıklar (Allah aşıkları)ölmez:

    Aşık öldü diye salâ verirler

    Ölen hayvan durur âşıklar ölmez68

    Hamdullah Hamdî, ölümün zevk ve safayı nasıl acılaştırdığınışu beytiyle gözler önüne sermiştir:

    ‘Alem içinde olmasa ölmek elemleri / Sürmek olurdu zevku safâyile demleri / … / Aldanma ‘izzetine cihânuñ ki ‘âkibet / Hor u hakîritdi nice muhteremleri69

    Şeyhî, ölümü tevekkülle karşılar: O, Allah’ınemridir; boyun eğmekten başka çare yoktur:

    Yok yok ki sende bizcileyin ‘âciz ü za’îf / Bu emr-i Zü’l-celâldirü hükm-i Kirdgâr70

    Necatî aşağıdaki beyitte ölen bir kimsenin arkasından,yokluk diyarına tabut kayığını sürdün, gözümün yaşını uçsuz bucaksızdenize çevirdin, diyerek ağlar. Burada geçen "adem" mutlak yoklukanlamında olmayıp bırakıp gitme, bu dünyadan ayrılma anlamında kullanılmıştır:

    ‘Adem diyârına tâbût zevrakın sürdüñ / Gözümüñyaşını bahr-i bî-kenâr itdüñ71

    Aşağıdaki beyitlerde Yahya, ölümü tasvir etmektedir:

    Arkamuzı yire getürür küştgîr-i mevt / Ya Rab nepehlevân-ı gazenfer-likâ imiş / Kaddüñ kemâna döndügi ölüm nişânıdur/ Cismünde her kılun sana tîr-i cefâ imiş / Bir gün olur ki menzilini bürc-ihâk ider / Dimez bunun yüzi gün ana alnı ay imiş72

    Aşağıdaki beyitlerde Türâbî adlı şair bir çocuğunölümüne duyduğu acıyı dile getirirken ölüme dair düşüncelerini deanlatmıştır:

    Ma’sûm iken ki kıldı sefer dâr-ı bâkiye / Merhûmidi ki bakmadı bu dehr-i fâniye / Göz yumdı âlemün şerr ü şûrındanoldı pâk / Kıldı nazar o pencere-i kasr-ı âliye / Bu dehr-i zulmet içrekarâr itmedügi bu / Gitdi çerâg-ı nûr idi Hak Te’âliye / Yakın dururecel gözün ag u karası tek / İllâ ne vakt idügi bilinmez kemâhiye73

    Yukarıdaki beyitlerde küçük bir çocuğun ölümü güzelsebeplere bağlanarak anlatılmıştır: Allah’ın rahmetine mazhar olduğu içinbu çocuk, geçici dünyaya iltifat edip bakmamıştır. Dünyanın kötülüklerinekavgalarına bulaşmadan tertemiz gitmiştir.O bir nur meşalesi olduğu içinbu karanlık dünyadan Hakk’a yürümüştür. Aslında ölüm insana gözününak ve karasından daha yakındır ancak günü ve saati bilinmez.

    Beden ruhun emaneten giydiği bir elbisedir. Onu dikenterzi dilediği gibi keser, biçer, uzatır, kısaltır. İnsanın bedenle övünmesidoğru değildir. Rahmî bu düşünceyi, ki bütün Müslümanlar buna inanır,şu beyitle anlatmıştır:

    Rûhun beden ki ariyetî bir libâsıdur / Akil gurûrider mi bu köhne kabâ ile74

    Dünya bütün insanlar için ölümlüdür. Bu konudakimseye ayrıcalık tanınmamıştır. Dünyanın hürmetine yaratıldığı Hz.Muhammed bile ölümden kurtulamamıştır:

    Kanı Muhammed Mustafa hükm etdi tâ Kaf’tan Kaf’a / Dünyâkime kıldı vefâ aldanuban kalanı gör75

    Ölüm karşısında bütün insanlar eşittir; dilenciveya padişah arasında bir fark yoktur:

    Pây-mâl olmada âhır şütur-ı gerdûna / Pâdişâhile gedâsı hele yeksân ancak76

    Hamdullah Hamdî’nin şu beyitlerinde, saltanata mağrurolmanın yanlışlığı anlatılırken nice Cemler’in, Hüsrevler’in ölüptoprak oldukları dikkatlere sunulmuştur:

    Magrûr olma saltanat-ı bî-sebâta kim / Hâk oldı câmeylediler niçe Cemleri / Seng eyledi zamâne niçe Husrev’üñ tenin / La’l oldımihnet ile olan bagrı demleri / Gûşında la’l oldugı Husrevlerüñ budur / Yâdideler o demleri olsa sitemleri / Kılma nazar tarâvet-i dünyâya Hamdî kim /Virdi felek yile niçe bâg-ı İremleri77

    Benzer bir düşünceyi Hayali de şu beytiyle dilegetirmiştir:

    Bezm-i âlemde fenâ câmın mukarrerdür içer / Ger gedâ-yısifle-perver ger emîr-i kâmyâb78

    Fuzulî, bu geçici nakışlardan (dünyadan) el çekipbekâ alemine yönelmeyi tavsiye eder:

    Arif isen tutagör ser-rişte-i feyz-i bekâ / Terk kılbu sûret-i fânî vü nakş-ı zâ’ili79

    Ölüm zehirinin panzehirini doktorlar bulamamıştırdiyen Nev’î, ecel tuzağının, en hızlı kuşu bile yuvasında yakaladığınıdile getirir:

    Hukemâ ittifâk idüp hergiz

    Bulmadılar bu zehre tiryâkı80

    Aşiyânında sayd ider murgı

    Ne kadar çâpük olsa dâm-ı ecel81

    Kıvâmî, ecelden kurtulmanın mümkün olmadığını söylerken,"Her nefis ölümü tadıcıdır" hükmünü hatırlar ve eceli birkurda benzeterek kimseye aman vermediğini şu çarpıcı beyitlerle ibret nazarınasunmuştur:

    Kurtulmag olmaz imiş ecelden dirîg u âh / Her nefs ölümbelâsı ile mübtelâ imiş82

    Gürg-i ecel ki kimseyşe virmez aman dirîg / Aciz vuhûşelinde zebûn ins ü cân dirîg83

    Rubaileriyle ünlü şair Haletî ölüm karşısındakazaya rızadan başka çare olmadığına işaret eder:

    Sezâ budur ki Hâletî virüp kazâya rızâ / Karîn-i hüsn-ikabûl eyle hükm-i Yezdânı84

    Divan şairleri ölüm için daha çok "rihlet"kelimesini kullanırlar. Onlara göre ölüm bir göç etmedir; fani dünyadanbaki aleme bir seferdir. Ölüm karşısında sorgulayıcı bir tavır almamalarıda daha çok bu hususla ilgili olmalıdır. Ölüm, sonsuz bir hayatın başlangıcıkabul edilince dünyadaki kederler, acılar adeta hafiflemiştir. Aşağıdakibeyitlerde bir çok şairin ölümü "rihlet" (göç) ve yine bukelimeden türeyen "irtihal" (göçme) ile ifade ettikleri görülmektedir:

    Bu ribât-ı köhnede sâlik nice kılsun huzûr /Dokunurken gûşına âvâze-i kûs-ı rahîl85

    Dâr-ı bekâya rıhlet imiş çâresi hemân / Uruldıçün fenâ üzerinebinâ-yı çarh86

    Arif isen ol azîzün rıhletinden hisse al / Varlıguneyle tarîk-i hazret-i Hakka sebîl87

    Ahır çalındı kûs-ğı rahîl itdüñ irtihâl / Evvelkonaguñ oldı cinân bûstânları88

    Gam degül Bâkî bekâ semtine kılsa irtihâl / Nice şehlerbu fenâ mülkinde bâkî kalmadı89

    Göz yumup bu cihân-ı fâniden / Dâr-ı bekâya irtihâlitdi90

    Kulaguña sadâ-yı kûs-ı rihlet çalınur âhır / Henüzirişmedin nevbet inâbet kılsan olmaz mı91

    Adile Sultan bu göçün Hakk’a olduğunu şu beyitleanlatmıştır: Çare yoktur, göçmem gerek; Celal sahibi Allah’a kavuşmaya yönelsemgerek:

    Çâre yokdur irtihâl itsem gerek

    ‘Azm-i vasl-ı Zü’l-Celâl etsem gerek92

    Sonunda emanetlerini teslim ederek Allah’a göçtü;Kur’an nuru mezarını aydınlatsın.

    ‘Akıbek verdi emânâtını göçdü Hakk’a / Medfen-i pâkinitenvîr ede nûrı Kur’ân93

    Aşağıdaki beyitlerde de rihlet kavramı tekrarlanmaktadır:İffet fidanlığının gülü Afîfe Kadın bu geçici dünya bağından bekabahçesine göçtü:

    ‘Afîfe kadın ol verd-i nihâlistân-ı ‘iffet kim / Fenâbâgından itdi rihlet-i gülşengeh-i ‘ukbâ94

    Ah ol verd-i nihâl-i nahvet / Kıldı gülzâr-ı bekâyarihlet95

    Ah o nahvet fidanının gülü beka gül bahçesine göçtü.

    Ölümü bir "göç etme" olarak algılayandivan şairleri göçün nereye yapıldığını da tam bir kanaat ile dilegetirmişlerdir. Bu konuda yine Yunus’un beyitlerini dikkatlere sunuyoruz:

    Yûnus ölürse ne gam aşk içinde kardaşlar / Aşkyolunda uyagan ma’şûk burcunda biter96

    Yunus’a göre ölüm dosttan (Allah) gelen daveteicabettir:

    Aceb degül gider ise sûreti terk ider ise / Yanlışyalan gaybet degil dosttan haber geldi gider97

    Bu anlattıklarından dolayı Yunus ölümden gam çekmez,çünkü gittiği yerde ölüm yoktur:

    Ne gam bu dünyâda bir kez ölürsem

    Onda ölüm olmaz ölmezem ayruk98

    Orada mesken tutabilmek için Cinânî dünyada hazırlıkyapılmasını tavsiye eder:

    Hâlüñi agla tedârük kıl kim

    Dâr-ı ‘ukbâda tutarsın mesken99

    Ruhî, Hüsrev-zade İbrahim Çelebi için yazdığımersiyede onun zevk ve safa ile sonsuzluk ülkesine gittiğini, ancak bu ayrılığınahbapları arasında velvele çıkardığını söyler. O, alem-i ervahtaCennete gitmiştir, ayrılık dostlarının kalbine ateş düşürmüştür. Obu fani dünyada ikameti uygun görmediğinden ruhu yüce aleme gitmiştir:

    O gitdi zevk u safâ ile mülk-i ukbâya

    Giriv ü velvele saldı firâkı dünyaya

    Ol itdi âlem-i ervâhda bihişte duhûl

    Bırakdı firkati âteş dil-i ahibbâya

    Çü hâkdânda revâ görmedi ikâmetini

    Azîmet itdi hemân murg-ı rûhı bâlâya100

    Bu beyitler şairin ölümü ebedî bir aleme gidişolarak algıladığını açıkça göstermektedir. Ölümün kalanlara verdiğiacı ise sadece geçici bir ayrılıktan dolayıdır.

    Kabir

    Ölümden sonra cesedin ilk durağı kabirdir. Divan şairleri,özellikle mutasavvıf şairler kabrin, kabirde cesedin durumunu insanlarınibret almaları için bütün çıplaklığıyla tasvir ederler. Cesetlerin buzahiri dağılışı, parçalanışı ve çürüyüp gitmeleri şairler içininsanları tefekküre sevk etmek açısından önemli imkânlar sağlamıştır.Özellikle Yunus Emre bu konuda çok canlı mezar tabloları çizer. Aşağıdakibeyitler açıklama gerektirmeyecek kadar açık ve ürperticidir:

    Sabahın sinlere vardım gördüm cümle ölmüş yatar /Her biri bî-çâre olup ömrün yavu kılmış yatar / Vardım bunların katınabaktım ecel heybetine / Nice yigit muradına erememiş ölmüş yatar / Yimişkurt kuş bunı keler nicelerin bağrın deler / Şol ufacık nâresteler gülgibice solmuş yatar / Toprağa düşmüş tenleri Hakk’a ulaşmış canları /Görmez misin sen bunları nevbet bize gelmiş yatar / Esilmiş inci dişleri dökülmüşsarı saçları / Bitmiş kamu teşvîşleri Hak varlığın almış yatar /Gitmiş gözünün karası hiç işi yoktur durası / Kefen bizinin paresi sünügesarılmış yatar / Yunus âkil isen bunda mülke sûret bezemegil / Mülke sûretbezeyenler kara toprak olmuş yatar101

    19. yüzyıl şairlerinden Rahmî-i Harpûtî’nin aşağıdakişiiri de ölmüş bir insanı tasvir etmektedir:

    Nice bir nâz ile perverde idersin bu teni / Nice bir buzer ü zîverle bezersin bedeni / Seni magrûr-ı cemâl eyledi dünyâ-yı denî/ Çıkarır bir gün ecel câmeyi hem pîreheni / Seni üryân ideler boynınatakup kefeni / Gidesin kabre hemân terk edesin bu vatanı / Ne imişsin hele olgün bilesin sen de seni / Sû-i a’mâle cezâ eylese Mevlâ-yı Ganî102

    Yunus Emre kabirde insanın öyle başı boş bırakılmayacağınıyine İslâm inancına uygun olarak sual meleklerinin geleceğini şu beyitlerledile getirir:

    Cân hulkuma geldikde Azra’ili gördükde / Yâ cânımıaldıkda âsân ola mı yâ Rab / Yunus kabre vardıkda Münker-Nekir geldikde /Bana suâl oldukda dilim döne mi yâ Rab103

    Ahmet Paşa, ölmüş bir yakını hakkında, nazik teninigülden elbise bile incitirken yazık ki o gönül alıcı şimdi kara yerdeyatmaktadır, derken şairane bir anlatımdan öte kabir gerçeğini dilegetirmiştir:

    Nâzik tenine zahmet ederken kabâ-yı gül / Girdi karayere yatar ol dil-rübâ dirîg104

    Kabir, insanın ameline göre ya Cennet bahçelerinden birbahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Ahmet Paşa bu inancı aşağıdakibeyitlerde dile getirmiştir:

    Yâ Rab makâmı ravza-i huld-ı berîn ola / Kabri enîsihaşre degin hûr-ı iyn ola / Firdevsden mezârına revzenler açılıp / Ervâh-ıkuds ile dün ü gün hem-nişîn ola105

    Hayreti aşağıdaki beyitte fakir zengin ayırt edilmedenherkesin eninde sonunda kabre gireceğini, bu yüzden de zenginim diye övünmenindoğru olmadığını anlatır:

    Kara yerdür çün yeri bay u gedânuñ ‘âkıbet / Hâce-idehrem diyü itmek ne lâzım iftihâr106

    Adile Sultan kabirde kendisine imanı yolda etmesi içinAllah’a yakarır. Çünkü iman yoldaş olursa sorgu meleklerine cevap vermesikolay olacaktır:

    Mezâra yalıñız koyma bizi imânı yoldaş et / Su’âlimizedip âsân Hudâ çekdirmeye zahmet / İlâhî tâ sehergâh-ı kıyâmet’Adilene’nin hem / Ser-i hâkinde kıl îmânını kandîl-i pür-rahmet107

    Haşir

    İnsanın aslında uzun, dünya hayatında ise göz yumupaçınca uçup giden hayat yolculuğu kabirden haşre uzanır. Son durak haşirdir:İnsanların topluca muhasebelerinin yapılacağı yeniden dirilme olayı. Divanşairleri bu konuda İslâm inancına uygun olarak ölümün haşirlenoktalanacağı konusunda hem-fikirdirler. Yunus Emre’den başlayarak hemen herşair öldükten sonra dirilmeye olan inancını dile getirmiştir. Yunus bunuşu beyitlerle şiirleştirir:

    Yarın siyâset kurula cümle halâyık dirile / Kimi emîrsavan birle kimi isiden yanışacak / Amâl vere anda cevâp amâlsize olur itâb/ Şol kişiye olmaz azâb bunda âzâd oluşucak108

    Usulî ise şu beyitlerde haşirde halinin ne olacağınısorgulamaktadır:

    Yâ Rab hâlimiz nola rûz-ı şümârda / Çün bî-şümârcürm ü hatâmız şümâr ola / Setr eyle afvun ile eyâ sâtirü’l-uyûb /Çün gizli aybımız gözüne âşikâr ola109

    Sonuç olarak diyebiliriz ki Divan şairleri dünyayı geçicibir menzil olarak görmektedir. Dünya geçici olunca mala, mülke, servete vesaltanata güvenmenin; bunlarla övünmenin doğru değildir. Dünya Allah tarafındanyolculukları esnasında durup dinlenecekleri bir konaktır. Bu konak süslerive ihtişamıyla aslında bir hayalden, bir görüntüden ibarettir. Akıllıolan bu vehimlere aldanmaz. Yolculuk ebed ülkesinedir.

    Allah’tan gelen ruhun Allah’a gitmek için çıktığıyolculukta geçici bir konaklama yeri olan dünya insanın Allah’a verdiği sözütutup tutmama konusunda imtihana tabi tutulduğu bir duraktır. Asıl menzilbeka ülkesidir. Kabir de bir geçittir. Bu karanlık geçidi aydınlatan imanve Kur’an nurudur. Şairler Allah’tan iman nuruyla kabirlerinin aydınlanmasıdilerler. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya Cehennem çukurlarındanbir çukurdur.

    Ölüm, ebedî bir hayata geçiş sürecidir. Öldüktensonra insanlar dirilecek ve yaptıklarından hesaba çekileceklerdir. Bütün şairlerindileği bu muhasebeden yüz akıyla çıkmaktır.

    Kısacası Divan şairleri ölümü tevekkülle karşılamış,onu yeni bir hayatın başlangıcı saymışlardır. Bu konuda bir sorgulama şiirlerdekarşımıza çıkmaz. Kabrin dehşeti sadece gafletten insanları uyandırmak içinbir uyarıcı olarak anlatılır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Divan şairleriölüm, kabir ve haşir konusunda İslâm inancının içinde duygu ve düşüncelerinidile getirmişlerdir.

    1. Nâbî Divanı, haz. Ali Fuat Bilkan, İstanbul 1997,s. 685.

    2. Nâbî Divanı, s. 170.

    3. Acıyı Bal Eylemek, Mustafa İsen, Ankara 1993, s.218.

    4. Nâilî Divanı, haz. Haluk İpekten, Ankara 1990, s.149.

    5. Yunus Emre Divanı, haz. Mustafa Tatçı, Ankara 1991,s. 80.

    6. A.g.e., s. 127.

    7. A.g.e., s. 179.

    8. Şeyhî Divanı, haz. Mustafa İsen, Cemal Kurnaz,Ankara 1990, s. 91.

    9. A.g.e., s. 253.

    10. Ahmed Paşa Divanı, haz. Ali Nihat Tarlan, Ankara1992, s. 89.

    11. A.g.e., s. 90.

    12. Necâtî Beg Divanı, haz. Ali Nihat Tarlan, İst.1997, s. 110.

    13. A.g.e., s. 102.

    14. A.g.e., s. 182.

    15. Hamdullah Hamdî ve Divanı, Haz. Ali Emre Özyıldırım,Ankara 1999, s. 153.

    16. Usulî Divanı, haz. Mustafa İsen, Ankara 1990, s.40.

    17. Acıyı Bal Eylemek, s. 37.

    18. Hayâlî Bey Divanı, haz. Ali Nihat Tarlan, Ankara1992, s. 27.

    19. Fuzulî Divanı, haz. Kenan Akyüz, S. Beken, M.Cunbur, Ankara 1990, s. 235.

    20. Hayretî Divanı, haz. Mehmed Çavuşoğlu, İstanbul1981. s. 67.

    21. A.g.e., s. 23.

    22. A.g.e., s. 23.

    23. Bâkî Divanı, haz. Sabahattin Küçük, Ankara 1994,s. 82.

    24. A.g.e., s. 85.

    25. Usûlî Divanı, s. 59.

    26. Nev’î Divanı, haz. Mertol Tulum, M. Ali Tanyeri, İstanbul1977, s. 172.

    27. A.g.e., s. 182.

    28. Ümmî Divan Şairleri ve Enverî Divanı, CemalKurnaz-Mustafa Tatçı, Ankara 2001, s. 70.

    29. A.g.e., s. 71.

    30. Acıyı Bal Eylemek, s. 88.

    31. A.g.e., s. 99.

    32. A.g.e., s. 194.

    33. Nef’î Divanı, haz. Metin Akkuş, Ankara 1993, s.288.

    34. Nâ’ilî Divanı, s. 248.

    35. Nâbî Divanı, s. 198.

    36. Adile Sultan Divanı, haz. Hikmet Özdemir, Ankara1996, s. 337.

    37. A.g.e., s. 338, 349.

    38. Acıyı Bal Eylemek, s. 289.

    39. Yunus Emre Divanı, s. 127.

    40. A.g.e., s. 120.

    41. A.g.e., s. 62.

    42. A.g.e., s. 53.

    43. Şeyhî Divanı, s. 148.

    44. Ahmed Paşa Divanı, haz. Ali Nihat Tarlan, Ankara1992, s. 195.

    45. Ümmî Sinan Divanı, A. Azmi Bilgin, İstanbul 2000,s. 36.

    46. Hamdullah Hamdî Divanı, s. 195.

    47. Nev’î Divanı, s. 176.

    48. A.g.e., s. 36.

    49. Acıyı Bal Eylemek, s. 109.

    50. A.g.e., s. 232.

    51. A.g.e., s. 230.

    52. Usulî Divanı, s. 208.

    53. Bâkî Divanı, s. 339.

    54. Hayretî Divanı, s. 23.

    55. Fuzulî Divanı, s. 142.

    56. Acıyı Bal Eylemek, s. 121.

    57. A.g.e., s. 14.

    58. Nâbî Divanı, C. II, s. 959, 845.

    59. A.g.e., C. I, s. 344.

    60. Yunus Emre Divanı, s. 110.

    61. A.g.e., s. 47.

    62. A.g.e., s. 128.

    63. A.g.e., s. 99.

    64. A.g.e., s. 152.

    65. A.g.e., s. 176.

    66. A.g.e., s. 193.

    67. A.g.e., s. 61.

    68. A.g.e., s. 103.

    69. Hamdullah Hamdî Divanı, s. 214.

    70. Şeyhî Divanı, s. 91.

    71. Necati Beg Divanı, s. 106.

    72. Acıyı Bal Eylemek, s. 113.

    73. A.g.e., s. 356.

    74. A.g.e., s. 131.

    75. Yunus Emre Divanı, s. 56.

    76. Bâkî Divanı, s. 247.

    77. Hamdullah Hamdî Divanı, s. 214.

    78. Hayalî Bey Divanı, s. 76.

    79. Fuzulî Divanı, s. 311.

    80. Nev’î Divanı, s. 191.

    81. Nev’î Divanı, s. 193.

    82. Acıyı Bal Eylemek, s. 14.

    83. A.g.e., s. 14.

    84. A.g.e., s. 327.

    85. Usulî Divanı, s. 170.

    86. A.g.e., s. 109.

    87. Acıyı Bal Eylemek, s. 231.

    88. Bâkî Divanı, s. 79.

    89. A.g.e., s. 431.

    90. Nev’î Divanı, s. 192.

    91. A.g.e., s. 199.

    92. Adile Sultan Divanı, s. 266.

    93. A.g.e., s. 283.

    94. Şeyhülislâm Es’ad ve Divanı, haz. Muhammed Nur Doğan,İstanbul 1997, s. 122.

    95. A.g.e., s. 129.

    96. Yunus Emre Divanı, s. 58.

    97. A.g.e., s. 88.

    98. A.g.e., s. 111.

    99. Acıyı Bal Eylemek, s. 215.

    100. A.g.e., s. 398.

    101. Yunus Emre Divanı, s. 111.

    102. Rahmî-i Harpûtî Divanı, H. Erdoğan Cengiz, GönülHatay Eren, Ankara 1996, s. 38

    103. A.g.e., s. 52.

    104. Ahmet Paşa Divanı, s. 114.

    105. A.g.e., s. 92.

    106. Hayreti Divanı,s. 24.

    107. Adile Sultan Divanı, s. 309.

    108. Yunus Emre Divanı, s. 111.

    109. Usulî Divanı, s.98.