Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Dünyevî Hayatın En son Tadı: Ölüm

    M. Said İşeri

    Gerçeğin sesi insana hep "ölüm yoktur" diyehitap eder. "Ben oyum ki, bana inanan ölümde hayat bulur. Ben ölümdensonra dirilişim; hayatım. Bana inanan hiçbir zaman ölmez; daimi ve ebedi yaşar.Bana inanır mısın?" Tolstoy, bu sözleriyle, birçok büyük insanlargibi, vicdanının sesine kulak vererek, ölümü daha güzel, sonsuz bir hayatınbaşlangıcı olarak görmüştür.

    Ölümün anlamı, hayatın anlamında gizlenmiştir.Hayata anlam veremeyen insanlardan ölümün manasını bilmeyi beklemek, imkansızıarzulamak gibi bir şeydir. Ölüm, bu dünyadaki zamanımızın sınırlı olduğunuve ayrılık vaktine kadar vazifelerimizi tamamlamamız gerektiğini hatırlatmaktadır.Başka bir ifadeyle, şimdiki hayatımızda yaptıklarımız, bundan sonrakihayat evrelerimizi etkileyecektir. Bize verilen süre ise, oldukça kısa vegereksiz yere harcanamayacak derecede değerlidir. Hayatı bir sınav, ya da birmüsabaka olarak değerlendirenler için ölüm her şeyin son bulması demek değildir.Hayat, sınavdan ve müsabakadan sonra da büyük bir hızla devam edecektir.Fakat, sürenin ne zaman dolacağı belirli olmayan sınavda ve müsabakada gösterilenbaşarı, gayret ve dikkat, hayatın tamamına yön verecektir. Ölüm, sürenindolduğunu bildiren, müsa-bakayı bitiren zildir. Umutlarla dolu bir hayatınhem başlangıç hem de dönüm noktasıdır.

    Gelişen, büyüyen herşey yıkılmaktan, bozulmaktankurtulamıyor. Hücre de, insan bedeni de, sürekli gelişerek balon gibi şişenkainat da. Çünkü, gelişme varsa yaşam süresi de vardır. Yaşam süresininen son noktası ise yıkımın nihai mertebesi olan ölüme işaret etmektedir.Şimdiye kadar yaşayıp gelişen hiçbir varlığın ölümden kurtulamamışolması, şimdiden sonra da bu kanunun böyle devam edeceğinin en sağlambelgesidir.

    Yeryüzü şartlarında bile, ölüm daha mükemmel birhayata başlangıç olabilmektedir. Her bahar mevsiminde, tabuta benzeyen sayısızçekirdeklerin, tohumların ve yumurtaların ölmeleri, çürümeleri birçokbitkilerin ve hayvanların hayatlarının temelini meydana getirmektedir. İnsanınmidesinde ölen meyveler, sebzeler daha gelişmiş bir hayat mertebesine yükseliyorlar.Çürüyen, kokuşan bitki ve hayvan cisimleri bile, birçok kurtların vemikroorganizmaların hayat bulmasına kaynak teşkil ediyorlar. Bir beden ölürkenmilyonlarca canlı, varlık sahnesinde diriliyor. Varlık alemini durağanlıktankurtaran, korkunç bir faaliyet halinin sürekliliğini temin eden ölüm, hayatateşinin daha kuvvetli bir şekilde yanmasını sağlamaktadır. Hayatın gerçekdüşmanı olan yeknesaklık, uyuşukluk, vurdumduymazlık ve statiklik gibihalleri de, adem alemlerine hapsetmekle görevli bir memurdur, ölüm.

    Bu yazıda, öncelikli olarak ölümün hakikatinin neolduğu, Cenab-ı Hakk’ın ölümü, zevali ve ayrılıkları niçin yarattığınıincelenecektir. Daha sonra, ölümün hayat üzerinde havf ve reca dengesini neşekilde sağladığı ve hayatı her yönüyle etkileyerek, nasıl yön verdiğiüzerinde durulacaktır. Son olarak ise, ölüm korkusunun hangi nedenlerdenkaynaklandığı ile ölümün rahmet ve nimet olma gerçekleri konusunda birtakım tespitler zikredilecektir.

    Ölümün Hakikati Nedir?

    Parça-bütün, küçük-büyük, değerli-değersiz herşeyin hakikati, özü esma-i İlahiyeye dayanmaktadır. Cansız cisimlerdenbitkilere, hayvanlara, meleklere ve insanlara kadar birçok farklı özellikleresahip varlıklar, Allah’ın sonsuz mertebeleri olan bin bir isminin tecellietmeleri ile yaratılmışlardır. Cansız varlıklardan olan güneş, toprak,yağmur gibi unsurlar bile Hayy isminin tecellisiyle hayat kaynağı kesilmişlerdir.Semeklerden/balıklardan meleklere kadar birçok canlı türünün hayatı, yineaynı ismin değişik mertebelerdeki tecellilerindendir. Herhangi bir varlık üzerindebir ismin tecelli etmesi, diğer isimlerin tecelli etmesine engel teşkiletmemektedir. Güneşin, ışığındaki bütün tonlarıyla eşyayı aydınlatmasıgibi, varlıklar üzerinde birçok isimler aynı anda tecelli edebilmektedir.Yalnızca insanın yaratılması hadisesinde bile bir anda birçok ismin hükümleriniicra ettikleri görülmektedir. Hayy isminin tecelli etmeye başlamasıylabirlikte, Hakîm ismi de tecelli eder ve bedendeki organların en faydalı birşekilde düzenlenmesini, sistemli bir işleyişin olmasını sağlar. Aynızamanda Müzeyyin ve Musavvir ismi de tecelli eder, bedenin ve organlarınzineti ihmal edilmeden güzel bir şekle sahip olmalarını temin eder. Dahabunlar gibi bilerek yapıldığını gösteren Alim, birçok imkanlar içerisindenen idealinin seçildiğini hissettiren Mürid isimleri gibi birçok isimlerbirbirlerini ikmal eder bir tarzda hükümlerini icra etmektedirler.

    Ölüm de bütün zamanları ve mekanları istila etmişbir hakikat olarak, Allah’ın isimlerinin bir tecellisidir. Nasıl ki, Hayy ismikesif topraktan, bulanık sudan/nutfeden sayısız canlıların yaratılmasınıgerektirmektedir. Mümit ismi de yeryüzü sayfasında pekçok zihayat/canlıharflerin yazılabilmesi ve bir hakikatin pek çok yönlerinin açığa çıkmasıiçin ölümü netice vermektedir.

    Bütün alemlerin Rabbi ve Yaratıcısı olan Allah’ın,hakimiyet ve tasarrufları birbirinden ayrı pek çok isimleri olduğundanbahsettik. Bu isimlerin tecellileri ise cemali ve celali olmak üzere iki türlüdür.Bahar ve yaz mevsiminde meydana gelen değişimler cemali isimlerin tecellisi,sonbahar ve kış mevsiminde meydana gelen inkılaplar ise celali isimlerintecellisindendir. Şimşeğin çakması ve gök gürlemesi celali tecellilerin,yağmurun yağması cemali tecellilerin hava sayfasındaki yansımalarıdır.Daha bunlar gibi aydınlık-karanlık, güzellik-çirkinlik, Cennet-Cehennemdiye uzun uzadıya sıralayabildiğimiz bütün nisbi hakikatler, cemali vecelali isimlerin tecellilerinden başka bir şey değildir.

    İşte, isimlerin celali ve cemali olarak kainatta tecellietmesi nedeniyledir ki, zıtlar açığa çıkmış ve bu zıtlar arasında isebirbirinin sınırlarını zorlamalar/saldırılar ile müdafaa vaziyetlerivukua gelmiştir. Zıtlar arasındaki mücadeleden de terakki/yükseliş vetekamül/mükemmelleşme ortaya çıkmıştır.1 Cemali isimlerden olan Hayyisminin tecellisi olan hayat ile, celali isimlerden olan Mümit isminintecellisi olan ölüm, birbirine zıt iki hakikattirler. Ölümün varlığı,hayatın anlamını ve değerini ortaya çıkarmaktadır. Ölümün keşifkolları olan hastalıklar ve musibetler sayesinde, hayat saflaşmakta, kuvvetleşmekte,derece kazanmakta ve yokluğun kokusunu hissettiren sabitliğin, tenbelliğintozlarından temizlemektedir.

    Hem hayat hem de ölüm, Cenab-ı Hakk’ın varlığınıispat eden çok önemli iki delildir. Hayat, Cenab-ı Hakk’ın varlığınınvücub derecesinde olduğuna, ölüm ise varlığının bekasına işaret eder.Bütün canlıları değişik hayat mertebelerinde yaratan Yaratıcı’nın hayatsahibi olmaması imkan harici olduğu gibi, ölen varlıklardan sonra hayatıtekrardan icad eden Zatın da baki ve sermedi bir hayat mertebesinde bulunmamasımümkün değildir.

    Cemali tecellileri gösteren hayat, ehadiyetin bir deliliolduğu gibi, celali tecellileri gösteren ölüm de vahidiyetin bir delilidir.2Ehadiyet sırrı, Cenab-ı Hakk’ın perdesiz, doğrudan doğruya, özel olarakteveccühüyle tasarruf etmesidir. Nitekim, hayat için bu çok açık bir şekildeortadadır. Sebeplerin perde yapılmadığı dört şeyden (vücud, hayat, nur,rahmet)3 biridir, hayat. Fakat, vahidiyet sırrı sebeplerin perdesi arkasındave genel bir kanun çerçevesi içerisinde bir tasarrufu intac etmektedir.4Halbuki, tevhid ve celal sebeplerin hakiki manada tesir sahibi olmasına razıolamaz. Öyle ise, varlıkların, kendilerini meydana getiren bütün zahirisebeplerle birlikte son bulup ölmeleri yaşanmalıdır5 ki, sebeplerin hiçliğive birer perde oldukları hakikati de anlaşılmış olsun.

    Cemali isimlerden olan Hayy ve Muhyi isimleri hayatı,celali isimlerden olan Mümit ismi ise ölümü gerektirmektedir. Cemali isimlerhüsn-ü bizzat dediğimiz bütünüyle güzel olan tecellilerin, celali isimlerise hüsn-ü bilgayr dediğimiz neticeleri itibariyle güzel olan tecellilerinkaynağıdırlar. Cemal hamdi ve övgüyü gerektirir, celal ise kusur venoksanlardan uzak olmayı iktiza eder. Cemali isimler Allah’ın kullarınarahmeti cihetiyle yakınlığını hissettirirken, celali isimler ise izzeti veazameti cihetiyle sonsuz derecede yarattıklarından uzak olduğunu hatırlatmaktadır.6

    Cenab-ı Hak, yeryüzünü her baharda canlandırmasıyla,sayısız çeşitlikte canlılarla süslendirmesiyle sanatının maharetini ve güzelliklerinigöstermektedir. İnsandan beklenen ise, bütün bu güzellikleri ve mükemmelliklerikendisine verilen duygularıyla algılaması, manalarını okuyup anlaması ve bütünbu güzel sanatlarıyla kendi manevi cemalini göstermek isteyen Zata karşı sınırsızbir sevgi beslemesidir. Ne yazık ki, sebeplerin örgüleri arasında perdearkasını göremeyen insan, nakışlardaki güzelliklere takılmakta ve bütünmethini, senasını, sevgisini zahiri güzelliklere yöneltmektedir. Bu ise,yaratılış gayesinin bütün bütün aksine hareket etmesi demektir. Fakat,birden mevsim değişir, bahar ve yaz biter, yerine güz ve kış gelir. Çiçeklersolmaya, yapraklar sararmaya ve canlılar ölmeye başlarlar. Aşk derecesindesevilenler, artık eski çekici güzelliklerini, hoş kokularını, tatlı gülümsemelerinikaybetmişlerdir. Aklı başında bir insan için, güz ve kış mevsiminin ölümlekarışık bütün bu değişimlerinde çok önemli bir mesaj vardır. Meydanagelen hadiseler, bütün olup bitenler gösterir ki, sebepler gerçek manada hiçbirözelliğe sahip değildir ancak birer perdedir, Ezeli ve Sermedi bir cemalsahibi olan Allah’ın isimlerinin sanat harikası nakışlarıdır.

    Havf (Korku) ve Reca (Ümit) Dengesi

    Korku, insanın düşmanı tarafından yok edileceği, enazından zarar göreceği duygusundan kaynaklanır. Eğer düşman belirgin isebuna korku, belirgin değilse buna da kaygı (endişe) denmektedir. Yine korkuile kaygı arasındaki aşikar farklardan birisi de, korkunun daha şiddetli vekısa süreli, kaygının ise daha hafif olmakla birlikte uzun bir zamana yayılmışolmasıdır.7 Korku ile kaygı arasındaki farklar konusunda felsefeciler,psikologlar, antropologlar ve edebiyatçılar gibi birçok değişik dallardauzman bilim adamı ve düşünürler fikir beyan etmişler, değişikpencerelerden meseleyi aydınlatmaya çalışmışlardır. Fakat, bu yazıda sözkonusu ayrımın ayrıntısına girilmeden, hem korku hem de kaygı, havf kavramıiçinde düşünülecektir.

    Genel olarak insanı korkutan, ya da kaygılandıranetkenler üç kategoride düşünülmüştür. Bunlar, varlık korkusu, başarıkorkusu ve sosyal korkulardır. İnsanın bedenini tehdit eden ölüm, hastalıkve kaza gibi olaylardan korkma, varlık korkusu sınıfına girmektedir. Hatta,bir kısım hayvanlardan korkma, yükseklik korkusu ve karanlıktan korkmak davarlık korkusunun uzantıları olarak kabul edilmektedir. Korkunun diğer birçeşidi olan başarı korkusu ise sınav korkusu, okul korkusu ve bedenselfaaliyetleri başaramama korkusu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Üçüncü tipkorku olan sosyal korkular, insanın kendi değer ve kişiliğini tehdit edendurumlar karşısında tedirginlik ve heyecan duymasıdır. Diğer insanlartarafından sürekli gözlendiğini ve değerlendirmeye tabi tutulduğunu düşünenbir insan, toplum karşısında mahcubiyet, utanma, tedirginlik gibi bir takımkorkular duyabilmektedir.8

    Ümit ise, iyi ve faydalı bir şeyin gerçekleşeceğibeklentisini ve inancını taşımaktır. Ümit güven duygusunun kaynağıdır.Kur’an’da ümit kavramı reca kelimesi ile ifade edilmiştir ve birçok defatekrarlanmıştır. Tek bir hücreden başlayan yaratılışından, mü’minkonumuna gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet ve insaniyetmertebelerinde birçok elemleri ve emelleri olan bir insanın ümide son dereceihtiyacı vardır.9 Bitkisel tarafı olan bedenini tehdit eden hastalıklardantutun da ta tabii afetlere kadar birçok sebepler insana elem verir. Estetikolmayan görüntüler, rahatsız edici sesler ve kötü çevre koşulları gibimenfilikler başka bir açıdan, insanın hayvansal yanını sıkıntıya sokanolaylara örnektir. İnsanın bir de insaniyet tarafı vardır ki, onu bütünvarlıklarla ve bütün zamanlarla alakalı bir konuma getirmektedir. Diğervarlıklar hakkındaki fikirleri hayatının akışını çok etkili bir şekildeolumlu ya da olumsuz olarak değiştirmektedir. Varlıkları dost, memur gibi görenbirinin yaşantısı ile yabancı, başıbozuk, gelişigüzel hareket eden sürülerkabul eden bir insanın hayat tarzı arasındaki belirgin farkları karşılaştırmak,bu meseleyi anlamak için yeterli miktarda bize ölçüler kazandıracaktır.Hatta, insanı en fazla etkileyen olay, sevdiklerinin ona karşı tavırlarıdır.Yakın çevresindeki insanların yaşantıları ve kendisi hakkındaki düşünceleri,insanın hayatında köklü değişimlere neden olmaktadır. Diğer insanlarınkendi hayatına karşı aşırı ilgilerini, bazen de ilgisizliklerini hayatınınen önemli bir meselesi yapabilmektedir. İnsanın belki de en ayrıcalıklı yönü,insaniyetin en büyük derecesi olan İslamiyet ve imanın kazandırdığı yüksekmakama çıkabilmesidir. Bu özelliği sayesinde öylesine geniş bir hayatmertebesine ulaşılır ki, başta insanın kendisi olmak üzere sevdiklerininve gelmiş geçmiş bütün varlıkların saadetleriyle, sonsuz bir alemde mükafatlandırılmalarıylaalakadar olmaktadır. Bu derece etrafıyla kuvvetli bağları olan insanın,elemlerine ve emellerine ümid kaynağı olacak ise ancak ve ancak sonsuz güçsahibi Kadir ve sonsuz zenginlik sahibi Rahman bir Yaratıcı olabilecektir.

    İnsan bedeninde alyuvar ve akyuvarların fonksiyonlarınabenzer bir tarzda, vicdanında da nokta-i istinat ve nokta-i istimdad olarakadlandırılan iki pencere vardır ki, nihayetsiz bir reca/ümit kapısını ardınakadar açar. Çünkü, nokta-i istimdat, sayısız kabiliyetlerin, emellerin vemeyillerin hayat kazanmasına hizmet eder. Nokta-i istinat ise, insana hücumeden alemin sayısız musibet ve sıkıntılarına karşı kuvvet kazandırır.Vicdandaki nokta-i istinat celalin bir tecellisidir ve sonsuz kudret sahibiKadir olan Allah’a açılan bir penceredir. En büyük varlıkların, mükemmelbir itaatle, mütevaziane bir havf ve heybet altında hizmetine koştukları birotoriteyi tanıttırır. Yalnızca Ondan korkulup emrine riayet edildiğitaktirde havf edecek hiçbir varlığın kalmayacağı müjdesini ihtiva eder.Nokta-i istimdad ise, cemalin bir tecellisidir ve nihayetsiz merhamet ve şefkatsahibi Rahman’a açılan ikinci bir penceredir. İnsanı ve saadetleriylealakadar olduğu bütün sevdiklerini ebedi mükafatlandıracak hazineler sahibiolan Cenab-ı Hakk’ın rahmetini keşfettiren tılsımlı bir reca/ümit kapısınıaçmaktadır.

    Halık-ı Zülcelal, ezeli Kelam’ının birçok yerindekendisinden korkulmasını emretmektedir.10 Bir kısım ayetlerinde ise baştaPeygamber Efendimiz (a.s.m.) olmak üzere diğer peygamberlerin [Hz. İsa(a.s.), Hz. Nuh (a.s.), Hz. Lut (a.s.), Hz. Salih (a.s.), Hz. Şuayb (a.s.), Hz.Salih (a.s.), Hz. İlyas (a.s.)] dilleriyle, kendisinden korkulmasınıistemektedir.11 Kur’an’daki havfullah (Allah korkusu) gibi bazı önemlikavramlara tahşidat yapılmasının sebebi, Allah’ın haşmetinin ve deinsanların yaptıkları kötülüklerin ne kadar çirkin kaçtığının gösterilmekistenmesinden kaynaklanıyor. Bu manadaki ayetleriyle Cenab-ı Hak manen şöyledemektedir: "Nasıl cesaret ediyorsunuz! İsyanınızla öyle bir Sultan’ınemirlerine karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler, emirdinleyen askerler gibi Ona itaat ederler. Onun öyle askerleri vardır ki, dünyabüyüklüğünde düşman askeri olsaydınız, gülleler gibi yıldızları üstünüzeyağdırabilirlerdi. Hâlâ, Ondan korkmuyor musunuz!"12

    İnsan kendisine verilen aşk, inat, istikbal endişesigibi şiddetli duygularını nasıl ahiret hesabına kullanması gerekiyorsa,benzer şekilde fıtratındaki korkuyu da aynı doğrultuda ve ölçüde istimaletmelidir. İnsan ister istemez korku duygusunu yaşayacaktır. Çünkü, yaratılışındangelen bir özelliğidir. Bu duygusu ise ya halka karşı olacaktır, ya da Halık’akarşı. Halktan, varlıklardan korkmak ise başlı başına bir musibettir.Çünkü, korkulan öyle şeyler vardır ki, insana merhamet etmediği gibi hürmetinide kabul etmezler. Halbuki, korku duygusu Halık’a karşı istimal edilse,binlerce korkulardan kurtulmak mümkün olduğu gibi, Onun sonsuz rahmetininkucağına götüren bir kamçı mahiyetini kazanacaktır.13

    Bütün işleri hikmetli olan Cenab-ı Hak, Ramazan ayı içerisindeKadir gecesini, Cuma gününde duaların kabul edildiği saati, insanlar içerisindeveliyi, ömür içerisinde eceli ve dünyanın ömrü içerisinde de kıyametvaktini gizlemiştir.14 Bu gibi önemli şeylerin gizlenmesinin sebebi, her şeyinve her anın değer kazanmasını temin etmek ve imtihan dünyasını anlamlı kılmaktır.Hayat, trajik ya da dramatik bir oyun kurgusu üzerinde dönen, rolleribelirlenmiş bir tiyatro gibi değildir. Belki her dakikası cevaplandırılmasıgereken anlamlı problemlerle dolu -süresi beklenmedik bir anda sonaerebilecek- bir imtihan, tükenip gitmekte olan -ne miktarda olduğu bilinmeyen-sermayenin gelecek vaad eden yatırımlara kanalize edilmesi gereken birticaret, sonuna kadar konsantre olunması gereken -bitiş çizgisi belirsiz- biryarıştır. Yani, hayatın her anı değerlidir ve en iyi bir şekilde değerlendirilmesigereken -dünyevi, uhrevi- fırsatlarla doludur. İşte, havf ve recanın önemibu noktada ortaya çıkmaktadır. Dünya ile ahiret işleri arasındaki dengeyisağlayabilmek, havf ve reca ortasında yaşamaktan geçmektedir. Havf ve recadengesinin olabilmesi ise, ölüm vaktinin/ecelin bilinmemesiyle mümkündür. Eğer,ecel bilinmiş olsaydı, ömrün ilk yarısında reca kefesinin ağır bastığı,ikinci yarısında ise havf kefesinin dengeyi kendi lehine değiştirdiği,zaman dilimleri yaşanacaktı. Bu ise, ömrün ilk yarısının huzurdan uzak,gafletin en derin uykusunda rüyaya dalmak gibi bir yaşantıyı, ikinci yarısındaise sona yaklaşmaktan, çaresizlikten ve gereksiz işlerde harcanan hayatınhesabını verememekten kaynaklanan ye’s içerisindeki bir hayatı neticeverecekti.

    Havf ve reca dengesini kuran bir insan için ölümkorkusu ise, o insanı uyaran, ihtiyatlı ve tedbirli olmasını sağlayan vekendini savunma konusunda ona yardımcı olan bir tepki suretine girecektir.Korku ve kaygıdan kaynaklanan gerginlik hali de, potansiyel bir güç kaynağımeydana getirecek ve her an kinetik hale geçmeye hazır bir enerji birikiminesebep olacaktır. Sıradanlığın, tekdüzeliğin, tembelliğin, sakinliğin veuyuşukluğun paslarına karşı, dinamizm ve aktiviteyi arttırıcı birkatalizör görevini üstlenecektir.

    İnsanın yaratılış gayesi olan "sırat-ı müstakim"ihayatın her anında yaşayabilmek için, ne Allah’ın rahmetinden ümitsizliğedüşülmeli, ne de azabından emin olunmalıdır. Bu ise havf ve recadengesinin hayatın bütün safhalarında korunmasıyla mümkün olmaktadır.Yani, havf ile eğri yollardan sakınılarak Allah’ın yasakladıklarındanuzaklaşmalı, reca ile emirlerine uygun hareket ederek doğru yollaragidilmelidir. Dikkat edilmelidir ki, şeytanın en önemli desiselerinden biriside, Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek insanları isyanasürüklemesidir.15 Bu açıdan da, havf ve reca dengesini hayatın her anındamuhafaza etmek apayrı bir önem arz etmektedir.

    Niçin Ölümden Korkulur?

    Ölümün gerçek yüzünü göremeyenler için, "Ölümünpeçesi karanlık, siyah, çirkin ve korkunçtur" der, Bediüzzaman. Peki,ölümü insanların nazarında korkunç yapan özellikler nelerdir? Böyle birarayışın içine girdiğimizde, karşımıza genel olarak şu ana başlıklarçıkıyor. Ölüm bedeni yitirmektir, çürümektir, bozulmaktır. Şahsiyetin,kişisel kimliğin kaybedilmesidir. Aileden, sevgililerden ebediyen ayrılmaktır.Hiç beklenilmedik bir zamanda, yaşanmamış bir boyuta yolculuktur. Yalnızlığa,belki de tamamıyla yokluğa atılan ilk adımdır.

    Ölüm korkusu ya da endişesi, hayatı değerli kılmakve onu her türlü tehlikelerden koruma bilincini canlı tutmak için verilmiştir.Fakat, hayata karşı gösterilen aşırı derecedeki hırs, onu daha da şiddetlendirmiştir.Özellikle de dünyevileşmenin yoğunlaştığı bir toplum içerisinde yaşayanfertler için, hayatı boyunca yatırım yaptığı bütün değerlerinden vesahip olduklarından ayrılmak, dayanılması güç bir acı vericidir.

    İnsanlar için ölümün en korkunç yönlerinden birisi,sanat harikası olan bedenini kaybetmesi ve çürümesine, bozulmasına engelolamaması gerçeğidir. Firavunlar zamanında zirve noktaya çıkan mumyalamageleneğinden, günümüzdeki düşük ısılı özel binalarda dondurulmuş birvaziyette canlandırılmayı bekleyen ölü bedenlerine kadar, bütün benzerhadiseler insanların bedenlerini kaybetme endişelerinden kaynaklanmaktadır.Halbuki, insan hayatı boyunca kaç sene yaşamışsa, bir o kadar farklı farklıbedenlere sahip olmuş demektir. Bu kadar beden değiştirmesine rağmen, değişmeyenbir mahiyeti varsa bu durum bedeninin özelliklerinden değil, belki baki olanruhunun özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Öyle ise, gelip geçici olanbedeninin ölüm ile son bir defa çıkarılması insanı korkutmamalıdır.Elbette, dünya hayatında birçok defalar ruha münasip bedenleri ardı ardınafark ettirmeksizin veren Yaratıcının, ölümden sonraki hayata uygun daimi,çürümeyecek bir bedeni hediye etmesi, rahmetinden kuvvetle ümit edilecek birbeklentidir.

    İnsanı en fazla öldüren sevdiklerinden ayrılmaktır.16Ömrü boyunca bağlandığı, değer verdiği insanların arkalarında ağlayarakkalmak bir gurbet halini yaşattığı gibi, bir gün kendisinin de dünyadanayrılıp sevdiği birçok insanı geride bırakması, çok daha ayrı hazin birgurbeti hissettirmektedir. Bir de, dünya hayatında yalnız bıraktıklarınınbuna ne kadar hazırlıklı oldukları endişesini taşıyorsa ve onlarıngeleceklerini düşünüyorsa, ayrılık ateşi ruhunu çok daha derinlerdenyandıracaktır.

    Ölüm, insanı alışık olduğu ortamdan ve hayatıpaylaştığı kimselerden ayırmakta, onu tek başına koymaktadır. Nitekim,derinlik psikolojisine göre sevilen objelerden ayrılma, bütün korkularınesas kaynağıdır.17 Hücre hapsi (haps-i münferit), tek başına bir hapiskapısı, ahiret inancı olup sefih hayatından vazgeçmeyenlerin bekledikleribir sonuçtur.18 Dünyanın konforunu yaşamış bir insan için bir seneden azhapisler bile dünyevi lezzetlerini acılaştırmak için yetmektedir. Sayılarınyetersiz kaldığı seneler boyunca hücre hapsi ile cezalandırılma kapısıolan ölüm, elbette en büyük bir endişe ve korku kaynağı olacaktır.

    Yokluk, o donduran buz, o söndüren karanlık; / Büsbütünbilgisizlik ve tam bir unutkanlık…

    Zaman, mekan ve benlik kavramlarını büyük bir hızlakoparıp kendisine çeken, canlı cansız bütün varlıkların kafile kafileardına süratle gidip kaybolduğu yokluk alemini, Necip Fazıl dizelerindebarid buz, kesif karanlık, cehl-i mutlak ve nisyan-ı mutlak manasında tarifetmiştir. Böyle bir yolun yolcusu olmaya, hangi vicdan çıldırmadankatlanabilir? Ebediyeti ve sonsuz bir saadeti aşk derecesinde şiddetli bir şekildearzulayan insanın ademe, idama, hiçliğe, mahv olmaya tahammül etmesi mümkündeğildir. İnsanın mahiyetindeki duygular içinde en çabuk tatmin edilebilenduygusu hayalidir. Fakat, hayal bile, bir milyon sene ömür ve dünya saltanatındansonra, ademe ve hiçliğe gitmeyi tatmin edici bulmamakta, Cehennem de olsa, adive meşakkatli de olsa, yine sonsuz bir hayatı arzu etmektedir.

    Ölüm korkusunun bir nedeni de, insanı bilinmeyene sürüklemesidir.Çünkü bilinmeyen ve yeni olan her şey, insanda korku uyandırmaktadır. Çoğuinsan için ölümden duyulan korkunun, bu bilinmezlikten kaynaklandığı söylenebilir.Ortada yeni olarak keşfedilmesi gereken bir memleket vardır vebilinmezliklerin sisleri altında gizemliliğini korumaktadır. İşte, belki deinsanı en çok korkutan tarafı budur, ölümün kendisinden sonra takip edecekolayların ulaşılamayan gizemi…19

    Ölüm, insanın arkasında onu parçalamayı bekleyen birarslan gibi takip etmekte, bu işi ne zaman ve nasıl yapacağı belli olmayangizli bir düşman gibi her an tehdit altında bırakmaktadır. Hele bir dehayat gereği gibi değerlendirilemediyse, boşa harcanan yıllar olarak görülüyorsave hedeflenenlerin çok uzaklarında kalınmışsa, bütün bu başarısızlıklarinsanın ölüm korkusunu olabildiğince şiddetlendirecektir.

    Ölüm denilince ilk akla gelenlerden biri de dünya hayatındayapılan kötü işlerden ve davranışlardan dolayı cezalandırılma düşüncesidir.Hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadis-i şeriflerde, inanmayan ve inandığı gibiyaşamayanlar için çok şiddetli tehditler bulunması, ölüm korkusunu arttırmaktadır.Cenab-ı Hak, Enbiya Suresinin kırk altıncı ayetinde, azabının korkunçluğunuve en azının bile tesirinin ne derece şiddetli olduğunu göstermek içindiyor ki: "Yemin olsun ki, Rabbinin azabından küçük bir esinti onlaraazıcık dokunacak olsa, muhakkak ‘Vay bizlere, biz gerçekten zalimlerdik!’diyeceklerdir." Ayette geçen, lein (eğer olsa), mes (azıcık dokunmak),nefha (esinti, kokucuk), min azabi (azabından az bir şey) gibi her bir kelimeazlığı ifade etmektedir. Bunlarla birlikte Kahhar, Cebbar, Müntakim gibiisimlerin yerine merhameti hissettiren Rab isminin tercih edilmesi ile şiddetihatırlatan ikab yerine şefkati ifade eden azab kelimesinin kullanılması, düşünülebileceken hafif bir cezanın bile ne kadar dehşetli olduğunu ihtar etmektedir.20

    Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ebedi azabı hak edenlerinoradaki yiyeceklerinden bahsederken: "Eğer zakkumdan, dünyaya tek damladamlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse,yiyecek ve içeceği zakkum olan Cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!"21diyerek, en sıradan bir azabın korkunçluğunu nazarlara vermesiyle, ölümdensonraki hayat için endişe edilmesini ve dünya hayatını ona göre değerlendirilmesiniders vermektedir.

    Vazifelerini gereği gibi yerine getiremeyen ve bir kısımgünahları işlemekten de uzaklaşamayan insanlar, Kur’an’-da ve hadislerde geçenuhrevi cezaları duyunca, ister istemez pişmanlık duymakta, sıkılmakta ve ölümünmenfi neticesinden endişe etmektedirler.

    Ölüm Rahmet ve Nimettir

    Günümüzün gelişmiş Batı toplumları yakın zamanakadar ölümü tabu olarak görmekteydi. Özellikle de Amerikan toplumu halen"ölümü yadsıyan bir kültür" yapısına sahiptir. Fakat, sonyirmi yıl içinde, ölüm Batı toplumlarında yeniden keşfedilmiştir.Tanatoloji, yani ölümün incelenmesi son yıllarda gittikçe gelişmiştir.22Fakat, bütün bu gelişmelere rağmen, ölüm olayının biyolojik, psikolojikve sosyolojik boyutlarına ait durum tespitinin yapılması haricinde önemlibir ilerleme sağlanabilmiş değildir. Hayatın anlamını içinde gizleyen ölümgerçeği, birçok insan için muammasını muhafaza etmektedir. İster istemezyaşanacak olan ölüm hakkında kimsenin tereddüdü yoktur ve ona ya sonuolmayan bir yokluk ya da ebedi bir hayatın başlangıcı olarak inanılmaktadır.Ölümün yokluk olduğuna inanmak, hem hayatı hem de ölümü anlamsızlaştırmaktadır.Hayata değer katan ölümün gerçek anlamı ise, tanatoloji çalışmalarınında bütün birikimiyle sonunda gelip dayanacağı, imanın altı esasındatemellerini bulmak zorundadır.

    Bediüzzaman, İhtiyarlar Risalesi’nde kabre ve ölümeyakınlaşan ihtiyarlara, kendi hayatında karşılaştığı hüzün ve sıkıntıverici olaylara karşı bulduğu reca/ümit kapılarından bahsetmektedir.Risalenin adı her ne kadar İhtiyarlar Risalesi bile olsa, sanki ihtiyarlardançok gençler için yazılmış bir eser gibi yediden yetmişe bütün insanlığaümit ve moral kaynağı olmaktadır. Yirmi Altıncı Lem’a’da Bediüzzaman,devasız bir dert, dermansız bir yara zannedilen ölüm, fena ve zevalin ab-ıhayat gibi tesirli bir ilacı, imanın altı rüknünde gizlendiğini değişikreca kapılarının anahtarlarını elimize vererek içeriye buyur etmektedir.Herbir iman hakikatinde kuvvetli bir reca ve parlak bir teselli nurunun varolduğunu,mü’min olan her yaştaki insanlara göstermektedir.

    İmanın altı esasının birincilerinden Allah’a imanhakikatinin içinde, ilahi rahmetin keşfedilmesi, ölümü büyük bir nimethaline getirmektedir. Çünkü, varlıkların acizlik ve fakirliğinin derecesioranında rahmetinin hediyelerini gönderen, bütün yavruları en temiz,besleyici gıda olan süt gibi rızıklarla besleyen ve Kur’an-ı Kerim’de yüzon dört yerde kendini "er-Rahmanü’r-Rahim" sıfatlarıyla takdimeden bir Zatın huzuruna açılan bir kapı olmaktadır.

    "Bir ân-ı seyyale vücud-u münevver, milyon senebir vücud-u ebtere müreccahtır." sırrıyla, Allah’a iman ederek bir anyaşamak, Onu tanımaksızın milyon sene yaşamaktan daha iyidir.23 Çünkü,vahdet sırrıyla Cenab-ı Hakk’ın esma-i Hüsnasına bağlanan her varlıkdiğer varlıklarla da bağ kurmuş olur. Cenab-ı Hakk’ın esması baki olduğumüddetçe bütün varlıklar dahi beka bulabileceklerdir. Bu noktadan sonsuzbir vücud nuru kazanılır ve her türlü ayrılıklardan ebediyen uzak kalınır.Eğer, iman-ı billah olmazsa, ölüm ile varlıklar arasındaki bağlar koparve sonsuz sayıda ayrılıkların, yoklukların ağır yükleriyle karşı karşıyakalınır. İşte, ölüm varlıkların fani olduklarını göstermesiyle,Baki-i Hakiki olan Allah’ı aratmasıyla ve bütün yaratılanların Onun varlığıylasonsuz bir varlık kazandıklarını göstermesiyle, büyük bir nimettir verahmettir.

    Hüda davet eder elhamdülillah

    Bu can dosta gider elhamdülillah

    Hakikat şehrine çün rihlet oldu

    Gönül durmaz uyar elhamdülillah24

    Yeryüzündeki bütün güzellikler ve mükemmeleserleriyle kendi manevi cemal ve kemalini göstermek isteyen Cenab-ı Hakk’ı,görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyaklı olmak, insanın yaratılışınınen önemli gayelerinden biridir. Öyle bir güzellik ki, bir saat müşahedesiCennetin bin senelik lezzetlerini unutturacak derecede cazibedar. Ölüme bupencereden bakınca merak uyandırıcı, şevk verici ve ısrarla talep edilmeyelayık bir nimet olarak görmemek mümkün değil.

    Bir başka reca kapısında,25 peygamberlere imanın ölümüsevdiren yönlerinden bahsedilmektedir. İnsan bir yolcudur ve her konaktabelirli bir süre bekledikten sonra, arzusu sorulmaksızın uğraması gerekendiğer memleketlere sevk edilmektedir. Ölüm de berzah memleketine kış ayındayapılan gece yolculuğu gibidir. Gelinen memlekette ise, öyle nurani dostlar,güneş gibi aydınlatıp ısıtan ahbaplar vardır ki, yolculuğun bütün sıkıntılarınıhiçe indirirler. Başta Resul-i Ekrem (a.s.m.) olmak üzere bütünpeygamberlerin, asfiya ve evliyaların toplandığı berzah ülkesine seyahat, bütünhakiki dostlara kavuşmaktan başka bir şey değildir.

    Geldim cihane garib, oldum güle andelib / Herdem ciğerlerdelip, çağırırım dost dost / Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp/ Şevk ile daim uçup, çağırırım dost dost26

    Ölüme karşı teselli veren, ümitlendiren bir başkaiman esası, başta Kur’an-ı Hakim olmak üzere, kitaplara inanmaktır. Bu dünyayı,daha doğrusu kainatı bilerek sanatla yapan, iradesiyle düzenleyen ve süsleyenCenab-ı Hak, ilim sahibi Alîm’dir. Yapanın bilmesi, bilenin de konuşmasıprensibince, elbette Cenab-ı Hak da, konuşmasını bilen, kabil-i hitap ve mükemmelinsanlarla konuşacaktır. İşte, insanlarla olan münasebetini ve onlardanbeklediği arzularını gösteren kitaplar, Kur’an-ı Kerim gibi semavifermanlardır. Kur’an, hem hayat ile ölümün hakikatlerinden ayrıntılı birşekilde bahsetmekte, hem de ölümden sonraki hayat için nihayetsiz birsermaye kazandırmaktadır. Kur’an’ın her bir harfinin en az on sevabı vardırve bu miktar Kadir gecesinde otuz bine kadar çıkmaktadır. Bir de onun kazandırdığımana-i harfi nazarıyla kainata bakılacak olursa, her bir varlık birer ayet veharf olup insanın dünyasına sonsuz sevap nurlarının yağmasına sebepolacaktır. İşte, ahiret sevabı, Cennet meyveleri ve kabir alemini aydınlatmasıgibi birçok yönlerden, hiçbir kitap Kur’an ile rekabet edecek makamda değildir.

    Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssaların sonlarındakiayrılıklar, kıssadan alınan hayali lezzeti acılaştırıyor. Kıssalar içinde"Ahsenü’l-kasas" ünvanını almış Hz. Yusuf’un (a.s) kıssasıise, onun ölüm haberiyle bitmesi, insanı çok daha fazla duygulandırıyor.Fakat, Kur’an’ın Hz. Yusuf’un (a.s.) vefatını bildirmesinde, bütün insanlariçin çok önemli bir müjde ve saadeti göstererek manen diyor ki:

    "Demek, o dünyevi lezzetli saadetten daha cazibedarbir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i YusufAleyhisselam gibi hakikatbin bir zat, o gayet lezzetli bir dünyevi vaziyet içinde,gayet acı olan mevti istedi; ta öteki saadete mazhar olsun. Siz de hakikisaadet ve lezzet diyarı olan kabrin arkası için çalışınız."27

    İmanın diğer bir rüknü olan ahirete iman, diğererkanın verdiği teselli nurunu daha da aydınlatan kırılmaz ve kapatılamazbir reca kapısını ardına kadar açmaktadır. Sonsuz bir gençliği, ebedibir saadeti, tükenmeyen bir serveti, elemsiz lezzeti, ayrılık acısını birdaha tatmaksızın ivazsız şefkati, muhabbeti ve uhuvveti doyumsuzcasına yaşamayagitmek olan burak-ı mevt ile yolculuk, huzur verici bir halettir.

    Meleklere imanın, ölümün dehşetli yarasını nasıltedavi ettiğini, Meyvenin On Birinci Meselesi’nde çok çarpıcı yönleriyle görüyoruz.Azrail’i (a.s.) bilmek, artık bize korkunç gelmiyor. Çünkü, biliyoruz ki O(a.s.), sahip olduğumuz en kıymetli malımızı, ruhumuzu fenadan, başıboşluktanmuhafaza eden güvenilir bir emanetçidir. İnsanın omuzlarında durupiyiliklerini ve kötülüklerini yazmakla vazifeli melekler olan KiramenKatibinin varlığı da bize ümit veriyor. Çünkü, insan kıymetli sözlerinive hallerini yazı, şiir, fotoğraf ve video kamera ile kalıcı yapmakistiyor. Cennetin son derece mükemmel sinemalarında gösterilecek vesahiplerine sonsuz mükafat, şöhret kazandıracak fiillerin Kiramen Katibintarafından her an kaydedilmesi ne kadar sevinç vericidir. Ölümün diğerboyutu olan daracık kabir hayatının yalnızlığı, kimsesizliği, karanlığıve soğukluğu içinde iken, Münker ve Nekir taifesinden iki arkadaşın çıkıpgeleceklerine inanmak, daha başka bir huzur kaynağı olmaktadır.

    İmanın en son sınırlarını teşkil eden altıncıesası, kazaya, kadere, hayır ve şerri Allah’ın yaratmış olduğuna inanmaktır.Kadere iman sayesinde ademe, fenaya gidip yok oldu zannedilen bütün varlıklarbir anda hayat kazanırlar. Çünkü, geçmiş ve gelecek zamanda, yaratılmışya da yaratılacak olan her şeyin kaderi levhalarda, ilmi birer varlıklarınınolduğu anlaşılmaktadır. Varlık ve canlılık yalnızca maddi aleme ve şimdikizamana münhasır değildir. Belki, her bir alem kabiliyetine göre hayathakikatinden nasiplerini almışlardır.28 Hayata bu pencereden bakan bir mü’miniçin ölüm, başka bir hayat mertebesine terakki etmek olarak algılanacaktır.

    Bediüzzaman, Birinci Mektup’ta hayat mertebelerini anlatırkenölüme bakışımıza ayrı boyut daha kazandırmaktadır. Hayatın beşmertebesinden bahsetmekte ve bu mertebelerden dördüncüsü şehidlerin hayatı,beşincisi ise kabirdekilerin hayatları olduğunu izah etmektedir. Bu demektirki, ölüm hayatın başka bir mertebesine açılan bir kapıdır, köprüdür.

    Şerlerin varlık sebebini bilen bir insan için, hiçbirşey moral bozucu, endişe verici olamaz. Tam tersine gayretine ve ciddiyetinekuvvet verici hükmüne geçer. Çünkü, şerler ve kötülükler, kıymetli ürünlerive malları üreten bir fabrikanın çarklarının çalışması için gerekliolan yakıcı, elektriklendirici maddeler olarak görülürler. Şerlerin içinde,belki en dehşetlisi gibi görülen ölümün hakikati de aynı sırrın özelliklerinitaşımaktadır. Geçici bir hayata ait cüz’i bir varlık kaybedilse bile,ahirete ait binlerce daimi varlıklar kazanılmaktadır. Bu durum yokluk, hiçlikdeğil hayatın ta kendisidir.

    En çirkin görünen şeylerde bile, gerçek manada güzelliklersaklıdır. Hüsn-ü bilgayr denilen ve neticeleri itibariyle güzeller sınıfınagiren hadiselerden biri de ölümdür. Dışarıdan seyredildiği zaman, yokluk,çürümek, hiçlik, ayrılık ve lezzetlerin son bulması gibi birçok çirkinliklerdenmürekkep bir sima ile karşılaşılır. Fakat, onun gerçek yüzü hiç dıştangöründüğü gibi değildir. İnanan bir insan için ölüm terhistezkeresidir, mekan değiştirmektir, sonsuz bir hayatın kapısını adımlamaktırve dünya zindanından Cennet bahçelerine uçmaktır. Dünyada yapılanhizmetlerin ücretlerini almak üzere Allah’ın huzuruna çıkmaya ve sonsuzsaadete kavuşmaya bir davetiyedir.29

    Canlıların içinde, dünyaya ait faydalardan -hemnicelik hem de nitelik itibariyle- en fazla istifade eden insandır. İnsana böylebir şerefin verilmesi, yeryüzündeki nimetleri tadıp, tartıp Allah’a karşışükür vazifesini layıkıyla yapabilmesi içindir. Fakat, yaratılış gayesive vazifesi unutulunca, dünya nimetlerinin aslında ahiretin tarifi imkansıznimetlerine birer nümune oldukları hakikati nazarlardan gizlenir. Allah’ınmanevi cemalini ve rahmetini sevdirmek için ikram etmiş olduğu hediyeler,insanı dünyaya aşk derecesinde kuvvetle bağımlı hale getiren gizli şerikler/ilahlarolurlar. Cenab-ı Hak, vazifesini suiistimal ederek dünyanın zevklerine buderece bağımlı olmuş bir insana, ölüm ve ayrılığın çok fazla acıvermemesi ve tehlikeli bu vaziyetinden kurtulabilmesi için, dünyadan nefret veahirete gitmeye şevk uyandıran birtakım sebepleri yaratmıştır. Busebeplerden bazıları şunlardır: dünya nimetlerinden istifadeyi azaltanihtiyarlık, güzel ve çekici birçok varlığın insana itibar etmeksizin ayrılıpgitmesi, sevilen dostlardan ayrılık, yaşamın zorlukları ve sorumluluklarındansıyrılıp istirahat etme arzusu, ölümün ve dünyanın gerçek yüzlerininbilinmesi…

    Dünya bütün şaşaasıyla birlikte, ahirete nispetenbir zindan gibi kalmaktadır. Dünyanın zindanlarından, ahiretin saraylarınagitmek olan ölüm, elbette ki, büyük bir nimettir. Hayat vazifesini bitiripücret almaya gitmek; dünyanın ve bedenin kayıtların kurtulup ruhların uçtuklarıberzah alemlerine seyahat etmek; varlıkların usandıran gürültülerindenkurtulup Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmak, rü’yetine mazhar olmak bin canımızolsa, uğrunda feda etmekten kaçınmayacağımız bir hadise olsa gerek.

    Dünyayı aşk derecesinde şiddetli bir tarzda sevmekinsanın yaratışından kaynaklanan bir durumdur. Çünkü, insandaki sevgiduymak, aşık olmak iradesine bağlı değildir. Fakat, bu durum seveceği şeyleriseçerken iradenin fonksiyonunun olmadığı manasına gelmemektedir. Aksine,sevginin yüzü bir sevgiliden diğerine çevrilebilir. Fakat, sevgide ve aşktainhisar özelliği olduğundan, sevgililerden birinin çirkinliğinin ya da diğerinindaha fazla sevgiye layık olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Bu prensip, dünyave ahiret sevgisi için de geçerlidir.

    Dünya; harfleri, cümleleri ve sayfaları sürekliyenilenen bir kitaptır. Bahar sayfasında, bitkiler ve hayvanlar sayısınca değişikkelimelerle birçok hakikatler yazılmaktadır. Daha sonra kışın beyazsilgisiyle birçok satırlar silinerek ertesi bahara ter temiz yeni bir sayfadaha açılmaktadır. Öyle ise, dikkatleri manalarına çevirip, okuyupanlamaya çalışmalı, harflerin özelliklerinin ve güzelliklerinin cazibesinekapılmamalıdır. Bir tarladır; ekilip olgun ürün almaya çaba sarfedilmeli, sapına samanına ehemmiyet verilmemelidir. Aynalar mahzenidir; esma-iHüsna’dan yansıyan güzellikler sevilmeli, kısa bir zaman sonra kırılacakolan cam parçalarına aşık olunmamalıdır. Hareket halinde bir pazardır; kârgetiren alışverişler yapılmalı, apar topar kaçıp giden kervanların peşindenkoşulmamalıdır. Kısa metrajlı bir filmdir; ibret nazarıyla bakılıp dersalınmalı, çirkin sahnelere önem verilmemeli ve filmin çabucak bitmesinden hüzünlenipçocuklar gibi ağlanmamalıdır. Bir misafir evidir; ev sahibinin izni ile hertürlü ikramlardan güzelce istifade edilmeli, ihsan edilenlere karşıminnettar olunup teşekkür edilmelidir. Ev sahibine ait olan eşyalara gözkonmamalı, evin düzenine karışılmamalıdır.30

    Her hatanın başı olan dünyanın fani, geçici yüzünüsevmek birçok sıkıntıları, ayrılıkları beraberinde getirir. Sevilen birçokvarlık sevildiğinin bile farkında değildir ve beklenmedik bir zamanda arkasınabakmadan terk edip gitmektedir. Daima sıkıntı veren, ezici, boğucu, fenayamahkum ve neticesi olmayan bir sevgiyi ise insanın taşıması mümkün değildir.Dünyanın Cenab-ı Hakk’ın esması ve ahiret hesabına sevilen yüzündeise, ne fena, ne adem, ne de ayrılık vardır. Ahiretin tarlası olmasıcihetiyle bu dünya, fidanları bir miktar yetiştiren küçük bir bahçegibidir. Başta insanın duyguları ve hisleri olmak üzere bütün varlıklarınkabiliyetlerinin inkişaf ettiği ve çiçek açıp meyve verdiği yer iseCennetin harikalar diyarıdır. Yeryüzünde zayıf gölgelerinin aksettiğiilahi isimler, Cennetin aynalarında en şaşaalı bir şekilde gösterileceklerdir.İşte ölüm, dünyanın gerçek yüzü olan ahirete ve Cenab-ı Hakk’ınisimlerinin tam manasıyla tecelli ettiği saadet diyarına açılan bir kapımahiyetinde olmasıyla sürur vericidir.

    Peygamber Efendimiz (a.s.m.), daha sağlığı yerindeiken etrafındakilere şöyle demiştir: "Hiçbir peygamber Cennettekimakamını görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyayagitme hususunda muhayyer bırakılır." Daha sonra, hastalandığı zaman gözlerinitavana dikmiş ve "Ey Allah’ım! Refik-i A’la’da (bulunmayı tercihederim)" demiştir. Hz. Aişe (r.a.) bu sözü işitince, daha öncePeygamber Efendimizden (a.s.m) duyduğu hadisi hatırlayarak, kendi içinden şöylegeçirmiştir: "Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercihetmiyor"31

    Biz de fahr-i alem olan Resul-i Ekrem’in (a.s.m.), bütünpeygamberlerin, asfiyaların ve evliyaların yaptıkları gibi padişahlar padişahıolan Rabbü’l-Alemine karşı acizliğimizi ve fakirliğimizi şefaatçi ederek,hazinane, mahbubane, müştakane ve tazarrukarane dua etmeli ve demeliyiz:

    "Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız!Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster;ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizihuzuruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetleriniorada yedir. Bizi zeval ve teb’îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkirşu muti raiyyetini başıboş bırakıp idam etme."32

    Erhamü’r-Rahim olan Cenab-ı Hak, ezeli Kelamında ensevdiğin kulun olan Habibine (a.s.m.): "Ey Muhammed! Senden önce de hiçbirinsanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı? Senin ölmenlerahata kavuşacaklarını mı sanıyorlar? Her nefis ölümü tadacaktır."33demesiyle, ölümün -en imtiyazlı bir kul için bile- istisna kabul etmeyenbir gerçek olduğunu ilan etmektedir. O Server Nebi (a.s.m.) de dünya ileahiret arasında tercih yapma konusunda serbest bırakıldığı halde,"Refik-i A’la" diyerek ahireti istemesiyle, gerçek saadetin ölümünarkasında gizlendiği müjdesini vermektedir. Doğduktan sonra "Ümmeti,ümmeti" diyen, mahşerde herkes "Nefsi, nefsi" dediği zaman,yine "Ümmeti, ümmeti" diyerek en yüksek bir fedakarlıkta bulunacakolan ve şefaatiyle ümmetinin yardımına koşan Resul-i Ekrem (a.s.m)"emaneti hakiki sahibine satma"nın en son merhalesini de tam bir sıddıkıyetleyaparak -ölmek de dahil olmak üzere- ümmetine her yönüyle rehber olduğunugöstermiştir.

    O Zatın (a.s.m.) ümmeti olarak her bir Müslüman’a düşenvazife ise, terhisat memurları gelinceye kadar, Allah’ın vermiş olduğuemanetleri muhafaza ve saltanatının haysiyetini himaye ve izzetini vikayeetmek için, Onun haricinde korkulacak hiçbir şeye karşı boyun eğmemekolmalıdır. Ve de kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, en sevgilikul olan Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) dahi büyük bir zevkle içtiği sonsuzlukiksirini/ölümü -tadı ne olursa olsun- kana kana içmeye her an hazırlıklıbulunabilme cesaretini kazanmaya gayret sarf etmektir.

    1. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul 1998, s. 131.

    2. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul 1996, s. 274.

    3. Lem’alar, s. 161.

    4. Sözler, s. 565.

    5. Epikürcü inancın tam aksine ölüm yaşanılan birdurumdur.

    6. Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul 1998, s. 106.

    7. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, BeyanYayınları, İstanbul 200, s. 146.

    8. Stefan Konrad, Claudia Hendl, Çev: Meral Taştan,Duygularla Güçlenmek, Hayat Yayınları, İstanbul 2001, s. 31.

    9. Mesnevi-i Nuriye, s. 121.

    10. Bakara 2:40, 41, 150, 197, 203, 223, 231, 233, 278;Al-i İmran 3:175, 200; Nisa 4:1, 131; Maide 5:2, 3, 7, 8, 11, 35, 44, 57, 88,96, 108; En’am 6:155; Tevbe 9:119; Nahl 16:2, 51; Ahzab 33:55, 70; Zümer 39:10,16; Zuhruf 43:63; Hucurat 49:1, 10, 12; Hadid 57:28; Mücadele 58:9; Haşr 59:7,18; Teğabun 64:16; Talak 65:1, 10.

    11. Bakara 2:189, 194, 196; Al-i İmran 3:50, 102; Maide5:4, 100, 112; Hud 11:78; 15:69; Mü’minun 23:32, 87; Şuara 26:106, 108, 110,124, 126, 131, 132, 142, 144, 150, 163, 177, 179, 184; Saffat 37:124; Nur 71:3.

    12. Sözler, s. 166.

    13. Sözler, s. 322.

    14. Sözler, s. 309.

    15. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; O çok aldatıcışeytan da Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek siziisyana sürüklemesin. (Lokman Suresi: 33)

    16. Lem’alar, s. 306.

    17. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, BeyanYayınları, İstanbul 200, s. 163.

    18. Sözler, s. 131.

    19. Ölüm Psikolojisi, s. 160.

    20. Sözler, s. 334.

    21. Tirmizi, Cehennem 4, (2588).

    22. Bekir Onur, Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi,Ankara 2000, s. 377.

    23. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul 1998, s. 280.

    24. Niyazi Mısrî, Hüda Davet Eder, Anonim.

    25. Lem’alar, 26. Lem’a, 3. Reca, s. 282.

    26. Niyazi Mısrî, Dost, Anonim.

    27. Mektubat, s. 274.

    28. Lem’alar, s. 518.

    29. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul 1997, s. 21.

    30. Sözler, s. 186.

    31. Buhârî, Megazî 83, 84, Tefsîr, Nisa 13, Marda 19,Da’avât 29, Rikâk 41; Müslim, Fezâil 87, (2444); Muvatta, Cenâiz 46, (1,238, 239); Tirmizî, Da’avât 77, (3490).

    32. Sözler, s. 55.

    33. Enbiya, 21:34, 35.