Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Editorial

    İnsanın En Büyük Endişesi: Ölüm

    Editör

    Dergimizin Güz/2001 sayısı ile yine karşınızdayız.Her mevsimin kendine özgü hatırlatmaları vardır; güz mevsimi de ihtiyarlıkve ölümü hatırlatır. Bu mevsim, milyonlarca canlının ölümü tattığıbir zamandır. Ölüm dosyamızı hazırlamaya başladığımız bahar ve yazayları, canlıların yeniden filizlenerek hayata merhaba dedikleri dönemlerdi;şimdi ise, milyonlarca nebati ve hayvani hayatlar ölüme merhaba diyorlar. Buözellikleriyle güz mevsiminin bir fonksiyonu da, hatırlatma ya da"akledenlere" yapılan bir ikaz gibi görünüyor.

    Ölüm dosyamıza dair çalışmalarımız sürerken,insanlığa ölüm hakikatini hatırlatan toplu ölüm olaylarına şahit olduk.11 Eylül’de New York’daki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine yapılansaldırı ve Afganistan’da bu olayın misillemesinin yaşanması önemli örnekleridir.Ayrıca, fark edemediğimiz "rutin ölümler" Filistin’de, Çeçenistan’dave yakın çevremizde hala devam ediyor; yerkürenin yaşadığı her saniye içindenebati, hayvani ve beşeri ölümler durmadan yaşanıyor. Bütün bu olaylar,ölümün her insan için var olduğu hakikatini, unutan beşeri hafızalarayeniden hatırlatıyor. Uzun yıllarını ölüm araştırmalarına ayıranVincent Thomas, aynı hakikati şöyle ifade eder: "İçimizden her biribir gün ölmek zorunda olduğunu biliyor; fakat, kimse buna gerçekten inanmıyor.Ve yine de, ölümden daha gerçek, daha evrensel ve daha kaçınılmaz bir şeyyok." Hiçbir yaratılmışın, ölüm kanununu tersine çevirmeye gücününyetmemesi, ölümün, üzerinde hiçbir tereddüt olmayan bir gerçeklik olarakele alınması gereğini ortaya çıkarıyor. Anaxagoras’a oğlunun öldüğübildirildiğinde, "ölümlü birini dünyaya getirdiğimi biliyordum,zaten" (Walter Kranz, Antik Felsefe, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1994)derken vurguladığı ölüm olayı, hiç tereddüt kabul etmeyen bir gerçekliktir.

    Ölümün bu dehşetli gerçekliği, akıl sahibi fertleriölümü düşünmeye ve kendilerini sorgulama çabasına itmiştir. Varlıknedir? Niçin var olmuştur? Hiçbir iradî gücüm olmadığı halde, ben niçindoğdum ve niçin ölüyorum? gibi sorular ölümün hayatta "dikkate alınmasıgereken bir gerçek" olduğunu hatırlatır. İnsan, hayatını ölüm gerçeğinidikkate alarak konumlandırır. Arthur Schhopenhauer’un, "İrade ve TasarımOlarak Dünya" adlı eserinde "Yaşamamız sonsuz ve acısız olsaydı,kimse de kalkıp dünya niçin vardır ve neden böylesi bir tabiata sahiptirdiye sormayacaktı." diyerek, insanı varlığın anlamını sorgulamaya götürdüğüiçin, ölüm fikrinin öneminin altını çizmesi, aynı gerçeğin ifadesidir.

    Bediüzzaman, bu gerçeğin mantıki olarak dikkate alınmasıve hayat anlayışlarının bu gerçek üzerine bina edilmesi gerektiğinisavunur. Bu konuda ya ölüme çare bulunması gerektiğini, ya da ölümüdikkate almak zorunluluğu bulunduğunu tespit eder. Üçüncü bir yol yoktur.Ölüme çare bulunamadığına göre, bu gerçeği dikkate alarak hareket etmekgerekmektedir. "Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor.Elbette, bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmakçaresi varsa, insanın en büyük ve her şeyin fevkinde bir endişesi, birmeselesidir." (Asa-yı Musa, s. 14) diyerek insanın tabiatı itibariyle ölümüdikkate almak zorunda olduğunu vurgular.

    Ölümün hayatı ve varlığı sorgulamaya dönük yönü,hayat kurgusunun temelini oluşturur. Bu açıdan bütün felsefi görüşler,ölüm gerçeğiyle ilgilenir ve yorum getirirler; ölümü yorumlamadan birfelsefi anlayış inşa etmenin anlamı da yoktur. Hayat kurgusunun ölümyorumuyla ilişkisi, dini anlayışlarda da vardır. İslâm düşüncesinde ölümünsürekli hatırlanması, ihlası kazanmanın (her şeyi Allah rızası içinyapmak) bir yolu olarak görülmüştür. Hz. Peygamber, "Lezzetleri tahripedip acılaştıran ölümü zikrediniz." (Tirmizi, Zuhd, 4) buyurur. Çeşitliİslami ekoller bu hakikati yaşamak için, çeşitli düşünme ve yaşama biçimlerikurgulamışlardır.

    Ehl-i tarikat, ölümü hatırlamak için kendilerini ölmüştasavvur ve tahayyül ederek, yıkanıp kabre konuyor gibi "farazi vehayali" pratikler ile ölümü hatırlama yoluna gitmişlerdir. Çeşitlitasavvuf erbabının mezarı hatırlatan çilehanelerde hayatlarını geçirmeleriböyle bir yaklaşımdan kaynaklanır. Bediüzzaman, bu yöntemin hakikat mesleğiolan Risale-i Nur’a uymayacağını belirtir. Geleceği bu zamana getirmekyerine, "hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek,nazaran bakmak" gerektiğini belirtir. İnsan ölüm hakikatini algılayarakhayatını ona göre şekillendirmesi gerekir. "Evet, hiç hayale, faraza lüzumkalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendicenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi,bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parçaöbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlas-ı etemmeyol açar." Risale-i Nur, fikren ölümü algılamayı önermektedir. Bualgılama sonucunda insanlar, varlığı da ölümü de Yaratanın bilincine ulaşacaklardır.Yaratıcının emirlerine uygun hareket ederek, hayatlarını Yaratıcınınemrettiği tarzda yaşayarak (ihlas-ı etemm) iyi bir kul olacaklardır. Bunuanlayabilmek için de hayatı da ölümü de yaratanın Hayy-ı Kayyum olduğunubilmek gerekmektedir.

    Esasen varlığı ve ölümü yaratanın aynı zat olduğunudüşünmek, varlığın hakikatini idrak etmek demektir. Hayatı yaratan ölümüde yaratmaktadır. Yağmurun yağması, yaprağın düşmesi, çocuğun doğmasıne ise -yaratılma açısından- ölüm de odur. Kainatta mahlukat, Yaratıcınınhikmetiyle, "doğma, büyüme ve ölme" şeklinde yaratılıyorlar. Budurum Yaratıcının, mahlukat için koyduğu bir kanunudur. Kainat durağan değil,seyyaredir. "Mahlukat, izn-i İlahî ile zaman nehrinde mütemadiyen akıyor."(Mektubat, s. 233) "Zaman bir ip, bir şerittir ki, o Sani-i Zülcelal hersene bir başka alemi ona takıp gösteriyor." Yaratılmışlar"alem-i gayb"dan gelerek "alem-i şehadete" bir süre uğradıktansonra yeniden "alem-i gayb"a gidiyorlar. Gayb alemine dairbilgilerimizin kaynağını, Yaratıcının mesajı olan kutsal kitaplar ve onunyorumlayıcıları olan Yaratıcının elçileri/peygamberlerdir. Yaratıcımahlukata, önce hayat verip görevlendiriyor, daha sonra da hikmetiyle mevtemazhar ediyor. Kudret dairesinden ilim dairesine geçiriyor.

    Yaratılmışları kainatta "belli bir süre"tutarak daha sonra alem-i gayba alan Yaratıcı, mahlukatın seyelanını"zaman"la sağlamıştır. Cism-i maddi/fizik alem, zamanla mukayyed kılınmıştır.Zamanın her anı yeni bir "yaratılma/kün/ol emri" demektir.Mahlukat Hayy-ı Kayyum’un varlığı ile mukayyettir; varlık Onun ile kaimdir.Yaratılmışları bir an bile Fatır-ı Hakim’in yaratmasından ayrı düşünmekmümkün değildir.

    Bediüzzaman, her şeyin bir hakikati olduğu gibi,"Zaman dediğimiz kainatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi,Levh-i Mahv İsbat’taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir."(Mektubat, s. 41) demektedir. Mahlukat, Yaratıcının ilim irade ve kudretiyleyaratması neticesinde "mahv" veya "isbat" oluyor: Doğuyor,ölüyor; yağmur yağıyor, güneş açıyor; tohum çürüyor, fidanfilizleniyor. Başka bir deyişle, Yaratıcı zaman sahifesi ve mürekkebiyle,kudretinin mahlukat üzerinde tecelli etmesini sağlıyor.

    Buradan şu sonuca ulaşmak mümkündür. İki anlam kümesibelirlenebilir. Bunlardan birisi Yaratıcıya ait olan anlam kümesidir; buradaYaratıcının özellikleri söz konusudur. Doğma, büyüme, ölme gibi zamanabağlı oluşlar onun için geçerli değildir; Yaratıcı ezeli ve ebedidir. İkincisiyaratılmışlara ait bir anlam kümesidir ki, burada zaman, mekan gibi kısıtlayıcıkayıtlar yaratılmışları sınırlandırmaktadır.

    Ölümle ilgili söylenmesi gereken önemli bir noktadainsanın tabiatında var olan ebediyet duygusudur. Hemen her canlının varlığındadercedilen önemli bir özelliktir, bu. Her canlı ebedi yaşamak ister. Birçokbeşeri inanışlarda bir şekilde ebediyet teması taşıyan motifler görülmektedir.Bu tür inançlar, kaynağını insan tabiatında var olan ebediyet arzusundanalıyor; vahyi bulamamış/inanmamış bu kesimlerin, ruhun çeşitli biçimlerdeyaşadığını tasavvur etmeleri, böyle bir ihtiyaçtan kaynaklanır. Ruhun ölümdensonra başka bedenlerde yaşadığına dair yanılma (reankernasyon) bunun birörneğidir. Hatta tıbbın imkanlarıyla bir gün ölüme çare bulunabileceğinidüşünen insanlar vardır. Averi Gates’in belirttiği gibi, "Pek çokerkek ve kadının en çok istediği şey, sonsuz yaşamdır. Eğer sonsuza dekyaşama ayrıcalığı pazarlanabilir bir şey olsaydı, insanlığa sunulan şeylerarasında en çok satan o olurdu." Ebedi yaşama arzusunun peyazperdede deyansımaları vardır: Başrolünü Mel Gibson’ın oynadığı "ForeverYoung" ve Sylvester Stallone’nin rol aldığı "Demolition Man"filmleri de öldükten yıllar sonra diriltilen insanların hikayesini konu alıyor.Demolition Man filmi, dondurulan bir polisi canlandıran Sylvester Stallone’un,azılı bir suçluyu takip etmesi için yıllar sonra yeniden hayata döndürüldüktensonra yaşadıklarını anlatıyor.

    Vincent Thomas’da ölüm gerçeğini kabul ederken bir günölüme çare bulunabileceği ümidini şu sözleriyle korur: Bilimin bir günbir son vereceği düşünülse bile, bugünkü bilgilerimiz çerçevesinde, ölümönüne geçilemez bir yasa olarak, türün, doğanın, hayatın kendinde olanbir zorunluluk olarak görünüyor. (Thomas, Louis-Vincent, (1991), Ölüm, İstanbul,İletişim, s. 42) Thomas’la aynı kanaatleri paylaşarak bir gün tıbbınimkanlarıyla ölüme çare bulunabileceğini düşünenler, Amerika’da çeşitliorganizasyonlar içine girmişlerdir. 10 Şubat 2001 tarihli Sabah gazetesindeyer alan bir habere göre, Amerika’da şu ana kadar 90 kişi ölüme çarebulunduğunda diriltilmek üzere dondurularak depolara konuldu. Yüzlercesi deöldükten sonra dondurulmak için şimdiden sıraya girdi.

    Bütün bu çabalar insandaki güçlü bir duygu olanebediyet arzusundan kaynaklanıyor. Halbuki hayatı da ölümü de veren Zat-ıVacibü’l-Vücud’a güvenen için endişe edilecek bir durum yoktur.

    ***

    Bu dosyamızda ölüm konusunu farklı boyutlarıyla elealan çalışmalar yayınlıyoruz: Hakan Yalman, ölümün zaman ve mekanla bağlantısıüzerine duruyor. Yalman, bu çalışmasında, hiçbir kavram ve unsurun varlığınsadece maddi boyutu ile açıklanamayacağını savunuyor. Hüsrev Hatemi, genelolarak ölümü ele alarak bir özet yapıyor. Süleyman Uludağ, İslam düşüncesiiçerisinde, ölümün nasıl ele alındığını çeşitli kıyaslamalarlainceliyor; özellikle tasavvufta ölümün kazandığı yeni anlamlar, bu yazıiçerisinde doyurucu olarak görülebilir. Hüdaverdi Adam, ölümle ilgili çeşitlisoruların cevaplarını arıyor; adeta ölüm ilmihali denilebilecek bu yazı,konu hakkında derli toplu bilgiler sunuyor. Ölümün etimolojik kökenlerihakkında, A. Said Yargıcı’nın çalışmasına bakılabilir. M. Said İşerive Veysel Kasar, Risale-i Nur’dan da yararlanarak ölüm gerçeğini enineboyuna analiz ediyorlar. İntiharlar üzerine çalışma bekleyenler Reha Fırat’ıokumalıdırlar; Türkiye ve dünyada intiharları belirleyen faktörleri bu yazıdagörmek mümkün. Çocukların ölümü yorumlayış biçimleri üzerine düşünmekisteyenler Sabahattin Yaşar’ı okumalıdır. Bu sayımızda Osman Özkul, ölümünhayata etkisi üzerine yazmış. Ölüm düşüncesinin sanata etkisi Yasemin Yaşar’danokunabilir; insanlığın ebedi yaşama ideali için ortaya koyduğu sanateserleri doğrusu düşünülmeye değer malzemeler sunuyor. Harun Yahya, çalışmasındainsanları ölüm hakikatini anlamaya ve inançsızlığın dehşetindeninsanları haberdar etmeye çalışmış. Rahat bir ortamda tefekkür etmek içinmalzeme arıyorsanız, Mahmut Kaplan’ın "Divan Şiirinde Ölüm Düşüncesi"nive Nazmi Eroğlu’nun "Tolstoy’da Ölüm Düşüncesi…"ni görmelisiniz.

    Dosya konusunu "Küreselleşme" olarak belirlediğimizKış/2002 sayımızla sizlerle yeniden görüşmeyi diliyoruz. Kendimizi vevarlığı sorgulamak için ciddi malzemeler sunan dosyamızla sizleri baş başabırakırken, ölümü ve hayatı doğru yorumlayan yaşama tarzları diliyoruz.