Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Ölüm: Bir Hayat Memat Meselesi

    Osman Özkul

    "Ölüm korkusu felsefenin başı ve dinlerin esasıdır."

    —A. Schopenhauer

    Bu yazıda, çoğunlukla birbirine zıt ve farklıkarakterde görülen hayat ile ölüm arasındaki çelişkiler, ya da ilişkilerele alınacaktır. Gerçekten de sanıldığı gibi hayat ölümün zıddı mıdır?Ölüm hayatın son bulması veya başka bir boyutta devamı mıdır? Hayat gibiölüm de bütün canlı varlıklar için aynı oranda bir gerçeklik olduğuhalde insanlar genellikle hayata dört elle sarılıp, ondan ayrılmakistemezken, neden ölümden uzak olmak isterler? İnsanlar, hayatta kalmak için,en olmaz fedakarlıklar yapılırken, ölmemek için neden her şeyini fedaederler?

    Bu sorular çoğaltılabilir, şüphesiz. Ancak, insanlargenellikle, bu sorulara cevap bulmak ve çözmeye çalışmak yerine, hayatıiyi, istenilen bir olgu olarak kabul ederler. Ölümü ise, mümkün olduğuncauzaklaştırılması gereken bir kaçınılmaz son olarak görürler. Bu kaçınılmazsonu ne kadar uzakta tutabilirler ve ne kadar hatırlamazlarsa o kadar mutluolabileceklerini sanırlar. Ama bu, gerçekten de bir sanı/zandır. Öyleyse sağlıklıbir fikir için, orta yerde varlığından emin olunan insanın kendisinden yolaçıkmak daha doğru olacaktır.

    Varlık kategorisi içerisinde insan, en son ve kâmilhalkayı oluşturmaktadır. Canlı varlıklar kategorisinde de bitkiler vehayvanlardan fiziki ve psişik taraflarıyla daha karmaşık ve daha mütekâmilbir yapıdadır. Her ne kadar beden yapısı bakımından hayvanlar alemi içerisindesınıflandırılsa da; zihin, ruh ve bilinç bakımından insanla hayvan arasındabir derece farkından öte, önemli bir mahiyet farkı var ki; bundan dolayıinsan hayvandan daha farklı bir kategoride yer almaktadır.

    Bilindiği kadarıyla, bu açık farkı, insandan başkahiçbir varlığın soramadığı şu sorularda ve onların cevaplarını aramasürecinde daha net görebiliyoruz. Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereyegidiyorum/gideceğim? Hayatın anlamı ve amacı nedir? Hayatın bilinen yönününölümle değişmesiyle gerçekten ne olmaktadır?

    Bu sorular her insanın az yada çok meşgul olmaktan kaçamadığı,fakat cevapları konusunda da tam ittifak edemediği sorulardır. Gerek ortalamaseviyesindeki insanların, gerekse ortalamanın üzerinde olan filozofların ikigenel cevabı olduğu görülür.

    Birincisi, mümkün olduğunca hayvanların yaptığıgibi, sadece yaşadığı anı düşünmek ve hayattan en yüksek derecede hazalmaya çalışmak.

    Bu yöntemle tutarlı bir düşünce oluşturmak mümkündeğildir. Çünkü, hayvanın hayatı sadece yaşadığı ana bağlıdır. Yanihayvan, içinde bulunduğu anı yaşar, onun için mazi ve müstakbel yoktur. İnsanise geçmişini, hatıraları ve geleceğini, hayalleri ile birlikte yaşar.Hayvan günü gününe yaşarken, insan geçmişte yaşadıklarından mutlulukduyar veya hüzünlenir; gelecekle ilgili hayaller kurarak ümitlenir yada hüsranadüşer.

    Ayrıca hayvanda bilinç olmadığı için hayatı kendicanı/nefsi üzerine kuruludur. Çok az bir istisnayla ve sınırlı bir süre içinde,insiyaki olarak bir aile yada sürü ile bağı söz konusudur. Oysa insan, hemkendi kendisiyle derunî bir hesaplaşma içindedir; hem de bütün insan türü,hatta bütün varlıklarla ilgilidir. Onların mutluluğu ile mutlu, acılarıylada mutsuz olabilmektedir.

    İşte ölüm de insanoğlunun en önemli meselesi olaraksürekli dünyasını/gündemini işgal etmektedir. Hayat ve ölüm arasındakiilişki ve ölüm korkusu hakkında düşünce tarihinden bazı örneklervererek konuyu biraz açabiliriz.

    İnsanın ölüm korkusunu yenmesi konusunda hayvanlarıörnek alan Epikürcülere göre, hayatın bulunduğu yerde ölüm bulunmaz; ölümgeldiği anda ise hayat bulunmadığına göre o anda korku da yok olacaktır.Bu yüzden hayata dört elle sarılıp, ölümü unutmak gerekir. Tıpkıhayvanlar gibi. Hayvan yaşadığı süre içinde ölüm fikrinden habersizdir;ölüm anında ise zaten hayatta olmadığına göre ölüm acısınıduymayacaktır. Bu düşünce anlayışında ölüm, hiçlik olarak görülmektedir.

    Ancak Epikür’ün ölüm karşısında tavsiye ettiği yolgerçekten gidilebilecek bir yol mudur? İnsana, hayatın diğer alanlarındabilinçli, akıllı ve tutarlı bir yol izlemelerini salık verirken, ölüm karşısındabilinç ve hafızayı kullanmamayı ve sadece içinde yaşadığı anı düşünmeyitavsiye etmesi bir çelişkidir. Ayrıca insan, hayvan gibi olmayı nedenistesin ve neden hayvanı taklit etsin ki? İnsan aklı, zekası, estetik veetik duygularıyla hayvandan farklı olmaya çalışmaktadır. Ki, böyle birunutma mümkün de olmaz. Çünkü, insanın bilinç, hafıza ve duygularınıkullanmama gibi bir irade göstermesi, irade ve bilinç olgusunun anlamı ile çelişkilibir durumdur.

    Epikürcüler gibi diğer bir Eski Yunan felsefe okuluolan Stoacılar da hayat ile ölüm arasında bir uyum oluşturmaya çalışırlar.Stoacılara göre bütün kainat evrensel bir ruha sahiptir ve bütün varlıklargibi insanlar da bu bütünlük içinde bir parçadır. Buna göre ölüm, vücudumeydana getiren parçaların dağılması ve insanda açığa çıkan ruhun aslınarücû etmesi, yani kainatın ruhuna dönmesi demektir. Tıpkı nehirlerindenize dökülmesi gibi, insan ruhu da kainatın ruhuna dökülür. Nasıl kideniz suyu buharlaşıp yağmura, sonra nehir ve kaynak suyuna dönüşürse,bireysel ruhlar da kainatın ruhundan neş’et ederler. Öyleyse, hayatı ölümdenayrı düşünmeye gerek yoktur. Ölümü de hayatın zıddı olarak kabuletmemek gerekir. Stoacılara göre ölüm, insanın kaderinde yazılı olan değişmezdurumdur. Bundan dolayı ölümden şikayet etmeyi aptalca ve budalaca bir tutumolarak görmektedirler.

    Stoacıların ölümü korkulacak bir şey olarak görmemekbiçimindeki bu anlayışları, kendi içinde tutarlı bir açıklama olarak görülebilir.Ancak insanın, bilinçli, irade sahibi, sevinç ve keder duyabilen bir bireyolarak varlığını atlamaktadır. Evrensel ruh içinde, tek tek insanlarınruhunun da yok olmadan varlığını sürdürmesi düşüncesi, ölüm karşısındabir teselli verebilir. Fakat, canlı bir varlık olarak insanların hayat ile bağlarınıkoruma isteği çözümlenmemektedir.

    İlkçağ filozofları içinde, insan ile ilgilikonularda, en doyurucu ve kuşatıcı fikirler Sokrates’te bulunabilir. Sokratesfelsefenin konusunu afakî âlemden (göklerden, yıldızlardan veya fizikialemden) alıp, doğrudan insanların dünyasına indirmiştir. "Ey insankendini bil!" uyarısıyla "felsefesinin en önemli amacını insanınkendini tanıması" olarak belirlemiştir. Ona göre felsefe, insanınkendini tanıma gayretinden doğmuştur. İnsanın kendisini tanımaksızıntutacağı yol ve üreteceği fikirler hep eksik kalacaktır.

    Sokrates, hayat ile ölüm arasında hiçbir çelişkiveya farklılık görmez. Ölüm, hayatın farklı bir boyutta devamıdır. Yaşadığısürece Sokrates’in gözünde hayatın temel prensibi, sevgidir: İyilik ve güzelliğeyani erdeme karşı duyulan bu sevgi, her şeyin kaynağıdır. İyi, güzel veerdemli bir hayat kadar, aynı amaca götüren ölüm de aynı derecedeistenilen bir şeydir. Korkulması gereken şey, erdemden uzak bir hayat vebunun sonucunda ölümdür.

    Sokrates ölüm korkusunu bir hata olarak görmektedir.Hayatını erdemli bir doğrultuda geçiren insanın ölümden korkmasına gerekyoktur. Her hata akıllıca yollarla ortadan kaldırılıp düzeltilebildiğigibi, ölüm korkusundan da aklı kullanarak uzaklaşmak mümkün olur. Bunun içinönce ölümün mahiyetini iyi anlamak gerekir. Yani ölüm hakkında en doğrubilgiye ulaşmak gerekir.

    Sokrates’e göre ölüm hakkında iki durum söz konusuolabilir:

    Birincisi; ölüm, mutlak yokluk ve hiçlik demektir. Yaniyok olmaktır. Bu durumda uyanması mümkün olmayan derin bir uykudan farklıbir şey olmayacaktır. Şu halde ölümden korkmak gereksiz bir şeydir.

    İkincisi; ölüm, yaşamakta olduğumuz hayattan başkaboyuttaki bir hayata geçiş için bir tüneldir. Bu durumda da ölümdenkorkmak gereksizdir. Çünkü şu anki hayatımızda tâbi olduğumuz bazı görevler,sorumluluklar ve şartlar olduğu gibi, yani hayatımıza anlam kazandıracak,yeni tecrübeler de olacaktır. Demek ki erdemli bir hayat sürdüren, yani yaşanmasıgerektiği gibi yaşayan bir insan için ölüm, korkulacak bir şey değildir.Ancak, ünlü savunmasında belirttiği gibi, korkması gerekenler, adil olmayankararlar veren, erdemsiz hakimler ile insanlara karşı sorumluluklarınıyerine getirmeyenlerdir. Nitekim Sokrates, dünya hayatını belirlediği builkeler doğrultusunda geçirmiş ve bu yüzden de ölüme mahkum edildiğindeölümü gülerek, hatta alaycı bir tavırla karşılamıştır.

    Eski Yunan filozofları içinde ölüme özel ve olumlubir anlam veren ilk filozof, Sokrates’tir. Bu bakımdan kitaplı dinlerin(Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) tanımlamalarına yakın bir düşüncededir.Mesela, öldükten sonra yok olmayıp, iyi insanların "hades ülkesine"(Cennet) gideceğine inanmaktadır. Orada üzüntünün ve adaletsizliğinolmayacağını belirtmektedir. Bu inancından dolayı, ölüme mahkum olduğunda,sevenlerinin üzüntü duymamaları için daha iyi bir yere gideceğini söyleyerekonları teselli etmiştir. Filozoflar tarihinde ölümü bu şekilde karşılayıpkayıtlara geçen belki de tek örnek, Sokrates’tir. Hayatın anlamı ve ölümgerçeği hakkında, öğrencilerinin şahsında, adeta bütün insanlığa dersvermek istemiş gibidir. Nitekim en yakın öğrencilerinden ve felsefetarihinin en önemli işaret taşlarından birisi olan Eflatun da, onun gibi ölümüsonsuzluğa açılan bir kapı olarak görmekte ve ruh için beden kapısındanbir kurtuluş olduğuna inanmaktadır. Adeta ölüm ile ruh, sonsuz olan idealaralemine açılan bir kapıyı aralamaktadır.

    Özetlersek, Epikürcüler hayat ile ölümü birbirine zıtiki durum olarak görüyorlar ve ölüm düşüncesini hayattan uzak tutmaya çalışıyorlardı.Stoacılar, hayat ile ölümü evrensel bir bütünlük içinde görmeye çabalarken,hayat ile ölüm arasındaki farklılığı yok saymayı tercih ediyorlardı.Sokrates ise, hayat ile ölüm arasındaki yok saymakla beraber, ölümün hayatınbir alternatifi olmadığını ve hayatın farklı bir boyutu olarak değerlendirilebileceğinigöstermeye çalışıyordu.

    Şüphesiz düşünce tarihinde daha farklı tonlar daolmakla beraber, bu genel düşüncelere yakın başka fikirlerden sözedilebilir.

    Ölümün korkutuculuğu nereden kaynaklanmaktadır? Ölümünmahiyetinden mi? Yoksa ölümle karşı karşıya kalacağımız yok olmakorkusu mu?

    "Ölüm düşüncesi" diyor Schopenhauer, "ölümünkendisinden daha ıstıraplıdır". Ölüm hakkında henüz bir bilgiyesahip olmadığımız yaşlarda, ölüm korkusu duymadığımızı da hatırlarsak,Schopenhauer haklı görülebilir. Hayatta tattığımız acılar, ya doğrudan,ya da dolaylı olarak ölümü çağrıştıran, hatırlatan bir özellik taşır.Bu yüzden hayattaki çeşitli durumlar hakkında bilgimiz artıkça, ölümdenuzaklaştığımızı düşünmek yerine, ölümü hatırlatan birçok yeniolgularla tanışmış oluruz. Görürüz ki, dünya hayatını tanımakla,bilmekle, ölüm anlaşılmış olmaz ve ölüm korkulacak bir şey olmaktan çıkmaz.Belki de kaybedeceğimizi düşündüğümüz fırsatlar ve nimetlerin çokluğundandolayı daha çok uzak kalmak isteriz, ölümden. Gençlerin neşe ve hayat doluolmalarına karşılık, yaşlıların daha tecrübeli ve daha hayatı tanırolmalarına rağmen, ölümden daha çok korkmalarının nedeni de bu olmasın!Evet gençler, hep hayat yumağının yokuşunu çıkmakta olduklarından, yokuşunöbür tarafındaki ölümü görmez ve tanımazlar. Oysa yaşlılar, o kaçınılmaznoktaya doğru yuvarlanmakta olduklarını açıkça görürler. Bu yüzden degeç ölüm, ani ölümden daha korkutucudur. Yani ölümü düşünmek, ölümünkendisinden daha korkutucudur.

    Ölümün bir yokluk, ya da belirsizlik olması ihtimalibu düşünceyi daha katlanılmaz, daha acı ve ıstıraplı hale getirmektedir.Yani, ölüm hakkında düşünmekten çok, ölüme olumsuz bir yaklaşımlabakmanın korkuya yol açtığı görülmektedir. Hayatla birlikte, alışılan,mutluluk veren, haz veren, kısaca arzu edilen her şeyden mahrum kalmakihtimali, ölümle birlikte belirmektedir.

    Öyleyse, ölüm korkusundan kurtulmanın yolu, onu düşünmemeyeve onu hatırlamamaya çalışmak değil, ölüm hakkındaki olumsuz düşünce,inanç yada sanılardan uzaklaşmak olabilir. Yani ölümü, hayatın birtahribi, yok oluşu, ortadan kalkışı olmaktan çıkarıp, hayatın (genişanlamda) içinde görmeye çalışmaktır. Bu nasıl olabilir? Bu tam dametafizik bir soru ya da problem olarak herkesin karşı karşıya olduğu,kesinlikle çözümlenmesi gereken son hakiki meseledir. Bu problemin çözümükonusunda felsefe tarihinden Sokrates’i örnek verebiliriz. Diğer taraftan dahageniş kitlelerin de ikna olmasını sağlayan kitaplı dinlerin ahiret inancıörnek verilebilir. Sonsuz dairesel bir zaman tüneli biçimindeki Stoacılığıandıran felsefelerin, bireysel bilinçleri göz ardı etmelerinden dolayı,ikna edici olmadığı ortadadır.

    Herhangi felsefi ya da dini bir öğretiye ihtiyaçduymayan insanlar için de ölüm, korkulan ve kaçılan bir son hakiki meseleolmaktan çıkmamaktadır. Ölüm meselesi çözülmeden de hayatın tam anlamıylakavranılması ve tam da yaşanması gerektiği gibi yaşanılır kılınmasısağlanamaz. Çünkü gerek biyo-psikolojik, gerekse metafizik bakımdan hayatınkaynağı problemi ile hayatın sonu (ölüm) problemi birbirinden fazla uzak değildir.Öyleyse ölüm hakkında sağlıklı bir düşünceye ulaşabilmek için, öncehayatın mahiyetinin anlaşılması gerekmektedir. Hayatın mahiyeti ve hakikatiyada kaynağı konusunda tutarlı ve ikna edici bir sistem ile ancak ölümünmahiyeti anlaşılabilir.