Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Ölüm Düşüncesinin Sanata Etkisi Üzerine

    Yasemin Yaşar

    Sanat Tarihçi

    Araştırmalar, en ilkel yaşam koşulları içindebulunan toplulukların bile sanatları olduğunu göstermektedir. Tarih öncesiçağlara ait bir çok mağaralarda -Lascaux ve Altamira- türlü tekniklerleyapılmış, gerçekten şaşırtıcı ölçüde sanat değeri taşıyan, duvarresimlerine rastlanmıştır.1 Bu bulgular, sanatın ilk insanlardan beri varolduğunu gösteren işaretlerdir.

    Arkeolojik bulgular ilk insandan bu yana ölü gömme,mezar hazırlama kültürünün oluştuğunu göstermektedir. Aynı kültüreait toplulukların mezarları açıldığı zaman benzer gömme şekillerinerastlanmaktadır. Ölüye duyulan saygı, ölü gömme, mezar hazırlama gibietkinliklerin önem kazanmasına zemin hazırlamıştır. Ölüler için yapılanodalar, yaşama mekanları, araç ve gereçler hep ölüye verilen değere göreşekillenmiştir. Ölüler için yapılan sandukalar, önceleri pişirilmiştopraktan, sonra ise taştan oyularak yapılmıştır. Lahit denilen taştansandukalar, zamanla büyük oda şeklini almıştır. İri taşlardan ve tek parçabir çatıdan yapılan bu mezar odalarına dolmen denilmiştir.

    Ölüye tahrip edilmesi zor mezarlar yapma düşüncesi,mimariyi anıtsal bir yönde gitmeye zorlamıştır.

    İlk insanlardan bu yana çeşitli yaşama mekanlarınınhazırlanması değişik şekillerde de olsa öldükten sonra yaşanacağınadair inançların bulunduğunu göstermektedir. İnsanlar varlığının tabiibir sonucu olarak ebediyete her zaman ilgi duymuşlardır. İnsanların İlahîmesajı algılama imkanı elde etmedikleri dönemlerde bile ebediyet duygusununçeşitli yansımalarını göstermişlerdir. Bunun örneklerinden birisi, o dönemlerdehem devlet başkanı, hem de tanrı olan Firavunların gücünü ve devletin gücünüsembolize eden piramitlerdir. İnancın zayıfladığı veya kaybolmaya başladığıbu dönemde Firavun ebedilik duygusunu bu şekilde tatmin etmiştir. Zirapiramitler incelendiğinde sağlam formlarının içe gömülen cepheleri ileebediliğin sembolü gibi görülmüştür. Ölü, piramidin içinde kalır,kendisini dışarıya göstermez. Ve rahatsız edilmek istemez. Bu rahatsızedilmeme ifadesini, muazzam taş blokların ayırdığı, dışarı çıkışıolmayan bir yere çekilerek gösterir.2 Ayrıca ilk olarak Mısır’da karşılaştığımız,ebedi olma fikrinin bir yansıması olan, ölülerin bozulmaması için yapmışoldukları (tahnit) mumya tekniğidir.

    Mısır sanatında heykel yapımının gelişmesi deebediyet duygusu ile açıklanır. Mısır’da heykel, bir insanın hayatını budünyada da temsil ettiğine inanılırdı; heykel bir eser olarak değil, birhayat olarak değerlendirilmiştir. Mezarlardaki heykel ve resimler ile, ölümsüzlüğeulaşılmak istenmiştir. İnançlarına göre heykeller, kişi öldükten sonraona hayatını idame etme imkanı sunduğundan Mısırlılar için heykel zaruribir ihtiyaç haline gelmiştir.3

    Mısır’da heykel sanatı bu kadar gelişim gösterirken,aynı dönemlerde örneğin Babil Sanatından bize çok az insan tasvirlerigelmiştir. Bu, eserlerinin bugüne dek kalanlarının az olmasından değil,insan figürüne önem vermeyişlerinden kaynaklanmaktadır.4 Heykel yapımınıngeliştiğini gördüğümüz uygarlıkta Grek’dir; fakat Grek’deki heykel sanatıile Mısır’daki heykel sanatının gelişimini aynı nedenlerle açıklamak mümküngörünmüyor. Mısır’da heykel dinsel bir esastan kaynaklanırken, Grek’deefsanelerden kaynaklanmıştır. Mısır sanatı seyirci için yapılmamıştır.Heykeller bizzat o insanın (ölen) yerini tutmuştur. Yani bir ideal olmadurumu Mısır’da yoktur. Grek’de ise, asıl ilke seyircinin bakış noktasıolmuştur.

    Mısır’da heykelin kime ait olduğu belirtilmek istenmiştir.Grek’te ise ortak ideal insan tipi önem kazanmıştır. Grek heykel sanatındadikkat çeken bir unsur da Grekler için psikolojik iç niyetler heykel içinbir değer taşımıyor. Hatta maddenin anlatımı da Grek sanatında yoktur.Heykellerdeki yüz ifadelerinin olmayışının sebebi, olgun insanın hiçbirşekilde hissiyatını belli etmeme fikri bu dönemde Yunanlının inandığıbir husustur. Grek efsaneler sanatı olduğu için, eserlerde bir ruhsuzluk vemanasızlık göze çarpar. Ahiret inancı olamayan Grek sanatı manadan yoksunbir şekildedir. Ele geçen eserlerde genelde nazarların dünyaya çevrildiğigörülür. İdeal insan tipi arayışı, spor gösteri resimleri ve efsanevi vedünyevileştirdikleri tanrılarına yapılan tapınaklardan ibarettir.

    İÖ 1000 yıllarında Avrupa’yı özellikle İtalya’yaiki sanat etkilemiştir. Bunlardan biri Grek sanatıdır. Diğeri ise, önAsya’dan İtalya’ya göç edip yerleşen Etrüsklerin sanatıdır. Etrükslergelmeden önce ölülerini yakan İtalyanlar, bunların gelmesinden sonra önAsya yapı unsurlarından olan kubbeli oda mezar mimarisini benimsemişlerdir.Ve ölülerini toprağa gömmeye başlamışlardır. Grek sanatının aksine Etrüskler’deöldükten sonra bir hayatın olduğuna dair inanışlar vardır. Kendine hasbir heykel mimarisi geliştiren Etrüsklerde heykel kişi öldükten sonra, hatıraolarak kalsın diye yapılmıştır. Heykellerini kadın erkek çift olarakyapan Etrüskler, hayattaki evlilik durumunun tespitiyle öldükten sonra da yaşamakistediklerini ifade etmişlerdir.5

    Etrükslerde heykeller Mısır kültüründe gördüğümüzgibi ölünün yanına konulan eşyalar gibidir. Yani bunlar ölünün kendihayatı ile ilgilidir. Kısacası kişisel hayata ait zevk ve mutluluğun ölümsüzolması için bu şekilde tasvirler vardır. Etrüskler’de yer altı mezarlarına"Nekrapol" denir, anlamı ölüler şehri demektir.6

    Hıristiyanlığı İS 312’de resmi din olarak kabul edenRoma’da, Grek sanatı 300 yıl kadar daha hakim olmuştur. Grekler (Yunanlı) budünyada yaşayan ve insanlarla teması olduğuna inandığı tanrılara tapıyordu.Dünyevi değerler onlar için tanrısal nitelik olabiliyordu. Bütün harekelerve yaşayışıyla dünyevi olan Yunan tanrıları maddi bir güzelliğe vefizik yapısına sahiptiler.

    Hıristiyanlıkta ise, maddi bütün dünyevi değerleraldatıcı değerler olarak kabul ediliyordu. İlk Hıristiyanlık öbür dünyanın,Yunanlı ise bu dünyanın değerlerine bağlıydı. Yunanlı, Hıristiyanlargibi öbür dünyanın gerçek kurtuluş yeri olduğunu düşünmüyordu. Yunanlıtaptığı tanrıyı insanlaştırıyor, Hıristiyan ise, tanrısını kainatınşekillendiricisi ve tasavvuru bile günah olan bir varlık kabul ediyordu.Bunun için Roma’daki ilk Hıristiyanlar Yunan tapınaklarına nefretle bakıyorlardı.7

    Hıristiyanlığın kabulü ile Roma’da verilen ilk sanateserleri, kiliseler, vaftiz evleri, mezar kiliseleri denen mausole’lardır.

    Hint sanatında ise, ölüm tasavvurunun sanata yansıdığıen bariz örnek, Buda’nın ölmeden önce talebelerine, "beni bir tümülüse(stupa) gömün" vasiyetiyle, önceden hiç bilinmeyen bir yapı Hintmimarisine girmiştir.8

    Bu stupalarda Buda’nın hayatıyla ilgili tasvirlerbulunmuştur. Hz. İsa’nın hayatı Hıristiyanlık sanatının anlaşılmasındanasıl önemliyse, Buda’nın hayatı da Budizm için önem arzeder. Bu yüzdenstupalarda (mezarlarda) Budizm öğretileri ile ilgili resimler yapılmıştır.

    Ortaçağda din kilise egemenliğine dayalı dünya görüşününbütün olarak, tüm toplu kişiler tarafından paylaşılan birliği sarsılmışolan Rönesans döneminde dinin sanat üzerindeki etkisinin yavaş yavaş kalktığınıgörmekteyiz.

    Biz, esasen Roma kiliselerindeki tanrıyı temsil edenapsis tarafındaki kulelerin, Gotik döneminde krallar tarafını temsil edenbatı tarafındaki kulelerden daha alçak yapılmaya başlandığı görülür.9Ortaçağdaki Gotik kiliseleri ile Rönesans kiliseleri arasında farklar vardır.Ufki sistemli bazilikal Gotik yapı Rönesansta merkezi sistemli yapıya dönüşmüştür.

    Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyeviyetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Bunun anlamı insanınöbür dünya nimetlerinden vazgeçip, bu dünyanın nimetlerine önem vermesidemekti. Ortaçağda eserine imzasını atmayan sanatçı, Rönesansta kendi"yapma" gücüne inandığından eserinin altına imzasını atacaktır.Mimaride ve resimlerde Gotik dikey hatları yerine Rönesansta yatay hatlarhakim olmuş. Sonsuzluk yerine ölçü, çok parçacılık yerine sakin ve dünyevibir yapı tarzı ortaya çıkmıştır. İnancın çizgiler üzerinde biletesiri olmuştur.

    Rönesans sanatçıları, ortaçağın kutsal öbür dünyasıyerine, bu dünyanın gözlemine dayalı bir mekan dünyası ele alırlar. ÖzellikleRönesansta resim sanatında da inanç ve inancın zayıflamaları etkisi açıkgörülmektedir. Ortaçağ resim felsefesine uygun olarak açık hava (manzara)görülmüyor. Gözleme dayanmayan mantıki bir tasavvurdan ibaret olan ortaçağresminde, renkler de doğasına uygun kullanılmıyor. Rönesansta ise gözlemci,bir noktadan bakışa göre edinilmiş resimler ortaya çıkarıyor. Yani doğasallığabir yöneliş vardır.

    Rönesansta gördüğümüz bir diğer özellik, ölüdenalınan yüz kalıbı ve bu kalıbın cenazede tabutun üzerinde taşınmasıdır.Bu davranış çok eskidir ve portre sanatının gelişmesine sebep olmuştur.

    Bundan amaç da yine kişinin ölümsüzlüğüsimgelemesidir..

    Burada önemli olan nokta şudur, sanat dine hizmet ettiğisıralarda herkes sırf dini anlattığı için resimle ilgileniyordu. Encahilinden en kültürlüsüne kadar herkes, sanatla dolayısıyla ilgilenmişoluyordu. Ancak sanat dinle ilişkisini kesince, bu kez din yüzünden sanatlakarşı karşıya gelen vasat insanın, sanatla ilişkisi de kopmuş oluyordu. Böylecesanat artık dar bir zümreye hitap etmeye başlamıştır.

    Yeniçağ, insanın bakışını öbür dünyadan bu dünyayaçevirmiştir. Bu yeni anlayışa göre bütün kurumların da değişmesigerekmiştir. Böylece mimariden başlayarak möbleye değin her şey değiştirilmiştir.10

    Rönesansta resim sanatında yine Hıristiyan öğretilerinresmedildiği, Hz. İsa, Meryem tasvirleri, Hz Adem ve Havva tasvirlerinin olduğugözlenir. Fakat bu tasvirler Gotikteki gibi bilinmeyen mekanlarda değil, dünyevimekanlarda resmediliyor. Meryem tasvirleri önceden tesettürlü çizilirken, Rönesanstagünün modasına uygun kıyafetli açık Meryem tasvirleri ortaya çıkmıştır.

    Rönesanstaki heykellere bakacak olursak, Michelangeloheykellerinde, devasa insanlara rastlamaktayız. Onurlu, düşünceli dev insantiplerini çağının büyük haksızlıklarına, gaddarlıklarına karşı yapmıştır.

    Rönesans sanatçılarından Giorgione hayatının sonunadoğru yaptığı en önemli eserlerinden biri olan, "Kırda Konser"adlı tablosu ilginçtir. Ölüme yaklaşan bir insan düşüncesinin yaşamasevincine doğru yön aldığı anlaşılıyor. Tabloda iki kız, müzik, güneşve sevgi resmedilmiştir. Bu tablo ile Giorgione hayat dolu dünyasını çevresinesunmaya çalışmıştır. Dikkat edilirse din duygusu da artık resimlerdenelini ayağını sessizce çekmektedir.11

    Asya’da Hıristiyanlığın hakim olduğu Rus sanatındaise, Hıristiyanlıkla ilgili eserler verildiği dönemlerde, Rus sanatçılarıBatı’daki kutsal insan tasvirlerini eleştirmişler ve kutsallıklarınıbozduklarını söyleyecek kadar dindar bir yapı sergilemişlerdir. Hıristiyanöğretilerine sıkı sıkıya bağlı sanat eserleri vermişlerdir. 19. YüzyıldaRusya’da geniş fikir akımları doğmuş, dini kalıplar kırılmaya başlamıştır.Özellikle 1920’lerden sonra Sosyalizmin egemen olduğu dönemlerde nesnelerioldukları gibi değil, olması gerektiği şekilde biçimlendirmişlerdir.Sanatı fikirlerinin yayılması için bir silah olarak görmüşlerdir. SovyetYazarları Derneği Başkanı bir dergide şunları yazıyor; "sanat kendikurtuluş savaşını yapan halkların bir silahıdır. Sanatta geniş halkkitlelerince anlaşılabilecek biçimde, bilgi ışığını ve yeni, ilericifikirleri anlatacak kuvvet vardır.12

    Rönesanstan sonra gelişim içerisinde Sanat, Barok veRokoko gibi dönemleri yaşamıştır. Bu dönemlerde heyecanın ve aşkın esasolduğu eserler verilmiştir.

    1789 İhtilalinden sonra ise, sanatlarda bazıetkilenmeler olmuştur. Tarihin karanlık çağlarından tarım kültürüne,tarım kültürlerinden de bu döneme değin sanatın aristokrat zümrelerin vedin kurumlarının hizmetinde ve değişen dünya görüşlerine paralel olarakyeni biçimlere girdiği görülür. Bu dönemde Tanrıyı yalnız evrenin yaratıcısıolarak kabul ediyor fakat insanı hayatının hakimi olarak görüyordu. Yaptıklarıeserlerde ahlaki değerlere önem artıyor ve doğa manzaraları karşımıza çıkıyor.Doğanın muazzamlığı karşısında küçüklüğe dikkat çekiliyor yaniTanrının büyüklüğü vurgulanıyordu. Eserlerde hep ebedilik fikrini işlemişlerdir.İnançlı sanatçıların verdiği eserler olduğu gibi, inançsız sanatçılarda olmuştur. Fransız ihtilalinin olduğu dönemlerde yetişen Goya ne dinikurtuluş ne gelecek için bir inanca sahip olmadı. Aile yönünden perişanolan sanatçı karısı öldükten sonrada yirmi çocuğundan yalnız bir tekevladı kalmıştır. Madrit civarlarındaki bir kır evine çekilmiş yalnız münzevibir hayat yaşamıştır. Bu yalnız hayatı içinde yalnız cadılar, şeytanlargibi hayalleri ona arkadaş olmuştur. Evin bütün duvarlarını devler, öldürülenerkekler, cadılar ile boyadı. Ümitsizlik onu perişan etti. Ümitsizlik içindesembolleri konuşturması onun deli damgası yemesine sebep oldu.13

    İnançsızlık tablosunu ortaya koyan bir diğer sanatçıolan Van Gogh, (1853-1890) bir protestan papazın oğludur. Hayatının büyükbir bölümü açlık ve sefalet içinde geçer. Kendini din ile sanat arasındabir ayırım yapma zorunda hisseder ve sanatı seçer. Büyük bir hırslaresimler yapmaya başlar fakat işler yine bozulur ölüm korkusuna kapılır.Sonunun geldiğine inanır, çalışmalarına daha da bir hız verir. Ruhen biriç huzursuzluğun insanı kahreden ateşi içinde yanar. Bu ruh hali tablolarındada bu şekilde yansır. Alev alev göğe yükselen serviler, yanan dağlar, sarıve turuncunun hakim olduğu renkleri kullanır. İnançsızlık ve ümitsizliğinateşiyle karga avlamak bahanesiyle birkaç gün önce boyadığı, "KargalıBuğday Tarlası" tablosundaki tarlaya giderek, göğsüne ateş eder, kaldırıldığıhastanede ölür.

    Bu şekilde korku içinde yaşayan bir hayat tarzı bir çokünlü ressamda görülür. Bunlardan ikisi Roussean ve Baudelaine’dır.

    Türklerde ölüm düşüncesinin sanata etkisini iki grupiçerisinde ele almak mümkündür; İslam öncesi ve İslami dönem olmak üzere..İslam öncesi Türk kültüründe ölümü karşılamaya dönük çeşitli figürve şekiller vardır. Ölüm ve sonrası ile ilgili inançlar Türk sanatına çeşitlieserler kazandırmıştır; kurganlar, balballar (dikilitaş ve heykeller), anıtkabirler(kümbet ve türbeler) bunlardandır.14 Göçebe toplulukları halinde yaşayanTürkler, uçsuz bucaksız otlakların ve bozkırların içerisinde harekethalinde oldukları halde, sabit olarak bıraktıkları tek şey ölenler içinyapılan kurganlar ve mezarlardır. Bugünün bilimsel çalışmaları, ozamanki atlı göçebe kültürünü, Türk topluluklarının yaşantılarını,inançlarını bu kurgan ve mezarlardan öğrenmektedir.

    Hunların yerleşik oldukları bölgelerde yapılan kazılarsonucunda, evcil hayvanlar arasında, atın ön planda olduğu görülür.Kurganlarda atların gömüldüğü bölümlerde, eğer koşum takımları, eğeraltı örtüleri ve atlarla ilgili zengin malzemeler ele geçmiştir.15 Bubulgular Hun Türklerinin inançları hakkında bilgi edinmemize yardımcıolmaktadır. Zira ölen kişi ile birlikte atının da gömülmesi, ahiretteyine ona sahip olma duygusundan kaynaklanıyor. Burada dikkat edilmesi gerekennokta inancın sanata yansımasıdır. Bugün Hun mezarlarından çıkan yüzlerceat koşum takımları, o zamanki Türklere ait giyim, kuşam şekilleri, kullandıklarıörtü ve halılara kadar, bu kurgan (mezarlardan) öğreniyoruz. Hunlardankalan bu buluntular bugün dünyanın çeşitli müzelerinde sergilenmektedir.

    Göktüklerde de Hunlarda olduğu gibi ölümden sonrakihayatın varlığına inanıyorlar bu inancın bir yansıması olarak, öldüktensonra hizmet etmesi hizmetkarlarını ve atlarını da gömüyorlardı.16Mezarların başına, kendilerine hizmet etsin diye- hayatta iken öldürdükleridüşman sayısı kadar balbal adı verilen şekillendirilmiş taş dikiyorlardı.Dirilişe inanıyorlardı ve Cennet-Cehennem fikirlerine sahiptiler. Yapmışoldukları heykel ve süslemelerinde, inanca ve ahirete yönelik sembolikifadeler yer almaktaydı. Örneğin Kültigin mezar külliyesinde 3.75 boyundakianıtın altında kaide olarak Kaplumbağa heykeli konulmuştur. Kaplumbağanıntemsil ettiği anlam ise, ‘uzun ömür ve kötü ruhları uzaklaştırmak"tır.17

    Uygurların zengin sanat tarihi ile ilgili devirlerinianlatmaya çalışırken de hiç şüphesiz onların dini durumlarını elealamamazlık edemeyiz. Çünkü sanat eserlerinin, plastik sanatların bütünüdini konulara bağlı olarak yapılmıştır.

    Diğer Türklerden farklı olarak resmi dini Mani olarakkabul eden Uygurlarda da ahiret inancının olduğunu ve bu dinlerini yaymak içinminyatürlü resimlere ve yazma eserlere önem verdiklerini görürüz.

    Türklerin geçmiş yaşantılarına, milli bünyelerineuygun olan İslamiyeti kabul etmeleriyle birlikte, tarihte dev ve uzun süreliimparatorluklar kurmuşlardır. Kendi istekleriyle İslamiyeti kabul eden Türkler,bu yeni din içinde tamamıyla Asya’da orijinal büyük bir sanat geliştirmişlerdir.

    İnsanlık tarihinde etkin değişiklikler genellikledinlerin tesiriyle olmuştur. Türklerin İslamiyeti kabulle başlayan değişiklikleride kaçınılmazdır. Kültür, gelenek ve sanatta bu değişimi açık bir şekildegörmek mümkündür.

    Ölüm gerçeğinin sanata yansıdığı en bariz örneklerdenolan türbeler ve mezarlar, İslamiyetten sonra da dikkatle izlenmesi gerekenanlamlar taşımışlardır. Türkler öyle muazzam türbeler inşa etmişlerdirki, dünya sanat tarihinde önemli bir noktayı koymuşlardır. Karahanlılar,Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılardaki bu türbe mimari formlarında dikkatçeken bir özellik üst örtünün ya konik şekilde veya kubbe biçiminde olduğugörülür. Bu konik veya kubbe biçiminin, kökleri ise İslamiyetten önceki Türklerdekiçadır geleneğine kadar uzanır. Türklerde ölülerin ilk mezarları hiç şüphesizkendi çadırları idi. Bu yüzden Türklerin yerleşik hayata geçmelerindensonra mezarları ister kerpiç, ister tuğla ister taş konstrüksiyon olsun çadırbiçimlerini korudukları dikkatten kaçmaz. Selçuklularda "kümbet",Osmanlılarda "türbe" adını taşıyan bu mezar yapılarıgeleneksel çadır kalıplarını taşır.18

    Türkler ölüye o kadar önem vermişlerdir ki, sadece önemlikişilerin mezarları değil, sade vatandaşların bile mezarları sanattarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Müslüman Türkler İlahi mesajın"Küllü nefsin zaikatü’l- mevt" (Bütün nefisler ölümü tadacaktır.)hakikatini mezar taşlarına aktararak insanlara ibret yüklü nasihatlar vermekistemişlerdir. Mezar taşları diğer bütün sanat dallarına göre örf veadetlerimizi daha fazla yansıtan kültür malzemeleri olarak karşımıza çıkar.Çünkü ölüm insanların bağrını kavurmakta, onlara o denli acılarvermektedir ki kişi eski inanç ve gelenekleriyle, öldükten sonraki hayatınıdüzenleme çabasına girmektedir.19 Mezar taşları üzerine yazılanhadislerde insanların ölümden korkmamaları ve her nefsin bir gün ölüm acısınıtadacağı vurgulanır.

    Mezar taşlarındaki çeşitli figürlerin özel anlamlarıvardır. Mesela bazı mezar taşlarında kandil figürü göze çarpar. Bukandillerin karın kısımlarında Allah yazısı vardır. Yani kandil Allah’ısembolize etmektedir. Yine mezar taşlarında görülen şamdan ise öleninruhunun başka bir aleme yükselmesini temsil eder. Mezar taşlarımızdaki birbaşka figürde servi ağacıdır. Bu ise sonsuzluğun ve doğruluğun timsaliolarak yapılır. Sadece mezar taşlarında değil, bir çok mimari eserlerdevazgeçilmez bir motif de hayat ağacıdır. Uçlarında haşhaş motifi bulunanbu figür ebedi uykuyu sembolleştiren ve ölenin ruhunun göğe yükselmesigibi anlamlar içerir.20

    Sonuç

    Tarih boyunca insanların karşılaştıkları en büyükhakikat ölüm olmuştur. Hayatın bir çok problemlerine çare bulunduğu haldeölüme çare bulmak mümkün olmamıştır. Her kültür kendine göre bir ölümyorumu geliştirirken, bunlardan bir kısmı, semavi mesajlardan yararlanırkenbazıları beşeri mülahazalarla bir yorum getirmiştir. Bu algılayış biçimleride tabii olarak o toplumların sanatlarını etkilemiştir. Sanat tarihi çalışmalarıaynı zamanda insanların ruh dünyalarının anlaşılması çalışmalarındanbaşka bir şey değildir. Bugün sanat eserleri incelendiği zaman ebediyetiarzulayan çalışmaların ya da ebediyet formasyonları geliştiren eserlerinçok olması, bu duygunun her çağa hitap eden evrensel bir realite olduğunu gösterir.

    1. Kınay, Cahit, Sanat Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara 1993, s. 1.

    2. Kınay, s. 58.

    3. Kınay, s. 60.

    4. Kınay, s. 97.

    5. Kınay, s.166.

    6. Kınay, s.168.

    7. Kınay, s.168.

    8. Kınay, s. 258.

    9. Kınay, s. 329.

    10. Kınay, s. 339.

    11. Kınay, s. 361.

    12. Kınay, s. 389.

    13. Kınay, s. 439.

    14. Aslanapa, Oktay, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı,Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1993, s. 34.

    15. Aslanapa, s. 6.

    16. Aslanapa, s. 33.

    17. Aslanapa, s. 41.

    18. Aslanapa, s. 36.

    19. Karamağaralı, Beyhan, Ahlat Mezar Taşları, KültürBak. Yay. Ankara 1992, s. 3.

    20. Karamağaralı, s. 3, 4.