Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Ölüm ve Hakkında Bazı Meseleler

    Doç. Dr. Hüdaverdi Adam

    Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kelam Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

    Ölümün kaçınılmazlığı insanı ve insanbilimcilerini her zaman düşündürmüş ve hayatın anlamı üzerinde araştırmayapmaya sevk etmiştir. Eğer bütün yaptıklarımız bir gün yok olupgidecekse hayatın bir anlamı olabilir mi sorusu kişilerin huzurunu kaçırabilirve hayatın anlamsız, amaçsız olduğuna dair düşünceler gelişebilir.

    İnsanlar hayatlarında anlam ararlar. Biyolojik olaraksinir sistemi, beynin kendisine gelen uyarıları otomatik olarak, belli birsistem içinde gruplandırması esasına göre düzenlenmiştir. Anlam aynızamanda bir egemenlik duygusu da sağlar. Belli bir bağlamdan yoksun, gelişigüzelolayların karşısında kendimizi çaresiz ve şaşkın hissettiğimiz için,onları düzene koymaya ve bunu yaparken de onların üzerinde bir denetimduygusu kazanmaya çalışırız. Daha da önemlisi anlam, değerlerin ve dolayısıyladavranış kurallarının kaynağını oluşturur. Bu durumda niçin sorularının(niçin yaşıyorum?) cevabı, aynı zamanda nasıl sorularına (nasıl yaşıyorum?)bir çözüm getirir.

    Anlam arayışı, haz arayışına benzer ve aynı şekildedolaylı olarak yönlendirilmelidir. Anlam, anlamlı etkinlikler sonucunda oluşur.Her insan kendi hayatına kendi etkinlikleriyle anlam katmak zorundadır. Buanlamda mesela Freud hayatın anlamının "Üretmek ve sevmek" olduğunusöylemiştir. Bir çocuk büyütmek, aile kurmak, çalışmak, para kazanmak,kitap yazmak, yardım kurumlarında çalışmak, bilgiyi paylaşmak, gelecek kuşaklarapaylaşılabilecek bir şeyler bırakmak gibi şeyler kişilerin hayatlarınıanlamlandırabilecekleri öğelerden biri veya bir kaçı olabilir.

    Hayatımızı çift ya da gruplar içinde geçirmek içinpek çok çaba sarf ederiz. Ama nasıl yalnız doğmuşsak, yalnız ölmekzorunda olduğumuz da bir gerçek olarak bilincimizdedir. I. Yalom 10 yılı aşkınbir süre ölüme yaklaşan kanser hastalarıyla yaptığı çalışmalarda, ölmeninen korkunç yanının, onu yalnız yapmak zorunda oldukları, ölüm anındabile, bir başkasının tüm varlığıyla yanımızda olmasını istemenin ölümünyalnızlığını hafifletebileceği gerçeğini öğrenmiştir. "Teknendeyalnız da olsan, yakınlarda inip çıkan diğer teknelerin ışıklarını görmekher zaman avutucudur."

    Ölüme karşı ruhsal tepki dört basamaktan geçer:

    1. İnkar: Ölümle sonuçlanacak bir hastalığı olduğunuöğrenen kişi de ilk oluşacak tepki inkar olabilir. Hasta "Hayır, bu doğrudeğil, yanlışlık oldu, ben hasta değilim" şeklinde inkar savunmasıile kaygı ve depresyonla mücadele edebilir.

    2. Öfke: Hasta "Neden ben?" sorusuna yanıtarar ve hayatını sorgular. Yakınlarına ve doktorlarına öfke duymaya başlar.Bu öfkesinden ürken aile bireyleri hastadan uzaklaşabilir veya ayırdıklarızamanı azaltırlarsa, hasta çaresizlik duygularını daha yoğun hisseder.

    3. Depresyon: Hastada kendini suçlama, ümitsizlik ve çaresizlikduygularına bağlı olarak depresyon gelişir.

    4. Kabullenme: Hasta artık durumunu kabullenmiş ve biryerde kaderine boyun eğmiştir. Hastalara kabullenme sürecinde, ABD veAvrupa’da psikoterapi yardım ve destek grupları yardım verir. Bu gruplardahastaların kendilerini ifade etmeleri sağlanır ve iyileşme ümidinin ölümü,huzurla kabul etme ümidine dönmesi için desteklenirler. Ülkemizde henüz ölümübekleyen hastalar için psikoterapi grupları oluşmamıştır. Ama kültürümüzdehasta ve yaşlı insanlara verilen önem, aile bağları, hasta kişilerihastanelerde ziyaret etme, yalnız bırakmama gibi insani öğeler, kısmen deolsa bu insanların acılarını göğüslemede onlara yardımcı olmaktadır.

    Hayat ölüm için, ölüm de hayat için son dereceanlamlıdır. Hayatı olmayan bir ölüm nasıl hiçlik ve yokluk demekse; ölümüolmayan bir hayat da öyledir. Eşya zıtlarıyla kaim olduğu için geceninvarlığı gündüzü, akın varlığı karayı, ölümün varlığı da hayatıanlamlı hale getirir. Allah Teâlâ bu gerçeği "Sizin hanginizin dahaiyi amel yaptığını sınamak için ölümü de, hayatı da yaratan Allah’tır."buyurarak ifade eder. Buradan anlaşıldığına göre hayat ve ölüm imtihanamaçlıdır. Hayat olmasa ölümün; ölüm olmasa hayatın imtihan gayesitahakkuk etmezdi.

    Ayette ölümün hayattan önce zikredilmiş olmasını değerlendirenmüfessirlerden bir kısmı bunu insanın doğmadan önceki haliyle irtibatlandırırkenbir kısmı da ölümün hayırlı işler yapmaya daha müessir oluşu üzerindedurmuşlardır. Sahabelerden İbn Mes’ud ve onu izleyen bazıları özellikle:"Lezzetleri tarumar eden ölümü çokça hatırlayın."1 hadisindenhareketle ölümün hayat üzerindeki düzenleyici etkisine ve terbiye edicitesirine dikkat çekmişlerdir.

    İnsan unutmaya meyyal bir varlıktır. Bu yüzden"Hafızay-ı beşer nisyan ile ma’luldür" denilmiştir. Bu sebepleinsan her zaman bir hatırlatıcıya ve uyarıcıya ihtiyaç duyar. Her gün karşılaştığımızölüm ve cenaze olayları, bizlere "ölümün ne güzel bir nasihatçi"olduğunu haykırır.

    Ölümü nazar-ı itibara alıp onunla son bulacak birhayatın kıymetini ölçüp tartmak akıllıca bir hareket olmakla birlikteyeterli değildir. Çünkü sonrasını düşünmeyenler için, ölümü düşünmekkaygı verici bir olaydır. Hatta ümitsizlik kaynağıdır. Ölüm kaygısı taşıyanlarınbir kısmı, "nasıl olsa bir daha dünyaya gelmeyecekleri" düşüncesiyleölümü ve ölüm ötesini hiç düşünmeden dünyadan kâm almaya kalkarlar.Bir kısmı da ölüm rahatlığına ermek sevdasına kapılırlar. Bu ikisiarasında aslında doğru olan davranış ölümün de hayatın da imtihangayeli olduğunu bilip ebedi hayat için hazırlanmaktır.

    Kur’an ve hadislerde dünya hayatının geçiciliği, çekiciliğiüzerinde sıkça durulmuş ve insanların dikkatleri ölüm ötesi ebedi hayataçekilmek istenmiştir. Nitekim bununla ilgili bir ayette "Bilin ki dünyahayatı bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme ve daha çok malve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği veziraatçıların da hoşuna giden bir bitki gibi, önce yeşerir, sonra kurur dasen onun sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette iseçetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünyahayatı aldatıcı bir geçimden başka bir şey değildir."2 "Bu dünyahayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiret yurduna gelince işteasıl hayat odur."3 buyurulmaktadır.

    Bu ayetlerle insanlardan istenen bir hayattan ötekine geçerkenilerideki daha üstün hayata yükselmek için faydalı işler yapmak ve bu geçişortamını ebedi hayatın başlangıcı gibi algılamaktır. Fani hayatın"bütün lezzetlerini tarumar eden", sevgilileri birbirinden ayıran,ocak yıkıp yürek yakan, evlatları yetim anaları dul bırakan, servetleri hâkile yeksan eden ölüm, Allah için çalışmış, iman ve itminan ile dolu gönülleriçin Hakk’ın rızasına kavuşmanın mutlu sonudur.

    Bu yüzden: "Bir aylık ömrünüz kalsa ne yapardınız?"sorusuna muhatap olan kimse elbette hemen "hüsn-i hatime" kaygısınadüşerek: "Acaba benim ölümüm Hakk’ın rızasına kavuşmak mı, yoksaeli boş bir tükenme mi?" diye düşünür. Bu tür bir düşüncenin"tul-i emel" dediğimiz dünya tutkusunu azaltmada müessir olduğumuhakkaktır. Çünkü böyle bir düşünce insanı muhasebeye hazırlar.

    Tasavvuf çevrelerinde, er-Riaye isimli eserinde işlediğimuhasebe kavramı sebebiyle "el-Muhasibi" lakabını aldığı söylenenHaris b. Esed el Muhasibi, muhasebeyi ikiye ayırmaktadır: Birincisi yapacağımızişlerle, ikincisi yaptığımız işlerle ilgili muhasebedir.

    Yapacağımız işlerle ilgili muhasebe yararlıyı zararlıdanayırmak için ayak kaymasına karşı tedbirli olmamızdır. Böylece bilinçlibir biçimde zararlıyı terk eder ve yararlıyı yaparız. Bu tür bir muhasebeinsanın önünü görerek ve sağlam yere basarak güvenle yürümesini sağlar.Otokontrol mekanizmasını randımanlı bir biçimde çalıştırır. İnsanınsürçme ve ayak kaymalarını önler. Planlı çalışma ve sistemli ilerlemeyigerçekleştirir. Proje olmadan, finans bulunmadan imar ve inşa olamayacağıgibi, muhasebe olmadan da yararlı işlerde daim olmak zor hatta imkânsızdır.İkinci tür muhasebe ise geçmişte yapılan işlerle ilgilidir. İnsanın yaptığıiş ve davranışları gözden geçirerek eksik ve kusurlarını tamamlaması,hata ve günahları varsa ondan tövbe etmesi demektir. Netice itibariyle Allah,kullarının işlerini yapmadan önce planlamalarını; yaptıktan sonra da yapılanişin nasıl bir şekil aldığını gözden geçirmelerini istemektedir. Kulunameline nokta koyan ölümden başkası değildir. Öyleyse sağ olduğu sürece,muhasebenin iki türlüsü de müminin hayatına şekil vermelidir.

    Gaflet, ahiretle aramıza perde olmuş, kalp kasvetiAllah’ın tehditlerine rağmen bizi donuklaştırmış, günah ve isyan pasıAllah’ın emirlerine karşı basiretimizi bağlamış, dünya düşüncesi bütündüşüncelerimize galebe çalmış görünüyor. Nitekim konu ile ilgili olarakAllah Teala "Allah’ı unuttuklarından dolayı Allah da onlara nefisleriniunutturdu."4 buyurur ki bir kısım müfessirler bunu "Nefislerini elealıp onu hesaba çekmeyi unutturdu." şeklinde anlamışlardır.

    Allah iyi işler yapanları aziz kılar. İman etmeklebirlikte insan olmanın gereği kusur işleyenleri, en güzel biçimde çalışamamışolanları tövbe etmeleri halinde bağışlar. Ölüm ve hayatın yaratılmasınınen yararlı işlerle müsabaka imtihanının biricik gayesi, varlığınsahibini bilmek, O’na kulluk bilincine ermektir. Çünkü Kur’an’da insanınvarlık sebebini anlatan ayette: "Ben insanları ve cinleri ancak banakulluk etsinler diye yarattım5 buyurularak bu gerçek ifade edilmiştir.Hadis-i şerifte de: "Ben gizli bir hazine idim, tanınmak istedim ve bununiçin mahlukatı yarattım."6 buyurulmuştur.

    Bu ayet ve hadisin ışığında varlık sebebimizkulluktur. Ancak insanoğlunun hayatın her safhasını kulluk bilinci iledonatması zor bir olaydır. Ölümün hangi zaman ve vakitte, nerede ve hangişartlarda geleceği bilinmemektedir. Bu bilinmezlik yerine göre bir rahmetolmakla birlikte, bazen de ölümü çok uzaklarda görme şeklinde gaflete desebep olabilmektedir. Hayatımızda Ramazan iklimi gibi ibadet-yoğunmevsimlerin varlığı, bizim gaflet sislerini dağıtıp basiretin aydınlıkortamına çıkmamızı sağlamaktadır. Hz Peygamber’in: "Her namazınızıson namazınız imiş gibi kılın7 hadisinden yola çıkarak bir aylık ömrükalan bir insanın duyarlılığının, ölüm konusunda hazırlıklı olmayavesile ve sebep olması gerekir.

    Bir aylık ömrü kalmış, ölümün hızla kendisineyaklaştığını hisseden insan, kavuşacağı Rabbinin isteklerini yerinegetirmeye yoğunlaşmalı, O’na O’nun sevdiği şeylerle kavuşmaya; O’nun rızasınıkazanarak ulaşmaya çalışmalıdır. Çünkü hedef rızay-ı İlahidir. Rızay-ıİlahiyi kazanmak ise önce O’ndan razı olmaktan sonra da O’nu razı edecekamel işlemekten geçer. Buna göre hayat, ölüm ve ölüm ötesi için"en güzel amel" yarışıdır. Bir yıl olsa da, bin yıl olsa dageriye bir ay kalsa da "en iyi amel yarışı" ve en güzel kullukarayışı sürmelidir.

    Amel yarışı ve kulluk arayışında denge ve itidal çizgisison derece önemlidir. Ne büsbütün seccadeye mıhlanmış bir baş, ne sürekligözden akan yaş ve ne de bağrı taş olmak gerekir. Hepsinden iyisi gönlüarıtmak ve bir gönle girmektir. Gönlü arıtmadan, tevbe ile günahkirlerinden arınmadan mutmain bir kalbe, "leyyin" bir ahlâka ermekve Hakk ile vuslata varmak mümkün değildir.

    İnsanlarla ilişkilerde hak ve vazife kavramı ilebirlikte iyi geçimli olarak onların hüsn-i şehadetlerini almak da ayrı biranlam taşır. Allah, insanların birbirleri hakkındaki hüsn-i şehadetlerineönem vermekte ve onları yeryüzünde Allah’ın şahitleri saymaktadır.Nitekim Allah Resulü bir cenaze sonrasında halkın cenazeyi hayırla anmasıüzerine: "Vacib oldu, vacib oldu, vacib oldu." buyurdu. Bir başkaseferinde ise kötü sıfatlarla anılan bir kimse hakkında yine: "Vaciboldu, vacib oldu, vacib oldu." buyurdu. Sebebi sorulduğunda: "Hayırlaandığınıza Cennet, şerle andığınıza ise Cehennem vacib oldu. Çünküsiz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz."8 buyurdu.

    İnsanların insanlar hakkında vereceği kıymet hükümleriönem arz ettiğine göre insanların gönüllerini incitecek ve onlarınkendisi hakkında "kötü adam" değerlendirmesine sebep olacak davranışlardansakınmak da son derece mühimdir. Zira hiçbir kalbe, kırılarak girilemeyeceğibilinen hususlardandır.

    İslam’ın genel tarifi: "Yaradan’a kulluk ve yaratıklaraşefkat ve dostluk" olduğuna göre mü’min insan hayatını yaşarken buiki ana noktaya yoğunlaşmalı, İlahi hukuku ve insanların haklarını kâmilmânâda ifa ve icra etmelidir. İtibar, son nefese olduğuna göre, sonnefesini imanla alıp verecek bir doygunluğa erişmeye çalışmalıdır. Çünkü:"Nasıl yaşarsak öyle ölürüz, nasıl ölürsek öyle haşroluruz."

    İman ehli için hayat vazifesinin getirdiği külfetlerdenbir terhis, dünya meydanındaki imtihanda kulluk vazifesinden bir paydos, öbüraleme göç etmiş ahbabına kavuşmak için bir vesile, hakiki vatanına dönmeyebir vasıta, dünya zindanından Cennet bahçelerine bir davet ve yüce Allah’ınfazlından, hizmetine mukabil ücret alma anı olarak telakki edilen ölüm, pekçok insan için ürkütücü ve halledilmesi çok zor bir problemdir.

    İnsanlık, ilk yaratıldığı günden itibaren ölüm veölümden sonrasını düşünmüş, dinler de onların bu mevzudakiproblemlerini çözmek için gelmiş ve onların "Ben kimim?","Nereden geldim?" ve "Nereye gidiyorum?" şeklindeki sorularınacevap vermiştir.

    İslam dini de bu meseleye diğer dinler gibi çok önematfetmiş, Ahiret’e imanı inanç esasları arasında mütalaa ederek onaAllah’a imandan sonra ikinci sırada yer vermiştir.

    Ölüm Gerçeği

    Allah Teâlâ hikmetli kitabı Kur’an-ı Kerim’de "Oki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatıyaratmıştır."9 buyurarak hikmeti gereğince, kudreti ile, dünya hayatındaölümü icat ettiğini, yarattığını bildirmektedir. Bundan, dünya hayatınında ölümün de hikmetli olduğu; abes ve gayesiz olarak meydana gelmediği anlaşılmaktadır.Dünya teklif ve amel; ahiret ise hesap ve mükafat yeridir. Din böyle demekte,akıl buna hükmetmekte, mü’minler de buna böyle inanmaktadırlar.10

    Ölümün hikmeti insanın imtihanında gizlidir. İnsan,iyi ya da kötü her işlediği şeyin karşılığın görecektir. Ancak bu,burada değil de Ahiret aleminde olacaktır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu açıklamayagöre Allah açısından ölümün bir gayesi vardır. Ancak bu şuurdan uzak yaşayaninsan Ona kavuşmaktan korkmakta, kendi çevresindeki insanların ölmeleri ileürpermekte ve feryat etmektedir.

    Aslında ölümün insanı korkutmasının altında yatangerçek sebep, ölümün mahiyetinin bilinmemesi, insanın emellerini gerçekleştirmeyeimkan vermemesi ve onu sevdiklerinden ayırmasıdır.11 Bütün semavi dinlerinsanı bu sıkıntılı durumdan kurtarmak için "öldükten sonradirilmeye iman" düşüncesiyle gelmiş ve bunda ittifak etmişlerdir.12Hatta peygamberlerin daveti Allah’a imandan sonra Ahiret’e imana ve onun içinhazırlık yapmaya olmuştur.13

    Dirilten ve öldürenin kendisi olduğunu belirten Cenab-ıHak14 ölümün belli bir süre ile yazılı olduğunu ve herkesin ölümününOnun iznine bağlı olduğunu bildirmektedir.15 Hiç kimse abes olarak, boşyere yaratılmadığı16 gibi kimse ölümden kaçamayacaktır. Allah (c.c.)bunu "(Habibim) sen de öleceksin, onlar da ölecekler" şeklindeifade eder.17 Ölüm karşısında müsavi olan insanlar hiç bir adaletsizliğeuğramadan "zerre kadar hayır yapmışlarsa onu, zerre kadar şer yapmışlarsaonu(n karşılığını) göreceklerdir."18

    Gazâlî’ye göre, ölüm karşısında insanlar dörtgruba ayrılır:

    1- Hayatın fânî ve geçici olduğunun farkına varamamış;hayatı dünyevî zevklerden ibaret görenler. Bunlara göre ölüm, zevk vesafanın sona ermesi, korkulan âkıbetin başa gelmesi demektir. "De ki,kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır."19 Ayetibunların durumunu anlatır.

    2- Yaptıklarının âkıbetini bilen ve tövbe edipkulluk yoluna yönelmeye çalışanlar. Bunlar için de ölüm istenmeyen ve hoşagitmeyen bir hadisedir. Çünkü henüz hazır değildirler. Ölümün anidenonları yakalama tehlikesi vardır. Bunlar Allah’a kavuşmak isterler ancak ölümüngecikmesini dilerler.

    3- Allah’ı bilen ve O’na aşk ile bağlı olanlar. BunlarAllah’a kavuşmak için can atarlar ve ölümün gecikmesinden şikayet ederler.

    4- İşi Allah’a havale edenler. Bunlara göre O, neyi murâdederse, istenmeye ve sevilmeye layık olan O’dur.20

    Kula düşen, ölümü unutmamak, ona hazırlık yapmak veAllah’ın rahmetinden ümitli olmaktır. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun,ölümü temennî etmek doğru değildir.21

    Ölümün hakikati tehdit ve korkutma değil, ebedi vedaimi bir hayatın mukaddimesi olduğuna göre göre ondan korkmaya gerekyoktur. Hatta her yönüyle nimet olan ahiret saadetine ulaşmak ancak ölümvasıtasıyla olduğuna göre, bizim için ölüm bir nimettir. Çünkü kendisivasıtasıyla nimete ulaşılan sebep de nimettir.22

    Her insan, kendisi için takdir buyurulan vakit dolduğunda,içinde bulunduğu şu fâni ve zâil dünya hayatından asıl yurdu olanahirete intikâl edecektir. Peygamberler de dahil olmak üzere hiçbir varlık,bu takdirin dışına çıkabilmiş değildir. Kur’an-ı Kerim’de de "Hernefis ölümü tadıcıdır."23 "De ki: Sizin hakikaten kaçıp durduğunuzölüm (yok mu?) o, size elbette gelip çatıcıdır. Sonra (hepiniz) gizliyi deâşikârı da bilen (Allah)’a döndürüleceksiniz de O, size yaptıklarınızıhaber verecektir"24 "Nerede olursanız olun, velev tahkim edilmiş yüksekkalelerde bulunun, ölüm size çatıp yetişicidir"25 ve ".. Her ümmetinbir süresi vardır. Süreleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ilerigiderler"26 buyurularak ölümden kurtulmanın mümkün olmadığı ifadeedilmektedir.

    Hakikat bu olduğu halde çokları, ölümü unutarak hiçölmeyecekmişçesine bu dünyaya sarılmaktadırlar. Halbuki ölümü hatırlamak,bir hadis-i şerifte de beyan edildiği üzere27 lezzetleri yok eder ve böylelikledünyaya olan muhabbeti, ahirete olan iştiyaka dönüştürür. Her Müslüman’ın,fırsat elde iken vakit kaybetmeden geleceği kesin olan ebedî dünyası içinbu dünyada şimdiden hazırlık yapması gerekir. Nitekim bununla ilgili olarakAllah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de: "Azıklanın. Muhakkak ki, azığın enhayırlısı takvadır. Ey kâmil akıl sahipleri benden korkun."buyurmaktadır.28

    İnsan, ahirette dünyada ektiğini biçecek işlediklerinikarşısında görecektir. Burada nefislerine uyup keyiflerince yaşayan ve hazırlıklarınıyapmayanların halini Kur’an-ı Kerim şöyle tasvir eder: "Nihayetonlardan her birine ölüm gelip çatınca (tekrar tekrar) şöylediyeceklerdir: ‘Rabbim, beni (dünyaya)geri gönder, tâ ki ben zâyi ettiğim (ömrüm)mukabilinde iyi amel (ve hareket) de bulunayım.’Hayır hayır onun söylediği bu söz (hakikatte) boşlaftan ibarettir. Önlerinde ise diriltip kaldırılacakları güne kadar(Kalmalarına mani) bir engel vardır."29

    Hiç kimsenin öleceği zaman belli değildir. Dolayısıylahayatlarını şuurlu ve her an ölüme hazırlıklı yaşayanlar olduğu gibiyer yer gaflete düşenler de vardır. Ayrıca içinde yaşadığımıztoplumda, ölmüş yakınları için dua ve ibadetlerle onların arkasındanimdatlarına koşmak ve onlara sevap kazandırmak isteyenler de az değildir. Busebeple biz bu çalışmamızda, vefat edip bu dünyadan ebedî aleme göç etmişinsanların arkasından yapılan dua ve ibadetlerin durumunu ortaya koymaya çalışacağız.

    Kabir Ahvali

    Kabir ahvali, naklî yani akıl ile değil, ancak haber(Kur’an veya Hadis) ile bilinebilen konulardandır. Kabir ahvali denince ilkakla gelen kabir azabı ve nimetidir. Kabir azabını kabul edenler sual venimeti de kabul etmişler, kabir azabını imkansız görüp kabul etmeyen ve buhusustaki nasları türlü şekillerde tevil edenler, kabirdeki diğer ahvali deinkar etmişlerdir.30 Kabir azabından kasıt "ölümden sonra başlayıp kıyametekadar sürecek olan devredeki azaptır. İsterse bu azabı çeken bir kabredefnedilmemiş olsun."31

    İşte ölüm ile başlayıp ahiret hayatının ikincidevresi olan "ölümden sonra tekrar diriltilme anına kadar devam edendevreye kabir hayatı veya berzah adı verilir.32

    Ölümden Önce Yapılacaklar

    Ahiret hayatının başlamasından önce, yani dünyahayatının son demlerinde de insanların birbirleri için yapabilecekleri işler,birbirlerine faydalı olabilecekleri durumlar vardır. Bunların başındageleni ise, hasta ziyaretidir.33 Hasta ziyaretinde, Allah’tan onun için sıhhat,afiyet ve şifa dilenmeli, sabır tavsiye edilmeli, ümit verilerek iyi olacağısöylenmeli, mümkünse -ve de ısrar etmiyorsa- yanında fazla kalınmamalıdır.34Hastada ölüm alametleri görülmeye başlayınca da mümkünse, zorluk yoksa,kıbleye çevrilmelidir. İmam Şafiîye göre ise, başı biraz kaldırılarak,hasta sırt üstü yatırılmalıdır.35 Hastaya yapılması gereken şeylerdenbiri de telkindir. Ülkemizde, bu mesele maalesef yanlış anlaşılmakta vetelkin, bilindiği gibi, yaygın şekliyle definden sonra, kabir başında yapılmaktadır.Halbûki, sünnete uygun olarak telkin, ölmek üzere olan Müslüman’a(muhtazar) yatağında yapılır. Bu amaçla, söyleneni anlayıp tekraredebilecek durumdaki (komaya girmemiş ve şuuru kapanmamış) hastanın yanında,hastanın sevdiği birinin, zaman zaman onun duyabileceği şekilde kelime-i şehadeti"Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah" tekrarlar. Ama onuzorlamaz ve bunu ondan istemez.36

    İhtizar halinde bulunan (ölmek üzere olan) hastaya"Yâsîn" suresinin okunması da Hz. Peygamber tarafından yapılmasıtavsiye edilen hususlardandır. Ancak, bunun ölü üzerine okunması tartışılmıştır.Ancak Şevkânî, birbirini takviye eden rivayetleri göz önünde bulundurarakbunun caiz ve faydalı olduğu kanaatindedir.37

    Yalnız burada belirtilmesinde fayda addettiğimiz birhusus vardır: Bilenler "Yâsîn"i bizzat kendileri okumalı,bilmeyenler Allah rızası için okuyacak birisini bulup ona okutmalıdırlar. Böylebirini bulamazlarsa, bildikleri ve kendilerine kolay gelen herhangi bir sureyiokumakla yetinmeli bunu geçim kaynağı ve ticaret metaı haline getirenlereimkan ve fırsat vermemelidirler.

    Ölümden Sonra Yapacaklarımız

    Ölen kişinin, gözlerinin kapanması, çenesinin bağlanmasıve üstünün örtülmesinden sonra yapılması gereken bir kısım vazifelervardır. Şimdi sırasıyla onları görelim.

    Allah’a sığınma (istircâ): Ölüm ve benzerifelaketlerle karşılaşan Müslüman bunu sabırla karşılamalı ve dua ileAllah’a sığınmalı "Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz"38 diyerekdayanmalıdır. Allah bu gibi kullarını methetmiş, rahmet ve hidayetle müjdelemiştir.39

    Saçını başını yolmamak: Ölüm gibi son derece önemlibir mesele karşısında üzülmemek mümkün değildir. En sevdiği yakınınıkaybeden birinin, hüzünlenmesinden ve bunu dışarıya yansıtarak ağlamasındandaha tabiî ne olabilir. Bu yüzden Hz. Peygamber bu nevîden olan üzülmeyi veağlamayı men etmemiştir.

    Hz. Peygamber’in, oğlu İbrahim’i son anlarında kucağınaalıp öpüp kokladığını ve gözlerinden yaş boşandığını görenAbdurrahman b. Avf’ın sizde mi Ya Rasûlallah! Diye hayretle sorması üzerineO, "Göz ağlar, kalp mahzûn olur ve biz ancak Rabbimizin hoşnut olacağınısöyleriz. İbrahim! Senden ayrıldığımız için gerçekten mahzûnuz"40buyurmuşlardır. Ancak, bunun dozunun kaçırılarak, ölüye azap verecek birağıt’a dönüştürülmesi doğru değildir. Çünkü bu, cahiliyeadetlerindendir.41

    Ölünün yıkanarak kefenlenmesi: Ölünün yıkanıpkefenlenmesi farz-ı kifayedir. Hz. Peygamber bu iki işin nasıl yapılacağınıbizzat göstererek öğretmiştir. Ancak şehitler yıkanmaz, kanlıelbiseleriyle defnolunurlar.42 Ölüm fikrini canlı tutabilmek için, kefeninönceden hazırlanması caizdir. Zira, Hz. Peygamber, Ashabından bazılarınınbunu yaptıklarını görmüş ve tasvip etmiştir.43

    Ölünün borçlarının ödenmesi: Ölünün borçları,mümkün olduğu kadar erken, hatta imkan varsa namazı kılınmadan önce ödenmelidir.Ölünün borcu -varsa- kendi malından ödenir. Yoksa, -bazı müçtehidlere göre-"Beytü’l-Mâl"den ödenir.44

    Namazının kılınması: Ölü üzerine namaz kılınmasınınfarz-ı kifaye olduğu hususunda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. Bunamaz, Allah’a ibadet, ölüye dua niyetiyle kılınır.45 Müslüman kadın veerkek ile, canlı doğarak ölen çocukların namazı kılınır. Ancak, Hanefîmezhebine göre, devlete baş kaldırıp savaşırken ölen asiler, haksız olduğuhalde kabilecilik gayretiyle kavga edip ölenler, soygunculuk yapan eşkıya ileanne veya babasından birini öldürenlerin cenaze namazları kılınmaz.46

    İmam-ı Azam Ebû Hanife ile İmam Mâlik’e göre, cami içindenamaz kılınması mekruh olarak kabul edilirken; İmam Şâfiî, Ahmed İbnHanbel, İbn Hazm’a göre, bunda bir beis yoktur. Çünkü Hz. Peygamber,Ashabdan Süheyl b. Beyda’nın cenaze namazını mescitte kıldırmış; Hz. EbûBekir ile Hz. Ömer’in cenaze namazları da mescitte kılınmıştır.47

    Ebû Hanife ile İmam Mâlik, gıyâbî cenaze namazınıncaiz olmadığı kanaatindedirler. Ancak, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ile İbnHazm’a göre ister uzak, isterse yakın olsun başka bir yerde bulunan cenaze içinnamaz kılmak caizdir. Zira, Hz. Peygamber, Habeş kralı Necâşî vefat edincegıyâbî olarak namazını kıldırmıştır.48

    İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, defnedildiktensonra, kabirdeki cenaze için namaz kılınması da caizdir. Ebû Hanifeye göreise, daha önceden namazının kılınmaması ya da selahiyetsiz biri tarafındankıldırılmış olması gibi zarûrî bir mazeret bulunmadıkça bu, caiz değildir.49

    Ölüyü tezkiye ve hakkında şahitlik etmek: Ölen biriiçin kesinlik ifade eder şekilde, "Cennetliktir" ya da"kurtulmuştur" demek caiz değildir. Çünkü, Hz. Peygamber bile bumevzuda emîn değildir ve "Vallahi! Allah’ın Resûlü olduğum halde,bana ne yapılacağını bilmiyorum" buyurmuştur.50 Ancak geride iyiintiba bırakmış, kendileri için iyi şahitlikte bulunulan kişilerin, bu şahitliksebebiyle af ve rahmete nâil olacakları da umulur. Tabii ki burada söz konusuolan şahitlik, öleni iyi bilip tanıyanların şahitliğidir.51 Zira, bir Müslüman’ınbilmediği kişilerin iyilikleri veya kötülükleri için şahitlik yapmalarıcaiz değildir.52

    Bu konuda en güzeli iyi bilmediğimiz kişiler içinAllah’tan rahmet dilemek ve "Allah rahmet etsin" demektir. Kötü diyebildiğimiz kişi için ise, fayda ve maslahat yoksa, kötülüğüne şahitliktebulunmaktansa susmak daha evladır. Bazıları bir kısım rivayetleri değerlendirerek,bazı hallerin kişilerin ahirete iyi olarak intikali hakkında fikir ve kanaatverdiğini ileri sürmüşlerdir.53

    Hz. Peygamber, ölenlerin ardından kötü söz söylemeyeizin vermeyerek "Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar, ettiklerini bulmuşlardır."buyurmuştur.54 Ölenler kafirse, bunların ardından lanet caiz ise de bununherhangi bir faydası yoksa abes ile iştigal olacağı için terki daha münasipgörülmüştür.55

    Ölünün kabre intikâli: Müslümanların birbiri üzerindekihaklarından biri cenazenin taşınması ve defni meselesidir. Bundan dolayı Müslüman’aecir (sevap) vardır. Bunun da en iyisi, definden sonraya kadar kabir başındakalıp dua ve istiğfar ile meşgûl olmaktır.56

    Cenazeyi kabre taşıyanların ahireti düşünmeleri ve dünyevîşeyleri konuşmamaları, sükûneti muhafaza etmeleri, bağırıp çağırmamaları,tekbir ve zikir dahi olsa sesli îfâsından kaçınmaları ve kabreindirilinceye kadar -bazı fukaha’ya göre omuzlardan indirilinceye kadar-oturmamaları gerekir.57

    Cenâzenin defni: Cenazenin defni farz-ı kifaye’dir. Birmezara normal şartlarda sadece bir ölü defnedilir. Ancak zarûrî bir kabrebirden fazla ölü de konulabilir. Esas olan, kişilerin öldükleri yeredefnedilmesidir. Ancak, ölü ya da yakınları için bir maslahat söz konusuise, başka bir yere taşınması caiz görülmüştür. Defin işlemi gündüzolduğu gibi gece de olabilir.58

    Âlimler, kabir üzerinde çok ciddî olarak durulur.Kabirlerin kendi toprağına ilave yapılarak yükseltilmesi, üzerine bina yapılması,mezar taşına ölüyü öven yada kaderden şikayet eden yazılar yazılmasıyasaklanmış ve cevaz verilmemiştir. Ancak, kabrin yerden bir-iki karış yükseltilmesinde,başına bir taş konulması ve belli olması için isminin yazılmasındamahzur görülmemiştir.59

    Bu mevzuda gösterilen hassasiyet, "Tevhid" akîdesinikorumak içindir. Çünkü, câhil halk zamanla mezarla mabedi birbirine karıştırır.Sonra da mabedlerde yapması gerekenleri mezarlarda yapmaya, Allah’tan istemesigerekenleri mezarda yatan ölüden istemeye başlar. Bu ise, şirk demektir. İslam,tevhid’i ikame etmek için gelen bir din olarak, elbette şirk’e yol açacak butürden şeylere müsamaha gösteremez.

    Taziye ve ölünün yakınlarına ikram: "Sabra teşvik"anlamına gelen taziye ile, ölü yakınlarına, sabretmesini, hepimizin Allah’aait olduğumuzun dolayısı ile O’na döneceğimizin söylenmesi, bu mesajıntelkin edilmesi kastedilir. Taziye müddeti, acının tekrar tekrar deşilerekyenilenmesine engel olmak için, üç gün ile sınırlandırılmıştır.Ancak, uzaktakiler için, bir sınırlama söz konusu edilmemiştir.60

    Cenaze sahiplerinin yemek hazırlayarak başkalarınaikram etmesi hem cahiliye adetlerinden olduğu hem de acılı günlerinde onlariçin ekstradan bir yük getirdiği için, mekruh -hatta bazılarına göreharam- sayılmış, ancak akraba ve komşuların yemek hazırlayarak götürmesimüstehap kabul edilerek teşvik edilmiştir.61

    Ölünün vasiyetinin ifâsı: Üzerinde kul hakkıolanlarla yerine getirmedikleri ilâhî vazifeler olanların vasiyet bırakmalarıfarzdır. Aksi takdirde sorumlu olurlar. Ölünün vasiyeti, yerine getirilmesigereken hususlardandır. Ancak, vasiyet bıraktığı malın (terike) üçtebirini aşmıyorsa mutlaka yerine getirilmesi gereken bir vazifedir. Eğer üçtebirini geçiyorsa, karar mirasçılara kalmıştır. İsterlerse teberrû olarakvasiyeti yerine getirebilirler, mecbûr değillerdir.62

    Ölmüş Kişilerin Başkalarının Yapacakları Amellerden İstifadesi

    Hayatta iken yaptıklarının, vefatından sonra kişininkendisine ulaşacağını ifade ve hayatta iken hayır yapmaya teşvik eden pekçok hadis-i şerif vardır.63 Peygamber Efendimiz (s.a.v) "İnsan ölünce(salih) ameli kesilir. Ancak üç amel (in sevabı) kesilmez: Sadaka-i câriye(kamuya yararlı sadaka), faydalanılan bir ilim ve arkasında kendisine duaedecek hayırlı bir çocuk bırakmak"64 buyurarak buna işaret etmiştir.Ebû Hureyre’den rivâyet edilen hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v)amellerin sayısını (sadaka-i cariyeyi tafsil etmek suretiyle) çoğaltarak:"Mü’min’e ölümünden sonra amel ve hasenatından ulaşacak şey: Öğretipyaydığı ilim, bıraktığı salih evlat, miras bıraktığı Mushaf, yaptığımescit, yolcu için yaptığı ev, akıttığı ırmak ve sağlığında malındanverdiği sadakadır."65 buyurmuşlardır.

    Başka bir hadisin ifadesiyle; "Ölüyü (mezarakadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner,biri bâki kalır: ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır."66

    Bu ve benzeri67 hadis-i şeriflerden de anlaşılacağıüzere insan, dünyada iken kendisinin yaptığı veya başkalarının yapmasınavesile olduğu amellerden istifade edecektir. Zaten bunda alimler de ittifaketmişlerdir.68 Fakat kişinin ölümünden sonra başkalarının kendisi içinyapacakları iyi işlerin sevabının veya bunlardan hangisinin ulaşıp-ulaşmayacağıkonusunda ihtilaf edilmiştir.

    Mu’tezile mezhebi, ölüye dirilerin yaptıkları hiç birşeyin fayda vermeyeceğini iddia eder.69 Onlar iddialarına delil olarak da"İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur",70 "Siz, ancakyaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz".71 ve "Herkesin kazandığıhayrın sevabı kendine, yaptığı fenalığının zararı da yinekendinedir."72 gibi ayetleri gösterirler. Halbuki Ehl-i Sünnetalimlerinin hepsi, hangi amelin fayda verip, hangisinin fayda vermeyeceğimeselesinde ihtilaf etmişler ise de, ölüye başkalarının yapacağıamellerin fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu konuda,bazı amel ve iyiliklerin fayda vereceğine dair, apaçık ayet ve hadisler vardır.Mesela, dua ve istiğfarın faydalı olacağına "Onlardan, sonra gelenlerşöyle derler: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce imanla geçmiş olan kardeşlerimizibağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma"73 ayet-ikerimesi delalet etmektedir. Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk, daha önce imanedip de göçmüş olan kardeşleri için istiğfar eden mü’minleri övmüştür.Eğer istiğfarın ölülere bir faydası olmasaydı, Allah Teâlâ onları övmezdi.74

    Peygamber Efendimiz de "Ölüye namaz kıldığınızzaman ona gönülden dua edin"75 buyurmuş ve kendisi de kıldığı cenazenamazlarında ölü için dua etmiştir. Şayet bu namaz ve duanın ölüye birfaydası olmasaydı, Rasulullah (s.a.v) bunu ne kendi yapardı ne de başkalarınaemrederdi.76 Halbûki O, kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken"Allahım, filan oğlu filan senin güvencende, senin koruman altındadır.Onu kabir fitnesinden ve Cehennem azabından koru. Sen vefa ve övgü sahibisin.Allahım onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok acıyansın."77diye dua etmiştir. Kaldı ki Cenâze namazının kendisi de ölü için birduadır. Allah için namaza, meyyit/meyyite için duaya… diye niyet edilir. Eğerölünün ruhuna yararı yoksa bunun bir anlamı kalmaz.

    Kendisi zaman zaman Bakî kabristanını ziyaret ederekkabirdekilere selam vererek dua ederdi.78 Eğer selamı onlara ulaşmasa ve duasıfayda etmeseydi, bunu yapması abesle iştigâl olurdu ki O, bundan münezzehtir.

    Geride kalanların, ölüleri için yaptığı ibadet vehayırların faydasını iki bakımdan ele almak gerekir:

    Birincisi: Müteveffânın borçtan kurtulup kurtulmaması

    Bir kimse üzerinde namaz, oruç, hac, zekat, adak, kulborcu gibi borçlar bulunarak ahirete intikal etmiş ise geride kalanların-ölününvasiyeti olsun veya olmasın- bunları eda etmeleriyle borçtan kurtulur mu?

    İkincisi: Başkasının yaptığı ibadetin sevabınınölüye ulaşıp ulaşmaması

    Fukahâ ibadetleri üçe ayırmışlardır:

    a) Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler: Başkalarınınyapmalarıyla bu borçlar düşmez, sorumluluk devam eder.

    b) Zekat, nezir ve mâlî keffaret gibi mâlî ibadet veborçlar: Bunlar, başkalarının ödemesiyle ödenmiş olur, borç kalkar.

    c) Hac gibi hem mâlî, hem de bedenî ibadetler: Birisiölü namına bunu yaparsa o borçtan kurtulmuş olur. Fakat mirasçılar bunuyapmaya mecbur değildir. Ancak İmam Şafiî’ye göre vasiyet etmiş ise mecburolurlar.

    Ahmed b. Hanbel, Evzaî, Ebû Sevr, Nevevî gibi müçtehidlerile muhaddislerin çoğuna göre, ölünün yakınlarının, onun borçlu olduğuoruç, hac gibi ibadetleri de kaza etmesi caiz ve sahihtir.

    İslam ulemasının ekseriyeti, sevabını ölüye bağışlamakniyetiyle yapılan ibadetlerin sahih olduğuna ve dünyadan göçmüş olanlarınbundan istifade edeceklerine kani olmuş ve bu hükmü benimsemişlerdir.79

    Konumuzun daha iyi anlaşılabilmesi için başkalarınınölünün yararına yapabilecekleri işleri maddeler halinde açıklamaya çalışalım:

    1- Ölünün borcunun ödenmesi: Bir kişi öldüğündebaşkalarının onun hakkında yapabilecekleri, hatta yapmaları gereken en önemliişlerden birisi, varsa o kişinin borçlarını ödemek ve böylece onun üzerindenkul haklarının kalkmasını temin etmektir. Çünkü hadisteki ifadesiyle"Mü’minin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır."80

    Bundan dolayı, borçlu olarak ölen kişi, şayet mirasolarak bir şeyler bırakmışsa ondan borçları ödenir.81 Böylelikle ölününborcunun ödenmesi kendine fayda verip, borçtan kurtulmasına sebep olur.Burada mâlî borçlarının ödenmesinde borcu ödeyen kişinin, ölünün biryakını olması şart değildir. Kim öderse ödesin, ölen kişi kurtulmuşolur.82

    2- Dua ve istiğfar: Ölmüş birisi için yapılabileceken büyük iyiliklerden birisi onun için dua etmek ve istiğfarda bulunmaktadır.Nitekim; "Ey Allah’ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra daonlara iyilik yapma imkanı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?"diye soran Ebû Ubeyd Mâlik İbn Rabîa es-Sâidî (r.a)’ye Peygamber Efendimiz(s.a.v): "Evet vardır. Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarınınaffedilmesini) talep etmek, onlardan sonra -vasiyetlerini yerine getirmek, anneve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babasınındostlarına ikramda bulunmak."83 cevabını vermiştir.

    Yine "Onlardan sonra gelenler şöyle derler:Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla…"84gibi ayetler, cenaze namazı, dua ve istiğfarın ölülere fayda vereceğiniispat etmektedir.85

    Bu mevzudaki ayet ve hadis-i şerifleri86 göz önündebulunduran ilim adamları, ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüyefayda vereceğinde. Ancak kendisi için dua edilen kimsenin mü’min olması şarttır.87Zira imanı olmayanlara hiçbir şey fayda vermez. Zaten onlar için dua etmekde meşru değildir.88 İmam Eş’ari’ye göre, "Hadisçiler ile Ehl-i Sünnet’inçoğunluğu, dua ile sadakanın, Müslümanlar için ölümlerinden sonra faydavereceğini kabul ederler.89 Öyleyse dua meşru ve faydalıdır.90

    Bu mevzuda bilinen en meşhur hadis-i şeriflerden biriolarak Müslim’de Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte:"insan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak üç şey (bunları yapanüç kişi) müstesna: Sadaka-i cariye (bırakan) veya istifade edilen bir ilim(bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan)"91 buyurulmaktadır.

    Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre:

    a- Sadaka-i cariye denilen, insanların istifade edebileceğiyol, köprü, cami, çeşme, mescit, ve vakıf müesseseleri ile bunları enverimli ve hayırlı şekilde kullanacak nesillerin yetişmesi içinde okul veöğrencilerin barınabilecekleri yurt gibi müesseseler yapmak gibi salihamellerde bulunmaktır ki, arkada bırakılan bu türden bir müessese hayattakaldığı müddetçe, -Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) beyanları çerçevesinde-iyi bir çığıra vesile olunduğu için kıyamete kadar orada yetişenlerinkazandıkları sevapların bir misli de bu müesseseleri kuranların ameldefterlerine kaydedilecektir.

    b- İlim erbabının bıraktığı eserler de sadaka-i câriyedendir.Alim, kapasitesine göre bunlardan mükafatını alır. Ayrıca ilim erbabınasahip çıkma ve onların kitap, defter, yiyecek ve giyeceğini temin etme şeklindeyapılan çalışmalar da, hayır cihetinde kapanmaz birer sadaka-i cariye sayılmaktadır.

    c- Ölen kişi giden ruh, ardından hayırlarda bulunacakve hayırlı nesiller yetiştirecek hayırlı bir evlat ister. Ancak bıraktıklarıböyle bir nesildir ki, ahiret hesabına onlara yararlı olacaktır. Yoksa ölüne helva, lokma yemek; ne yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gece, ne mevlit,ne paralı hatim, ne telkin, ne devir, ne de duvara asılacak eski bir resimbekler.

    3- Sadaka vermek: Sadakanın da ölen kişiye faydasıolduğu mevzuunda Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir. Peygamber(s.a.v)’in buna delalet eden hadisleri92 vardır.93

    İbn Abbas (r.a)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifteise şöyle buyurulmaktadır: "Bir adam gelerek: "Ey Allah’ın Resulü!Annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona faydası olur mu? diyesordu. Peygamberimiz: "Evet" deyince, adam; "Benim bir meyveliğimvar. Sizi şâhid kılıyorum, onu annem için tasadduk ediyorum" dedi.94Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci derecede bir yakını istersebaşkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağındaittifak olduğu bildirilmektedir.95

    Sa’d İbn Ubâde hadisinde ise, ölünün arkasından yapılacaksadakanın hangisinin daha efdal olduğu beyan edilmektedir. Sa’d (r.a) şöyleanlatır: "Ey Allah’ın Resulü dedim, annem vefat etti, (onun adına)yapacağım sadakanın hangisi efdaldir?" Peygamber Efendimiz (s.a.v),"su" buyurdular. Bu cevap üzerine Sa’d bir kuyu kazdı ve: "Bukuyu Sa’d’ın annesi için dedi."96

    Bu hadis-i şerif de, ölü adına hayır yapılabileceğinigösteren delillerdendir. Nesâî’nin rivayetinde Sa’d, önce vefat eden annesiadına sadaka verip veremeyeceğini sorar. Cevap müspet olunca hangi sadakanınefdal olduğunu sorar. Bunun üzerine, "su" cevabını alır.97

    Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin bütüninananlara (mü’min ve mü’minelere) niyet etmesi en faziletlisidir. Çünkübunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından da herhangi bir şeyeksilmez.98

    4- Ölenin borcu olan oruçlarının geride kalanakrabaları tarafından tutulması: Üzerinde Ramazana ait kaza orucu bulunduğuhalde ölen kimse ile ilgili iki durum söz konusudur:

    a) Vakit darlığı, hastalık, sefer ve oruç tutmaktanâciz olmak gibi özürler sebebiyle oruç tutma imkanını elde edemeden ölmüşolmak: Alimlerin ekserisine göre, bunların her hangi bir kusuru olmadığı içinhiç bir şey gerekmez, günahkâr olmaları da söz konusu değildir. Çünkübu oruç, ölünceye kadar, tutma imkanını elde edemediği bir farzdır. Dolayısıylahacda olduğu gibi, hükmü bedelsiz olarak düşmüştür. Bunun için, kişihasta yahut yolcu olduğu bir durumda ölmüş ise tutamadığı orucun kazasıgerekmez.

    b) Oruç borcu olan kişi oruçlarının kazasını yapmaimkanını elde ettikten sonra ölmüşse velisi onun için oruç tutamaz. Yanifakihlerin ekserisine göre, ölünün kazası olan oruçları tutmak vacip değildir.Şafiîlere göre, velisi oruç tutacak olsa, sahih olmaz. Çünkü oruç, halisbir beden ibadetidir. Şeriatın aslı ile farz kılınmıştır. Gerek hayatta,gerekse öldükten sonra bunda vekalet ve niyabet caiz değildir. Bu yönüyle onamaz gibidir. Bir hadis-i şerifte bununla ilgili olarak: "Hiçbir kimsebaşka bir kimse adına namaz kılamaz, oruç tutamaz. Fakat onun adına her günekarşılık bir müd (ülkelere göre değişen bir ölçek. Iraklılara göre 2rıtıl sığan ölçek, yani yaklaşık 18 litrelik ölçek) yiyecek fakirlereyedirir." buyurulmuştur.99 Hanbelilere göre ise, velinin ölü adına oruçtutması mubahtır. Çünkü bu durum, ölünün kurtuluşunu sağlamak bakımındandaha ihtiyatlı bir harekettir.100

    Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Aişe(r.anhâ) validemiz, Resulullah (s.a.v)’in: "Kim, üzerinde oruç borcuolduğu halde ölürse, onun orucunu velisi tutar." buyurduğunu habervermiştir.101 Yine Hz. Câbir İbn Abdullah (r.a) da rivayet ettiği birhadis-i şerifte; bir kadın, Resulullah Efendimize (s.a.v) gelerek, annesininüzerinde oruç nezri olduğunu ve onu yerine getiremeden öldüğünü haberverir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): "Velisi ona bedel oruçtutsun" buyurur.102

    Buharî ve Müslim’de zikredilen diğer bir hadis-i şerifteise, bir kadının üzerinde bir aylık (nezir) oruç borcu olduğu halde vefatettiği ve çocuğunun Peygamber (s.a.v.)’e gelerek "Ben onun yerine oruçtutsam olur mu?" diye sorduğu Resulullah’ın (s.a.v) da ona: "Anneninüzerinde borç olsaydı onu öder miydin?" diye sorduğu Onun:"Evet" diye cevap vermesi üzerine de: "Allah’ın borcu, ödenmeğedaha layıktır" buyurduğu haber verilmektedir.103

    Oruç tutmak, bedenî ibadetlerdendir. Burada oruçibadeti zikredildiği ve başkalarının tutacağı orucun sevabının ölüyeulaşacağı haber verildiğinden, diğer bedenî ibadetlerde de aynı durumun sözkonusu olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Oruç konusunda rivayet edilenhadislerden bazı alimler, farz olan Ramazan orucundan üzerinde borcu olarakahirete göçmüş olanların oruçlarının bile geride kalanlar tarafındantutulabileceği hükmünü çıkarırlarken, bazıları da sadece nezir orucunututabileceğine kail olmuşlardır.104

    Ölenin yerine oruç tutma meselesinde Ahmed İbn Hanbel,ölü üzerinde Ramazan, nezir veya keffaret orucu borçları bulunduğutakdirde, velisinin ona bedel tutabileceğini söylemiştir. İmam Mâlik, Şafiîve Ebu Hanife’ye göre, ölünün velisi, her bir oruç için bir sa’ (bindirhemlik bir hububat ölçeği) arpa veya yarım sa’ buğday tasadduketmelidir. Keza her bir namaz (veya bir günlük namaz) için de aynı miktarmal tasadduk etmelidir. Fakat çoğunluk, (ölünün) bedenî ibadetlerininniyabeten başkası tarafından ifa edilemeyeceğini söylemiştir.105

    Ancak, böyle bir kapı açmanın, insanları sağlıklarındakendilerinin yapmaları gereken ibadetleri ihmal etmeye sevk edeceği endîşesiylebazı alimler, "hiçbir orucu tutamayacağını ancak keffaretiniverebileceğini" söylemişlerdir.106

    5- Ölen kişi yerine yapılacak hac: Bir kimse, ölmüşbirisinin yerine hac yapıp sevabını ölüye bağışlayabilir. Nitekim EbuDavud’da Büreyde (r.a)’den rivayet edilen hadis-i şerifte, hayatında iken hiçhac yapmayan annesinin yerine hac yapıp yapamayacağını soran bir kadına,Rasulullah Efendimiz (s.a.v): "Evet, ona bedel haccet" buyurarak ölmüşannesinin yerine haccetmesine izin vermiştir.107

    Her ne kadar cumhur, bedenî ibadetlerin niyabeten başkasıtarafından ifa edilemeyeceğini söylemişse de, acz şartıyla, sadece hacfarizasının bir başkası tarafından ifasını caiz görmüştür. Acz’denmurat, kişinin ölmüş olması ve iyileşme ümidinin kesilmesidir, kötürümbir kimse âcizdir. Bazı alimler, ölü adına nafile hac yapılabileceğini desöylemişlerdir.108

    Bir başka hadis-i şerifte ise, ölenin yerine yapılanibadetlerle onun borcunun ödenmiş olacağı ve bunun ölünün semadaki ruhunamüjdeleneceği şöyle anlatılır: Zeyd ibn Erkam (r.a) anlatıyor:

    "Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Kimebeveyninden birine bedel haccederse, bu hacla onun borcunu ödemiş olur. Budurum, semadaki ruhuna müjdelenir. Kişi, anne ve babasına karşı isyankârbile olsa (bu iyiliği sebebiyle) Allah’ın nezdinde (iyi kullar meyanında) yazılır."

    Diğer bir rivayette ise: "Babası için bir hac,kendisi için yedi hac yazılır" buyurulmuştur.109 Tabii ki, burivayetlerde zikredilen mana, sadece bir ibadetin yapılıp, sevabının ölüyebağışlanmasının cevazına delalet eder. Cenab-ı Hakk’ın o enginrahmetinden ümit edilir ki, o sevap nedeniyle, huzuruna ibadet borcuyla gelenkullarını affeder, yoksa sağlığında fırsat elde iken bu ibadeti terk edenve bu halleri üzere ölenlerin elbette hesapları görülecek ve cezalarıverilecektir.

    İbn-i Kudâme’nin de ifade ettiği gibi ölü, başkalarıtarafından yapılan ve sevabı kendisine bağışlanan ibadetlerden istifadeedebilir. Çünkü oruç, dua, istiğfar, hac gibi ibadetler, bedenîibadetlerdir. Allah Teâlâ, bunların ve bunlar gibi diğer ibadetlerinsevaplarını da ölüye ulaştırır.110

    Yalnız bu gibi ibadet borçlarının üzerinde kalması içinkişinin, mesela, oruç için borçlandıktan sonra, hastalanıp ölünceye dekborcunu tutacak kadar sıhhate kavuşamaması gibi meşru bir mazereti olmalıdır.Ancak böyle bir özre binaen yapamamış olanlar için, geride kalanların,Allah’a karşı olan borcunu onun adına ödemeleri sebebiyle Allah Teâlâaffeder, kasıtlı olarak terk edenleri değil.111

    6- Ölü adına kurban kesmek: Ölü adına kurbankesilerek tasadduk edilip sevabı ölüye bağışlanabilir. Zikredeceğimiz şuvak’a ölünün gıyabında kurban kesilip sevabının ölüye bağışlanabileceğinigöstermektedir: Hâneş (r.a) anlatıyor: "Hz. Ali (r.a)’yi gördüm, ikikoç kesmişti." Dedi ki, "Biri kendim için, diğeri Resulullah(s.a.v) için". Ve ilave etti: "Resulullah (s.a.v) böyle vasiyetetti. Ben (hayatta olduğum müddetçe) ebediyen (bunu yapmayı) terk etmeyeceğim."112

    Hz. Ali (r.a)’nin kestiği bu kurban Resulullah (s.a.v)’ınvefatından sonrası için söz konusudur. Ebu Davud, hadisi "Ölü adınakurban" adını taşıyan bir bapta kaydeder. Tirmizî ise, ölü adınakurban kesmeye, bir kısım alimlerin cevaz verirken bir kısım alimlerin caizbulmadığını kaydeder.

    Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetinden Allah’ınbirliğine ve kendisinin peygamberliğine şehadet edenler adına da kurbankestiği de muhtelif rivayetlerde gelmiştir.113

    Peygamber Efendimiz (s.a.v) ölülerin arkasından kurbankesip sevabını onlara bağışladığına göre, ölüler, kendileri için yapılanhayır-hasenâtın hepsinden haberdar olmakta ve onların sevaplarındanfaydalanmaktadırlar kanaati hasıl olmaktadır. Ancak, avamdan bir çok insan,ölülerin arkasından onları memnun etmek ve böylece isteklerine kavuşmak içinkabir başlarında kurban keserler veya bunu ölüye adarlar ki bu, tamamen yanlışbir inanç ve bid’at bir harekettir. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz(s.a.v); "Kabirde sığır, deve, koyun kesmek İslam’da yoktur"114buyurarak bunu yasaklamıştır. Çünkü, kurban bir ibadettir ve ibadetlersadece ve sadece Allah için yapılır. Bu sebeple bir kabir yada yatır içinkesilen bir kurban, bırakınız sevaba vesile olmasını, kesenin imanını alıpgötürebilecek ve şirk olabilecek bir davranıştır. Ve kesinlikle sakınmakgerekir.115 Bu, cahiliyye döneminden kalma bir âdettir. Çünkü o dönemdekiAraplar, belirli zamanlarda veya ölü defnedilir edilmez hemen sığır, deveveya koyun cinsinden bir hayvan getirip mezar başında kurban ederler ve etinidağıtırlardı. Halbuki Allah Resulü (s.a.v), "Dine muhalefetten sakının.Dine sonradan sokulan her şey bid’at ve her bid’at da dalalet(sebebi)tir".116 diyerek bid’atlara karşı bizi uyarmış ve "Size sıkısarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum:Allah’ın kitabı ve peygamberlerin sünneti…"117 buyurarak da bid’at vesapıklıklara düşmemek için Kur’an’a ve sünnetine sarılmayı tavsiyebuyurmuştur.118

    7- Kur’an okuyup sevabını ölüye bağışlamak:Alimler, namaz kılmak ve Kur’an okumak gibi ibadetlerin sevabının, yapandanbaşkasına ulaşıp ulaşmayacağı konusunda ihtilaf edip iki görüş ileri sürmüşlerdir:

    Hanefî ile Hanbelî alimlerine ve Şafiî ve Malikîlerinsonradan gelen alimlerine göre, ölü yanında okunan Kur’an’ın sevabı ileKur’an okumanın peşinden yapılan dua, orada bulunmasa da ölüye ulaşır.Kur’an okumanın akabinde dua etmek ise daha çok kabule şayandır ve kabuledilmesi daha çok umulur.

    Malikîlerin önceki fakihleriyle ilk Şafiîlerin meşhurolan görüşleri, ibadetlerin sevabının yapandan başkasına ulaşmayacağıyolundadır.

    Hanefîlere göre, insan yaptığı amelin sevabını başkasınabağışlayabilir. İster namaz olsun, ister oruç olsun, ister sadaka vebenzeri şeyler olsun fark etmez. Bunların sevabını ölüye bağışlamak,kendi sevabından bir şey eksiltmez.

    Hanbelîlere göre, kabrin yanında Kur’an okumakta birsakınca yoktur.

    Mâlikîlere göre, öldükten sonra kişi yahut kabri üzerineKur’an okumak mekruhtur. Çünkü selef böyle bir şey yapmamıştır. Fakatsonradan gelen Mâlikîlere göre, Kur’an okuyup zikir yapmakta ve bunlarınsevabını ölüye bağışlamakta bir sakınca yoktur. Ölü için de Allah’ınizniyle sevap hasıl olur.

    Şafiilerde meşhur olan görüşe göre, ölüye kendiamelinden başkası fayda vermez. Ancak Şafiîlerin sonradan gelen fakihleri,Kur’an okumanın sevabının ölüye ulaşacağı yolunda açıklamalardabulunmuşlardır. Bu şekilde Şafiîlerin sonraki fakihlerinin görüşü de diğerüç mezhebin görüşlerine uygunluk arz etmektedir.

    Kur’an okumak, belli bir maksat için diriye faydaverince, ölüye fayda vermesi daha evladır. İbn Salâh’a göre, Kur’an okumasonunda: "Allah’ım okuduğumuz Kur’an’ın sevabını filancaya ulaştır"demesi ve okunan Kur’an’ı dua kılması da uygun olur. Bu hususta uzak, yakınaynıdır değişmez. Bunun fayda vereceğine kesin olarak inanmak lazımdır.119Nitekim Peygamber (s.a.v) de, zaman zaman kabirlere uğrar ve oradakilere duaederlerdi. Bu konuda İbn Ebî Şeybe’den rivayet edilen hadis şöyledir:"Hz. Peygamber (s.a.v) her yılın başında Uhud’daki şehitlerinkabirlerine gelir ve şöyle derdi: "Sabrettiğiniz şeylere mukabilsizlere selâm ve selâmet! Dünyanın en güzel neticesi budur!" AllahResulü (s.a.v), Bazen de Bakî’ mezarlığına çıkar ve şöyle derdi:"Ey mü’minler yurdunun sâkinleri! Selâm size! Bizler de inşallahsizlere kavuşacağız. Allah Teâlâ’dan bizim ve sizin için âfiyet, ahiretleilgili korku ve sıkıntılardan selâmet ve siyanet dilerim."120

    Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.v), dünyamızdan ayrılaninsanlar için dua edip onlar hakkında âfiyet ve selamet dilemektedir. Şayetölülerin arkasından yapılan duaların faydası olmayacak olsa idi AllahResulü (s.a.v) böyle bir davranışta bulunmazdı. Aksi bir durum, Allah Resulü’nünabesle iştigali demektir ki, O, bundan fersah fersah uzaktır. Çünkü Kur’an-ıKerim’in ifadesiyle Efendimiz (s.a.v) asla hevâ’dan konuşmaz. O ne konuşmuşsavahiy kaynaklıdır.121 Okunan Kur’an’ın sevabının önce Hz. Peygamber(s.a.v)’e hediye edilmesi müstehaptır. Çünkü bizleri sapıklıktan Okurtarmıştır. Bunda bir nevi Ona teşekkür ve güzel bir mukabele vardır.Ölülerin arkasından okunan Fatiha, Yâsin ve Kur’an hatmi gibi virtlerden herbiri, bir anda sayısız kişilerin ruhlarına yetişebilir ve onların hepsi debu hediyeden nasiplerini alabilirler. Çünkü bu Allah’ın kudretine ağır vezor değildir.

    Bazı alimler, okunan kıraatin sevabının ölüye ulaşmasınınyanında, sevabı ölüye bağışlanmak şartıyla her güzel amelin sevabı daulaşır demişlerdir.122 Yalnız bunların sevap kazanılacak şekilde yani sırfAllah rızası için yapılması şarttır. Yoksa çoklarının yaptığı gibiparayla Kur’an okutup ta ölüye bağışlatılmaz. Çünkü Kur’an okumak biribadettir. İbadet ise parayla değil de Allah rızası için yapılınca sevabıolur ve bu sevap onların ruhlarına bağışlanır. Aksi halde sevap olmaz kibağışlansın.

    Malikî ve Şafiî mezhebinde meşhur olan görüşe göre,kendi ameli ve kesb’i olmadığı için, Kur’an okumak da dahil, bedenîibadetlerin hiçbirinin sevabı ölüye ulaşmazken kabrin yanında okunduğunda,ölü, okunan Kur’an’ı dinlediği için, dinleyici sevabı alır.123

    Diğer bazı müçtehitler de ancak evladın veya yakınakrabanın oruç, namaz ve haccının vasıl olacağını ileri sürmüşlerdir.Fakat en isabetlisi, borç ve mesuliyetlerin düşmesi bahis mevzuu olmadan, bağışlanansevaptan Müslüman ölülerin istifade edecekleri hükmü olsa gerektir.124Fakat şurası bir gerçektir ki, ölü, kendi yapmadığı ve ihmal ettiğiibadetlerden mutlaka sorguya çekilecektir. Bazı cahil kimselerin zannettiklerigibi, ıskatını vermekle, yahut fidye ve keffaretini vermekle ölü, yüzde yüzmesuliyetten kurtulmuş olmaz. Eğer usulüne uygun şekilde yapılmışsa, yapılanbu gibi iyi amellerin sevabı bağışlanmakla sadece affı umulur.125

    Kabir Ziyaretleri ve Kabir Başında Kur’an Okumak

    Kabirler, insana ölümü ve ahireti hatırlatır. Bunun içindirki, Efendimiz (s.a.v), daha önce, cahiliyye devrinden yeni çıkan Müslümanlarınkabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve âdetleri hatırlamalarınıve hataya düşmelerini önlemek için yasakladığı kabir ziyaretlerini"Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim; artık şimdi onları ziyaretediniz, çünkü bu size ahireti hatırlatır"126 hadisleriyle tavsiye veemir buyurmuşlardır.

    Mevzuumuzla alakalı olarak Müslim’de Ebu Hureyre’denrivayet edilen diğer bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "Resulullah(s.a.v), anasının kabrini ziyaret etti, kendisi ağladı, çevresindekileri deağlattı. Sonra şöyle buyurdu: "Rabbimden anam için istiğfar etmeyiistedim, izin vermedi. Kabrini ziyarete izin istedim, verdi. Kabirleri ziyaretedin, zira bu size ölümü hatırlatır."127

    İbret almak, Allah’ı hatırlamak için erkeklerin kabirziyareti cumhur’a göre menduptur. Kadınların kabir ziyaretine gitmeleri isemekruhtur. Fakat, gayr-ı meşrû davranışlarda bulunmadıkları takdirdeonlar için de caiz olduğu cumhurun görüşüdür.128

    Kabir ziyaretinden üç türlü fayda hasıl olmaktadır:

    1- Ziyaret eden ölümü ve ahireti hatırlar.

    2- Salih kişilerin kabirlerinin ziyareti, ruhlara inşirahverir.

    3-Ziyaret, zaman zaman bundan haberdar olan ölülere ünsiyetbahşettiği gibi, ziyaret vesilesiyle edilen dualar ve okunan ayetlerdenistifade etmelerini de sağlar.129

    Kadınların kabir ziyaretlerinin caiz olup olmadığıkonusunda ihtilâf edilmiştir. Ancak Hz. Aişe ve Hz. Fatıma’nın kabirleriziyaret ettikleri göz önünde bulundurularak130 meşru dairede olmak kaydıylaziyaretlerinde sakınca olmadığı ve onların da ibret alma ihtiyacındaoldukları düşünülebilir.

    Ölüler kendilerini ziyaret edenlerden haberdar olurlar mı?

    Bedir savaşında harbin sonunda Kureyş’den ölenler birkuyuya dolduruldu. Allah Resulü onlara hitap ederek: Ey filan oğlu filan vefalan oğlu falan! Allah ve Resulünün size va’d ettiklerini gerçek buldunuzmu? Ben Allah’ın bana va’d ettiğini gerçek buldum, dedi. Hz. Ömer: Ey Allah’ınResulü! Ruhsuz cesetlere nasıl hitab ediyorsunuz? diye sorunca Peygamberimiz:"Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Şu kadar varki, onlar cevap veremezler."131 buyurdu.

    Peygamber Efendimiz bir kabrin yanından geçerken yanındakilere"Selam size ey mü’minler yurdunun sakinleri!" diyerek selamvermelerini emir buyurmuşlardır.132 Selam anlayana verileceğine göre ölülerkendilerini ziyaret edenleri tanıyorlar demektir. Müdakkik alimlerden birisiolarak tanınan İbn Kayyım el-Cevziyye de ölülerin özellikle Cuma veCumartesi günleri ziyaret edip dua edenlerden ve çocuklarının güzel davranışlarındanduydukları sevinci nakleder.133

    Kişi kabrin başında kolayına gelen Kur’an ayetlerindenokur. Kabirde Kur’an okunması sünnettir. Çünkü Kur’an okumanın sevabıorada olanlara ulaşır. Ölü de hazır olan gibidir. Onun hakkında da Allah’ınrahmeti umulur. Kur’an okumanın peşinden kabulünü umarak ölüye dua edilir.Çünkü dua ölüye fayda verir. Kıraatin peşinden yapılan dua kabulolunmaya daha yakındır.134

    Kabri ziyaret eden kimsenin Yâsin suresini okuması müstehaptır.Çünkü Hz. Enes’ten rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöylebuyurmuştur: "Her kim kabristana girer de Yâsin’i okur ve sevabını ölülerebağışlarsa, o gün Allah Teâlâ onların azabını hafifletir. Kendisinin debu kabristandaki ölüler sayısınca sevabı olur. Yine Hz. peygamber (s.a.v)şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize Yâsin suresini okuyun."135 Bir kısımHanefîler, bu hadise dayanarak "Kişi amelinin sevabını bir başkasınabağışlayabilir, ameli -kıraat, namaz, oruç, sadaka veya hac- hangi çeşittenolursa olsun fark etmez"136 diye hükmetmişlerdir.

    Kabir ziyareti yapılırken ölünün yüzüne doğru dönülerekselam verilmeli ve dua edilmelidir. Bu esnada kabri öpmekten, yüzünü gözünüsürmekten ve etrafında dönmek (tavaf) den sakınılmalıdır. Çünkü bugibi davranışlar bid’attır ve dinde yeri yoktur.137

    Kabir ve Kabir Ehli ile Tevessül

    "Vesile ve vasıta kılmak" anlamına gelenTevessül, kabirde yatan ölüyü vasıta kılarak Allah (c.c)’dan bir şeyistemek demektir. Kabirlerin bu amaçla ziyaret edilmesi, orada yatanlardan birşey istenmesi, ya da Allah’tan istemeye vasıta kılınması İbn Teymiye vetaraftarlarına göre haram, hatta ötesinde küfür ve şirktir. Çünkü -Hz.Peygamber de olsa- hiç bir ölü bir faydanın celbine ya da bir zararındef’ine muktedir değildir.138

    Ancak, ulemânın çoğunluğu (cumhur), Allâh’danistenecek bir şeyin, ister ölü, isterse diri olsun, kuldan istenmesinin caizolmadığı meselesinde İbn Teymiye’ye iştirak etse de salih olduklarıbilinen kişilerin Allah’tan bir şey istenmesi mevzuunda vasıta kılınmasındaherhangi bir sakınca görmezler.139

    İbn Teymiye ve taraftarlarının bu konudakihassasiyetlerinin "Tevhid" düşüncesini korumakta gösterdiklerititizlikten kaynaklandığı açıktır. Ancak tevessülü men eden açık birnas da yoktur. Dolayısıyla ne İbn Teymiyeyi ve taraftarlarını ne de tevessülücaiz görenleri kınamak mümkün görünmemektedir.

    Konumuzla Alakalı Olarak 

    İşlenen Bid’atler, Yanlış İnanç ve Hareketler

    Buraya kadar meşru dairede olmak ve bid’at ve hurafeleregirmemek şartıyla ölülerin arkasından yapılabilecek, onların bazısınınazaplarının hafiflemesine bazısının da derecelerinin yükselmesine vesileolabilecek amelleri izah etmeye çalıştık. Şimdi de bu konuda -iyiniyetlerle bile olsa- düşülen bazı yanlış inanç ve bid’atlere dikkat çekmekistiyoruz. Her konuda ifrat ve tefritten uzak ve itidalli olmayı tavsiyebuyuran dinimiz, ölülerin arkasından onlar yararına yapılabilecek işleride bu çizgide göstermiştir. Gerek Efendimiz (s.a.v)’in, gerekse Sahabe, Tabiînve onlardan sonraki gelenlerin uygulamalarıyla bu konuda yapılabilecek şeylergösterilmiştir. Fakat günümüzde, maalesef çoğu zaman da bile bile birçokbid’at ve hurafelere girilmektedir.

    Bilindiği üzere "bid’at", kitap, sünnet,icma, kıyas gibi İslam’ın kaynaklarında yeri bulunmadığı halde sonradançıkarılan ve İslamî telakkî edilerek inanılan ve yapılan şeylerdir.140"Hurafe" ise, aslı-esası olmayan, uydurulmuş, saf ve doğru inançlararasına katılmış olarak dillerde dolaşan abartılmış hikayelerdenibarettir. Batıl inanışlar da bu asılsız söylentilere inanmak ve gereğinegöre hareket etmek demektir.141

    Müslümanları doğru yoldan çıkaran ve doğru yoldanuzaklaştırarak sapıklığa götüren üç ana sebep vardır:

    1- Şeytan

    2- Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar)

    3- Bid’at ve hurafelerdir.142

    Biz burada bu sebeplerden üçüncüsü yani bid’at vehurafelerden konumuzla alakalı olanlar üzerinde durmak istiyoruz:

    Bu noktadan baktığımızda halkın büyük bir kesiminingeleneklerin etkisi altında olduğu görülür. Halkımızın geleneksel yaşamınıoluşturan, ona öz ve biçim kazandıran davranış kalıplarının temelindesayısız adet, inanma ve düşünce yatmaktadır. Gerçekleştirilen buuygulamalar ise yöreden yöreye farklılık ve benzerlik göstermektedir. Hayatınüç önemli döneminden ikisini oluşturan doğum ve evlenmede olduğu gibi ölümçevresinde de bir çok inanma, adet, töre, tören, ayin, kalıp davranış, işlemkümelenmektedir.

    Ölüm çevresinde kümelenen ve ölüyle toplum üyelerinikuşatan bu inançlar, adetler, işlemler törenler ve kalıp davranışlar ölümöncesi, ölüm sırası ve ölüm sonrası şeklinde olmak üzere başlıcaüç ana grupta toplanmaktadır. Anadolu’da genel olarak ölüm korkusunun bilinçaltındaki baskısıyla tedirgin olan halk düşüncesi, geleceğini bilmek isteğininde etkisiyle, alışılagelmişin dışındaki birtakım davranışları,meteorolojik olayları, hayvanların hareket ve seslerini; hastadaki psikolojikve fizyolojik değişiklikleri çoğu zaman ölümün bir ön belirtisisaymaktadır.

    Halk inançlarında ölümü önceden haber verenbelirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer işgaletmektedir. Hayvanların insanlarda bulunmayan kimi yetenekleri, sezi güçleribiçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz sayılmaları bu tür inanmalarınoluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde büyük rol oynamaktadır.Ev, ev eşyası, araç gereç ve yiyecek çevresinde kümelenen bir takım inançlarıntemelinde de ölüm korkusu yatmakta, bunlar halk tarafından çoğu zaman ölümünön belirtileri olarak nitelendirilmektedir. Ay, güneş tutulması, yıldızkayması, şimşek çakması ve gök gürlemesi gibi olaylar da halk inançlarındaçoğu zaman ölümle yorumlanmaktadır.

    Ölüm olaylarının duyurulmasının en doğal biçimi öleninyakınlarının ağlamalarıyla olur. Olayı duyan komşular ölü evindetoplanarak, ölünün yakınlarının acılarına ortak olmaya, onlarıavutmaya, ilk hazırlıkları yapmaya yardımcı olurlar. Köylerde, ilçelerdeve küçük kentlerde evden eve haberleşmenin okuyucu çıkarmanın yanı sıraen yaygın usulü sala verdirmektedir. Gazetelere ilan vermek yoluyla olayıduyurma daha çok büyük kentlerde görülmektedir. Büyük kentlerde cenaze işlerinialan ticari kuruluşlar da vardır. Bunlar defin için gerekli hazırlıklarınyanı sıra ölüm ilanlarını da üzerlerine almaktadır.

    Ölümden hemen sonra yapılan işlemlerin bir bölümüdoğrudan doğruya cesetle ilgiliyken bir bölümü de ceset çevresindetoplanmaktadır. Ölünün öte dünyaya gönderilişine ön hazırlık niteliğindekibu işlemlerin kimilerinin temelinde ölene canlı gözüyle bakmanın ve ondankorkmanın tipik belirtileri yatarken kimilerinde de hijyenik düşünceler vebir kısım gelenekler rol oynamaktadır. Bu tür işlemlerin en çok görülenleriarasında ölünün karnına bıçak, demir, vs. metal bir eşyanın konulması,bulunduğu odanın temizlenmesi, ölünün bulunduğu odanın aydınlatılmasısayılabilir.

    Anadolu’da ölünün çeşitli törenlerle ve yemeklerleanıldığı belirli günler vardır. Bunların başında ölünün üçüncü,yedinci, kırkıncı, elli ikinci günleriyle yılı gelmektedir. Ölüm olayındaen önem verilen ve dikkat edilen davranış biçimi de yakınların gidenin ardındantuttuğu "yas"tır. Yas, yakınını kaybeden bir insanın bu olay karşısındaduyduğu tepki, şaşkınlık isyan ve acıdır. Toplumsal, ekonomik, biyolojikve duygusal yönden bağlı bulunduğumuz bir insanın kaybından duyduğumuz acıinsancıl bir tepki olarak düşünülebilir.

    Yas, toplum tarafından bizim için önemli olarak tanımlanmışinsanların ve yakınlarımızdan birinin kaybıyla duyulan acı ve üzüntüyütoplumsal kalıplar içinde ifade etmektir. Toplumsal bir kurum niteliğindeolan yasla ilgili adetler bu adetlere bağlı işlemler, kaçınmalar acı çekenibelli etme, belirli bir süre yeni durumuna alıştırma, acısını azaltma vegiderek bu durumundan çıkarma amacına yöneliktir. Dünyanın her tarafındagerek ilkel gerekse yüksek kültürlerde bu amaçla uygulanan bir takımadetler ve törenler görülmektedir.

    Cenaze kaldırıldıktan sonra gerçekleştirilen diğerbir uygulama da ölü yemeğidir. Ölümle ilgili adet ve inanmaların önemlibir bölümünü oluşturan bu yemek bir yanıyla ölenin öte dünyada sürdürdüğübaşka şeylerin yanı sıra yemeye ve içmeye de ihtiyacı olduğu tasarımınıvurgularken bir yanıyla da ölüm olayına eşlik eden geçiş törenlerininhalk arasındaki gerekliliğini açığa vurmaktadır. Çünkü ölünün öte dünyayauğurlanışının tam ve geçerli olabilmesi için dini kuralların ve işlemlerinyanı sıra geleneksel olayların da yerine getirilmesi gerekmektedir. Aksihalde ölenin ruhunun geride bıraktıklarını tedirgin edeceğine inanılmaktadır.

    Bu türden davranışları değerlendirmek gerekirse şunlarıgörürüz:

    1- Kabir yanında sevabını ölüye bağışlamak içinveya başka gayelerle namaz kılmak. Ölüden medet umarak kabule şayan olurniyetiyle kabir yanında namaz kılmak, cahiliye devri âdetlerinden olduğu vetevhide aykırı olduğu için yasaklanmıştır.143 Nitekim Efendimiz (s.a.v)de dâr-ı bekaya göçeceği son hastalığında: "Allah’ın lâneti,Yahudi ve Hıristiyanlar üzerine olsun, onlar peygamberlerinin kabirleriniibadethâne (mescit) yaptılar"144 buyurarak ümmetinin böyle yapmamalarınıvasiyet etmiştir.

    Kabirlerin mescit edinilmesi, ya kabrin üzerine mescityapmak ve üzerinde namaz kılmak suretiyle olur ki, bazı hadislerde bu açıkçazikredilerek, böyle yapanlar lanetlenmiştir.145 Yahut da kabrin yanında kabrita’zim etmek için secde etmek veya kabre yönelerek namaz kılmak şeklindeolur. Peygamber Efendimiz (s.a.v), böyle yapanları lanetlediğine göre, buyasaktır. Çünkü fukahanın izahlarına göre, Peygamber (s.a.v)’in yapanalanet ettiği bir hareketi yapmak haramdır.146

    2- Kabirde, "Ey filan oğlu veya kızı filan, dünyayıterk ettiğin zaman ve durumu hatırla" şeklinde imamın ölüye telkindebulunması147 bid’attir. Çünkü sahîh sünnette böyle bir tatbikat yoktur.Hz. Peygamber böyle bir şeyi ne yapmadığı gibi yapılmasını emir vetavsiye de buyurmamıştır. Hz. Peygamber bir cenazeyi defnettikten sonra oradabir süre kalmış ve Ashabına "Kardeşiniz için istiğfar edin ve imanüzerine sebatını dileyin (veya sorguyu şaşırmadan cevaplandırmasınıisteyin); Çünkü şu anda o sorguya çekilmektedir"148 buyurmuştur.

    Anlaşılacağı üzere sünnete uygun olan davranış,definden sonra bir müddet orada kalarak kabirde yatan ölünün affı ve mağfiretiiçin dua etmektir ki bu da defin esnasında olmamalıdır149 Orada Kur’an-ıKerim’den bazı kısımların okunması meselesinde ise ihtilaf edilmiştir.Çünkü, Ebû Hanîfe, İmam Malik ve Ahmed İbn Hanbel’e göre kabirde Kur’anokunması mekruhtur.150 Sünnette bulunmayan ve bugün yaygın olan şekliyleyapılan telkin Mâlikî ve Hanbelîlere göre "bid’at" vebundan dolayı "mekruh"; Şâfiîlere göre "müstehap",Hanefîlere göre ise ne sünnet ne de mekruhtur. Bu sebeple "yapın"denilmediği gibi "terk edin" de denilmez.151

    Kanaatimizce, Hanefîlerin ulaştığı sonuç ülkemiz şartlarınadaha uygun ve tatbik edilebilir görünmektedir. Eğer üzerinde mutabakata varılabilirseterki daha iyi olsa bile, terki durumunda fitne çıkacak ve sıkıntı doğacaksaolduğu gibi bırakmak cemaat ruhunun muhafazası açısından dahauygulanabilir durumdadır.

    3- Peygamber (s.a.v)’in kabr-i şerifi de olsa; onun taşve demirlerini öpmek, onlara yapışıp asılmak ve ellerini sürmek de bid’attır.152

    4- Ölülerden medet umarak kabir ve türbelere mum yakmave çaput bağlamanın da dinde bir yeri yoktur ve bid’attır.153

    5- Ölülere yapılacak hayır ve hasenât için, "Üçüncü,kırkıncı ve elli ikinci gece" gibi zaman tahsisi yapmak ve bu zamanlardaözel merasimler tertip etmek.154 Bunlar da kitap ve sünnette bulunmayan,sonradan uydurulan bid’atlardandır. Ölüm yıldönümü kutlamaları da bu cümledenolarak mütâlaa olunmalıdır.155

    6- Mezar yanında sesli olarak zikir yapmak.156

    7- Ücret karşılığı Kur’an okumak ve okutmak dabid’atlerdendir.157 Ancak, hiç bir maddî menfaat beklemeden Kur’an-ı Kerîm’iokuyup da sevabını ölüye bağışlamak, alimlerin çoğunluğuna göre sünneteuygun bir davranıştır.158

    8- Kabir etrafında kâbeyi tavaf eder gibi dönmek,teberrük kastıyla mezarlar üzerine elbise veya mendil bırakmak.159

    9- Namaz, oruç, kurban, adak, keffaret gibi ibadet ve borçlarıifa etmeden vefat etmiş bir kimseyi bu borçlardan kurtarmak için, fukarayanakdî bedellerini (ıskat ve devir) vermek.160

    Namaz için ödemek suretiyle yapılacak ıskata hicriikinci asrın sonlarından önce, devir suretiyle ıskata ise beşinci asrakadar cevaz veren bir fakîhe rastlamak mümkün değildir.161 Nasslar sadecemazereti sebebiyle oruç tutamayanların fidye verebileceğini ifade etmektedir.Buradan yola çıkarak Fukahânın çoğunluğu oruç borcu var ise, ölü adınavarislerinin fidye vermesinin cevazına hükmetmişlerdir.

    Hanefîlerden sadece İmam Muhammed namazı da orucakatarak (kıyas değil ilhâk) "Ölü kılmadığı namazlar için fidyeverilmesini vasiyet etmiş ve inşaallah bu caizdir ve onun işini görür"demiştir. Burada, hüküm şüpheli olduğu için "inşaallah" demiştir.Eğer vasiyet de etmemişse şüphe daha da kuvvetlidir.162 Dolayısıyla "ıskat"için bir ayet ve hadis (nass) mevcut olmayıp, oruç için kıyas, namaz içinise zan ve ümit vardır.163

    "Devir" denilen muamele ise delili belli olmayanşöyle bir fetvaya dayandırılmaktadır: Ölü ıskat için gereken malı bırakmamışsabir miktar mal ödünç alınır ve bir fakire "falana vekâleten bu meblağıonun şu kadar namazının fidyesi olarak sana veriyorum" denilerekverilir; o da "bunu ona vekaleten sana bağışlıyorum" der. Bu almaverme işi ıskat bitinceye kadar devam eder.164 Iskat-ı salat için fidyeverilmesi bile şüpheli iken bunu neye istinâd ettirildiği, delilinin ne olduğuzikredilmemiş, sadece "böyle yapılır, inşaallah olur, bulur"denmiştir.165

    Günümüzde ülkemizin özellikle bazı bölgelerindedevir, bir âdet ve ibadete karşı lakayd davranmanın sebebi haline gelmişbir bid’at sünnette yeri olmayan bir davranıştır. Sünnete uygun olanı ise,ölü adına sadaka vermek ve günahlarının affı için dua etmektir.

    Bütün bunları göz önünde bulundurarak şunudiyebiliriz: Sevabı ölüye bağışlanmak üzere ihtiyaç sahiplerine sadakaverilebilir. Ölen kişinin ödemediği zekat borçları varsa onlar ödenebilir.Onun adına Kur’an-ı Kerim okunabilir, hac yapılabilir ve hatta kurbankesilebilir… Yeter ki bütün bunlar, meşru hudutları aşmadan ve bid’atlaragirmeden, Allah rızası için yapılsın ve sevabı ölen kişiye bağışlansın.

    Allahü Teala yarattığı her canlı için belli bir yaşamsüresi koymuştur. Bu sürenin sonuna ecel denir. Her ne suretle olursa olsunecel dediğimiz vakit gelince, ölüm olayı meydana gelir. Bir dakika bilesonraya geciktirilmez. Her canlı için ölüm bir gün er geç gelecektir.Yaratan ve yaşatan Allah (c.c.) olduğu gibi, öldüren de yani ölümüyaratan da O’dur. O’ndan başka bir yaratıcı ve öldürücü yoktur. ÖlümAllah’ın emridir, hüküm onundur. "Biz Allah’ın kullarıyız ve ona döneceğiz.."166Ancak, hiç kimse nerede ve ne zaman öleceğini bilemez. Ölüm yaşlandıktansonra gelebileceği gibi, çok erken yaşlarda gelmesi mümkündür.

    Ölüm olayı, ruhun bedeni terk etmesi ve insanın bu dünyadanahirete göç etmesi demektir. Diğer bir ifadeyle insanın dünyasını değiştirmesidir.Ölen bedendir, ruh ölümsüzdür. Ölüm ve cenaze ile ilgili dinimerasimlere; bilgisizlik ve eski kültürlerin etkisi sebebiyle bazı bid’at vehurafelerin karıştığı görülmektedir. Cenazenin arkasından alkıştutulması, şarkı ve türkü söylenmesi, cenazenin, tabutun ve kabrin başındaçalgı çalınması, cenazeyi taşırken yüksek sesle zikir yapılması,mezarda para dağıtılması veya para toplanması, mezarlara bez bağlanması,mum yakılması gibi İslam’ın ruhuna uygun olmayan davranışlar İslam dininesonradan sokulmuş bidatlardır. Bunların ölüye hiçbir faydası yoktur.

    Hz. Peygamber, "Ölüyü üç şey takibeder; ehli,malı, ameli, bunlardan ikisi geri döner, biri ölüyle kalır. Dönenler ehlive malı, kalan ise; amelidir."167 buyuruyor. Bu dünyada insan, müminolarak yaşayıp mümin olarak ölmek için gayret etmelidir. Dünyada bir eserve hoş bir seda bırakarak ölebilmek hedef olmalıdır.

    Geride kalanlara düşen görev ise; ölenin ailesinetaziyede bulunmak, onlara yemek ikram etmek, ölenin borcunun ödenmesine yardımcıolmak, vasiyetini yerine getirmek, ölü için dua etmek, hayır hasenattabulunmak, geride bıraktıklarını, dost ve arkadaşlarını gözetmek,kabirleri ziyaret etmek suretiyle ibret almaktır. Zira musalladaki her cenaze,ziyaret edilen her kabir, en etkili hatipten daha tesirlidir.

    1. Tirmizi, Kıyame, 26; İbn Mace, Zühd, 31; İbnHanbel, II, 293.

    2. el-Hadid, 57/20.

    3. el-Ankebut, 29/64.

    4. el-Hasr, 59/19.

    5. ez-Zariyat, 51/56.

    6. Keşfu’l-hafa, II, 173 (2016).

    7. İbn Mace, Zühd, 15; İbn Hanbel V, 412.

    8. Buhari, Cenaiz, 85; Müslim, Cenaiz, 60; Tirmizi,Cenaiz, 63; Nesai, Cenaiz, 50; İbn Mace, Cenaiz, 30; İbn Hanbel, II, 261.

    9. Mülk, 67/2.

    10. Dr. Muhammed Yusuf Musa, el-İslam ve Hacetü’l-İnsaniyyetiileyhi, 138, 2. Baskı, eş-Şeriketü’l-Arabiyyetü li’t-Tıbaati ve’n-Neşr,1961.

    11. Dr. Zekeriyya İbrahim, Müşkiletü’l-İnsan (Müşkilatu’l-Felsefiyyedizisinden), 116, Mektebetü Mısr, ts.

    12. Abbas el-Akkad, el-Felsefetü’l-Kur’aniyye, 172,Matbaatü Lecneti’t-Te’lif ve’n-Neşr, Kahire, 1947.

    13. Abdulkerim el-Hatib, Allahu ve’l-İnsanü, 217, 2.Baskı, Daru’l-Fikri’l-Arabi, 1971 Hatib.

    14. Hicr, 15/23.

    15. Al-i İmran, 3/145.

    16. Mü’minun, 23/115.

    17. Zümer, 39/30.

    18. Zilzal, 99/7-8.

    19. Cuma, 62/8.

    20. Gazzâlî, İhya, 1/434.

    21. Gazzâlî, İhya, 1/434; İbn Kudâme, el-Muğnî,2/434; Kahire, 1968; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/498.

    22. Abdulkerim el-Hatib, Allah ve’l-İnsan, 219, 2. Baskı,Daru’l-Fikri’l-Arabi, 1971.

    23. Al-i İmran, 3/185.

    24. Cuma, 62/8.

    25. Nisa, 4/78.

    26. Yunus, 10/49.

    27. Tirmizi, Sünen, Zühd, 4, Kıyamet, 26; Nesei, Sünen,Cenaiz, 3.

    28. Bakara, 2/197.

    29. Mü’minun, 29/99-100.

    30. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, 320, Konya,1986.

    31. Süleyman Toprak , Ölümden Sonraki Hayat, 319,Konya, 1986.

    32. A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi veKelam’a Giriş, 202; Ensar Neşriyat, İstanbul, 1987.

    33. Zâhirîler’e göre, ömürde bir defa hasta ziyaretiyapmak farzdır. Diğerleri ise sünnettir: İbn Hazm, (Ebû Muhammed Ali b.Ahmed) el-Muhallâ, 4/172; Münîriyye.

    34. Şevkânî, (Muhammed b. Ali) Neylü’l-Evtâr Şerhu Müntekâ’l-AhbârMin Ehâdîsi Seyyidi’l-Ahyâr, 4/17-21, Mısır, 1952; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne,1/489-492; Beyrut, 1969; İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/34, Kahire, 1968.

    35. İbnü’l-Hümâm, (Kemâlüddîn Muhammed b. Abdülvâhidb. Hümâm) Fethu’l-Kadîr, 1/446, Kahire, 1310; İbn Âbidin, (Muhammed Emin b.Âbidîn) Reddü’l-Muhtar Alâ’d-Dürri’l-Muhtâr, 1/626, el-Meymeniyye, 1307;Şevkânî, (Muhammed b. Ali) Neylü’l-Evtâr Şerhu Müntekâ’l-Ahbâr Min EhâdîsiSeyyidi’l-Ahyâr, 4/21.

    36. Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Cenâiz, 121; İbnü’l-Hümâm,Fethu’l-Kadîr, 1/447; Kahire, 1310; İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/335; Kahire,1968; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, 1/626; Meymeniyye, 1307; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr,4/21, Mısır, 1952; Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, 3/159, Hindistan Baskısı.

    37. Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, 3/160; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr,4/21; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, 1/626; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne,1/502, Beyrut, 1969.

    38. Bakara, 2/156.

    39. Buhârî, Cenâiz, 162; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne,1/504.

    40. Buhâri, Cenaiz, 152,162.

    41. En’am, 6/164; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, 4/105-116.

    42. Buhârî, Cenâiz, 145; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr,4/26-27; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/517; İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/339.

    43. Buhârî, Cenâiz, 148.

    44. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/337; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr,4/25-26.

    45. Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, 4/66-67; İbn Hazm,el-Muhallâ, 4/129, Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/523.

    46. İbn Hazm, el-Muhallâ, 4/169; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne,1/532; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, 1/641; Meymeniyye, 1307.

    47. Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/535; İbn Hazm,el-Muhallâ, 5/162-164; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, 4/44.

    48. Buhârî, Cenâiz, 124; İbn Kudâme, el-Muğnî,2/382; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, 4/52; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/534;İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, 1/640; İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1/145.

    49. İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, 1/651; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr,4/52; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 1/443; İbn Kudâme, el-Muğnî,2/381.

    50. Buhârî, Cenâiz, 123.

    51. Buhârî, Cenâiz, 205.

    52. Buhârî, Cenâiz, 171; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr,4/24; Tahir Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, 119, Ankara, 1946.

    53. Nâsıruddîn el-Elbânî, Ahkâmu’l-Cenâiz, 34-43,Beyrut, 1969.

    54. Buhârî, Cenâiz, 217.

    55. Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/558.

    56. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/353-354.

    57. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/355.

    58. Buhârî, Cenâiz, 125,189; İbn Kudâme, el-Muğnî,2/314; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/543.

    59. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/376-379; İbn Kayyımel-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 1/146; İbn Hazm, el-Muhallâ, 5/133; Şevkâni,Neylü’l-Evtâr, 4/84-95; İbn Âbidîn, Şifâu’l-Alîl, 174, İstanbul, 1325;Reddü’l-Muhtâr, 1/660.

    60. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/405; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne,1/562; Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, 4/151

    61. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/410; İbn Âbidîn, Şifâu’l-Alîl,182; Reddü’l-Muhtâr, 1/663; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/508.

    62. Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, 377 vd.

    63. Ebû Davud, Vesâyâ, 3; Tirmizî, Vesâyâ, 7.

    64. Müslim, Vasiyyet, 14; Ebu Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî,Ahkâm, 36, Nesâî, Vesâyâ, 8; Dârimî, Mukaddime, 4; Ahmed İbn Hanbel,2/372.

    65. İbn Mace, Mukaddime, 20.

    66. Buhari, Sahih, Rikak,42; Müslim, Sahih, Zühd, 5.

    67. Buhari, Enbiya, 1; Müslim, Vasiyyet, 3, İlim, 6; EbuDavud, Sünen, Vesaya,14, Cihat,15; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/372(Meymeniyye-Kahire 1313); İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 20, 1975.

    68. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,453, 2. Baskı, Sebat Ofset, Konya, 1989.

    69. İbn Kayyım el-Cevziyye, er-Ruh, 117; Beyrut, 1975.

    70. Necm,53/39.

    71. Yasin, 36/54.

    72. Bakara, 2/286.

    73. Haşr, 59/10.

    74. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,453.

    75. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 59.

    76. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,453.

    77. Ebu Davud, Cenâiz, 56.

    78. Müslim, Cenâiz, 103; İbn Mâce, Cenâiz, 36; Nesâî,Cenâiz, 103.

    79. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 105-107, Marifet Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1984.

    80. Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 76; İbn Mace, Sünen,Sadakat, 12.

    81. Abdülkadir Mutlaku’r-Rahbavi, Ahiret Günü, 33;Terc. Ahmet Serdaroğlu-Lütfi Şentürk, Nur yay., 5. Baskı.

    82. Buhari, Sahih, Havalat, 3; Süleyman Toprak, ÖlümdenSonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.

    83. Ebu Davud, Sünen, Edeb, 12; İbn Mace, Sünen, Edeb,2.

    84. Haşr, 59/10.

    85. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 107.

    86. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/509,6/252,(Meymeniyye-Kahire 1313); Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 72; İbn Mace, Sünen,Edeb, 1.

    87. Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/568, Beyrut, ts.

    88. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,453.

    89. Eş’ari, Makalatu’l-İslamiyyin, 282.

    90. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,453.

    91. Müslim, Sahih, Vasiyyet, 3; Ebu Davud, Sünen,Vesaya, 14.

    92. Buhari, Sahih, Cenaiz, 94; Müslim, Sahih, Zekat,15;Ahmed İbn Hanbel, 2/371.

    93. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,453.

    94. Buhari, Sahih, Vesaya, 15, 20, 26.

    95. Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/568.

    96. Ebu Davud, Sünen, Zekat, 42; Nesei, Sünen, Vesaya,9.

    97. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme veŞerhi, 10/54, Akçağ yayınları, Ankara, 1990.

    98. Vehbe Zühayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, (Terc.Heyet) 3/9; Risale yayınları, İstanbul, 1990.

    99. Cemalüddin Ebî Muhammed Abdillah İbn Yusuf el-Hanefîez-Zeyleî, Nasbu’r-Râye li ehâdîsi’l-Hidâye, 2/463; Dâru’l-Hadîs, Kahire,ts.

    100. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/207-208.

    101. Buhari, Sahîh, Savm, 42; Müslim, Sahîh, Sıyâm,27.

    102. Nasıruddin el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’d-Daîfeve’l-Mevzûa, 1/169-170; Dımaşk, 1964.

    103. Buhari, Sahîh, Savm, 42; Müslim, Sahîh, Sıyâm,27.

    104. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,459.

    105. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.

    106. Nâsıruddîn el-Elbânî, Ahkâmu’l-Cenâiz, 170;Beyrut, 1969.

    107. Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.

    108. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.

    109. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.

    110. Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/99.

    111. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,460-61.

    112. Tirmizi, Dâhâyâ, 2; Ebu Davud, Dâhâyâ, 2.

    113. İbrahim Canan, a.g.e, 6/61.

    114. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 70.

    115. İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 1/146; İbnKudâme, el-Muğnî, 2/379; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/97; Şeyh Ali Mahfuz,el-İbdâ, 186.

    116. Dârimî, Mukaddime, 16.

    117. İmam Malik, Muvatta’, Kader, 3.

    118. İsmail Lütfi Çakan, Hurafeler ve Batıl İnanışlar,64; Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 109; SüleymanToprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 471; Recep Aktaş, İslam DinininYasak Ettiği Batıl İnanışlar, 43; Bahar yayınları, İstanbul, 1973.

    119. Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/98-100.

    120. Müslim, Sahih, Cenaiz, 102; Farklı rivayetler içinbkz.: Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 79; Neseî, Sünen, Taharet, 109, Cenaiz, 103;İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 36, Zühd, 36.

    121. Necm, 53/3.

    122. Seyyid Sabık, a.g.e, 1/383.

    123. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,462.

    124. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 108.

    125. Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, 3/160, Hindistan Baskısı,Aynî, Umdetü’l-Kari, 5/283, İstanbul Baskısı, İbn Kudâme, İbn Kudâme,el-Muğnî, 2/423-424; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/98-100, Mısır, 1952;Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/567-569, Beyrut, 1969; Reşid Rıza, 8/255; ŞeyhAli Mahfûz, el-İbdâ fî Madarri’l-İbtidâ, 235 (4.Baskı); Süleyman Toprak,Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 460.

    126. Müslim, Sahih, Cenaiz, 106; Ebu Davud, Sünen,Cenaiz, 81; Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 60.

    127. Nesei, Sünen, Cenaiz, 101.

    128. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/91.

    129. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 99.

    130. Buhârî, Cenâiz, 151; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr,4/117-120.

    131. Müslim, Cennet, 76, 77.

    132. Müslim, Cenaiz, 102; Ebu Davud, Cenaiz, 79; Nesâî,Taharet, 109; İbn Mace, Cenaiz, 36, Zühd,36; Muvatta’, Taharet, 28.

    133. İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitâbu’r-Ruh, 10.

    134. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/91-92.

    135. İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 24; Ebu Davud, Sünen,Cenaiz, 4.

    136. İbrahim Canan, a.g.e, 15/239.

    137. Gazali, İhya, 1/473; İbn Kudâme, el-Muğnî,2/422; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/117-120; Şeyh Ali Mahfuz, el-İbdâ, 192;Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/566; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd,1/146.

    138. İbn Teymiye, Külliyat, "et-Tevessülve’l-Vesile", 1/142, 368; "el-Cenâiz", 24/384; "ez-Ziyârât",27/511; Riyad Baskısı; İbnü’l-Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1/146; Muhammed EbûZehra, İbn Teymiye, 320-325; Kahire,1958; Reşîd Rıza, et-Tefsîru’l-Menâr,4/371-378.

    139. Deliller ve münakaşası için bkz. Muhammed Zahidel-Kevserî, Muhıqqu’t-Taqavvul fî Mes’eleti’t-Tevessül, 9-15, Kahire, 1369;Şeyh Ali Mahfuz, el-İbdâ fî Madarri’-İbtidâ, 196-200; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr,4/8.

    140. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 109.

    141. İsmail Lütfi Çakan, Hurafeler ve Batıl İnanışlar,12; Büşra yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1991.

    142. İsmail Lütfi Çakan, Hurafeler ve Batıl İnanışlar,7.

    143. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 111.

    144. Buhari, Sahih, Cenaiz, 60,95; Neseî, Sünen, Cenaiz,106.

    145. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 78.

    146. İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 1/146; İbnKudâme, el-Muğnî, 2/379; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/97; Şeyh Ali Mahfuz,el-İbdâ, 186; Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 474.

    147. Hayrettin Karaman, a.g.e, 110.

    148. Ebu Davud (Avnu’l-Ma’bud ile birlikte) 3/209,

    Hindistan Baskısı.

    149. İbnü’l-Hâc, el-Medhal, 3/275; Mısır, 1960.

    150. Şeyh Ali Mahfuz, el-İbdâ, 238.

    151. İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/377; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr,1/628; İbnü’l-Hâc, el-Medhal, 3/277; İbnü’l-Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1/145;Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/96; Reşid Rızâ, el-Fetâvâ, 344; Seyyid Sâbık,Fıkhu’s-Sünne, 1/546-548; Şeyh Ali Mahfûz, el-İbdâ, 229.

    152. Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar,1/207; İlim yayınları .

    153. İsmail Lütfi Çakan, Hurafeler ve Batıl İnanışlar,65.

    154. Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar,1/213.

    155. İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1/663; Şifâü’l-Alîl,174; Şeyh Ali Mahfûz, el-İbdâ, 173, 180, 233; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne,1/564.

    156. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,476.

    157. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 113.

    158. İbn Abidin, Şifâu’l-Alîl, 167-168, 181-182, İstanbul,1325; Reddü’l-Muhtâr, 1/451; Ali Sâlim el-Menûfî, İrşâdu’l-Enâm fîHukmi Kırâati’l-Kur’ânbi-ğayr-i İhkâm, 62 vd.; Mısır, 1324; Seyyid Sabık,Fıkhu’s-Sünne, 1/596, Reşîd Rıza, el-Fetâvâ, 1687, 2305.

    159. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı,477.

    160. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında GününMeseleleri, 116.

    161. Hayrettin Karaman, Ebediyyet Yolcusunu Uğurlarken,82, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1994.

    162. Aynî, Umdetü’l-Kârî, 2/608, İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr,1/540.

    163. Hayrettin Karaman, Ebediyyet Yolcusunu Uğurlarken,84.

    164. Abdu’l-Azîz el-Buhârî, Şerhu Usûli’l-Pezdevî,1/155; İstanbul, ts. Ayrıca bkz. Aynî, umdetü’l-Kârî, 5/233,283; Sadru’ş-Şerîa,et-Tavdîh li’t-Tenkîh, 1/167; Mısır 1327; İbn Âbidîn, Şifâü’l-Alîl,196.

    165. Hayrettin Karaman, Ebediyyet Yolcusunu Uğurlarken,84.

    166. Bakara, 2/156.

    167. Buhari, Rikak 42, Züht 5.