Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Ölüm ve Ötesi

    Prof. Dr. Süleyman Uludağ

    Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

    Ölüm haktır, canlıların bir gün son nefeslerinivermeleri inkar ve tevil edilmez bir gerçek. Ölüm, canlılarda hayatbelirtilerinin ortadan kalkmasıdır ya da ölüm ruhun bedeni terk etmesidir.

    Ölüm gerçek olduğu kadar da doğaldır. Şu alemde yaşayanlarınfani ve ölümlü olmaları zorunlu, ölümsüz olmaları ise imkansız. Ölümünkarşıtı doğum. Her doğan mutlaka ölür. Doğmak kadar ölmek de mukadder.

    Ölümün karşıtı olan diğer bir kavram da hayat/yaşam.Hayat gibi memat/ölüm de yararlı, gerekli ve zorunlu. Buna rağmen doğumolayına sevinen insan ölüm olayına üzülür. Aradaki fark bundan ibaret.

    Hayat olmayan yeryüzü ne kadar anlamsız ise ölümolmayan yeryüzü de o kadar anlamsız. Aslında hayata anlam kazandıran ve onusevimli kılan da ölüm. Şu halde hayat kadar memat da ilahi bir nimet ve büyükbir lütuf. "Ölüm mümin için ilahi bir armağan." İnsanlık heryerde ve her zaman acı bir gerçek olan ölüm olayını anlamayı vemahiyetini kavramaya çalışmış, bununla ilgili bir takım yorumlar yapmış,görüşler ileri sürmüş, ölümle ilgili inançlara sahip olmuş. Bu tür şeylerdenesilden nesile gelenek ve görenek yoluyla intikal etmiştir. Her toplumda doğumolayı gibi ölüm olayıyla ilgili de farklı gelenekler oluşmuştur.

    Ölüm olayı en çok dini ve dindarları ilgilendirir. Ölenkişiyle ilgilenen din ve dindarlardır. Çünkü ölümle ve ölüm ötesiyleilgili olarak sadece inançlar ve vahye dayanan bilgiler vardır. Din, insanınhayatıyla ilgilendiği kadar, hatta ondan daha fazla, ölümüyle ve ölümsonrasıyla da ilgilenir.

    Aslında yaratılan her şey fani/ölümlüdür. "Hernefs ölümü tadar" (Al-i İmran, 3/185, Enbiya, 21/35; Ankebut, 29/57)ayetinde geçen nefs "zat" ve "şey" olarak yorumlanmıştır.Buna göre ayet, "Her şey ölümü tadar" anlamına gelir. "Yeryüzündeolan her şey fanidir" (Rahman, 55/26) mealindeki ayet de bunu doğrular."Baki olan sadece Allah’tır." (Rahman, 55/26), "O, hayy-ı lâ-yemuttur.","Ölümsüz bir diridir." (Bakara, 2/255; Al-i İmran, 3/2; Taha,20/111) Beka ve ölümsüzlük, O’na özgüdür. Kur’an’da buyrulur: "ÖlümsüzDiri’ye güven" (Furkan, 25/58)

    Bütün dinlerde, özellikle ilahi dinlerde bu ve benzeriinançlar vardır.

    Şu halde "İnsanlar ölümlü/fanidir","Hayvanlar fanidir", "Tüm canlılar fanidir","Bitkiler fanidir", "Madde fanidir." Kısaca yaratılan,sonradan olan ve oluşan (mahlukat, havadis/muhdesat, kainat, mümkinat)fanidir, ölümlüdür. Her şeyin bir evveli olduğu gibi bir de sonu vardırve biz bu sona ermeye ölüm diyoruz.

    "Her şey ölümlü" olmakla beraber, biz birinsan ölünce ölümü hatırlar ve "Her nefs ölümü tadıcıdır"anlamına gelen ayeti okur veya dinleriz, tabutun üzerini de "Küllünefsin zaikatu’l-mevt" ibaresi yazılı bir örtü ile örteriz. Bununlakendimizi teselli eder ve ölüm sonrasına hazırlık yapmamız gerektiğini düşünürüz.

    Ölüm bir insanlık gerçeğidir. İnsanlar, halklar,milletler ve kavimler değişik inançlara, dinlere, mezheplere ve felsefikanaatlara mensupturlar. Bireylerin ve toplumların ölüm gerçeği karşısındakitutumlarını, inançları ve felsefi kanaatları belirler, ölüm, cenaze kaldırma,kabir gibi hususlarla ilgili gelenekler bu çerçevede oluşur ve şekillenir.Ölüm konusunda, "Bu ve o dünya", "Dünya ve ahiret","Yalan dünya-Gerçek dünya" şeklindeki çift dünya görüşü önemlidir.Çünkü ölüm karşısındaki tutum ve davranışları belirler. İnsanıherhangi bir canlı, bir hayvan ve bir bitki gibi gören kişiler vardır.Bunlara göre hayat doğumla başlar, ölümle biter. İnsanın doğum öncesinegiden bir geçmişi olmadığı gibi, ölüm sonrasına uzanan bir hayatı dayoktur. Tabiatçılara (Natüralist) göre insan doğanın ürünüdür, doğadangelir, doğaya gider. Maddecilere (Materyalistlere) göre insan, maddeden başkabir şey değildir. Maddeden gelir, maddeye döner. Pozitivistlere,nihilistlere, agnosistlere, ateistlere göre de durum aynıdır. Yani insan otgibidir, doğar ölür. Öbür dünya diye bir şey yoktur. Nitekim doğum öncesibir hayat da yoktur. İslam tarihinde bu inançta olanlara Dehri, Zındık ve Mülhidgibi isimler verilir. Bunlara göre ölüm mutlak bir yok oluştur, ölümleinsanın varlığı sona erer, geriye bir şey kalmaz. Bu görüşte olanlara görekabir azabı, kıyamet, mahşer, Cennet ve Cehennem de yoktur tabii. (Gazali,el-Maksadu’l-esna, Kahire, 1322, s. 88)

    Kur’an-ı Kerim inmeye başladığında o sırada bu inançtaolan kişiler vardı. Kur’an onların sözlerini şöyle aktarır: "Dediki: Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek." (Yasin, 36/78)

    "Dediler ki: Sahi, biz bir kemik yığını ve kurubir toprak haline geldikten sonra yeni bir yaratılışla tekrar hayat mıbulacağız?" (İsra, 17/49,98; Müminun, 23/82; Saffat, 37/16; Vakıa,56/47)

    "Bu, toprak olduktan sonra mı? Bu (akla göre) çokuzak bir dönüş!" (Kaf, 50/3)

    "Dediler ki: Sadece dünya hayatı var, yaşarız veölürüz. İşte o kadar. Bizi yok eden de sadece dehr/zamandır."(Casiye, 45/24) Demek ki, ölüm sonrası hayatı ve ahireti inkar edenler Hz.Peygamber zamanında da vardı. Kur’an bu inancı reddeder, batıl sayar, buinançta olanların görüşlerini çürüten deliller getirir.

    Ölümden sonra hayatın olmadığına inananlar için ölümbir felakettir, en büyük afettir. Onun için de çok acıdır. Hatta ahireteinanmayanlar için sadece ölüm değil, dünya hayatı da acıdır, anlamsızdır.Çünkü dünya hayatını anlamlı kılan ahiret inancıdır. Bundan dolayı dainançsız kişiler genellikle karamsardır, aralarında intihar olaylarına dasıkça rastlanır.

    Ölüm sonrası hayata insanlar en eski çağlardan beriinanmışlardır. Ruhların varlığına inanan animistler atalarının ruhlarınımemnun etmek için ayinler düzenlerler, ölüleri rahat etsin diye sağlammezarlar yapar, öbür dünyada dirilen ölülerin kullanmaları için mezarlaraçeşitli eşyalar koyarlar. Dünyanın büyük anıtları olan Mısır’dakipiramitler ölüler için yapılmış anıt-mezarlardır. Arkeoloji,antropoloji, etnoloji, sosyoloji ve tarih alanında yapılan araştırmalar eneski kavimlerde bile "öteki dünya" inancının mevcut olduğunu göstermektedir.

    İlahi veya hak din dediğimiz vahiy kaynaklı semavidinlerde, ahiret inancı vurgulanmış, Cennet ve Cehennemin mevcudiyeti,buradaki hayatın sonsuzluğu (Hulûd) kesin bir şekilde ifade edilmiştir.(Tevrat: Eyüp: 14/14-22, 19/25-29; İncil, Markos: 12/18-27; Luka, 20/27-38)

    Kur’an, ilk insan Adem’den sonra gelen bütünpeygamberlerin ümmetlerini ahirete inanmaya davet ettiklerini anlatır ve çeşitlivesilelerle ölüm olayı üzerinde durur.

    Her şeyden önce hayat veren ve öldüren Allah’tır.(Yunus, 10/56) "Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki, ölü idiniz, diriltti,sonra öldürecek ve tekrar diriltecek." (Bakara, 2/28) Yani insan bu dünyayagelmeden önce ölü idi, daha doğrusu ölü gibi idi. Sonra, dünyaya geldi,hayat buldu, sonra eceli yetince ölecek, sonra tekrar dirilecek. İki ölüm veiki hayat budur. Bazılarının sandıkları ve iddia ettikleri gibi bununreenkarnasyonla da bir ilgisi yoktur.

    "Can çekişenlerin canını Allah alır." (Fatır,35/9) İnsana can veren ve alan Allah’tır. Yüce Allah ölüm meleği Azrail’ibu işle görevlendirmiştir.

    İnsan ruh ve bedenden oluşan bir varlıktır, ruhu ileyukarı aleme, bedeniyle aşağı aleme bağlıdır. Ruh ilahi, beden maddidir.Beden topraktan gelir, yine toprağa gider. "Sizi ondan (topraktan) yarattık,oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız." (Taha,20/55) Yani insanın bedensel varlığı topraktan yaratılmıştır, yine toprağagidecek ve toprak olacaktır. Her şey aslına döner. Beden de aslı olan toprağadönecektir.

    İnsan, hayvanlarda olan candan ayrı ve bambaşka bircana/bir ruha sahiptir. Bu ruhun madeni, menbaı ve netice itibariyle mahiyetiilahidir. Yüce Allah buyurur: "Ben O’na ruhumdan üfledim" (Hicr,15/29; Sad, 38/72; Secde, 32/9) Yani Allah Tebareke ve Teala insana kendiruhundan bir nefha/üfürük vermiştir. Bu nefha Hak Teala ve Tekaddeshazretlerinden olduğundan ilahidir, maddi değildir, rabbanidir. Buna"Rabbânî Lâtife", "İlahi Cevher", "ilahi Nur"gibi isimler de verilir. Bazan buna nefs/nefs-i zekiyye, kalb, ruh ve akıl dadenir. İnsanı hayvandan farklı ve ona üstün kılan işte bu manevicevherdir. İnsan ölünce bedeni toprak olur ama ruhu, bir başka şekilde yaşamayadevam eder. Şöyle de denilebilir: Ruh aslına döner, O’ndan geldi, O’nagider. O’nun yakınlığını kazanmanın ve civarında olmanın anlamı budur."Biz Allah’a aitiz ve yine O’na döneceğiz." (Bakara, 2/156) Sufiler,"Ruh O’ndan geldi, O’na dönüp gider" derler. Ancak ruh O’ndantertemiz ve pak olarak gelmiştir. O’na dönmesi için de yine bu nitelikteolması lazımdır. Bu nitelikte olmayan kirli ruhlar temizlenme işlemine tabitutulur. Cehennem atişi en iyi, en etkili temizleme vasıtasıdır. Bu dünyadakirlenen ruhlar yine bu dünyada temizlenip arı ve duru hale gelmezlerse ateşletemizlenirler. Cehennem temizlenme yeri, Cennet temizler yurdudur.

    Ruh bedenden ayrıldıktan sonra bir daha ondan haber alınırmı? Onunla irtibat kurulur mu? Bunun cevabı şu hadiste mevcuttur: AllahResul’u Bedir’de öldürülen putperestlerin bulunduğu yere gider ve: "Şufilan kişi şurada, falan kişi burada öldürüldü der ve sonra öldürülenlerhitap eder: Ey falan, Ey filan! Allah’ın size vaad ettiği doğru çıktı mı?Allah’ın bana vaad ettiği şeyin doğru çıktığını gördünüz değil mi?Allah’a size hezimet, hüsran, bana galibiyet ve zafer vaad etmişti. İkisi dedoğru çıktı değil mi?

    Hz. Ömer sorar: Ya Resulallah! Ruhsuz bedenlere nasıl böylehitap ediyorsun? Onlar bundan ne anlarlar? Allah Resul’unun cevabı:

    "Söylediklerimi onlar sizden daha iyi duyarlar.Ancak cevap veremezler" (Buhari, Megazi, 8, Cenaiz, 87; Müslim, el-Cennet,76,77; Nesai, Cenaiz, 117)

    Hz. Peygamber Mirac’ta bir çok peygamber’in ruhu ile görüşmüş,konuşmuş, Cennette ve Cehennemde olanları da görmüştü.

    Demek ki, İslam itikadına göre insan bedensel olarak değil,ama ruhsal olarak yaşamayı ve varlığını sürdürür. Peygamberler bunlarınbazı hallerini bilebilirler. Bazı kimseler rüya yoluyla bunlardan bazılarınınbazı hallerini bilebilir. Çünkü, rüya nübüvvetin kırk altı parçasındanbir parçadır. (İhya, IV, 491)

    İspirtizma’da da ruhlarla ilişki kurma ve konuşmahususuna inanılır. İslam’daki durumu ruhculukla karıştırmamak gerekir.

    Ölüm acıdır. Hayatta olmak ahirete daha iyi hazırlanmaimkan ve fırsatını verir. Bunun için ölüm arzu edilmez. Peygamberimiz:"Ölümü temenni etmeyin" buyurmuştur. (Buhari, Temenni, 6, Tirmizi,Kıyamet, 40)

    Şiddetli ağrılar ve sancılar içinde kıvranan birhasta, düşkün ve bakacak kimsesi olmayan bir kişi: "Allahım! Bana yaşamakhayırlı ise hayat ver, ölüm hayırlı ise canımı al" (Müslim, Zikr,10) diye dua edebilir.

    Can çekişmek, ruh teslim etmek, ölüm sarhoşluğu(sekeratu’l-mevt) zordur. Mümin bunu Allah’tan bilir ve sabreder. Eğer bu elemve ızdıraba sabrederse günahları silinir, derde sabretmek günahlarakeffaret olur. (Ebu Davud, Cenaiz, 1,3)

    Can çekişen ve muhtazar denilen mümin Allah hakkında hüsn-üzan besler, Hak Teala’nın kendisini affedeceğini ve lütufta bulunacağınıumar. Hz. Peygamber son nefesini böyle vermeyi tavsiye etmiştir. (Ebu Davud,Cenaiz, 13)

    İhtizar halinde bulunan ve son nefesini vermek üzereolan kişi kelime-i tevhid getirir veya bunu zihninden geçirir veyahut yanındabulunanlar hafifçe kelime-i tevhid getirir, muhtazar da dinler.

    Muhtazarı ziyaret edenler veya yanında bulunanlar onadua ederler, dua edilince melekler amin, derler. (Ebu Davud, Cenaiz, 14)

    Ölüm haberini alan bir mümin "innalillahi ve innaileyhi raciun" (Biz O’na aitiz ve O’na dönüyoruz) der ve teslimiyet gösterir.Mülkün gerçek sahibi Hak Tealadır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.Can veren O’dur. Verdiği canı dilediği zaman ve dilediği şekilde geri alır.Mümin buna sadece rıza ve teslimiyet gösterir. Üzülür, ağlar ve göz yaşıdöker, ama Allah’ın rızasına aykırı düşen bir söz söylemez, bir şeyyapmaz ve yakınmaz.

    Allah Resulü, oğlu İbrahim vefat edince gözleri yaşarmışve "Bizden ayrıldığın için hüzünlüyüz ey İbrahim" demiş."Sen de mi ağlıyorsun" diyenlere de şu cevabı vermişti: Gönlümüzmahzun, gözümüz yaşlıdır ama Allah’ın rızasına uymayan bir söz söylemez,bir iş yapmayız." (Buhari, Cenaiz, 43; Müslim, Fazail, 62; Ebu Davud,Cenaiz, 42)

    Üzülmek, hüzünlenmek, ağlamak ve gözyaşı dökmekİlahi rızaya ve teslimiyet göstermeye aykırı değildir.

    Ölüm bir yönüyle esrarengiz bir olaydır, can çekişen,ölüm ağrıları ve sancıları içinde kıvranan ve ecel teri döken kimseninbüyük acılar çektiğini biliriz. Ama tam ruhu teslim etme ve can verme anınınve halinin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu hali yaşayan kimse bir daha bizegeri dönmediğinden o halin nasıl olduğunu onu yaşayanlardan sorup öğrenmeşansına sahip değiliz. Bunun için son nefesi verme ve ruhu teslim etme anınınve halinin nasıl olduğunu bilemeyiz. Öyle olunca da o an ve hal gizemini veesrarengizliğini korur, tam bir muammadır bu hal.

    Tam can verme anında bazı kimselerin yüzünde birtebessüm hali görülür. Bunun ne anlama geldiği merak konusu olur. Ölümüarzu edilir kılan dayanılması güç ağrılar ve acılar olduğu gibi bazanonu çekici kılan öbür alemdeki dostlara kavuşma özlemi de olabilir. Kutsibir hadiste Yüce Allah buyurur: "Kullarım için gözlerin görmediği,kulakların duymadığı, insanın hayal bile edemediği neler neler hazırladım!"(Buhari, Tevhid, 35; Müslim, İman, 312; Cennet, 3,5) Kur’an’da ise şöylebuyrulur: "Yaptıklarına karşılık olmak üzere ne mutluluk saklandığınıkimse bilemez." (Secde, 32/17) Son nefesini veren bazı salih ve takvasahibi kimseler yüce Allah’ın vaadettiği ödüllerin belirdiğini görüncesevinir ve bu hal yüzlerinde bir gülümseme şeklinde yansır. İşte bundandolayı o anı ve o hali bir Allah, bir de Onu yaşayan bilir. Bizim için isebir sırdır.

    Ruhunu teslim eden kişinin kalb atışları ve nabzıdurur, nefsi kesilir, benzi sararır, kasları gevşer. Artık can kuşu bedenkafesinden uçmuş, geriye cesed, na’ş ve cenaze dediğimiz ruhsuz bir bedenkalmıştır. Fakat İslam inancına göre cansız beden de canlı beden gibisaygı değer bir şeydir.

    İnsan na’şa bakınca üzülür. O bizden ayrıldığı içinmi? Belki onun için, belki de biz ondan ayrıldığımız ve onu kaybettiğimiziçin. Onun haline bakıp üzülen insan belki de bir gün kendisinin de öleceğinive bu hale geleceğini düşünüp üzülmekte, ölüden çok kendi haline ağlamaktadır.Durum ister öyle, ister böyle olsun, ölüm olayı ders ve ibret alınmasıgereken bir olaydır. İnsanı derinden etkiler, acı gerçeği görmesini sağlar,onun için insan tamahına, hırsına ve bencilliğine gem vurup kendine çeki düzenverir. Ölüm olayının diriler sağladığı en büyük fayda bu olduğu için"Vâiz olarak sana ölüm yeter" (Tirmizi, Kıyamet, 24; Acluni, Keşfu’l-Hafa,II, 112) denilmiştir. Hz. Ömer’in bu ibareyi yüzüğüne yazdırdığı, ölümühatırlamak için sık sık ona baktığı rivayet edilir.

    İslam’da ölümü hatırlamak, ölüm sonrasına hazırlanmak,kendine çeki düzen vermek bakımından özendirilmiştir. Ölümü düşünüpüzülmek eğer insanı ibadet ve ahlak yönündün iyileştirmeyecekse anlamsızbir şeydir. Yine bunun için, Hz. Peygamber müminlerin kabirleri ziyaretetmelerini istemiş, "Çünkü kabir ziyareti katı kalpleri yumuşatır,yufkalaştırır", buyurmuştur.

    Geride kalanların ölene karşı görevleri cenaze namazınıkılıp dua etmek, "Allah rahmet eylesin", demek ve onu hayırlaanmaktır. "Ölülerinizi hayırla yad ediniz." (Acluni, I, 105)

    Cenab-ı Hak buyurur: "Onlara/Musevilere de ki: Eğer(iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu/Cennet Allah katında diğer insanlar değilde yalnızca size aitse hadi bakalım ölümü temenni edin" (Bakara,2/94). "Ey Museviler! Başka insanlar değil de sadece "Biz Allah’ındostlarıyız" iddiasında doğru iseniz ölümü temenni ediniz."(Cuma, 62/5)

    Cennet bizimdir ve Allah bizim dostumuzdur, diyen kimseninölümden korkmaması ve kaçmaması lazımdır. Çünkü ölüm demek Cennetinkapısının açılması ve dostun dosta kavuşması demektir. Cenneti ve İlahicemali temaşa etmek isteyen ölümü temenni eder. Sufi ve evliyanın ölümüdört gözle beklemelerinin, ölümü cana minnet bilmelerinin sebebi budur. Ursve iyd dedikleri anlayış da buna dayanır. Eceli yeten ve ömrü biten müminrıza halinde can verir; şartları oluşan cihada ve gazaya seve seve gider.Hz. Peygamber’in: "Ölümü temenni etmeyiniz", sözü tabii bir ölümveya cihad gibi bir durum yokken ölümü temenni etmeyin, hayatta iken çalışın,ibadet edin, kulluk edin, hayır hasenat yapın, böylece ahiretteki mevkiiniziyükseltin, anlamına gelir. Sağlıklı insanların yapmaları gereken şeybudur.

    Dost dosta gider. Alah müminlerin dostudur, müminler deAllah’ın dostları/evliyaullahtır. Ölümle dost dosta kavuşur. Habibullah,yani Allah sevgilisi Muhammed (a.s.m.) vefat ederken son sözü şu oldu:"Refik-i A’la’yı/En yüce Dost’u!" (İbn Hişam, Siyer, IV, 1069;Buhari, Rikak, 42; Müslim, Selam, 46). Hak Teala Habib-i Ekrem’e sormuş:"Dünya hayatını mı yoksa Dostun katında olmayı mı tercih ediyorsun?Seni muhayyer bıraktım, tercihini yap. İşte o zaman alemlere rahmet olanHabib-i Kibriya: "En yüce Dostumu!" demiş ve son nefesini vermişti.İlahi takdire ve Sünnetullah dediğimiz İlahi kanuna teslimiyet göstermeninen güzel örneği budur.

    Hz. Peygamberin yoldaşları ve can arkadaşları olanSahabeler Mekke’de puta tapanların işkenceleriyle şehid olurken, Medine dönemindecihada ve gazaya seve seve koşarken işte bu anlayışa sahip idiler. Buna dairbazı örnekler ve menkıbeler:

    Hz. Bilal can çekişirken eşi ah vah etmeye başladı.

    Hz. Bilal dedi ki: Oh! Ne hoş şey! Yarın dostlarımMuhammed (a.s.m.) ve arkadaşlarına kavuşacağım! (Kuşeyri, Risale, 591)

    Dostlarından biri sefere çıkarken Sufyan Sevri’yesorarlardı: İstediğiniz bir şey var mı? Sufyan: bir yerde ölümün satıldığınıgörürsen benim için satın al! Demiş, lakin can çekişme zamanı: "Ölümütemenni ediyorduk, ama gerçekten çetinmiş" dedi.

    Suriyeli Mekhûl genellikle hüzünlü idi. Ölüm yatağındagülmekte olduğu görülünce sebebi soruldu. Dedi ki: Neden gülmeyeyim ki sakınmaktaolduğum dünyadan ayrılıyor, beklediğim ve umduğum bir aleme gidiyorum.

    Can vermekte olan Abdullah b. Mübarek gözlerini açtı,güldü ve: "Çalışanlar böylesi bir kurtuluş için çabalasınlar!"(Saffat, 37/61) dedi ve son nefesini verdi.

    Can çekişen Bişr Hafi’ye: "Hayata bağlı gibi görünüyorsun"dediklerinde, “ulu ve yüce Allah’ın huzuruna çıkmak cidden zor!" diyekarşılık verdi.

    Can vermekte olan Cüneyd Bağdadi’ye: Allah’ı hatırlave kelime-i Tevhid getir, dediklerinde dedi ki: O’nu unutmadım ki hatırlayayım!

    Kimi üzülerek, kimi ağlayarak, kimi gülümseyerek,kimi sevinerek son nefesini verir. Kuşeyrî ve Gazali bu konuda şunu söylerler:Müminlerin ve evliyanın ölüm halinde farklı tepkiler göstermelerihallerinin değişik olmasındandır. Can verirken kiminin üzerinde galib olanhal Cehennem korkusu, kimininki Cennete girme ümidi, kimininki sevgi, kimininkiözlemdir. Bunlardan hen biri etkisi altındaki hislere göre konuşur ve hepside doğrudur. (Risale, 589; İhya, IV, 468)

    Veliler ölüm döşeğinde iken bile şeriatın ahkamınatitizlikle uyarlar. Şibli can çekişirken. "Birinin üzerimde bir akçehakkı kalmıştı. Şu anda gönlümdeki en büyük derd bu" demişti. Müslümankul hakkına bu kadar önem verir ve üzerinde kul hakkı varken ölmek istemez.Onun için mümin müminle sık sık helalleşir, helallık diler, cenazenin karşısındasaf tutan Müslümanlara: "Ahiretle müteallik hakkınızı helalediniz" dendiğinde: "Helal ettik" derler ve mevtayı aklarlar.

    Ölüm esnasında bir takım olağan üstü haller de görülür:Ebu Tûrab Nahşebî çölde ayakta ölmüş, bir süre sonra bile Ebu İmran İstahrîonun na’şının çölde ayakta durmakta olduğunu görmüştü. İbrahim Havvasölümcül bir hastalığa yakalanmıştı, ishal olduğu için camiden çıkıncasuya girer ve abdest alırdı. Bir seferinde abdest almak için suya girinceorada kalakalmıştı. Adaleti egemen kılmak için, İbn Ata Vezir’in yanınagitmiş, vezir ayakkabısını İbn Ata’nın başına vurunca İbn Ata ölmüştü.Ali b. Sehl İsfehanî şöyle demişti: Benim herkes gibi öleceğimi mizannediyorsunuz? Ya Ali! Gel, diye çağrılacağım, ben de peki diyeceğim.Her şey olup bitecek. Bir gün yürürken: “Tamam, geliyorum,” dedi veruhunu teslim etti.

    Öleceğini önceden hissedip hazırlık yapan Sufilervardır. Ebu Yakub Nehrecarî anlatıyor: Mekke’de iken elinde bir akçe bulunanbir fakir geldi. "Yarın öleceğim şu parayı al, yarısıyla mezar, diğeryarısıyla kefen hazırla" dedi. Ertesi gün geldi, Ka’be’yi tavaf etti.Sonra gidip bir yere yattı ve can verdi.

    Hayru’n-Nessac, Ebu’l-Hüseyn Maliki’yi: Sekiz gün sonraPerşembe günü ikindi vakti öleceğim, Cuma günü gömüleceğim, sen bunuunutacaksın, sakın unutma!" demiş ve dediği gibi de olmuştu.

    Yakin sahibi, doğru, dürüst ve inançlı Sufiler ölümeo kadar odaklanır, o kadar konsantre olurlar ki, onlara, "öl"denildiğinde hemen ruhlarını teslim ediverirler. Bir gün, Abdullah b. Münazil,Ebu Ali Sakafi’ye: "Ölüme hazırlan, çarnaçar öleceksin" dedi. Oda: "Sen de hazırlan, çarnaçar öleceksin" dedi. Bunun üzerineAbdullah kollarını uzattı, başını yere koyup: "İşte öldüm"dedi ve son nefesini verdi.

    Ebu Said Kureyşî’ye göre, sadık ve dosdoğru kişi ölümegönülden razı olur. Hak Teala’nın "Eğer sadık iseniz ölümü temenniediniz" (Bakara, 94) mealindeki ayette buyurduğu gibi ölümü temennieder ve ölür. Sadık ve dürüst olduğu böylece ortaya çıkar.

    Ebu’l-Abbas Dinverî vaaz ederken yaşlı bir kadınkendine hakim olamayıp na’ra attı. Ebu’l-Abbas ona: "Böyle yapacağınaöl" deyince kadıncağız kalktı, bir kaç adım attıktan sonra ona döndüve : "İşte öldüm" dedi ve cansız olarak yere düştü.

    Diri ölüler var, ölü diriler var. Bazılara öldüktensonra da yaşar, diğer bazıları yaşarken ölüdür. Tenbel, avare, işsiz güçsüz,ibadetsiz ve inançsız kişiler sağdırlar ama ölü sayılırlar. Hak erenlerise öldükten sonra bile yaşarlar. Ebu Ali Rûzbarî anlatıyor: Bir gün yanımızabir fakir/derviş gelmiş, ölmüş, biz de onu defn etmiştik. Mezara koyarkenyüzünü açıp: "Allah’ın rahmeti, şu garibin üzerine olsun"deyince gözünü açtı ve dedi ki: "Ey Ebu Ali! Rahmetine erdiğim yüceAllah’ın huzurunda bulunurken benim için rahmet mi diliyorsun? Ben o rahmeteçoktan erdim. Bunun üzerine Ebu Ali:

    -Allah Allah! Ölümden sonra hayat var mı? Dedi.

    Fakir dedi ki:

    -Evet ben hayattayım, ulu ve yüce Allah’ı seven hiçbir kimse ölmez. Yarın Allah katında sana yardımcı da olacağım. Hak aşıklarıölmez.

    Ten fanidir can ölmez gidenler geri gelmez / Ölür iseten ölür, canlar ölesi değil

    Ebu Said Harraz anlatıyor: Mekke’de Beni Şeybe kapısındagüzel yüzlü bir gencin vefat ettiğini gördüm. Yüzüne bakınca banatebessüm etti ve “Ey Ebu Said bilir misin ki aşıklar ölmez, ölseler bilediridirler, sadece bir yerden öbür yere intikal ederler, işte o kadar!”dedi.

    Ölümü gönül hoşluğu ile ve tebessümle karşılayanlarvardır:

    Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde / Gönlü heryerde bahardan gibi yıllarca tüter / Ve serin serviler altında kalan kabrinde/ Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter. (Y. K. Beyatlı)

    Ölmek ama yaşamak, sonsuzca yaşamak, ölümsüzlüğüyakalamak ve ölümsüzlüğün sırrına ermek insanların hep amacı olmuştur.Her insan ölümsüzlüğü ister. Gazali’nin de dediği gibi insan bekayatalibdir, ölümsüzlüğü arzu eder. Zaten yüce Allah onu bunun için yaratmıştır.Ya Cennette veya Cehennemde "Hâlidîne fîha ebedâ" (Maide, 5/119)"Orada ebedi olarak kalacaklar."

    Hızır destanı insanın ebediyet arzusunu dile getirir.Âb-ı hayattan içip ölümsüzlüğün sırrına ermek nihai gayedir. Kur’an,Allah yolunda şehid olanlar için: "Onlara ölüler demeyin, aslındaonlar diridirler ama siz bunu hissetmiyorsunuz" (Bakara, 2/154; Al-i İmran,3/169) diyor. Demek ki, öldükten sonra ayrı ve farklı bir hayat var. Onlarölümsüzlük diyarında ebedi olarak yaşarlar. Kiminin adı sanı bilinir,kiminin bilinmez, ismi cismi bilinmeyenler namsızlık ve ünsüzlük ülkesindesonsuza dek yaşarlar.

    Ebu Bekir Saydalanî anlatıyor: Ebu Bekir Tamestanî’ninkabrine gider, kabri düzeltir, ismini yazardım. İsmini yazdığım levha sökülüyordu.Bu durum diğer kabirlerde görülmüyordu. Hayret etmiştim. Sebebini EbuDekkak’a sordum. Dedi ki: o zat dünyada iken gizli ve bilinmeyen biri olmayıtercih etmişti. Sen ise onu bilinir ve tanınır hale getirmek istiyorsun. HakTeala ise buna razı olmuyor. Onun meçhul kalmasını diliyor. Nitekim o Zattabunu tercih etmişti. (Kuşeyri, Risale, 522) Böyle velilere Ahfiya/Gizlilerderler. Bunlar ünsüz, namsız ve sansız ermişler olup bilinmezlik ve tanınmazlıkdiyarında sonsuzca yaşarlar.

    Ba’d ez vefât türbe-i mâ der zemin mecûy / Dersineha-yı merdûm-ı ârif mezar-ı mâst. (Mevlana)

    Ölümümüzden sonra kabrimi yeryüzünde arama /Ariflerin gönlündedir mezarımız bizim / İnsanların gönlünde taht kurupebediyyen yaşamak, işte budur en büyük saadet!

    Hz. Peygamberinki hariç, hiç bir Peygamberin kabri, gömülüolduğu yer kesin kes belli değil ama onlar milyarlarca insanın gönlündekurdukları tahtlarda oturup ebediyyen yaşamaktadırlar. Hiç bir zalim vegaddar hükümdar bu tahtı yıkma gücünü de kendinde bulamamıştır. Pek çokkabir ve türbe zamanla yerle bir olmuştur ama gönüllerdeki tahtlar sapasağlamayakta durmakta ve yıkılmamaktadır.

    Bundan dolayı melamet ehli kabirlerinin sıradan birkabir olmasına önem verirler.

    Mevleviler ise ölmeye "sır olmak" derler. Yanibilinmezlik ülkesine gitmek.

    Bir hadiste şöyle buyrulur: Allah’a hamd olsun ki sizdenbiriniz Cennete girmeye vesile olan güzel işler yapar durur. Cennete girmesinebir arşın kalmışken kader etkisini gösterir, Cehenneme gitmeye sebep olan kötüişler yapmaya başlar ve oraya gider. Diğer taraftan içinizden biri Cehennemegirmeye sebep olan işler yapar, Cehenneme girmesine bir arşın kalmış ikenalın yazısı etkisini gösterir, Cennete girmeye vesile olan işler yapar veoraya girer. (Müslim, Kader, 1) Bunun için kimse Cenneti garantilemiş gibibir güven duygusu içinde olmamalı, günahkar da, günahı ne kadar çok ve büyükolursa olsun Cennete girmekten ümit kesmemelidir.

    Yaşı yetmişi aşkın bir Yahudi Sehl b. Abdullah’ıncenazesindeki olağanüstü halleri görünce Müslüman olmuştu. (Kuşeyri,600) Ölüm, nice insanların hidayete ermesine veya nice günahkarlarıntevbekar olmalarına sebep olmuştur.

    İbn Ebi’d-Dünya (Ö.H. 281) "Men âşeba’de’l-mevt" (Ölümden sonra yaşayanlar, Beyrut, 1987) isimli eserindeöldükten sonra yaşayanların uzun bir listesini verir ve menkıbelerini anlatır.Bunlardan bir şöyle: Yalancı peygamber Müseyleme ile yapılan savaşta şehiddüşenlerden biri şöyle konuşmuştu: Muhammed Allah’ın Resulü, Ebubekir Sıddıktır,Osman yumuşak huylu ve merhametlidir." (s.19) İbnü’l-Cevzi aynı konudayazdığı en-Nutku’l-Mefhum Mine’s-Samti’l-Ma’lum isimli eserinde şu menkıbeyikayd eder: "Çölde giden el-Kettânî bir derviş gördü. Ölmüştü amagülüyordu. Ölü olduğun halde gülüyor musun diye sorunca şu cevabı almıştı:Rahman’ın aşıkları işte böyle olurlar." (582)

    İbn Münevver, Ebu Said Ebu’l-Hayr’ın şöyle dediğinisöyler:

    Yadında mı doğduğun zamanlar

    Sen ağlar idin güler idi alem

    Bir öyle ömür geçir ki olsun

    Mevtin sana hande, halka matem.

    (Esrara’t-Tevhid, 256)

    Geridekilerin ne iyi insandı deyip ağlamaları, öleninise Mevlam’a kavuştum diye gülümsemesi ne hoştur.

    Mutasavvıflar ölümü: "Aşıkın ma’şukuna","Sevenin sevgilisine" kavuşması olarak değerlendirir, buna"urs", ve "iyd" (düğün, bayram) derler. Buna göre ölümolayı aslında sevinilecek bir şeydir. Çünkü dost Dost’a kavuşmuştu.

    Ebu Said Ebu’l-Hayr, na’şı mezara götürülürken şudizelerin okunmasını vasiyet etmişti:

    Hebter ender cihan ez’in çe bured kâr / Dost be dostreft yâr ber yâr / Dünyada şundan daha hoş hangi iş var? / Dost dostagidiyor, yâr yâr’a. (Esraru’t-Tevhid, 355)

    Ebu Said’in cenazesi defler çalınarak ve ilahilerokunarak kaldırılmıştı.

    Mevlana’nın 17 Aralık (672/1273)’te vefat ettiği geceyeMevleviler Şeb-i urs veya Şeb-i arus derler. Gerdek gecesi, düğün ve zifafgecesi demektir. Bir Hak aşığının vefat ettiği gün genellikle bütün İslamülkelerindeki Sufiler tarafından "urs" (zifaf) diye adlandırılırve her sene kutlanır.

    Sufilere göre, dünya zindandır. Vefat eden bir müminbu zindandan kurtulmuştur. Bir hadiste: "Dünya mümin için zindan, kafiriçin Cennettir." (Müslim, Zühd, 1; Tirmizi, Zühd, 16; İbn Mace, Zühd,3) denilmiştir. Dünya bir kafes, ruh da içinde kuştur. Ölen ruh kafesten çıkmış,özgürlüğüne kavuşmuş ve ebediyet semasına uçmuştur. Ruh bedendetutsaktır, ölümle hürriyetine kavuşur. Ruhun esas mekanı ruhlar alemi vebezm-i elesttir. Asli vatanından bu dünyaya geçici olarak gelmiştir ve esasvatanın özlemi içindedir, burada garibtir, ait olduğu diyarın hasretini çekmektedir.Mevlana, Mesnevi’nin ilk beyitlerinde bu durumu gayet güzel bir şekilde tasviretmektedir. İbn Sina da ruhu, yükseklerden inip yere konan ve tekrar geldiğiyere gitmek isteyen bir güvercine benzetmektedir.

    İbnu’l-Cevzi, Sufilerin bu geleneğini eleştirir:"Sufiler biri ölünce ziyafet verir, buna urs adını verirler. Ziyafetdolayısıyla çalgı çalar, raks eder, oynarlar ve ölü Mevlasına erdiği içinneşeliyiz derler, yaptıkları şey Şeriata da akla da uygun değildir, üzülecekzaman sevinmek insan tabiatına aykırı düşer. (Telbisu, İblis, 308)

    Serrac el-Luma’da (s.280); Kuşeyri, Risale’de Sufilerinölüm ve hasta ziyaretiyle adabı konusunda bilgi verirler ama urs konusunatemas etmezler. Serrac şunu anlatır: Bir hastayı ziyaret eden Zunnun:"Dostunun darbelerine sabretmeyen, onu sevme iddiasında sadık değildir,"der. Hasta bu ifadeyi şu şekilde düzeltir: Darbelerinden haz almayan kimse,Dostu’nu sevme iddiasında sadık değildir." (Luma, 271) kazaya razıolmak ve şikayeti olmamak tasavvufta esastır.

    Hatim el-Asam ölümün dört çeşidinden bahseder:

    Beyaz ölüm: Az yemek, aç kalmak.

    Siyah ölüm: Halktan gelen eziyetlere katlanmak.

    Kızıl ölüm: Nefse karşı koymak.

    Yeşil ölüm: Yama üstüne yama dikmek. (Sülemi, 93)

    Hatim el-Asam der ki: Şu beş konu dışında acele etmekşeytandandır: “Misafire yemek çıkarmada, ölüyü gömmede, bekarıevlendirmede, süresi dolan borcu ödemede ve tevbede acele ediniz” (Sülemi,93) Şu anlamda bir ifade cami duvarlarına asılır: Vakit geçmeden evvelnamazı, ölüm gelmeden evvel tevbeyi acele ediniz.

    Ahmed b. Hadraveyh, öğüt isteyen birine: "Nefsiniöldür ki, onu diriltmiş olasın" (Sülemi, 105) demişti. Cüneyd Bağdaditasavvufu şöyle tarif etmişti: "Hakk’ın seni sende öldürmesi vekendisiyle diri kılmasıdır." (Risale, 551)

    Yani Hak seni senden alır, kendisiyle yaşatır. Diğerbir deyişle artık sen canının istediğini yapmaz, kendi iradene göre değil,Hakk’ın iradesine göre hareket edersin. Nefsin arsu ve isteklerine egemenolmaya, Hakk’ın emir ve iradesine göre davranmaya Sufiler nefsin ölümüderler. Aslında ne nefs ölmüş, ne de nefsani arzular yok olmuştur. Nefsitaat altına alınmış, arzularına gem vurulmuştur. Bu amaca ulaşmak içinaz yemek, az konuşmak, az uyumak, yalnızlığı tercih etmek, çok zikir vefikir önemli ve etkilidir. Daha sonra bu hususu "ölmeden evvel ölmek"şeklinde formüle edilmiştir.

    Hayat-ı cavidanı Şeyh Kamil’den sual ettim / Ölmedenevvel ölmektir deyince intikal ettim / Ölmeden evvel ölmek kötü huylardanfani / İyi huylarda baki olma makamıdır. / Mutû kable en temût sırrınamazhar olan / Gördü onlar haşra neşri nefha-i sur olmadan. (Abdulahad Nuri)

    Bazı kimseler ölmeden evvel ölmeyi sürekli olarak köşesineçekilip dünyadan el etek çekme, aile ve toplum hayatıyla ilgili sorumluluğuunutup işsiz güçsüz, tembel ve avare bir şekilde vakit geçirme olarak algılarlar.Bunlar Allah’ın insanı yaratmasındaki hikmeti bilmezler.

    Ölüm değildir ömrümüzün en feci işi / Müşkilbudur ki, ölmeden evvel ölür kişi.

    Rüya’da ölüleri görmek ve onlarla konuşmak İslam kültüründeönemlidir. Rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır.Resulallah: "Rüyada beni gören gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytanbenim suretime giremez." (Buhari, Ta’bir, 1, Müslim, Rüya) buyurmuştur.

    Tabiinden biri Hz. Peygamber’i rüyada görür. Hz.Peygamber ona: "Kişi kusurunu görmediği sürece kusurludur, kusurlununölmesi de hayırlıdır." (İhya, 4/494) der. El-Kettânî, rüyada Cüneyd-iBağdadi’yi görür ve sorar: Allah sana nasıl muamele yaptı?

    — O işaretler, o ifadeler uçup gitti. Yalnızca gecekalkıp kıldığımız iki rekat namazın faydasını gördüm. (İhya, 4/492)

    Ömer b. Abdülaziz Hz. Peygamber’i, Ebubekir’i ve Ömer’i(r.a.) rüyada görür. Sonra meclise Hz. Ali, ardından da Muaviye gelir. İkisibir odaya alınırlar ve sorgulanırlar. Odadan önce çıkan Hz. Ali: "Benhaklı çıktım" der, sonra çıkan Muaviye: "Affedildim" der. (İhya,4/491) Böylece Şii-i Sünni ihtilafı hiç değilse rüya aleminde çözümlenmişolur.

    Rüyada görülen Sahabeler, salih kişiler, takvasahipleri ve evliya kendilerini görenlere hep güzel şeyler söyler ve öğütlerdebulunurlar.

    Sufiler uyanık iken/yakaza halinde de bazan bazı ölülerino alemdeki hallerini keşf yoluyla bilirler. Ebu Cabir şehid düşünce Hz.Peygamber: “Allah Teala, arada bir perde olmadan onu huzuruna alıp yanındayer verdi” demişti. Gazali bu olaya temas ettikten sonra: "Bunu bilmebir nebilere, bir de onlara yakın bir derecede bulunan velilere özgüdür."der. (İhya, IV, 488)

    Ölüm olayı bir mersiye ve ağıt edebiyatının meydanagelmesine sebep olmuştur. Halk sevdiği ve saydığı büyük insanlara ağıtlaryakarak onların hatıralarını yaşatmıştır.

    Ölüler için ölülerin ağzından söylenen bir çokibare, beyit ve manzumeler vardır. Bunlardan bazıları ölünün kabir taşınada yazılır. Gazali İhya’da (IV, 472) buna bazı örnekler verir:

    Ey insan benim bir emelim vardı.

    Ona ermememi ecel engelledi.

    İş yapma imkanı bulan kişi

    Allah’tan korksun, işe sarılsın.

    Gördüğünüz gibi mekanı değiştirilen ben değilimyalnız.

    Benim gibi herkesin mekanı değiştirilecek.

    Yunus’un birbirinden güzel ve ibret dolu hikmetlerindenbiri:

    Dünyaya gelen kişi ahır yine gitse gerek.

    Eğer iyi eğer yavuz alıp bile gitse gerek.

    Kimse bilmez ölüm nice durmaz alır erte gece.

    Yiğit olan karı-koca boynun eğip yatsa gerek.

    Kanı veliler nebiler geldi geçti cümle bular.

    Ağız açıp kara yerler birin birin yutsa gerek.

    Kazandığın bol gümüşler canına ceza vermişler.

    Yarın anda her birisi akrep olup soksa gerek.

    Güvenmediğin kardaşına yanında sevdik komşuna.

    Ecel gelicek başına hısım kardaş nitse gerek.

    An ey Yunus Rahmanını Dost’a ulaştır canını.

    Ne beslersin bu tenini ecel oku yetse gerek.

    Ölümle ilgili bir de taziye ve baş sağlığıylailgili bir edebiyat vardır. Baş sağlığı dileyenler ölünün yakınlarındagüzel hitabede bulunur, etkili ve hisli konuşmalar yapar, böylece ölününyakınlarını ve dostlarını teselli ederler. Bu maksatla yazılan mektuplarda edebiyatın güzel örnekleri arasında yer alır. (Bkz: İbn Kuteybe,Uyunu’l-ahbar, Cüz, IV, 302; İbn Abdilber, İkdu’l-Ferid, Kahire, III,228-311) Bu eserlerde ölüm ve ölülerle ilgili pek çok fıkra, hatıra, şiirve olay anlatılır. Bunlar bir toplumun ölümle ilgili inançları, gelenek vegörenekleri hakkında değerli bilgiler verir, bir tür toplumun mahiyetiniyansıtan aynadır.

    Ölüm pek çok masalların, destanların, efsanelerin deönemli bir unsurudur. Öteden beri ölümle ilgili geleneklerini ve kültlerinidevam ettiren kavimler ve toplumlar İslam’a girdikten sonra da bu kültleri yaşatmayaçalışmışlardır. Bunların İslam’a aykırı düşen şekillerine batılinanç ve hurafeler diyoruz. Bu tür boş itikadlar ve hurafeler en çok ölüm,cenaze kaldırma ve kabir etrafında yoğunlaşmıştır. İslam’da ölüm doğal,cenaze kaldırma sade, kabir külfetsizdir.

    İslam’da en önemli bir mesele de elem ve üzüntü, ağlamave göz yaşı dökme meselesidir. İslam bunu doğal ve insani bulur, ama elemve ızdırabın bilinçli olarak sürdürülmesini ve canlı tutulmasınıistemez. Onun için İslam’da ölüm yıl dönümü günleri ve bu günlerde ölüyüanma törenleri yoktur. İslam’da, bir kişi yakın akrabası için en fazlaüç gün matem/yas tutabilir; bu caiz ve mübahtır, farz, sünnet ve müstahalolmadığından yas tutulmasa da olur. Sadece kocası ölen kadın dört ay on günyas tutar. (Şevkâni, Neylu’l-evtat, IV, 309-315) Acıyı sürdürmek, yaşatmak,tazelemek ve canlı tutmak İslam’da yoktur. Bunun Hz. Peygamber vefat eden enyakınlarının bile ölüm yıldönümünü, onları anma vesilesi olarak düşünmemiş,kendisi vefat edince de yakınları ve Sahabeler Onun bu konudaki adetini olduğugibi sürdürmüşlerdir.

    Belli bir gün ayırmamak ve belli bir vakit belirlememekşartıyla ölüleri çeşitli vesilelerle hatırlamak, rahmetle anmak ve onlaradua etmek İslam’ın tavsiye ettiği bir şeydir. Böyle davranmak ölüler içinfaydalı olduğu gibi diriler ve toplum için de gerekli ve yararlıdır. Geçmişinitanımayan, anmayan ve onlara minnet duymayan bir toplum mazisi ve tarihiolmayan bir toplumdur. Köksüz ağaca benzer, yaşama şansına sahip olmaz.

    Peygamberimiz buyurur: İnsan nasıl yaşarsa öyle ölürve nasıl ölürse öyle haşr olunur.

    İnsanlar uyuyorlar, ölünce uyanırlar.

    İyi ve güzel bir hal üzere son nefesini verenler iyi vegüzel bir tarzda yaşayanlardır. Ahirette iyi hal üzere olanlar da iyi hal üzereölenlerdir. Dünyada dürüst olarak yaşayanlara rahmeti bol ve merhametisonsuz olan Hak Teala hüsn-ü hatime nasib eder.