Köprü Anasayfa

Ölüm Gerçeği

"Güz 2001" 76. Sayı

  • Ölümün Soğuk ve Sıcak Yüzü

    Veysel Kasar

    Ölüm Realitesi

    Ölüm, akıl ve şuur sahibi olarak yaratılmış, varlıklarınçoğunluğu üzerinde tasarruf yetkisine sahip kılınan insanın ilgisizkalamadığı önemli gerçeklerden birisidir. Her gün, trafik kazası, hastalık,âfet vb. sebepler altında yüzlerce insan, cenazeleriyle, "ölüm vardır,ölümü öldüremezsiniz" gerçeğini hâl dilleriyle beşeriyetin yüzünehaykırır.

    Dilimizde ölümle ilgili dikkate şâyân nitelemelervardır. Herkes, "ölüm ve ecele çare bulunmaz" gerçeğini bilir.Çünkü, "anadan doğmak ölmek içindir". Bir hadisteki tespitle,"İnsanlar ölmek için dünyaya gelir, yıkılmak için de evleryapar."1 Her canlının belirli bir eceli vardır. Bu sebeple, dilimizde,"Hasta olan ölmez, eceli gelen ölür" denmiştir. "Eceligelenin bir saat ileri ya da geri alınmayacağını" söyleyen Kur’an âyeti,"ecel geldi cihâna, baş ağrısı bahâne" sözü ile dillerde dolaşır..İnsanın çaresiz kaldığı en önemli hâdise ölümdür. Bu, "az yaşa,çok yaşa, akıbet gelir başa" denmekle ifade edilmiştir. Ölümnezdinde herkes eşittir: "Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak, akıbetgözünü doyuracak bir avuç toprak" sözü mevki ve maddî zenginliklerinölüme karşı geçer akçe olmadığını bildirir. Her şey kaderle takdiredilmiştir. İnsan ise kaderin yazılmasına hizmet eder. "Ecelinesusamak" kelimeleri ile anlatılan bu durum, "Keçinin eceli gelinceçobanın sopasına sürter" ya da "Eceli gelen köpek cami duvarınapisler" sözüyle anlatılmıştır.2

    Ölüm, en az hayat kadar insanların derin ilgi, tecrübeve düşüncelerine konu olan bir olaydır. Şüphesiz, ölümün denemesi yapılamaz.Çünkü ölüm, bilimsel anlamda her tecrübenin sonudur. O, yaşanan bir tecrübedeğil, ancak dışardan müşahede edilip farkına varılan objektif bir bilgikonusudur. Bu bakımdan, ölüm hakkında ancak müşahede ve tasavvura dayalıbir yolla bilgi temin edilebilir. Yani ölümü, yalnızca insanların onutasavvur ettikleri ve başkasının ölümü karşısında etkilendikleritarzda, az ya da çok tanımak mümkündür.3

    İnsan, bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesigibi, ölüm meleğinin de kesinlikle kapısını çalacağını bilir. Ancak,hiçbir kimse, ölümü kabullenmek istemez. Ölümü düşününce, önce başkasınınöleceği hatırımıza gelir. Biz kendimizi, sanki ölüme karşı görünmezbir zırhla kuşanmışız gibi hissederiz! O bizim müşterimiz değildir! Onungerçek bir hadise olduğunu, "kendi hakkımızda" neredeyse unutmuşgibiyiz.4 Bu, insanın fıtratındaki kendini koruma motifiyle ilgilidir. Kur’aninsandaki bu psikolojiye şu ayetle işaret eder:

    "Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlarakendi akıbetlerini unutturmuştur." (Haşir, 59/19)

    İlk nazarda ölüm tabiî bir hâdise gibi görünse de,herkes böyle bir gerçek karşısında kendisini kolayca boyun eğmeye hazırhissetmez. Her insanda içgüdüsel/fıtrî olarak varlığını hissettiren"hayatını koruma" ve sonsuza kadar yaşama arzusu, "hayatın önünüçelen" ölüme karşı gösterilen tepkilerin ilk ve derin kaynağını teşkileder. Bu tepkiye, otomatik ve psikolojik ifade şekilleri kadar, şuurlu benlikseviyesindeki yapılanmalar da katılırlar. Ölüm karşısındaki tepkiyiherkes, hayata karşı kendi tavrına göre gösterir. Bu kişisel tavrınbelirlenmesinde, dinî, iktisâdî ve ideolojik faktörler etkili olur.5

    Ölüm güzel şey, budur perde arkası haber;

    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber!6 diyen,Necip Fazıl Kısakürek, onu imanlı bir bakışla karşılamıştır:

    Abdülhak Hamid Tarhan’ın eşinin ardından yazdığı şiir,ölümün "karamsar bir ruh haleti içinde" görülmesine iyi bir örneksayılabilir.

    Eyvâhh!.. Ne yer, ne yar kaldı / Gönlüm dolu bir âh uzâr kaldı / Şimdi buradaydı gitti elden / Gitti ebede gelip ezelden.

    Öldün, sanadır bu ömr-ü düşkün / Kabrin nazarımdabenden üstün / Sen öldün, ölüm güzel demektir / Ölsem yaraşır, zamanlaher gün.

    Şair, eşinin ölümüyle feryatlar koparır. Dünyadaonun gidişiyle ne yer, ne de yar kalmıştır. O, "ezelden gelip ebedegitmiştir." Bu ifadede karamsarlığın ötesinde kadere tenkitle birlikte"fani insana" sonsuzluk sıfatı verilmesi gizli bir şirk kokusu dahissedilir. Ne yazık ki, şair, acı ölüm gerçeğini bile, çok sevdiği"eşinin ölmesiyle" sevip, "her gün ölmeye" hazırlanıyor.Oysa ölüm, vakti gelen herkes için güzeldir. Ahmet Haşim, "Durgun suyabaktım ve dedim âh ölebilsem"7 diye bu hasreti dile getirir. Çünkü,ihtiyar, hasta ve yaşlı kimseler için ölüm, hayattan fazla istenen birnimet olabilmektedir.

    Varlıktaki Farklı Ölümler

    Ölüm gerçeği evrende farklı şekillerde görünür.Mikroorganizma DNA moleküllerinin çözülmesiyle ölür.

    Bitkinin ölmesi kuruma ve çürümedir. Ancak bitkinintohumları, onun varlığını sürdürür. Ağaç bu özle kendini tekrar eder.Bitkide, erkek ve dişi genetik kartlar varsa da, bunlar gelişmez, hep aynıdır.

    Bitkilere göre hayvanlarda farklı genetik biçimler vardır.Ancak ölüm vesilesiyle bu genetik yapı yavruda yeni şekiller meydana getirdiğindenana ve baba, moleküler çözülme ile ölünce, o kişilik de kaybolmuş olur.

    Yıldızların ölümü ise enerjilerini bitirme şeklindedir.Yıldız enerjisini kaybedince, atomların çevresindeki elektronlar çekirdeğedüşer. Böylece yıldız, binlerce ve milyonlarca derecede küçülür. Sonra,kara delik haline gelir.

    İnsanın ölümünde ise değişim daha açık olarak görülür.İnsanın kişisel karakteri bir meni hücresindeki 1 mikronluk genetik şifredenibarettir. Bu şifre Allah’ın emrettiği bir ortamda insanın meydanagetirilmesi için kullanılır. Dünya hayatında insanın genetik şifresirahimde açılmaktadır.8 Burada, insanın hayat serüveni içinde ölümün ilkbakışta bir hiçlik olmadığı anlaşılmaktadır. Mikroorganizma, madde,bitki ve hayvanda ölüm, devam eden bir tekâmülün merhalesi iken, aynı gerçeğininsanda, yokluk, hiçlik gibi algılanması tarihi bir yanılgıdan ibarettir.Çünkü varlığın bütün çeşitlerini aynı yüce kudret yaratmış veyokluktan vücud sahnesine çıkarmıştır. Onun yaratması ve kanunlarındaeksiklik yoktur. Kusur, sınırlı aklı, dar hisleri ve her şeyi bilmeye muhtaçolan insandadır. Bu anlamda, insan için de ölüm, güzel bir değişimin ilkadımıdır.

    Hayat: Ölümü Anlamada Basamak

    Ölümün mahiyetinin anlaşılması biraz da hayat gerçeğinebağlıdır. Hayat/canlılık insanın en fazla hayret ve takdir etmesi gerekenbir hadisedir. Fakat alışkanlık sebebi ile en çok gafil kaldığımız gerçekde odur. Allah’ın sürekli, israfsız ve son derecede mükemmel olarak yarattığışey, hayat mu’cizesidir.

    Allah, asgarî seviyedeki akılların anlayabileceği bumuhteşem fiilini gözler önünde yaratmaktadır. Meselâ, nutfe suyundan, göz,kulak, beyin ve kemikler gibi insanın bütün âlet ve cihazlarını îcâd(yaratır, düzenler, faydalı bir kıvama getirir) eder. Bitki, hayvan ve sebzegibi çeşitli gıda maddelerini yiyen canlının vücudunda bunları özel işlemlerdengeçirmek suretiyle, et, kemik ve doku gibi birer bütün haline getirir. O,"Bir şeyden her şey; her şeyden bir tek şey yapar." İşte, bir şeyiher şey; her şeyi de bir tek şey yapmak ancak her şeyin sahibi ve yaratıcısıolan Kadîr-i Mutlak’ın işidir.9

    Sınırsız güç ve ilim sahibi olan Zât, dünya tezgâhındahikmetiyle hayatı böyle mu’cizevârî bir şekilde yaratır, idare eder.

    Bu yaratılışta, hayatla ölüm iç içedir. Canlı olanbitki ve gıdalar bir kaç kere ölüm denen ameliyeden sonra, deri, et ve kemikgibi canlı bir hüviyet kazanmaktadır. Hayvan ve bitkinin ölümü görünüştedağılma ve çürümedir. Bünyeyi meydana getiren elemanların tekrar toprağadönmesidir. Aynı durum insan için de geçerlidir. Ölüm cismani olarak hayatateşinin sönmesi, lezzetlerin sonu, çevredeki insanların ilgi ve sevgisinesebep olan her şeyin yok olmasıdır.

    Ölümün insana ürkütücü gelen bu yüzüne dikkatedilirse, yeni bir başlangıç olduğu fark edilir. Hayatın en basit mertebesiolan bitkinin ölümü, onun tekrar dirilişine ilk adımdır. Ölen bitki,atomların yoğrulmasıyla tekrar sümbül şeklinde ortaya çıkar."Bitkinin" gerçeği yok olmuyor. Sadece şekil değiştiriyor. İnsanında mahiyetini teşkil eden ruh, beden ölmekle berzah hayatına geçmektedir. Görmediğimizbu gaybî âlem, uhrevî hayatın (Ahiret) başlangıcıdır.

    Hayat, evrenin en önemli neticesi, hatta mayası ve yaratılışınıngayesidir. Dolayısıyla o, geçici, eksik ve elemli olan şu dünyaya mahsus (özel)değildir. Çok muazzam bir ağaç olan hayatın meyvesi, ağacın büyüklüğünisbetinde kıymetlidir ve sonsuza yöneliktir. İnsan hayatının gayesi, taşı,toprağı ve ağacı ile canlı ve ebedî olan Ahiret hayatıdır. Yoksa bukadar cihazlar ile hayat, şuur sahibi insanlar hakkında meyvesiz, faydasız,hakikatsiz olurdu. Bu sebeple varlıklar içinde en kıymetlisi hayattır. En önemlivazife de hayata hizmettir. Hayata yönelik hizmetlerin en kıymetlisi ise, geçicidünya hayatının ebedî hayata dönüşmesi için çalışmaktır. Şu hayatınbütün kıymeti ebedî bir hayata başlangıç ve kaynak olmasındadır. Yoksaebedî hayat saadetini zehirleyecek bir şekilde sadece şu fânî hayata bakmak(dünyaya hasr-ı nazar) yağmurlu bir atmosferde yanıp sönen bir şimşeği,gökteki sürekli bir güneşe tercih etmek gibi bir divâneliktir.

    Şayet insan, canlılık olarak bulunduğu dünya hayatındanbaşka bir şeyi düşünmese idi, -sermaye olarak serçe kuşundan yüz dereceüstün olmasına rağmen- dünya saâdeti açısından, kuştan bile çok aşağıdakalmış olacaktı. Çünkü, serçe gibi bir canlı geçmiş ve gelecekten elemduymaz. Hayatından tam haz alır. İnsan öyle değildir ve olamaz. Çünkü enkıymetli cihaz olan akıl, geçmişin elemlerini ve geleceğin endişelerini içindebulunduğu zamana ve güne taşımakla, onu sürekli rahatsız eder, birlezzetine dokuz elem katar. Hâl böyle iken o, ölüm karşısında serçe ileeşit seviyede görünmektedir. Biyolojik bünye ömrünü tamamlayınca, ya dabir felâketle her ikisi de ölmektedirler.

    Oysa insan aklı, hayvanla insanın eşit olmadığına şâhitlikeder. Demek ki, insanın hayatı ve hayatı sürdürmek için ona verilencihazlar, hayatın dünya ile sınırlı olmadığını göstermektedir.10 Hayatıngörünüşteki hayranlık uyandıran yönü bir çok düşünürün dikkatiniçekmiştir. Morrison’un şu ifadeleri, bunun nûmunesi sayılabilir:

    "Hayat çok doğurtkan ve bereketlidir. Hatta obizzat kendi geçimini kendisi sağlar. Bütün canlılar dünyasını kuvvetlibir disiplin altında tutar. Hiçbir canlının taşkınlık edip dünyayıkaplamasına izin vermez. Mesela çekirgelere her hangi bir disiplinuygulanmasaydı, bir kaç yıl içinde bütün dünyadaki bitkileribitirirlerdi. Su dışındaki hayat sona ererdi.

    "Hayat bir heykeltıraştır, canlı varlıkları şekillendirir.O bir sanatkârdır, ağaçların her yaprağına şekil verir. Hayat bir mûsîkîşinastır.Çünkü her kuşa aşkının şarkısını nasıl söyleyeceğini, böceklerlenasıl çağrışacaklarını öğretmiştir.

    "Hayat bir mühendistir. Çekirge ve pirenin, o uzunincecik ayaklarıyla nasıl hızlı hareket edeceklerini plânlamıştır.Durmadan çalışan ve bıkmadan çarpan kalbe şekil veren O’dur. Bütün canlılardaelektrik şebekesine benzeyen bir sinir sistemini kurmuştur."11

    Gayet açıktır ki, Morrison’un cümlelerinde, kendine bukadar mükemmel fiiller izâfe edilen fâil, hayat değil Allah’tır. O,muhtemelen hayattaki faaliyetin ihtişamı karşısında duyduğu hayret ve şaşkınlıkladurumu böyle ifade etmiş olmalıdır. Çünkü hayatın kendisi bir san’attır,Sâni’ değildir. Fiildir, fâil olamaz. Hayat bir eserdir, müessir başkasıdır…Aksi halde hayatın, tıp, mühendislik, ressamlık, müzik gibi hârikulâdesan’at ve ilimleri birlikte tahsil etmiş olmasını farz etmek gerekir ki, buakla, hisse ve ilmin verilerine aykırıdır. Bunca güzel işlerin ortaya çıkmasınavesile olan "hayat mu’cizesi" tesadüfî olmadığı gibi, onun ikincibir boyutu olan ölüm de sıradan bir iş olmamalıdır. Ölüm de, hayat gibibir fiildir. Ne var ki, onun mahiyeti ve yapılanma şekli farklıdır.

    Ölüm Elemini Hafifleten Düşünce

    Hayat ile ölüm arasındaki çizginin gayet ince olduğunubelirten ve hayatın kıymetini, onu yaratana hizmetle ölçen Bediüzzaman şöyleder:

    "Bir vakit, hayatım çok ağır şartlar ile sarsıldıve dikkatimi ömre ve hayata çevirdi. Gördüm ki, ömrüm koşarak gidiyor, âhireteyakınlaşmış; hayatım dahi baskılar altında sönmeye yüz tutmuş. HâlbukiAllah’ın, Hayy ismiyle ilgili bir risalede açıklanan, ‘hayatın mühimvazifeleri ve büyük özellikleri ve kıymetli faydaları, böyle çabuk sönmeyedeğil, belki uzun yaşamaya lâyıktır’ diye üzüntülü bir şekilde düşündüm.Yine üstadım olan ‘Hasbünallahu ve ni’me’lvekîl’ âyetine başvurdum. Âyetbana dedi, "Sana hayatı veren ve hayatı devam ettiren Zâta göre hayatabak!"

    Ona göre baktım gördüm ki, hayatımın bana bakmasıbir ise, hayat sahibi ve bütün canlıları ayakta tutan Zat’a bakması yüzdür.Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma âit bindir. Şu halde, Allah’ın rızasıdairesinde bir ân yaşaması kâfîdir. Uzun zaman istemez."

    "İman, hayata hayat ve ruh olursa, hayat da süreklilikkazanır, ebedî meyveler verir. Yücelir ve Allah’ın bekásının bir gölgesinikazanır; daha ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmaz."12

    Bu hedef istikametinde hayat "anlamını" bulmakiçin, musibet ve hastalıklar ile günah kirlerinden temizlenir, kemâl vekuvvet kazanır. Ölmeden önce, insana isabet eden bu tür sıkıntılar,"hayatın veriliş maksadına"da uygundur. Aksi halde, hayatınmonoton, elemsiz, kedersiz bir vaziyette yaşanması arzu edilecek bir hâl değildir.Böyle bir yaşantı, varlıktan çok, yokluğa yakındır.13 Halbuki insan vardırve kendi varlığını değişik vesilelerle hissetmek ister. Eylem, hedefevarmak için gösterilen çaba, varlığın anlamını ortaya çıkarır.Atmaca’nın serçeye saldırması onun savunma kabiliyetini geliştirir. İşleyendemir ışıldar. Kullanılan kabiliyet yükselir. İnsandaki bir çokkabiliyetler hayatın sıkıntılı yollarında koşarken ortaya çıkar; insanolmanın ayrıcalıkları görülür. Zaten bu dünya, istirahat değil, imtihanve hizmet yeridir. Hayatın en önemli sebebi olan Allâh’a kulluk vazifesi,hayata bir takım sıkıntıların isâbet etmesini gerekli kılmaktadır.

    Aksi durumda, hayatla ölüm arasında fark kalmazdı."Ölmek değildir, ömrümüzün en feci işi / Ölmek odur ki, ölmedenevvel ölür kişi, beyti ile, Yahya Kemal Beyatlı bunu anlatır.

    Allah’ı tanımak saadetiyle birlikte yaşanan ömrünsaniyeleri seneler hükmündedir. O’nun sevgisi, bilgisi ve rızası yolunda birsaniye bir senedir. Eğer O’nun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. BelkiO’nun yolunda bir saniye ölümsüzdür, çok senelerdir. Dünya hayatıitibariyle Allah’tan uzak geçen yüz sene, bir saniye hükmüne geçer.

    "Firakın (ayrılık) bir saniyesi bir sene kadaruzundur ve visalin bir senesi bir saniye kadar kısadır" sözünü Bediüzzamanşöyle yorumlar: "Allah’ın rızası çerçevesinde bir saniye visal (buluşma:Allah’la beraberlik) bir saniye değil sürekli bir visal penceresidir.

    "Gaflet ve dalâlet firakı (ayrılık: Allah’ınemirlerini uygulamaktan uzak bir hayat) içinde değil bir sene, belki bin sene,bir saniye hükmündedir."14 Öyle ise, Allah’ı bulan herşeyi bulur; onuniçin her şey vardır. Allah’ı bulamayan hiçbir şeyi bulamaz; onun hayatıyokluk zulmetleri ile doludur. Bütün eşya ona düşmandır. O, gerçekanlamda sadece belâsını bulmuştur. Bu gerçekler yönünde, hayatın anlamıAllah’ı tanımakla güzelleşir.

    Ölüm ve Berzah

    Ecel, hayat sahibi mahlukatın ölmeleri için mukadder vemuayyen olan vakitten ibarettir. Mevt ise, ölene bağlı olarak, Allah’ınhayata mukabil olmak üzere yarattığı bir haldir. Bu sebeple ölüm, varlığın,"hayatın zıddı" olan sıfatıdır.15

    Ölüm, hayatın karşıtı (zıddı) olmakla birlikte,varlık sahibi bir gerçektir. Dünya hayatı, bedendeki maddî ve mânevî âletlerinişlerliği ile sürer. Ölümle bu durum son bulur. Ölümün "yaratılması"ile birlikte, kulak işitmez, göz görmez, burun kokuları almaz, dil tadlarıfark etmez hale gelir. Aslında bu etkinlikler insan bedeninde ruhla bir anlamkazanır. "Göz bir penceredir ki, ruh bu alemi o pencere ileseyreder" cümlesinde buna da işaret vardır. Ölüm, ruhla beden arasındakiilişkinin kesilmesidir.

    Ruh, dînî ıstılahta nefs olarak da ele alınmaktadır.Nefs (ruh) zâtî, rûhânî bir cevherdir. Bedenle ilişkisi bulunduğunda,bedenin bir parçası olur; bedenin ölümü, ruhun bedeni terk etmesisebebiyle, bedenin dünyaya has olan görünen düzenini kaybetmesidir.

    Bedenden ayrılan ruh, ruhâniyeti sebebiyle kendisi, canlıvarlığını devam ettirir. Azab ve nimetlenme gibi sebeplerle bedene tekrar dönebilir.Bedene dönmesi dünyadaki hayat gibi bir hayatlanma şeklinde olmaz. Çünkübeden, hayatın ‘olmazsa olmaz’ şartı değildir.16

    Dünya ile âhiret arasındaki mesafe ahireti inkâr edenegöre uzun; gerçekte ve mü’min için gayet kısadır. Kur’an’ın getirdiğigerçeklere karşı gafil insan, tûl-i emel (arzular ve plânlar) ile hayatlaölüm arasında kalın bir duvar örmüştür. Bu duvar, onun, "dünyahayatını daha güzel yaşamak" üzerine plânlanmış kuruntularıdır.Oysa, ömür ve hayat ince bir iplik kadar zayıftır. Âni bir musibet, uzunemellerin yığdığı duvarları dağıtıverir. Hayat, yaşanan bir gerçekliktençıkarak, kısa bir sürede mâzîye dönüşür. Dolayısıyla hâl ile mâziarasındaki perdenin ince olduğu fark edilir. Hâl, bulunduğumuz dünya yaşantısı,mâzi de bu yaşantının geride kalmasıdır. Ölüm köprüsüyle ruhun buperdeyi yırtıp mâzi tarafına geçmesi, ân meselesidir. Bu iş, dikkatinimadde ve cesede göre şartlandırmış kişi için zordur, uzundur.17

    Allah’ın, ruhu tekrar iâde ederek yarattığı hayat,berzah hayatıdır. Kabir, bazı rivayetlere göre mü’min için gözünün gördüğüyer kadar genişletilir. Berzah, bizim gözümüz ve organlarımızla farketmediğimizbir âlemdir.18 İnsan, duyu organları ile her şeyi idrak edemez. Normalkulakla işitmediğimiz fakat her yere ulaşan sesleri cep telefonu, radyo vetelsizle alabiliriz. Görüntüleri televizyonla seyretmek mümkün. Geliştirilmişcihazlar uzaydaki vericiler aracılığı ile kıtalar ötesindeki eşya veolayların görüntüsünü odamıza getirmektedir. Halbuki bunları çıplak gözve kulakla almak imkansızdır. Ölümle geçeceğimiz berzah hayatının varlığınıda bize Kur’an’da Allah ve hadislerinde Peygamber bildirmektedir. Allah’ınistisnâî özelliklere sahip kıldığı veli kulları da, kabirdeki insanınhallerini keşfetmekle bu âlemin varlığını idrak etmekte ve bizebildirmektedirler. Bediüzzaman, böyle bir keşif ehlinin, "sekeratta kırkkişiden, ancak birkaç tanesinin imanlı gittiğini farketmiş olduğunu"bildirir.19

    Ruhlar, cesedden ayrıldığı andan itibaren, maddî dünyamızayabancı, bağlı oldukları asıl âleme, berzah âlemine giderler. Bu konudaAllah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Önlerinde tâ diriltilecekleri günekadar bir berzah vardır." (Mü’minûn, 23/100) Berzah iki şey arasındakiengel demektir. Dini kurallara göre berzah hayatında sorgu-sual, azap ve nimetvardır. Ölünün kabrinde sorgulanması aklî olarak da imkân dahilindedir.20Konuyla ilgili hadislerde kabre konan kişinin, kendini defnedenlerin ayakseslerini işittiği, mü’min ise Allah’ın ona Cennetteki makamını gösterdiğibildirilmiştir. Hz. Peygamber kabirdeki insanların maruz kaldıkları azabı işitirdi.Bir defasında, bu durumun dehşetini ifade etmek için, "Eğer birbirinizidefnetmemenizden korkmasaydım işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesiiçin Allah’a dua ederdim." buyurdu. Yanındakilere, kabir Cehennem azabıile açık ve gizli fitnelerden, Deccal’ın fitnesinden Allah’a sığınmalarınıtavsiye etti.21

    Haricilerden bazıları ile Mu’tezileden bir iki isim dışındakialimler çoğunluğu, kabir azabının gerçekleşeceğinde müttefiktir. İhtilafedilen husus, bu azabın bedenî mi, rûhî mi olacağıdır. Alimlerin çoğunluğu,cesede ruhun döneceğini belirtirler.22

    Kabir azabının dehşetini ifade için, Hz. Peygamber,insanlar dışındaki bütün mahlukatın berzahtaki azabı işittiklerini söylemiş,Hz. Âişe’nin ifadesiyle kabir azabından sakınmadığı namaz olmamıştır.23

    İbn Abbas’ın verdiği bir habere göre, Resulullah(a.s.m.) bir gün mezaristana uğradı. Orada iki kabir başında durdu.Kabirdekilerden birinin gıybetten, diğerinin de idrar sıçramasınadikkatsizlikten azap gördüklerini bildirdi. Yanındakilerden bir yaş hurmadalı aldı. Bunu ikiye bölerek, kabirlerin üzerine dikti. "Belki bunlaryaş kaldıkça azapları hafifler" buyurdu.24

    Ölümden Korkma Sebepleri

    Her ne kadar, Yunus, "Ölümden ne korkarsın. Korkmaebedî varsın" demişse de insan bu korkuyu yenememiştir. İnsan kendineelem ve keder veren şeyden korkar. Ölüm lezzetleri acılaştırması, dostlarıayırması vb. sebeplerle korku kaynağıdır.

    Şiddet ve tesirinin kuvveti bakımından ölüm korkusu,diğer bütün korkulardan ayrılır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ölümleilgili bir çok âdet, âyin ve törenlerin oluşmasında ve işlemesinde bukorku unsurunun önemli bir faktör olduğu görülmektedir. Meşhur İslâmfeylesofu ve mütefekkiri Îbn-i Sina, ölüm korkusunu analiz ederken şunlarısöyler:

    1. Ölümün hakikatini bilmemek, 2. Öldükten sonra kişininbaşına neler geleceğini kestirememek. 3. Beden çürüyüp yok olduktan sonrakişilik ve benliğin de tamamen hiçliğe kavuşacağını, buna karşılıkkendisinden sonra âlemin varlığının devam edeceğini zannetmek. 4. Ölüm içinde ayrıca bir elemin var olduğunu zannetmek. Öldükten sonra kendisine cezave işkence edileceğine inanmak. 6. Öldükten sonra nereye gideceğinibilemeyip, şaşkınlık içerisinde bulunmak. 7. Arkada kalacak mal ve miras üzerineüzüntü duymak.25

    Psikolog Jung’a göre ise ölüm korkusunun temeli,"Yaşama korkusu"dur. Ölümden en çok korkan kimseler, yaşamaktanen fazla korkanlardır. Bu tür korku, yaşamaya tam uyum sağlayamayan kişidegörülür. Bu şuur-dışı bir panik halidir. Gençlik ya da ömrün gitmesi,tekrar gelmeyeceğini düşünmek gibi…26

    Bu türdeki korkuyu Erich Fromm şöyle ortaya koyar: Buikincisi akıldışı bir özelliğe sahiptir. Hayatı iyi bir şekilde değerlendiremeyen,yaşama konusunda başarısız kişideki vicdanın dile gelişidir. Gerçekte,ölümden korkmak, sanıldığı gibi hayatı sürdürememek korkusundan doğmaz.Bu duyulan korku, ölümden değil, sahip olduğumuz şeyleri bedeni, mal-mülkü,benliği yitirmekten dolayıdır. Ve hiçbir şeye sahip olamayacağımız bir uçuruma,yok olmaya sürüklenmekten korkmaktır. "Sahip olmak anlayışına"bağlı olduğumuz oranda ölümden korkarız.27

    Ölüm korkusunun ilacı Kur’an’ın getirdiği ebedîsaadet formülünde gizlidir. İnsan ölümle, en fazla sevdiği kişilik vevarlığını her şeyin sahibine emânet ettiği düşüncesine sahiptir. İnsanolarak en sevilen kıymetli varlığımız ruhumuzdur. Ruh ise, Allah’ınvazifeli elçilerinin emîn ellerinde, dünyadan daha yüce ve mükemmel bir âlemegötürülmektedir. O halde korkuya gerek yoktur.

    Ölüm Karşısındaki Psikoloji

    Ölüm, görünüşte bir çok kötü durumun sebebiolarak algılanmaktadır. Türlü lezzetleri acıya çeviren, sevgili eşleri veçocukları birbirinden ayırıp ev ve ocakları söndüren, gurur ve kibirheykeli haline gelen toplulukların, bir zelzele ve musibetle ihtişamlarınıdağıtan; yavruları yetim, kadın ve erkekleri dul bırakıp, servetleri yerlebir eden ölümdür…

    Bu kadar dehşetli sonuçların -zahirde sebebi görünen-ölüme karşı gösterilen tepkiler de çok değişiktir. Bu kaçınılmaz son,kimi insanda derin bir karamsarlık ve ümitsizlik sebebi olur. Bu kişiler ölümsebebiyle hayattan zevk alamaz duruma düşer. Oysa sürekli bir ölüm korkusuile hayatın lezzetini acılaştırmak patolojik bir durumdur; ruh sağlığınıniyiye gitmediğinin işaretidir.

    Ayni ölüm, bazı insanları boşvermişliğe sürükler.Bu kimseler, "Dünyaya bir daha gelecek değilim" diyerek kendini zevkü sefaya verir. Bu da ayrı bir dengesizliktir. Halbuki akıl insandakiduyguları dengede tutmak için verilmiş bir mihenktir. Aklı devreden çıkaranbir duygusallığın sonu, bir müddet sonra insanlıktan da istifa anlamı taşır.Dünyada güzel amele yönelmek için ölümü düşünmek yeterli değildir.Problem, ölümün mahiyetini bilip, ölümden sonraki hayatın varlığına dainanarak, hayatta güzel fiillere yönelme şevkine sahip olmaktır. Asılmesele bu olmakla birlikte, ölüm karşısındaki tepkiler arasında psikolojiilminin vardığı bulgular da dikkat çekicidir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

    1. Ölümü İnkâr: Çağdaş Batı kültürü ölümüinkâr ve insanların dikkatinden uzak tutma eğilimindedir. Cinsellik, refah,mutluluk düşüncesi gibi sebepler ölümü insan gündeminden uzak tutmak içinkullanılır. Gösterişli cenaze töreni ve defin merasimlerinin arkaplanındabu niyetin olduğu sezilmektedir. Tarihi eskilere giden mumyalama ya da öleninheykelinin dikilmesi de gerçek anlamda ölümün inkârıdır.

    2. Ölüme meydan okuma: Tehlikelere meydan okumaderecesindeki maceralar ve bunları sıkça gösteren filmler insanda bu türbir duyguyu besler. Bu eğilimdeki insanlar ölümün "kıyısından sıyırarakgeçmeyi", hayatın en büyük zevki sayar.

    3. Ölümü İstemek: İnsanın hayatı, devamlı pusudabekleyen gecenin geçici rahatlığı, yitip-gitme ile sürekli mücadeledir. İnsandasakinliğe, sessizliğe, rahatlığa, denge ve uyuma olan eğilim, ölüme duyduğuözlemdendir. İnsan bu hareketsizliği ve tamamlanmayı aramaktadır.

    Ölümü isteyenlerden bir grup da tedirgin ve çatışmalıkişilik sahibi kimselerdir.

    4. Ölümü kabullenme: Ölümün yokluk olmadığınıhayatın ölümle yeni bir varlık biçimine geçtiğini kabul edenlerinhissettikleri bir durumdur. Özellikle dindarların ölüme gösterdikleri tavırdır.28Dini duyguların insanlardaki görüntülerini inceleyen din psikolojisi araştırmalarında,ölümün insanlar tarafından algılanma şekli ve tesiri üzerinde farklısonuçlara ulaşılmıştır.

    Alan taramalarından çıkan sonuca göre dindar olmayankişiler ölümü hayatın tabiî bir sonucu olarak görmekte ve tümdikkatlerini dünyadaki hayata, dünyevî zevk ve uğraşlara vermektedir. Böyleceölüm gerçeği karşısında bir tür savunma tepkisi ortaya koymaktadırlar."Maskeleme" denen bu savunma biçimi, kiminde, dünyevî başarılardada etkili olabilmektedir.29

    Ölüm korkusu yaşlara göre farklı savunma tepkilerininoluşmasına yol açar. Yaşlı kişiler, hayatın zevklerinin sönmesi,mukadder sona yaklaşmanın tedirginliği sebebi ile büyük bir gerilime düşebilir.Genelde gelecek herkes için bir kaygı sebebidir. Bu, zihnî bir problem olarakyaşanır. Fakat, ömrün âniden son bulacak olması, yaşlı kişide hayatınanlamını daha bir ciddiyetle ele alma ihtiyacını hissettirir. Yaşlabirlikte ölümsüzlük düşüncesi tekrar varlığını gösterir. Bu esnadadinin önerdiği, "Ölümden sonraki hayat" zevklere karşı ye’s haliyaşamakta olan yaşlılarda kurtarıcı bir proje olarak görülebilmektedir.Amerika’da yapılan bir araştırmada yaşlıların % 100’ünün ölümdensonraki hayata inanması bu açıdan düşündürücüdür. Yaşlılarda duaetme nispetinin artması da tesadüf değildir.

    Ölümün coğrafî şartlarla da ilişkisi kurulmuştur.Toplumların, sürekli insan hakimiyeti altına alamadığı şartlarla yüz yüzegelmesinin, onları, esrarengiz güçlere sığınmaya sevk ettiği düşünülmüştür.Çöllerde, deniz sahilleri ve dağlık bölgelerde ikámet edenlerin insan gücünüaşan tabiat hadiseleri ile sık sık karşılaşmasının onları, yüce bir güçsahibine sığınmaya teşvik ettiği tespit edilmiştir.

    Ölüm korkusu aslında hayatımızdaki bir takım aşırılıklarıdengelemek için gereklidir. İnsandaki bütün duygular gibi ölüm korkusu daitidal çizgide bulunduğu zaman faydalıdır. Ölüm korkusu olmasaydı, sosyaldüzeni sağlamak, kötü niyetli insanların cemiyette anarşi çıkarmasınıengellemek mümkün olmazdı. Bu korkuyu insanın çevreyle intibakına zararvermeyecek bir seviyede tutmanın yolu, selîm bir akıl ve doğru dinî inançlardır.Gerçek bir hadise olan ölümden sürekli kaçış haleti, insanın dengesinibozar. Her olay gibi ölümün de insanın zihnî ve hissî yapısı üzerindetesir bırakması normaldir.30 Ölümün ortaya çıkardığı korkunun insanhayatını içinden çıkılmaz bir hâl almaktan kurtarmanın çaresi ikimaddede özetlenebilir:

    1- Kişinin kendini psikolojik olarak ölüme hazırlaması.Nitekim, Kur’an’da bu gerçek, "Her nefis ölümü tadacaktır" (gibigayet açık ve sade bir dille ortaya konmuştur. Dinimize göre dünya ahiretintarlasıdır. Kişi dünyada ne yaparsa karşılığını âhirette alacaktır.Bu tespitte, mü’minin Allah’a inancıyla birlikte gelecekten ümitli olması dasöz konusudur. Zaten insanları yaşatan ümittir. Ye’s ve karamsarlık hastalıklarında birinci sebebidir. Ahiretle ilgili yaşama ümidi, insanın varlığınıkoruma güdüsünü de tatmin etmektedir. Hiçbir akıl sahibi -bütün eksik vekusurlarına rağmen- varlığının yok olmasını arzu etmez. Yokluk kötü,varlık iyidir. Kaldı ki, dünya hayatı insanın isteklerini gerçek anlamıile doyurmaz, çoğu zaman bu imkândan insanlar mahrum kalır. Zulüm,adaletsizlik gibi insanın vicdâni/ahlâk boyutuyla ilgili arzuları buradagenelde rencide olmaktadır. Ahiret, adaletsizlikler karşısında ilâhimahkemenin kurulacağı, her hak sahibine hakkının verileceği bir âlemolacaktır. Başta Kur’an olarak bütün mukaddes metinlerde gerçekleşeceğinesöz verilen "yüksek mahkeme"nin adaleti, dünyada incinmiş gönüllerin,gadre ve zulme uğrayanların yegane tesellî merciidir.

    Ölüm korkusunun getireceği yıkıntı, dinin bir başkaprensibi olan "dünyaya karşı aşırı hırs göstermemek" ilkesiile desteklenir. Çünkü mü’minde hırs, zarar ve hüsran getirir. HırsAllah’ın tabiata yerleştirdiği kanunları atlamak, çiğnemek ve onlara görehareket etmemektir. Hırsta zımnî de olsa, Allah’ın rahmet ve keremine karşıbir töhmet vardır. Kişinin dini inanç ve bilgisine göre bunun derecelerifarklı olabilir.

    2- Ölüm korkusunu yenmenin ikinci bir çaresi de ölümsonrası için doğru bir inanç sistemine sahip olmaktır. İbn-i Sina’nın ölümdenkorkma sebeplerini tespit ederken buna dikkat çektiğini yazmıştık. Kısacaşu söylenebilir: İslâm, insanlara akıl ve hislerinin kabul edebilecekleriinançlar ve prensipleri getirmiştir. Bunun kaynağı Kur’an ve mütevatirhadislerdir. Ahiretle ilgili, bilgilerimizin bu iki temel kaynak ve vahiylegelen çerçeveye uygun olması gerekir. İnsan bilmediği şeyden de korkar.

    Dinlerin ve felsefelerin, ruhun ölümsüzlüğü, ölümdensonra yeniden dirilme, ölümden sonraki hayat vb. inanç ve düşünceleri birtarafa, bütün insanlarda ölümsüzlük arzusu psikolojik bir gerçek olarakvarlığını hissettirir. Hayatın sürekliliği ve bu sürekliliğin korunması,hayatın yapısında mevcut olan ana çizgilerden birisidir. İnsanı korkutanve ürküten hayatın sürüp gitmesine inanmak değil, onun bir yerde sonbulacağını hissetmek ve düşünmektir. Ölümü bir yokluk olarak düşünenlervarsa da, ölümsüzlük arzusu en katı varlık inkârcılarının bile kolaykolay yakasını bırakmaz. Bir olgu olarak ölümün evrenselliği ne derecegerçekse, bir duygu ve arzu olarak ölümsüzlük isteği de, o ölçüdeevrensel ve psikolojik bir gerçektir.31

    Felsefecilerin Ölümsüzlük Açıklaması

    Nefs âhiret hayatının başlangıcını teşkil edeceğindenonun ölümsüz olması gerekir. Öyle ise ölümsüzlük ve ba’s ahlâkın dagerçeklerindendir. Onu inkâr etmek ahlâkî değerlerin yıkımına yol açar.Bu itibarla, antik çağlardan beri bir çok filozof, nefsin ölümsüzlüğüne,iyinin iyiliklerinden dolayı mükâfat alacağı; kötünün de kötülüklerisebebi ile ceza göreceği başka bir hayatın varlığına inanmışlardır.

    İnsanda odaklaşan bu iman, ilhama benzeyen gizli bir şuurhalinde ortaya çıkarak, yaşadığımız dünya hayatının arkasında başkabir hayatın varlığını gösterir. Bu, insanda var olan tabiî bir şuurdur.Böyle bir şuur insana Allah tarafından konulduğu için de hata yapmaz. YüceAllah her hangi bir kulu bir şeye ikna etmek istediğinde, ikna edileceklerifikri onların fıtratına (tabiatlarına) yerleştirir. Hayatın ölümsüzlüğüneolan iştiyak ve istek de -diğer bir âlemde de olsa- beşerin nefislerindeyaygın olan hislerdendir. Bu iştiyaka doğru kuvvetle koşar, derunumuzda onuhissederiz. İnsânî özde var olan bu fıtrî emrin (durumun) sebebi de, bu ölümsüzlükolmalıdır. Mütefekkirler bu bekánın (sonsuzluk arzusunun) şekillerinintasvirinde ihtilâf etmişlerdir. Ancak, insan nefsine bu kısa dünya hayatının,insan varlığının tamamı olmadığı ilhâm edilmiştir.32

    İnsan sadece madde ve cisimden ibaret değildir. El,ayak, kemik, gövde, baş, vücudun iskeleti ve üzerindeki et ve kaslarımızınhakikat olması kadar akıl, -manevî duyguların merkezi olarak- kalp, hayal,ince lâtîfeler ve nihâyet ruhun da varlığını itiraf ederiz. Burada, ruhile canlılık arasında fark bulunduğunu da düşünmeliyiz. Canlılık,fizyolojik, bedensel, kimyevî ve maddî bir takım faaliyetlerle açıklanabilir.Fakat ruh, bütün bu canlılık özelliklerinin de özü, motor gücü, olmazsaolmaz şârtıdır. Tâbir yerindeyse, o canların da cânânıdır.

    İnsan tabiatında kendi benlik ve varlığını koruma güdüsüşuurlu ve şuursuz bir şekilde hükmünü sürdürmektedir. Bu güdü istek,ihtiyaç ve güçlü bir duygu olarak da varlığını gösterebilir. Bunun ilâhîdinlerin getirdikleri tekrar diriliş (ba’s) ve âhiret hayatı modeliyle örtüştüğünüsöylemek mümkündür. Hökelekli’nin tespiti ile, Ahiret inancı ile ölümkorkusu arasında bir ilişki kurulsa da, bu, birinin ötekisini doğurduğuanlamına gelmez. Burada inanç ve değerlerin bazı psikolojik etki vefonksiyonları olması normaldir. Ancak, dini psikolojik sebeplere indirgemek vepsikoloji ile aynîleştirmek gerçekleri birbirine karıştırmak anlamınagelir. Çünkü din yapı ve muhteva olarak psikolojiden bağımsız ve her bakımdanonu aşan bir tabiata sahiptir.33

    Mü’min İçin Ölüm

    Akıl ve ruh sahibi bir varlığın ölümü yokluk değildir.Özellikle Allah’a iman eden için ölüm, hayat vazifesinden bir terhistir;maddî ve mânevî güzelliklerin bulunduğu sonsuzluk âlemine geçiştir. Herşeyi hikmetle yapan Allah’ın, berzah, mîsâl ve ruhlar âlemi denenmenzillerine; başka memleketlerine bir seyahattir. Bu seyahatle mü’min ruhlar,dünyadakilerin gördüğü yokluk ve ayrılık elemini hissetmez, tam aksine,daha yüce bir âleme yükselmenin saadetini yaşarlar.34

    Mü’minin ruhu bedeninden misk kadar temiz bir kokuhalinde çıkar. Vazifeli melekler, mü’mine, "Sen, Allah’tan; Allah dasenden razı olarak şu bedenden çık. Allah rahmet ve reyhanına kavuş"derler. Melekler onu sema kapısına, mü’min ruhların yanına getirir.Oradakiler haline imrenirler.

    Kafire de, "Bu cesetten; kendin öfkeli, Allah’ın daöfkesini kazanmış olarak çık" denir. O da bir cîfe kokusuyla cesettençıkar. Melekler onu yerin kapısına getirir.35 Oradaki vazifeli melekler kötüruha baktıkları zaman onun haline acırlar.

    İnsan, hayat sebebiyle, aklın nuruyla cismânî âlemdegezdiği gibi, rûhânî âlemde de gezer hatta -rü’ya hadisesiyle- misâl âlemineseyahat eder. O âlemler de onun ruhunun aynasında temessül eder.36 Misâl âleminin,insanın ruh aynasındaki temessülünden, o âlemin misafirleri olan ruhlarındünyadakileri ziyarete gelebileceğinin anlaşılması gerekir. Bu da, yüceAllah’ın ruhlara vereceği izinle mümkündür. Burada, şeytan ve cinlerinkirli ve karanlık emellerine âlet olan bir takım ruh çağırma seansları düzenleyenkimseler bahsimizin dışındadır. İnançlarımıza göre bu tür şarlatanlarınyanına gelenler temiz ruhlar değil, kötü cinler veya şeytanlardır.37

    Ölümün mahiyetinin ebedî aleme geçiş olması, dünyevisevgi ve ilgilerimiz sebebiyle üzülmeyi engellemez. İnsan olması itibariyleHz. Peygamber dahi biricik oğlu İbrahim’in ölümünde hüzünlenmiş gözlerindenyaş gelmiştir. Hz. Enes’in anlattığına göre, Hz. Peygamberlerle, oğlu İbrahim’insüt babası, demirci Ebû Seyf’in yanına vardıklarında İbrahim can çekişiyordu.Hz.Peygamber hüzünlendi ve gözlerinden yaş geldi. Ebû Seyf, "Sen de mi(matem tutuyorsun) ya Resulullah?" dedi. Peygamber (a.s.m.), "Gözümüzyaş döker, kalbimiz hüzünlenir. Fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim senin ayrılmandan biz üzgünüz." buyurdu. Başkahadislerde de görmekteyiz ki, ölünün ardından yas tutarak, Allah’ıinsanlara şikâyet edercesine bağırıp çağırmak haram, hüzünlenmek ise câizdir.38

    İnsan yer yüzünün en şerefli misafiridir. HayatınıAllah’a imanlı geçirmiş bir kişinin ölümü yokluk ve dehşet çukuruolarak görmesi mümkün değildir. O, ölümü, hayatın meşakkat ve sıkıntılarındanbir terhis ve meşgaleye paydos olarak anlar. Bu idrak onda, belirli birvakitten sonra ebedi ve sonsuz aleme geçmeye karşı içinde bir istek uyandırır.Ölmeye karşı ortaya çıkmış bu arzu aslında ebedî varolmaya yönelişinilk belirtisidir. Bu arzunun, psiko-sosyal ve fizyolojik bir takım zorlayıcısebepleri vardır.

    Öncelikle, ihtiyarlık insana, dünya hayatına ait insanınarzu ve isteklerine kendine çeviren câzibeli şeyler üstündeki fânilikdamgasını gösterir; fânilere bedel bâki bir sevgiliyi arattırır. Zaten yaşlanmışbir mümin, bir çok dostlarının kendinden önce geçtikleri ebediyet ülkesinegitmeyi ve oradaki dostlarını ziyâret etmeyi, ciddî arzular hale gelmiştir.Çünkü "bir yer, orada oturanla kıymet kazanır". Yaşlı mü’mininnezdinde dostlar ahirete gidince, dünyanın da pek bir kıymeti kalmamıştır.

    Özelde yaşlı, genelde bütün mü’minler, ölümün dünyanınsıkıcı ve stresli şartları arasından, Cennet bahçelerine geçiş olduğunainanır. Dünya âhirete göre bir zindandır. Ölüm ise karanlık bir çukurdeğil güzel bir âlemin kapısıdır. Ruhların uçuştukları tatlı ve güzelbir âleme geçiştir. Hepsinden önemlisi, insanın kendini yaratan Rabbininrahmet ve keremine kavuşmasıdır. Meşakkat ve sıkıntı bitmiş ücret ve mükâfatalma vakti gelmiştir.39

    Değişik sebepler insanı ölüm beklentisi ve isteğinesevk edebilir. Hz. Peygamber bir müminin ölümünü istemek yerine Allah’tanhayırlı olanı dilemeyi tavsiye etmiştir. "Kendinize kötü temennidebulunmayın, hayır dua edin. Çünkü melekler söylediklerinize âminderler." buyurdu. O sekerat ânında ziyaret etmekte bulunduğu, EbûSeleme’nin gözleri kapandıktan sonra şu duayı okudu: "Allah’ım, EbuSeleme’ye mağfiret buyur. Derecesini hidâyete erenler arasına yükselt. Arkasındakalanlar arasında ona sen halef ol. (Başlattığı hayırlı işleri sahipsizbırakma) Ey âlemlerin Rabbi, ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini genişkıl. Orada ona nur ver." diye dua etmişlerdir.40

    Ölümün Mesajı

    1- Ölüm en büyük uyarıcıdır. Nasihat isteyene ölümyeter. Evet ölümü düşünen dünya sevgisinden kurtulur; âhiretine ciddi çalışır.Ölümün bu husustaki fonksiyonu, tembelle çalışan kişinin akıbetlerikadar kesindir. Ancak psikolojik olarak insanın günlük hazlara aldanma, başınageleceğini kesinlikle bilmesine rağmen görmediğini erteleme düşüncesi,onu yanıltır. İnsan, "hazır bir dirhem lezzeti ilerideki bir batmantokada tercih edecek" kadar gafildir. Göz göre göre, "hız sınırını"aşarak trafikte para cezası ödeme "cesaretini" buna örnekverebiliriz. Ya da, aşırı süratin ölüm ve felâket olduğunu bilerek"trafik canavarı olmak" gibi…

    2- Ölümü düşünmenin en mühim neticesi, ihlâsıkazanmak ve muhafaza etmeye vesile olmasıdır. İhlâs, yapılan işte, Allah’ınhoşnutluğu dışında bir şeye gönlünü kaptırmamaktır. Ölüm gerçeğiinsanı menfî bir gelişme olarak gösterişten (riyâ) alıkor; dünyaya sevkeden uzun emel ve arzuların (tûl-i emel) peşinde koşmaktan kurtarır.

    3- Hayat Allah’ın varlık ve birliğini gösterdiği gibiölüm de O’nun devamına delildir. Nehrin üzerindeki su kabarcıklarının birmüddet parlayıp sönmesi, gökteki güneşin sürekli orada bulunduğunu ispatetmesi gibi, ölen her canlının yerine peşpeşe yeni hayat sahiplerinin"gönderilmesi" de, onları yaratan bir Zâtın varlık ve devamına işareteder.41

    4- Ölüm, insan seviyesinde beden ve cismin; âlemde demaddenin ebedî ve sürekli olmadıklarını, onları çekip çeviren, haldenhale döndüren bir güç sahibinin var olduğunu, her şeyin O’nun emri altındabulunduğunu gösterir. İnsanın kıyâmeti kendi ölümüdür. Öldüğüzaman kıyâmeti kopar, dünyası başına yıkılır. Kendi kıyâmetindensonrasını düşünmesine vesile olacak şey ölümdür. Oysa o, sürekli dünyanınkıyâmetini merak eder durur.42

    Bu noktada ölüm insana şöyle seslenir :

    "Ey insan! Senin ömrün az, seferin ise uzundur. Buuzun yolculuk için hazırlığın var mı? Tedâriksiz yola çıkmak, seni birçok elemlere maruz bırakır. Yolculuk ise devam ediyor. Buradan kabre,berzaha, ahirete, Cennet ve Cehenneme giden uzun bir yolculuktasın. Bu gafletve unutkanlığın nedir? Deve kuşu gibi başını kuma gömmekle seni burada bırakmazlar.Senin, Allah’ı düşünmeyişin, gerçeği değiştirmez. Ne vakte kadar dünyanıngelip geçici şeylerine önem verip, ebedî ve sonsuz seferle ilgili hazırlıklarıtehir edeceksin? Düşün ki, bir şehri en azından yüz defa mezaristana boşaltanölümün, hayattan ziyade bir istediği var. Bu istek, kabir ve berzahta nurolacak, iman ve ameldir. İnsanın güvendiği akıl ve ilim (dünyevibilgiler)den fayda yoktur. Bu uzun seferdeki nur, ancak Kur’an’ın güneşindenve Rahman’ın hazinesinden alınabilir. Seni bu seferden müstesnâ kılacak biryol varsa, ne alâ! Aksi halde Kur’an’ı dinlemekten başka çare yok. Kur’anise, "Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan daAllah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin!"der. (Lokman/31, 33)43

    5- İnsanın Allah’a kulluk için yaratıldığını gösterenen önemli hadise ölümdür. İnkâr cereyanları ve sefâhat yolu, insanınmahiyetini son derece alçak bir seviyeye düşürmektedir. Çünkü, insanAllah’ı tanımaz ve tevekkül etmezse, hayatın sonsuz sıkıntı vekederlerini sırtına yüklenmişçesine ağır bir yük altına girer. Oysainsan, nihayet derecede âciz ve güçsüzdür. Gerçekte o fakirdir. Çünkü,bir çok musibetlere hedef; elemli, kederli, süratle yokluk rüzgârları ilesavrulabilir bir hayat ve dünya içinde bulunmaktadır. Sevdiği ve ilişkikurduğu şeylerden ayrılık, insan ruhunda onulmaz yaralar açmaktadır. İnsanhayatı, materyalist bir bakışa göre, dehşetli acılarla kabir karanlığınadoğru yuvarlanıyor. İnsanın böyle bir sona doğru sürüklenmesi, onun şerefive sahip bulunduğu maddi manevi (akıl, kalp, ruh ve duygular vb..) kıymetlicihazlar ile bağdaşmıyor. Bu durum insana, hayat gerçeğinin bedenle sınırlıolmayıp ruhânî ve mânevî boyutunu düşündürmektedir. Öyle ise insancesedden ibaret değildir. Cesedi beslemek için kalp, dil ve dimağ kesilipcesede yedirilemez. Yani, varlığından şüphe etmediğimiz mânevî ihtiyaçlarbeden için feda edilemezler. Öyle ise, insan ruhunun devam ettiği ötekihayat olan kabir sonrası yolculuk, herkesin en mühim endişesi ve halledilmesigereken meselesidir."44

    1. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 2041; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr,5/483.

    2. Ölüm ve ecelle ilgili anonim hale gelmiş olan atasözüve tekerlemeleri için bkz. Muallimoğlu, Necat, Deyimler, Atasözleri, Beyitlerve Anlamdaş Kelimeler, İstanbul 1983, Ölüm, Ecel, maddeleri.

    3. Hökelekli, Hayati, Ölüm ve Ölüm ÖtesiPsikolojisi, UÜİF Drg., sy: 3, c: 3, yıl: 3, Bursa 1991.

    4. Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, 29. Mektup, 9. Kısım,Zeyl, 2. Hatve, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994. (Risale-i Nur Külliyatındanyapılan iktibaslar kelimelerin günümüz Türkçesinde karşılıkları ile,konuyla ilgisine göre kısaltılarak yapılmıştır.)

    5. Hökelekli, agm., s. 152-153.

    6. Kısakürek, N. Fazıl, Çile, İstanbul 1996, s. 151.

    7. Muallimoğlu, age., Ölüm Md.

    8. Nurbaki, Yasin Suresi Yorumu, Damla Yay., İst. 1985,s. 122.

    9. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 22. Söz, 2. Makam,2. Lem’a, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 256.

    10. Nursî, Sözler, 10. Söz, Zeylin 2. Parçası, s.100.

    11. A.C. Morrison’dan çvr. B. Topaloğlu, İnsan, Kâinatve Ötesi, Dergâh Yay., 3. bsk., İst. 1977, s. 43.

    12. Nursî, Bediüzzaman Said, Lem’alar, 26. Lem’a, 14.Rica, 5. Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 255,256.

    13. Nursî, Lem’alar, 2. Lem’a, s. 14.

    14. Nursî, Lem’alar, 3. Lem’a, s. 22, 23.

    15. Bilmen, Ö. Nasûhî, Dînî Bilgiler (Sualli-Cevaplı),İstanbul, tsz.

    16. Ögke, Ahmet, Kur’an’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İst.1997, s. 30, 31.

    17. Nursî, Bediüzzaman Said, Mesnevî-i Nûriye, Şemme,Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 161.

    18. el-Adevî, M. Haseneyn Mahlûf, elMetalibi’l-Kudsiyye, fi ahkami’r ruh, ve asârihâl’l-Kevniyye, Mısır1382-1963.

    19. Nursî, Bediüzzaman Said, Şualar, 11. Şua, DördüncüMes’ele, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 184, 185.

    20. Berzahtaki sual, azap ve nimetle ilgili ayetler içinbkz: İbrahim, 14/27; Mü’minun, 40/45-46.

    21. Müslim, Cennet, 67 (2867) Nesâî, Cenâiz, 114, (4,102); Canan, İbrahim, Kütüb-ü Sitte Muhtasar ve Şerhi, 15/376.

    22. Canan, age, 15/380.

    23. Buhari, Cenaiz, 67;59; Müslim, Mesâcid, 125; Ebû Dâvud,Cenâiz, 74.

    24. Buharî, Sahîh, Vudu’, 55, 56; Cenaiz, 82, 89; Edep,46, 49; Müslim, Tahare, 53, (70).

    25. İbn Sinâ, Risâle fi def’i’ ğami’l mevt (Ölümkorkusundan kurtuluş) çvr: M. Hazmi Tura, Burhaneddin Mtb., İst. 1942; Ayrıcabkz. İbn Miskeveyh, Tehzîb-i Ahlâk, Mısır 1299, s. 81-84; Hökelekli, agm.s. 157.

    26. Hökelekli, agm. s. 157.

    27. Erich Fromm, Kendini Savunan İnsan, çvr. Necla Arat,İst. 1982, s. 177, 198, 200.

    28. Hökelekli, agm., s. 160, 161.

    29. Hökelekli, Ölümle İlgili Tutumlar ve Dini Davranış,İslâmî Araştırmalar, c. 5, sy: 2, Nisan 1999.

    30. Habil Şentürk, Ölüm Gerçeği ve Allah İnancı,Dokuz Eylül ÜİFD, sy: 1, İzmir 1983, s. 306, 308.

    31. Abdulgani Abdulmaksut, İbn Sina’da ÖlümsüzlükProblemi ve Mead’ı Anlamasına Etkisi, Kahire Ü. DUFD, sy: 15, çvr: Selim Özarslan,Fırat ÜİFD, sy: 4, 1999, s. 280

    32. Abdulmaksut, agm, s. 163.

    33. Hökelekli, Ölümle İlgili Tutumlar ve Dînî Davranışlar,İslâmî Araştırmalar, c: 5, sy: 2, Nisan 1991, s. 90-91.

    34. Nursî, Mektubat, 24. Mektup, 4. Remiz, s. 279.

    35. Tirmizi, Cenaiz, 10 (982); Nesâî, Cenâiz, 5 (4, 6);Canan, age, 15/241 vd..

    36. Nursî, Bediüzzaman Said, İşârâtü’l-İcâz, YeniAsya Neşriyat, İstanbul 1994, s. 238.

    37. Geniş bilgi için bkz. İbrahim Kemal Edhem, es-Sihrve’s- Sehere min Minzari’l-Kur’an ve’s-Sünne, Cinler ve Ruh Çağırma adıylaçvr. Mustafa Tuncer, Ondokuz Mayıs ÜİFD, sy: 9, Samsun 1997, s. 301.

    38. Buhari, Cenâiz, 44; Müslim, Fezâil, 62 (2315); EbûDâvud, Cenâiz, 28 (3126).

    39. Nursî, Sözler, 17. Söz, s. 185-187.

    40. Müslim, Cenaiz, 7 (920); Tirmizî, 7 (977); Ebû Dâvud,Cenâiz, 19, 21 (3115, 3118); Nesâî, Cenâiz, 3 (4, 5).

    41. Nursî, Bediüzzaman Said, Mesnevî-i Nûriye, Lem’a,Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 12.

    42. Nursî, Mesnevî-i Nûriye, Katre, s. 44.

    43. Nursî, Mesnevî-i Nûriye, Onuncu Risale, s. 173.

    44. Nursî, Lem’alar, 22. Lem’a, s. 172.