Köprü Anasayfa

Küreselleşme Krizi

"Kış 2002" 77. Sayı

  • Küreselleşme ve İnsan Beyni

    Hakan Yalman

    İnsan bedeni ile kainat düzeni arasında, çok eski zamanlardan beri hissedilen bir benzerlik vardır: Hipokrat’tan beri; saçlar ormanlara, kemikler kayalara, damarlar nehirlere benzetilir. Bu korelasyonları kuvvetlendirecek pek çok ipuçlarına semavi kaynaklarda darastlanır. Bu hakikate binaen tasavvufta da insan küçük bir kainat, kainat ise büyük bir insan olarak ifade edilmiştir. Bu noktadan hareketle, küreselleşme kavramı ile insan beyni arasında da bir ilgi kurulabileceğini düşündük. Bedende beynin ve korteksin oluşumu, ferdiyetten sosyalhayata geçişe, iletişim imkanlarının gelişmesi sonucunda dünyada bir bütünlük oluşmasına ve ileride gezegenler arası bir bütünlük oluşması haline oldukça benzer özellikler taşımaktadır.

    İlk Atom ve İlk Hücre

    Kainatın şu an kabul edilen oluşum teorilerine göre, Büyük Patlama öncesi var olduğu düşünülen ilk atom gibi, insanın oluşum basamaklarının başında da bir ilk hücre yer alır. Bu hücre, ilk atomun patlamasıyla kainatın büyüyüp gelişmeye başlamasınabenzer şekilde bölünerek büyüyüp gelişmeye (proliferasyon) ve bazı hücreler nihai insan bedeninde görev alacakları organa göre başkalaşmaya, farklılaşmaya (diferansiyasyon) başlarlar. Bu gelişim sürecinin sekizinci gününde, bu bölünme ve başkalaşma ile hücreler; ektoderm,endoderm ve mezoderm adı verilen tabakaların oluşumu başlar. Sonra bu tabakaların her biri, insan bedenini oluşturacak azalara göre, daha ileri düzeylerde uygun zamanda ve uygun şekilde trilyonlarca kez bölünür ve başkalaşır. Bu işlemler mükemmel bir intizamla ve aksaksız yürür.Başlangıç basamaklarından birinde, çok küçük bir aksaklık ileride büyük sonuçlar doğurur. Mesela, bölünme ya da başkalaşmadaki çok küçük bir gecikme, kolu, bacağı, beyni olmayan bir insan oluşumunun sebebi olabilir. İnsanın en gizemli ve çok az anlaşılabilmiş bir organıolan beyin ve onun içinde en üst düzey fonksiyonları yürüten merkezi sinir sistemi ektodermal orijinlidir ve gelişimin üçüncü haftasının ortalarında nöral tabaka (neural palate) şeklinde ortaya çıkar. Bu sinir hücrelerini oluşturacak şekilde farklılaşmış bir tabakadır. Butabakanın iki kenarı birbirine doğru bükülmeye başlar; orta hatta bu kenarlar birleşerek nöral tüp (neural tube) adı verilen boru benzeri bir hale dönüşür. Bu tüpün bir tarafı baş bir tarafı da kuyruk kısmı olarak adlandırılır. Baş kısmı beyni, kuyruk kısmı omuriliğioluşturur. Başı oluşturacak tüp kısmı, genişler ve küreselleşir, kuyruk kısmı, ise uzayarak omuriliğin oluşmasına hizmet edecek şekilde gelişir. Tüpün kuyruk kısmının kapanmasındaki bozukluklar; ileride, "bel açıklığı" şeklinde bilinen (spina bifida) hastalığına,baş kısmının kapanmasındaki aksama beynin oluşmaması anlamına gelen (anensafali) hastalığına yol açar. Baş kısmı yaklaşık 25’inci günde, kuyruk kısmı ise 27’inci günde kapanır. Omuriliği oluşturan kuyruk kısmı daha sonra beden hareketlerinde etkili olarak motor nöronlarıoluşturacak bazal tabakadan derideki duyu hissini sağlayacak sistemi oluşturacak olan tabakadan ve bu ikisi arasındaki bağlantıları sağlayacak taban ve çatı tabakalarından oluşmaktadır.

    Beyin, santral sinir sisteminin kraniyal ya da baş kısmını oluşturur. Orijin olarak üç beyin vezikülünden oluşmaktadır. Bunlar rombensefalon, mezensefalon ve proensefelan ya da ön beyindir. Rombensefalon medualla oblangata’yı teşkil eden miyelensefalon vemetansefalondan oluşur. Miyelensefalon iç organların motor nöronlarını oluşturan yani hareketlerde rol oynayacak sinirleri oluşturan bazal tabaka ve iç organların somatik ve viseral duyularını teşkil edecek olan tabakadan oluşmuştur. Metensefalon da aynı şekilde motor etki oluşturacak,hareketlerle ilgili bazal tabaka ve duyular ile ilgili alar tabakadan oluşur. Bu vezikül aynı zamanda beyincik oluşumu için de bir tohum gibidir. Zaten, burada kullanılan vezikül kelimesi bir tomurcuk şeklinde anlaşılmalıdır. Beyincik (serebellum) hareket ve postür (duruş) için birkoordinasyon merkezidir. Diğer taraftan pons adı verilen bölüm de bu tomurcuktan oluşur. Bu bölüm merkezi serebellar bölgeler ile çevreye ulaşım sağlayan sistem olan omurilik arası bağlantı yeridir.

    Mezensefalon veya ortabeyin, en ilkel beyin vezikülüdür. Bazal motor tabaka ve alar sensonyal (duyular ile ilgili) tabakaları ile daha çok omuriliğe benzer. Diensefalon önbeyinin arka kısmını oluşturur. İnce bir çatı tabakası, talamus ve hipotalamus oluşturankalın bir alar tabakadan oluşur. Rathke cebi ve infundibulumdan gelişen hipofiz bezinin oluşumunda da rol alır. Rathke cebi orta lob olan adenohipofizi ve "pars tuberalis" adı verilen kısmı oluşturur. Diensefalon nöroglia hücrelerinden oluşan posterior (arka) lobu oluşturur.Bu kısım hipotalamustan sinir lifleri olmaktadır. Telensefalon beyin veziküllerinin en üstte olanıdır, dışa doğru iki cep oluşturur, bunlar serebral yarı kürelerdir. Ayrıca lamina terminalis adını alan bir orta bölümden oluşur. Lamine terminalis sağ ve sol beyin yarım kürelerarasında sinir liflerinin oluşturduğu gruplar arasında bir bağlantı yolu olarak komissürler (bunlar beynin orta kesminde sinir liflerinin birleşim yerleridir.) Orijin olarak dışa uzanan iki cep şeklinde olan serebral yarımküreler, tedrici olarak genişleyerek diensefalon, mezensefelonve metensefalonu yanlardan örterler. Nihayetinde telensefalonun nükleer kısımları diensefaloununkiler ile yakınlaşır ve birleşir.1

    Beyindeki Network

    Ardından beyin omurilik sıvısı denilen, -beyin içinde dolaşan bir tür sıvının biriktiği ventrikül- küçük sarnıçların oluşum safhası vardır.2 Bunu, korteksin dış tabakasını oluşturduğu ve üst düzey zihni fonksiyonların gerçekleştiği düşünülenbir merkez olan beyinin serebral kısmının gelişim safhası takip eder. Duyular, hareketler, düşünceler, iç organlar ve dış ortamlar ile ilgili verilerin toplanması; buna göre belirlenecek; tavırlar, geri beslemeler, korteks hipotalamus, hipofiz arası, sinir uyarıları ve hormonlarlailetişim kuran muhteşem bir sistem kurulacaktır artık. İletişim ve konuşma, sosyalleşme, sevme, üzülme, muhteşem sanat eserlerine zemin olma ve tüm bunların ötesinde inanma gibi üstün insani meziyetlerin merkezi olmuştur. Bu akıl almaz bir network ya da iletişim ağıdır.Milyarlarca sinir hücresinin ve uzun sinir liflerinin insanın zigot halinden başlayıp yaklaşık 2 yaşında fiziki bütünlüğü tamamlanan bir sistem şeklinde gelişir. Ömrün kalan bölümünde ise bu zeminde entelektüel boyutun geliştiği bir süreç devam eder. İki hücrenin birleşimindenoluşan zigot isimli hücrenin bölünme ve başkalaşmaları ile oluşan üç tabaka adeta duyguların, düşüncelerin sevgilerin, üzüntülerin, sevinçlerin, ince sanatların ve insanı insan yapan bütün üstün meziyetlerin tarlası olmuştur. Hayatın çok erken dönemlerinde ilk filizlenenorganlardan biri olan beynin yukarıda yalnızca karmaşıklık ve gelişim sürecindeki mükemmel hassasiyet hakkında fikir vermesi amacıyla uzunca ortaya koyduğumuz gelişim süreci bir anlamda her yönü ile hayatın gelişim sürecidir. Beyin bütün organlarla birlikte gelişir ve beden içiher şeyle irtibatlıdır. Diğer taraftan derinliğine incelendiğinde varlık aleminin aynası ruha en yakın olan da yine beyindir. Bütün alıcılardaki çevirimlerin en nihai çevrim noktası ve ruhun lisanına uygun hale getirildiği yerdir. Bu açıdan bakıldığında merkezi bir konumdaolan beynin gelişim safhalarındaki tabakalar, kıvrımlar, yakınsak ve ıraksak bükülmeler beşeri hayata, sosyal gelişim süreçlerine çok benzer.

    Varlık aleminde her şeyin birbirini tamamladığı her bir etkileşimin diğeri ile irtibatlı olduğu, mekanik, biyolojik ve sosyal olanların birbirini tamamladığı bir işleyiş hakimdir. Atomu teşkil eden parçacıkları biraraya getiren, çekim, elektromanyetikkuvvet, kuvvetli etkileşim, zayıf etkileşim gibi kuvvetler; moleküllerde organik ve kovalent bağlara; daha üst boyutta hücreleri birarada tutan farklı mekanizmalara canlılarda biyolojik mekanizmalara hayvanlar aleminin geneline cereyan eden aile bağlarına, insanlar boyutunda ise aile,arkadaşlık ve sosyal hayatın şekillendirdiği ilişki ve dostluklar şeklinde bağlara dönüşerek bir bütünleşme seyri sürüp gitmektedir. Buna ahenkle raks eden gezegenler, yıldızlar ve galaksiler de katılır. İlk atom ve ilk hücrenin bütünleşme süreci yaşanır. İnsan bedenininteşkilinde rol alacak üç tabakanın, beşeri tabakalar ve semavat tabakaları ile bütünleşme seyridir bu. Dokuzuncu Söz’ün Dördüncü Nüktesi’nde bu durum şöyle ifade edilmiştir. "Nasıl ki, haftalık bir saatin, saniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirinebakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de Cenab-ı Hakkın bir saat-ı kübrası olan şu alem-i dünyanın, saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakatı ömr-ü insan ve günleri sayan edvar-ı ömr-üalem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar"3

    İnsan beyninin gelişim sürecinde son noktaya gelindiğinde artık girus adı verilen kıvrımlarla genişlemiş iki yarım kürenin oluşturduğu bir yapı haline dönüşür. Bu iki yarımküre arasındaki bağlantıyı korpus kallozum denen bölüm sağlar. İki yarımkürearasındaki bütünleşme ve küreselleşmenin bir şeklidir bu. Beynin bütün üst düzey fonksiyonları ve en komplike fonksiyonlardan olan konuşma ve iletişim bu alanlarda sağlanır. Primer işitme alanında kodlanmış olarak gelen ses sinyalleri (kelimelerin kodları) Wernicke alanı adıile anılan korteks bölümünde yorumlanır. Buna cevap olarak söylenilecekler yine Wernicke alanında belirlenir. Sonra Broca alanı adı verilen korteks bölgesine nakledilir. Bu nakil arcuate fasikülleri ile olur. Daha sonra Broca alanından ağız, yüz kaslarına belirlenen kelimeyi söylemekiçin gereken motor sinyaller aktif hale geçirilerek gönderilir.4 Bu milyarlarca sinir hücresinin sinaps adı verilen bağlantılar ile mükemmel entegrasyonu sonucunda ortaya çıkan bir işleyiştir. Daha sonra, fertler arası konuşma, yazı, elektronik iletişim gibi yollarlaentegrasyon oluşur ve insanlığın kollektif korteksi ortaya çıkar. Korteksler, hafızalar, limbik sistemler entegre olarak büyük bir beyin oluşturur gibidirler. Bu durumu Teilhard De Chardin şöyle ifade etmektedir: "İnsanlaşmanın belirmesiyle karmaşıklık, bilinç dalgası,Andropoid’ler soyunu izleyerek Evren için tamamen yeni bir alana ve bölünmeye nüfuz etmiştir. Bu düşünce alanı, düşünce bölünmesidir. Bu boğaz aşıldıktan sonra, karmaşıklık-bilinç dalgası (On de de complexite-Conscience) daha önceleri de bir yeni yüksekliğe çıkmayıdenediği zamanlar yaptığı gibi tekrar ıraksak gidişli ışınlardan yani, insan zoolojik grubunun ışınlarından oluşan bir demet görünümünü almıştır. Fakat bir önceki bölümün sonlarında gördüğümüz gibi, bundan böyle bu ışınlar psişik bakımdan yakınsak bir ortamdayayıldıklarından, kendi aralarında yaklaşmaya ve kaynaşmaya eğilim göstereceklerdir. Böylece bir toplumsallaşma atmosferinde (onun etkisi ile değilse eğer) Homo Sapiens adı verilen ilerleyicilikte ün salan bir grup doğmuştur.

    Bütün belirtilere göre toplumsallaşma (veya histolojik yönden özgür ve iyice bireyselleşmiş cisimciklerin psişik bağlanmalar yoluyla birlikte yaşama birleşimleri yapmaları canlı maddenin ezeli ve evrensel bir özelliğini ortaya koymaktadır. (Ögede, altderecede özerkliğe örnek olarak; hayvan kolonileri oluşması (polip kümeleri) ve hücrelerin biraraya gelmek suretiyle çok hücrelileri oluşturmaları tanınmaktadır)

    Noosfer ve Küreselleşme

    Buna inanmak için her hayvan cinsinin özgün bir olgunluğa geldikten sonra (iç güdüsü ölçüsünde ve iç güdünün değişkenlerine bağlı olarak) nasıl bireyler üstü komplikeler oluşturmaya eğilim gösterdiklerine bakmak yeterlidir. Toplumsallaşma çizgisinin(özellikle böceklerde) önceden düşünülmüş, planlanmış düzeylerinde bile gücü zayıftır, söz konusu zoolojik familyanın sınırlarını aşmaz. İnsan iledir ki, zoolojide yeni bir bölüm başlığı açılıyor. Hayat’ın olgular günlüğünde (ceride) ilk defa artık bazıyapraklar değil, bütün bir soy; her yerde varlığını gösteren bir soy, birden ve blok halinde bütünleşme eğilimi göstermiştir. İnsan, önceleri basit bir tür olarak belirmiş, fakat sonra giderek, etnik toplumsal birleşme olgusuyla, Dünya’nın özellikle yeni bir örtüsü olmadurumuna yükselmiştir. Bir dallanmadan bir yeni fasıl oluşturmaktan çok daha fazla olarak, fazlası eksiği de söz konusu olmadan bir yeni "küre" Noospher’e (Noosfer, Düşünküre) iyice bağlı ve homojen bir şekilde, canlı küre üzerine çakışmış yayılmıştır. (İnsanınBiyosfer’de gerçek durumunu ifade etmek için, insan grubunu, mantıksal bir sıralamayla marjinal ve zavallı bir alt grup şeklinde gösteren bugünkü yapma sistematik yerine daha doğal bir sistematik gerekmektedir. İnsan, bugünkü sınıflamadaki durumun aksine, işlevsel olarak, Hayat Ağacıüzerinde son ve benzersiz bir çiçeklenmeyi temsil eder)

    Gezegenimizin boyutlarını bu yeni birimin gelişimini ve özelliklerini incelemeye bu bölümü ve gelecek bölümü ayıracağız. Yolun başında kabul ettiğimiz (ve yol alırken doğrulanan) savaşımız şu idi: Eğer toplumsallaşma psikojenik etkilerinin de gösterdiğigibi cisimcikleşmenin en yüksek görünümünden başka bir şey değilse, Noosfer de bunun en son ve en işlenmiş ürünü ise, toplumsal bağlar tamamlanmış ve belirgin anlamlarına kavuşuyorlar demektir. Ancak Noosferi altı yüz milyon yılı aşan bir süreden beri biyosferin beyinselleşmeçabasının sonuçlanmış olduğu tek ve muazzam bir cisimcik gibi algılamak, bunun tek şartıdır.

    Burada hemen söyleyeyim ki, bu durumun azameti hem kolay anlaşılmaz, hem de bir anda oluşmamıştır. Tarihsel gerçeği içinde insanlığın gezegenimizde ise bükülmesi ancak zaman içinde ve uzun sürede ilerleyiş kaydetmiştir. Hatta bütünü içinde ele alınırsa,dikkatle iki büyük faza ayırmamız da gerekir. Bunu şöyle düşünelim: Yerküreyle kıyaslanacak bir katı cisim içinde bir dalga, Güney Kutbundan başlayarak, Kuzey Kutbuna doğru yayılmış olsun. Bütün bu yayılma yolu üzerinde bu dalga, eğik bir ortamda ve yaklaşarak seyretmişolsun. Bununla beraber, Ekvator’a kadar olan bölümde genişledikten sonra, ileride büzüştüğünü düşünelim. Noosferin yerleşmesinin bu ritme benzer bir ritme uyarak cereyan ettiğini söyleyebiliriz. Başlangıçtan bugüne kadar insanlık, kendi üzerinde derlenip, organlaşırken önceleriher şeyden önce coğrafi yayılma ve çoğalma söz konusu olmuştur. (Burada ısrar ediyorum ki, Dünya’nın kapalı yüzeyi üzerinde sıkışmalarına karşın, daha önce beliren soylardan hiçbiri bunu başaramamıştır.) Artık bu hat bir kere aşılmış ve dünya için yeni bir fazınbelirtileri görünmüştür. Bundan sonra, düşünsel kütlenin bütüncül ve belirgin bir toparlanması ve zamanla yoğunlaşarak, büzülerek seyreltme aşaması başlayacaktır.

    Yayılmacı Toplumsallaşma, yön değiştirerek, sıkışma Toplumsallaşması’na dönüşecek, bu da onun yükselişini tırmanmasını sağlayacaktır. (Socialisatior de Compression)"5

    Bu hal başlangıçta tarif etmeye çalıştığımız beynin oluşum evrelerine, önceleri tabakalar şeklinde açılmasına, daha sonra bükülerek toparlanıp küre haline gelmesine çok benzemektedir. Teilhard de Chardin’in "Toplumsallaşma"yı fıtri bir süreç,tek hücreden bölünüp başkalaşarak oluşan hücrelerin organize olması ve organlaşması gibi algıladığını görüyoruz. Bunun bir sonraki basamağı "küreselleşme" daha da sonra belki "evrenselleşme" olacaktır. Bize göre, fıtri bir gelişim olarak, "organlaşma"şeklinde ortaya konan "noosfer (düşünküre)" oluşumu ile "küreselleşme" arasında yakın bir ilişki olmalıdır. Akıl almaz şekilde gelişen iletişim imkanları, sosyal ilişkiler, ekonomik bağlantılar; stratejik konumlar, coğrafi özellikler üzerinde şekillenenuluslararası ilişkilerle bağlantılı menfaat duyguları, fertlerde oluşan ahlaki değerler sinir sisteminde nöronlar arası bağlantıları sağlayan nörotransmitterler, hücreleri birarada tutan biyofizik bağlantılar gibidirler. Bu durum, tasavvufta genellikle kabul edilen insanın büyütüldüğündekainat, kainatın küçültüldüğünde insan olacağı ifadesi ile çok uyumludur. Bu hale uygun bir tecelli olarak beynin sağ ve sol yarımküre şeklindeki gelişimi "toplumsallaşmış" hayata doğu ve batı medeniyeti ya da düşüncesi şeklinde yansımıştır. Sanki batıtoplumlarında beynin sol yarımküresi hakim olmuş, doğu toplumlarında ise ise sağ yarımküresi hakim olmuştur. Bu şekilde "noosfer (düşünküre)" de sanki iki yarımküreden oluşmaktadır.

    "Beynin her iki yarım küresinin birçok işlevlerde birlikte çalıştığı fakat bazı işlevlerin de (örneğin konuşma, konuşulanı anlama merkezleri) genellikle solda bulunan (baskın) yarım kürede (dominant hemisfer) lokalize olduğu 19. yüzyıldan beribilinmektedir. Günümüzde sol beynin daha çok bilişsel işlerde (algılama, düşünme, düşündüklerini ifade edebilme, anlama, matematiksel yetenekler, mantıklı olma, konuşma) sağ beynin ise daha çok duygulanım, duygulanımı dışa vurma, yüzleri tanıma, sözel olmayan (non-verbal)iletişimi izleyebilme yetileri ve yaratıcı sezisel, sanatsal yeteneklerle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Sol yarım küre daha çok değişken sözcük dışı süreçlerin iletişiminde ve anlaşılmasında baskın rol oynar"6

    Kabaca akıl kavramı ile ifade ettiğimiz yeteneklerimizin daha çok sol yarım kürenin işlevleri ile uyumlu olduğunu, kalp kavramı ile ifade ettiklerimizin sağ yarımkürenin işlevleri ile uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Duygular, seziler, sevgilerin yeri anlamındakullanılan "kalp" kelimesinin daha çok sağ beyin yarım küresinin işlevleri ile uyumlu olduğuna dair pek çok ilmi çalışma da ortaya konmuştur. Bu noktadan hareketle Doğu medeniyetlerinde daha çok sağ yarımkürenin, batı medeniyetlerinde ise sol yarım kürenin gelişmişolduğunu söyleyebiliriz. Yani noosfer (düşünküre)’nin sağ yarım küresini doğu medeniyetleri sol yarım küresini ise batı medeniyeti temsil etmektedir. Bu hali Şam’da, Emevi Camii’nde "on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azim bir cemaate karşı bir hutbeirad"7 ettiğinde Bediüzzaman şu şekilde dile getirmiştir: "Hususan biz Şarklılar, Garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplere hakim hiss-i dinidir. Kader-i Ezeli ekser enbiyayı Şarkta göndermesi işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dini şarkı uyandırır, terakkiyesevk eder. Asr-ı Saadet ve Tabiin, bunun bir bürhan-ı katisidir."8 Sonra, Ankara’da neşrettiği bir beyannamede aynı mana dile getirilmiştir. Tarihçe-i Hayat’da bu durumun anlatıldığı şu cümleler ilgi çekicidir. "Meclis-i Mebusanda dine karşı gördüğü lakaydlıkve garplılaşmak bahanesi altında Türk milletinin kudsi mefahir-i tarihiyesi olan şeair-i İslamiyeden bir soğukluk gördüğü için, mebusların ibadete, bilhassa namaza müdavim olmalarının lüzum ve ehemmiyetine dair bir beyanname neşreder mebuslara dağıtır; Kazım Karbekir Paşa daM. Kemal’e okur."9 Bu beyannamenin 5. maddesi şudur: "Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi kader-i Ezeli’nin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafıkbir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen mensura gider veya sathi kalır."10

    Bilime Gönül Verenlerle Hz. Muhammed’e Gönül Verenlerin Buluşması

    Münazarat’da ortaya konduğu gibi aklı aydınlatacak, nurlandıracak fen ilimleri, vicdanı ışıklandıracak ise din ilimleridir. Fen ilimlerinin batıda daha gelişmiş olması, din ilimlerinin doğuda daha etkin olması da yukarıdaki tezimizi doğrular mahiyettedir.Ancak hakikatin ortaya çıkabilmesi için bu iki yönün aklın ve kalbin imtizacı, uyumla birlikteliği gereklidir. Aksi halde sadece akıldan hile ve şüphe, akılsız dinden ise "taassup" doğmaktadır. Belki de bir dönüm noktası olarak algılanan 11 Eylül, bu imtizaçsızlığınbir tarafta "hile ve şüphe" diğer tarafta ise "taassup’un çatışmasından doğan insanlık bünyesindeki rahatsızlıktır. Bizim yaklaşımımız ile sağ ve sol yarımkürelerin arasındaki bağlantı kopukluğu yani "corpus callosum" adı verilen ara bağlantıyı sağlayanorganın kopukluğu ya da yeterince görevlerini yerine getirememesinden doğan bir kollektif nörolojik hastalık gibidir. 11 Eylül ile ilgili değerlendirmeleri sorulan Alev Alatlı Türkiye’nin böyle insanlık alemi ve noosfer (düşünküre) için böyle bir göreve (corpus collasum olmaya)namzet olabileceğini "Yeryüzünün emniyet sübabı olabiliriz" şeklinde ifade ediyor. "Kuantum Fiziği"ndeki gelişmelerin batıyı doğunun bütüncül yaklaşımına sevkettiğini ortaya koyuyor. Doğuda ise senelerdir, Abbasi ve Emevi dönemlerinden başlayan bir batılılaşmasürecinin devam ettiğini açıklıyor. Aksiyon dergisinde Nihal Bengisu bu açıklamalarla irtibatlı olarak şu soruyu yöneltiyor: "Malazgirt’ten bu yana top ilk kez ayağımıza geldi. Akıl almaz sandığımız kuantum fizikçileri ile bizim sufi tayfası el ele" Kitaba da (Schrödinger’inKedisi) adını veren Schrödinger’in kuantum teorisyenlerinin Hz. Muhammed’i tanımadıkları gerçeği başedilmesi zor bir gerçek. Bu kitabın (Schrödinger’in Kedisi-Rüya) önemli olmasının nedenlerinden biri Hz. Muhammed’i tanımayan bir bilimle Muhammed’e gönül vermiş bir ümmeti buluşturuyorolması diyebilir miyiz?"11

    Alev Alatlı’nın cevabı en az soru kadar ilginç. Gelinen noktayı ve çözümü vukufiyetle ortaya koyuyor: "Bilemiyorum, tek bir kitapla böyle bir buluşma sağlanabilir mi? Ama tabii ki, Rüya en azından benim rüyam, Hz. Muhammed’i tanımayan bir bilimle;Muhammed’e gönül vermiş ama bilimi tanımayan bir ümmetin buluşması. Biz bunu yapabiliriz. Bu potansiyelimiz dünyanın emniyet sübabı olacaktır."12

    İmtizaç noktasını ise Bediüzzaman harika bir tarzda ortaya koyuyor: "İşte Amerika ve Avrupa’nın zeka tarlaları Mister Carlyle ve Bismark gibi böyle dahi muhakkikleri mahsülat vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

    Avrupa ve Amerika İslamiyetle hamiledir ve yarım asır sonraki alem-i İslam camiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıt’alarında hakiki ve manevi hakim olacak ve beşeri dünyevi ve uhrevi saadete sevk edecek yalnızİslamiyettir ve İslamiyete inkılap etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılarak İsevilerin hakiki dinidir ki, Kur’an’a tabi olur ittifak ederler"13

    Evet, "küreselleşme" her türlü zorlamalar ve çarpıtmalara rağmen fıtri bir süreç, doğan çocuğun büyümesi kadar eşyanın tabiatıyla uyumlu bir vakıa olarak kabul edilmelidir. Gelişen bedenin fıtri seyri dışında çekilerek uzatılması ya da sağasola çekilmesi ne derece zarar verirse insanlık şahs-ı manevisinin gelişiminde de fıtrata riayet edilmemesi o derece zarar verir. Zarar ise insanlığın manevi bünyesine olduğundan, günümüzde olduğu gibi sıkıntılarını bütün insanlık yaşayacaktır. İnsanlık bir bünyedir veayrı ayrı gelişen organların da bir bütünleşme olacaktır ve olmalıdır. Ancak Doğu, Doğu olarak kalmalı, Batı Batı olarak kalmalı ve arada bir imtizaç olmalıdır. Birinin diğerini kendine benzetmeye çalışması karaciğerde gelişen akciğer hücresi gibi kanserleşmeyi, yanianarşiyi doğurur. Sonra bünye kıvamını her bir organın ahenkle uyum sağlaması ile bir bütünlük hali kazanabilir. Bedenin tamamının akciğer, karaciğer ya da beyin olması mümkün mü? O halde istila etme arzuları, kimseye hayat hakkı tanımama eğilimleri ahengi ve bütünlüğübozacak insanlık bünyesini tamamen etkileyecektir. Olması gereken bu bünye içinde herkesin, her unsurun kimliğini muhafaza edebildiği ancak uyumlu bir şekilde bütünleştiği bir dünyada yaşamaktır. Bu bütünlüğün adı "küreselleşme" olmalıdır. Bu bünyenin doğu yarımküresive batı yarımküresi büyük oranda olgunlaşma sürecini tamamlamış ve bütünleşme yoluna girmiştir. Bu esnada yaşanan imtizaçsızlıklar da hadiselerin fıtri seyri içinde ortadan kalkmalıdır. Şu an muhtemelen Noosfer (Düşünkürenin) doğu yarımküresi ile batı yarımküresi arasındauyum sancılarına yaşıyoruz. Ara bağlantıyı sağlamak durumunda ise coğrafi, siyasi, kültürel stratejik konumu ile Türkiye ön plana çıkmaktadır. Risale-i Nur’un bu ülkede ortaya çıkması ise kaderin ince bir remzi olmalıdır.

    1. Jan Langman, Medical Embriyology, Willims&Wilkins Batimare, London, s. 320.

    2. A.g.e., s. 352.

    3. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Dokuzuncu Söz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000, s. 45.

    4. Arthur, C. Baytın, Textbook of Medical Physicology, Seventh Edition, 1986 W.N., Sounder’s Company, s. 642.

    5. Teilhard De Chardin, İnsanın Tabiattaki Yeri, Çev: Hüsrev Hatemi, İşaret Yayınları, İstanbul 1990, s. 69.

    6. Öztürk, Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, s. 24.

    7. Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000, s. 79.

    8. A.g.e., s. 90.

    9. A.g.e., s. 124.

    10. A.g.e., s. 125.

    11. Karaca, Nihai Bengisu, Aksiyon, 13 Ekim 2001, sayı: 358, s. 88.

    12. A.g.e., s. 38.

    13. Tarihçe-i Hayat, s. 69.