Köprü Anasayfa

İrtica: Tehlike mi, Maske mi?

"Bahar 2002" 78. Sayı

  • 31 Mart Ayaklanması'nda Ulemanın Karşı Çabası OlarakCemiyet-i İlmiye-i İslâmiye'nin Beyannameleri

    Kemal Kızıltoprak

    Rûmi tarihle 31 Mart 1325’de, yani 13 Nisan 1909’da İstanbul’da patlak veren 31 Mart Hadisesi ile siyâsi literatürümüze giren "irtica" kavramı, sözlüklerde, geriye dönüş, eskiyi isteme, eski rejime dönülmesi taraftarlığı olarak izah edilmektedir(Demir, Acar, 1993, s. 183). II. Meşrutiyet’le birlikte yeni bir dönemin eşiğine gelmiş olan Osmanlı Devleti’ni karanlığa iten bu hareketler, kısa süre içerisinde gerek İstanbul’da gerekse Osmanlı coğrafyasının diğer bölgelerinde yankı uyandırmış ve ancak Selanik’ten gelenHareket Ordusu’nun müdahalesi sonucu bastırılabilmiştir. Ancak bu olay, II. Abdulhamid’in tahttan indirilmesine, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir devlet partisine dönüşmesine ve Meşrutiyet’in olmazsa olmazları arasında bulunan "muhalefet" partilerinin siyasette varlık gösterememelerinesebep olmuştur. Başka bir ifade ile, büyük umutlarla ilân edilen II. Meşrutiyet’in daha başında böyle bir olayla karşılaşması, Meşrutiyet’e duyulan güveni sarsmıştır (Kurşun, 2000, s. 44).

    31 Mart olaylarının sebepleri ve oluş şekline kısaca değindikten sonra Osmanlı Ulemasının kahir ekseriyetle temsil edildiği Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye’nin isyancıları yatıştırmak için neşretmiş oldukları beyannameler incelenecek, isyancıların, hakikianlamda şeriat talepleri olan insanlardan değil, başkaca sosyal problemler nedeniyle memnuniyetsizlerden oluştuğuna, sebepler-müsebbipler ilişkisi içerisinde hadiseden direkt kârlı çıkanlara dikkat çekilecektir.

    31 Mart’a Doğru

    İttihat ve Terakki’yi sert bir üslûpla eleştirmiş ve 6 Nisan 1909’da öldürülmüş olan gazeteci Hasan Fehmi Bey’in cenazesi 8 Nisan’da defnedilmiştir. Hasan Fehmi’nin öldürülmesi basının bilerek veya bilmeyerek körüklediği büyük bir gerilime yol açmıştır.Yapılan cenaze töreni gerçekten bir gövde gösterisine dönüştürülmüştür. Hukuk Fakültesi talebeleri, hocaları Celalettin Arif Bey’in teşviki ile harekete geçmiş, Mülkiye Mektebi talebeleri ile birleşerek Babıâli’ye giderek Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’dan katillerintutuklanmalarını istemişlerdir. Bu küçük topluluk Babıâli’den ayrılırken halkın iştirakiyle 5-10 bin kişiyi bulmuş, Mebusan Meclisine gidinceye kadar kalabalık belki elli bini geçmiştir (KURAN, 1945, s.276-277). 31 Mart Hadisesi bu katil olayından kısa bir süre sonra ve henüz buhadisenin meydana getirmiş olduğu tesir ortadan kalkmadan zuhur etmiştir.

    Bu günlerde, İlmiye talebelerinin sınava tabi tutulması ve askere alınması; memur ve askerî kadrolarda indirime gidilmesi gibi çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca, mektepli-alaylı ayrımı yaygınlık kazanmıştır. İttihatçı subaylar genellikle mektepli olup,alaylılara kuşkulu ve biraz da küçümseyici bakışları ve tasfiye edilenlerin çoğunun alaylı oluşu, gerilimi artırmıştır. İttihat ve Terakki’nin Masonlukla ilişkilendirilmesi de, İttihat ve Terakki’ye karşı gayr-ı memnun kitlenin artmasına yol açmıştır (Özçelik, 2001, s.170).

    Bediüzzaman Said Nursi de 31 Mart’a giden yolda gelişen hadiselerin sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır:

    "Otuz Bir Mart Hadisesi denilen o saika ve müthiş fırtına, esbab-ı adide tahtında öyle bir istibdad-ı tabiîyi müheyya etmişti ki; neticesi herc ü merc olduğu halde, minindillah ehl-i kıyamın lisanına daima mucizesini gösteren ism-i şeriat geldi. O fırtınayıgayet hafif geçirdiğinden Nisan’ın nısfından sonraki gazeteleri indallah mahkûm ediyor. Zîra, o hadiseye sebebiyet veren yedi mesele ve onunla beraber yedi hal nazar-ı mütalaaya alınsa, hakîkat tezahür eder. Onlar da bunlardır:

    1. Yüzde doksanı İttihat ve Terakkinin aleyhinde, hem onların tahakkümü ve istibdadı aleyhinde bir hareket idi.

    2. Fırkaların meydan-ı münakaşatı olan vükelayı tebdil idi.

    3. Sultan-ı Mazlûmu sukut-u musammemden kurtarmaktı.

    4. Hissiyat-ı askeriyenin ve adâb-ı dindarânelerinin muhalif telkinâtının önüne set olmaktı.

    5. Pek çok büyütülen Hasan Fehmi Bey’in katilini meydana çıkarmaktı.

    6. Kadro haricine çıkanları ve alay zabitlerini mağdur etmemekti.

    7. Hürriyeti, sefahete şümûlünü men’ ve adab-ı şeriatla tahdit ve avamın siyaset-i şer’î bildikleri yalnız kısas ve kat-ı yed haddini icra idi (Nursî, 2001, s. 64-65).

    İşte bir süredir İttihat ve Terakki karşıtı oluşan ortamda, halkta meşrutiyetten beklenenlerin elde edilememesinden duyulan bezginlik giderek ümitsizliğe dönüşmüş, muhalefetin bu ümitsizlikten yararlanmaya çalışması ve İttihat ve Terakki’nin yanlışpolitikaları, bütün bunlara eklenen -haklı veya haksız- cemiyete yüklenen siyasi cinayetler ve baskılar, yaklaşan 31 Mart’ın habercisi olmuştur.

    Avcı Taburları’nın Ayaklanması

    Hasan Fehmi’nin öldürülmesinden bir hafta sonra, Taşkışla’daki 4. Avcı Taburu’nun askerleri ayaklandılar. Subaylarını hapseden askerler sabaha karşı kışlalarından silah atarak çıkacak ve öğleden sonra Sultanahmet Meydanı’nda toplanacak, bu arada Meclis-iMebusan önünde toplanacaklardır. Onların bu hareketine bir süre sonra İstanbul’da bulunan diğer birliklerin bir kısmı da katılacaktır.

    Divan-ı Harbi Örfi’nin 31 Mart ile ilgili raporunda, ayaklananların içinde er kıyafetinde, kadro haricinde bırakılmış subayların ve Derviş Vahdetî’nin de bulunduğu iddia edilmektedir (Özçelik, age., s. 172).

    Saray’ı olaylar ve aldığı tedbirler hakkında derhal bilgilendiren Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın, ayaklanmayı bastırmak için kuvvet kullanmayı düşünmediğini aldığı tedbirlerden anlayabiliriz. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa Zaptiye Nezaretinden bilgi almaklave Heyet-i Vükelâ’yı Babıâli’de toplantıya çağırmakla yetinmiştir. Olaylar karşısında telaşa düşen II. Abdulhamit, bir yandan hükümetten acilen tedbir alınmasını isterken, diğer yandan da o sırada Meclis-i Mebusan dairesinde bulunan Şeyhülislam’dan gerekli nasihatleri yapıpbir fenalığa meydan verilmemesini istemiştir. Oysa isyancıların yapıları itibarıyla nasihatle yola gelmeyeceklerini Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye azasından Mehmed Fatin’in Beyanülhak’taki şu ifadelerinden görmekteyiz: "Hiç şüphe etmem ki, o gün ahalinin veche-i azimetini tebdiledecek kuvve-i maddiyeden başka bir kuvve-i beşeriye mevcut olsun ve yahut ahaliye sözünü isma’ edecek bir şahıs bulunsun. Teşci’ ve teşvik hareket-i bağiyânelerini teşdid ediyor. Hareketlerini maniye teşebbüs ise yine hareketlerini teşdide medâr oluyor" (Fatin, 1909, s. 721).

    Yine 31 Mart hadiseleri vukuunda İstanbul’da bulunan ve halk arasındaki şöhreti sebebi ile olayların cereyanında bu şöhretinin kötüye kullanılmasını istemeyen Bediüzzaman’ın isyancıların nasihatle sükunet bulmayacaklarını anladıktan hemen sonra olaylarınuzağında kalmak için, çok uzağa Bakırköy’e gittiğini görmekteyiz (Nursi, age, s. 60). Yine Mehmet Fatin’in Beyanülhak’taki ifadelerinde şayet Cemiyet-i İslâmiye’nin yapacağı nasihatler isyancılar arasında makes bulmazsa hadiseleri inceleyenlerce isyancılarla Cemiyet-i İslâmiyearasında fikir ortaklığı olduğu zannının doğacağı korkusu görülmektedir: "Cemiyet-i İlmiye namına edilen şu teşebbüsten bir istifade hasıl olmayacak olursa, bu suretle temasımız asâkir-i bağiye ile Cemiyet-i İlmiye arasında bir fikr-i iştirak bulunduğuna delil telakkiedileceği ve hiç olmazsa bir vehm bırakacağı suretinde muhakkak olduğu anlaşılan bir fikrini nazar-ı mütalaaya almak icâb ediyordu. Elhasıl bir buhran-ı ictimâinin, bir ihtilâlin devamı esnâsında hissiyat ve asabiyet, fikir ve muhakeme üzerine daima galip geldiği gibi buhran veihtilâlin intifâsından devre-i sükûna kadar da yine fikir ve nazar-ı hissiyâtın mağlubu olacağı müşâhedât ve mücerribât-ı tarihiyeden olmağla heyet-i ictimaiyemiz içerisinde mümtaz bulunan bir sınıf namına meseleye müdâhale etmekteki nezaket nazarımda büyük bir surettetecessüm ve tecelli ediyordu" (Fatin, agm., s.721).

    Fakat bütün bunlara rağmen İslâm’ın kendilerine yüklemiş olduğu "emr-i bilma’ruf nehy-i ani’l münker" emri gereğince gerek Bediüzzaman gibi devrin önemli bir uleması ve gerekse II. Meşrutiyet döneminin siyasî, sosyal ve kültürel ortamı içinde şiddetlibir istibdat aleyhtarı ve İttihat ve Terakki taraftarı olan Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye (Ayhan, DİA, c. 7, s. 332) tarafından neşredilen beyannameler, isyancıları teskin etmeye yönelik çalışmalardır. Bakış açılarındaki benzerliğe dikkat çekebilmek amacıyla bu beyannameleriaynen vermek uygun olacaktır.

    "İtaat-i askeriyeye halel geldiğinden, nihayet derecede me’yus ve müteessir oldum; ve umum gazetelerle, askere hitaben, neşrettim ki:

    "Ey askerler! Zabitleriniz bir günah ile nefislerine zulüm ediyorlarsa, siz o itaatsizlikle otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon nüfûs-u İslamiye’nin haklarına bir nevî zulmediyorsunuz. Zîra, umum İslam ve Osmanlıların haysiyet, saadet ve bayrak-ı tevhîdi,bu zamanda bir cihette sizin itaatiniz ile kaimdir. Hem de Şeriat istiyorsunuz, fakat itaatsizlikle Şeriata muhalefet ediyorsunuz" (Nursi, age, s. 61).

    15 Nisan 1909 (2 Nisan 1325)’te Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye, mebuslara ve Osmanlı halkına hitaben neşrettiği beyannamede, ulemanın müslim-gayrımüslim bütün mebuslara itimadının tam olduğu beyan edilmiştir:

    "Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye’nin Hafta içinde Neşr Olunan Beyannameleridir:

    -1-

    Mebusân-ı Kiram Heyet-i Muhteremesiyle Millet-i Necibe-i Osmaniyeye Esselamü Aleyküm;

    Mebusân-ı Kiramdan bazılarının emniyet-i hayatiyelerince endişeye düşerek istifa etmek niyetinde bulundukları ve ahalimizce istibdâdın avdeti ihtimalinden korkulmağa başlandığı hakkında bazı hissiyât ve istitlâat hasıl olduğu anlaşıldığından meşveretve meşrutiyetin şer`i şerif-i Ahmediye ahkâmına katiyen muvâfık olduğunda zerre kadar tereddüdü olmayan ve devr-i istibdad’da kütüb-ü İslamiyemizin külhanlarda yakıldığını henüz unutmayan Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye’nin ahkâm-ı şer`iyeye hâdim olacak meclis-i mebusânımızlameşrutiyet-i meşruamızın muhafazası uğrunda bütün efradıyla son dereceye kadar sarf-ı mesaiye azm etmiş olduğu ve meşrutiyetin muhafazası içün bezl-i hayat [bedel olabilir mi] etmeği bir fariza-i diniye [kaziye] bildiği cihetle bu güne kadar istifa edenler veya firara tasaddietmek suretiyle müstefi addolunacaklardan [Firara tasaddi ettiklerinden dolayı müsta’fi addolunacaklar bir daha gelmemek üzere firar edenlerdir. Hayatının tehlikede olması zannıyla ihtifâ edenler bittabi bu hükümden müstesnadır.] maada müslim ve gayr-i müslim mebusân-ı kirâma ulemave bütün milletin i’timâdı ber kemal olub ba’demâ istifaya teşebbüs edenler hain-i vatan addedilecekleri cihetle cümlesinin kemâl-i hakkaniyet ve adalet ve istikâmet dairesinde ifâ-i vazifeye müdavemetleri ve tevfikât-ı Rabbaniyeye mazhariyetleri hususunda kemal-i hulus-ı kalb iledergâha icabet Rabb-i müteale refi’ nidâ-yı tazarru’ edilmekde olduğu ve ruhaniyet-i Muhammediyeye müsteniden bütün millet zâhiriniz bulunduğu arz u beyan olunur. Şanlı asker evladlarımızdan da ricamız şudur ki; sükunet ve itaatlerini muhafaza ederek ulema-i şeriatınnasihatleriyle âmil olsunlar ki, Cenâb-ı Hakk da vatanımıza selâmet ve dünya ve ahirette cümlemize saadet ihsan buyursun. Amin.

    Fî-2 Nisan 1325 [14 Nisan 1909]

    -2-

    Sâbık kabine hakkında vuku’ bulan şikâyât ile gazetelerin bir takım münakaşâtı üzerine askerlerimiz tarafından ahkâm-ı şer’iyenin tamâme-i tatbiki ve kabine erkânından bazılarının tebdili talebiyle geçen Salı günü müctemian Meclis-i Mebusan’a müracaatedilmiş ve Meclis-i Mebusan’ın bunun üzerine kabine hakkında itâ eylediği adem-i itimad kararı Zât-ı Hazret-i Padişâhîye arz olunarak kabinenin tecdidi ve ahkâm-ı şer’iyenin bir kat daha i’tina ile tatbik ve icrası hakkında irâde-i seniyye sadır olmuş olmakla askerlerimiz edep vesükun dairesinde kışlalarına avdet eylemiştir. Askerlerimizin şu hareketi bazı taraflarda hürriyetin sû-i istimal edilerek luubata ve lehviyyata ziyâdece inhimak gösterilmesinden nâşi ahkâm-ı şeriatın muhtell olması korkusundan ileri geldiği anlaşılmıştır. Lillahi’l-hamd İstanbul’damesele sükunet ve nihayet bulmuş ve yalnız efrâd-ı asker ile bazı zâbitân arasında biraz münaferet bakiyesi kalmış ise de işbu bakiye-i ahvâli de izâle etmek üzere Cemiyet-i İlmiye tarafından bir heyet-i nâsiha bittertib, bilumum kışlaları ve karakolhaneleri dolaşarak zâbitânımızınyetişmesi devlete kaça mâl olduğunu ve ordularımızca her türlü malumât-ı askeriyeyi haiz zâbitâna şiddet-i ihtiyâc bulunduğunu, vazifeye müdavemetleri ve askerlerimizin şer’-i şerif ahkâmına itaatleri var ise amirlerine de itaat etmeleri lazım geleceği ve şâyet herhangi birzabit şeriata muhalif bir harekette bulunacak olursa onun tayin-i mücazatı hükümete ve bilhassa şer’-i şerife aid olacağı cihetle efrad-ı askeriyemizin kendiliklerinden böyle şeylere kalkışmaları mâzallahu teala pek çok yanlışlıklara sebebiyet vereceği ve ne kadar dünya cezasındankurtulsalar bile yine icrâ-yı ahkâmını takdisen taleb eyledikleri şeriatın, vatan ve memleket dolayısıyla din-i İslâm’ı tehlikeye koyan bu gibi harekete pek büyük günah nazarıyla bakacağından böyle şeylere karşı ahirette Cenâb-ı Hakk’ın azabı bâki olduğunu tefhim ederekuhdelerine tereddüb eden vazife-i diyanet ve hamiyeti ifâya sevk edilmişlerdir. Asker evladlarımızın da ulema-i dinin nesâyihını can kulağıyla dinleyeceklerini ümid ederiz.

    Bu zamanda taşra ordularınca da ifâ-yı vaaz u nasihat edilmek üzere müftîlere ve nâiblere ve taşra ulemasına telgrafla tebligat icrasına teşebbüs edilmiştir.

    Fî-3 Nisan1324 [15 Nisan 1909]

    -3-

    Hangi gazete ve matbaa tarafından olduğu tayin edilemeyerek yalnız ilâve unvanıyla dünkü gün şöyle bir fıkra neşr edilmişti:

    Suret-i İlâve:

    "Medâris-i İslâmiyemizin şimdiye kadar her türlü himmet ve hizmetten mahrum bırakıldığı Mebusanımızda bulunan bazı ulema-yı kiramın nazar-ı dikkatini celb etmiş ve mâmafih bu matlub-ı mühim meşagil-i saire arasında tehire düçar olmuştu. İstihbaratımızagöre halife-i İslamiyân ve Padişah-ı âl-i Osman Hazretleri medaris-i İslamiyenin ıslah ve talebe-i ulumun terfih-i hali maksad-ı ulvisiyle on bin lira kadar bir meblağ itâ ve ihdâ ve tesri’-i ıslahatı ferman buyuracaklardır. Bundan dolayı erbab-ı takva ve diyanet ne kadar izhâr-ımeserret etse sezâdır.

    Cemiyet-i İlmiye

    Medarisin ıslaha ihtiyacı muvafık-ı hakikat ve bu hususda bezl-i muavenet bir emr-i hayrdan ibaret ise de, ileride evkâf-ı İslamiyenin ıslahı sırasında düşünülecek olan böyle bir meselenin şimdiki halde mevzu-u bahs olmasındaki münasebete pek akıl erdiremediğimizdenbu neşriyatın bir fikr-i mefsedete mukarin olması ihtimalini der-pîş ederek dünkü gün bu husus için polis müdüriyetine müracaat edilmiş ve tahkikat neticesinde tâbi’ ve naşirinin Hilmi Bey ve müvezziinin Giridli Rıza Efendi olduğu anlaşılmıştır. Tâbi’ ve naşiri meseleninhakikati ve menbâ-ı tereşşuhu hakkında izahat itasına mecburdur. Cemiyet-i İlmiye nezdinde ise buna dair bir-gûnâ malumat ve istitlaat bulunmadığı cihetle hakikati anlaşılıncaya kadar meseleye katiyyen bî-esas ve musannâ nazarıyla bakılması lüzumunu ilân ederiz.

    Fî-3 Nisan 1325 [15 Nisan 1909]

    Yukarıdaki beyannamelerden anlaşılan, Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye’nin mebusların görevlerine devam etmemeleri halinde ortaya çıkacak boşluktan istibdat taraftarlarının faydalanmasından çekiniyordu. Nitekim Volkan’da Derviş Vahdeti’nin buna benzer ifadeleri üzerineCemiyet-i İlmiye, 31 Mart’a katılan askerlerin de ulemanın nasihatlerini dinlemesini istiyordu (Özçelik, age., s. 181). Derviş Vahdeti’nin askerleri kışkırtan yazıları üzerine (Türkmen, 1999, s. 35-36) Vahdeti’yi ortalığı karıştırmakla suçlayan ve askerlerin subaylarına itaatiniisteyen şu cevap yazısını yayınlamıştır:

    -4-

    Volkan Gazetesi’nin 1 Nisan 325 [13 Nisan 1909] tarihli nüshasında Halife-i İslâm Abdülhamid Han Hazretlerine açık mektup unvanlı makalede: "Bu gün meşrutiyetimizi ref’ etmek, Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyi kapatmak yed-i kudret-i şahanenizdedir." diye dercedilen fıkrayı ber-vech-i âti muhtâc-ı tashih görürüz. Şöyle ki:

    Meşruiyeti nusûs-ı Furkâniye ve ehâdîs-i şerife ile sabit olan emr-i celil-i meşveretin hal-i hazırdaki şekil ve tarzda millet vekilleri canibinden ifâ olunması ve kânun-ı esasî ahkâmına riayet edilmesi ve ahkâm-ı şer’iye ve hükümet-i İslâmiyenin bekâve idâmesine millet-i İslamiyenin beka ve idamesine, millet-i Osmaniyenin refâh-ı hal ve saadetine hadim ve aksi hal bir fitne-i azimeyi mûcib ve memleket ve vatanımızın taarruz-u a’daya maruz kalmasını müstevcib olacağı muhakkak olduğundan meşrutiyetin muhafazası cümle üzerinevaciptir. Emr-i Sultanın vâcibu’l itaa olması me’mur-ı bî-hekk meşru’ olmasıyla mukayyed olup hilaf-ı şer’-i şerif emrine itaat caiz olmayacağını bilen ve zaman-ı istibdâdın seyyiâtını gören ve Kanûn-ı Esâsinin muhafazasına yemin etmiş olan asakir-i Osmaniye ile bilumumtalebe-i ulum ve müntesibin-i ilmiye ve ahali-i saire meşrutiyetin refi’ine ednâ bir teşebbüs vukuunda fedâ-yı can ederek mani olacakları muhakkaktır. Zaten Kanûn-ı Esasînin hüsn-ü muhafazasına yemin etmiş olan emirü’l mü`minin Efendimiz Hazretlerinin Meclis-i Mebusan’ı kapatmayatemayül etmesi mümteni’ ve muhal ve adîmü’l-ihtimal iken fıkra-i mezkurede suret-i imkânda gösterilmesi doğru olmadığını beyan ederiz.

    Fî-3 Nisan 1325 [15 Nisan 1909] (Beyanulhak,1909, s.689)

    Kaynakça:

    Acar, Mustafa, Ömer Demir, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul 1993.

    Ayhan, Halis, Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye, DİA, c. VII., Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 1993.

    Beyanulhak Gazetesi, c. II.

    Kurşun, Zekeriya, İrtica’nın Arkasındakiler, Tarih ve Düşünce, Nisan 2000.

    Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul 1945.

    Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.

    Özçelik, Ayfer, Sahibini Arayan Meşrutiyet, Tez Yayınları, İstanbul 2001.

    Türkmen, Zekeriya, Osmanlı Meşrutiyetinde Ordu-Siyaset Çatışması, İrfan Yayınevi, İstanbul 1993.