Köprü Anasayfa

Seslerin Estetiği: Müzik

"Yaz 2002" 79. Sayı

  • Divan Şiirinde Musiki

    Mahmut Kaplan

    Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

    Güzel sanatlar içinde hemen her insanın ilgisini çeken musiki, divan şairleri için de çok önemlidir. Özellikledivanlarda musiki terimleri, beste ve çalgılar tevriye ve tenasüp yapmak amacıyla kullanılmıştır. Geçmişin dünyasındamüziğin kapsadığı alan, bugünkünden dar değildir. Çünkü, "Osmanlı mûsikîsi; tezhibi, nakşı, (minyatürü),halısı, hattı ve ebrusuyla, Batılıların sublime art dedikleri ulvî bir güzellik olan Osmanlı sanatının -mimaridetaş yerine- seste billurlaşmış şeklidir".1 Divanları incelediğimiz zaman müziğin fıkhî boyutunun pek fazla sözkonusu edilmediği görülür. Şairler, müziğin helâl mi haram mı olduğu hususunda fikir açıklamak gereğini pekfazla duymamışlardır. Daha çok mesnevilerde musiki ile ilgili görüş ve eleştirilere yer verilmiştir.

    Musiki konusunda başlangıçtan beri çeşitli tartışmalar yapılagelmiştir. Fakat müzik bir olgu olarak varlığını sürdürmüş;maddiyat ile maneviyat arasında erişilmiş bir sanat olarak kabul edilmiştir.2 Divan şairleri müziği ulûm-ı riyâziye’densaymışlardır.3 Kâbus-nâme’nin manzum çevirisi olan ve 15. yüzyılın başlarında yazılan Murad-nâme’de musikinin doğuşuile ilgili şu bilgiler verilmektedir: Musiki İdris Peygamber’e verilmiş bir ilimdir. Hz. İdris musiki ilmini astronomi,felsefe, hekimlik, astroloji ve tıptan elde etmiştir. Yine aynı eserde şu rivayet de nakledilir: Musiki ilmini filozofFarabî (870?-950) tanzim etmiştir. On iki burç, yedi yıldız ve dört unsura (hava, ateş, toprak ve su) mukabil gelecekşekilde on iki makamı asıl saymış ve dört şubeye ayırmıştır. Diğer makamlar bunların değişik biçimlerdekiterkiplerinden meydana gelmiştir.4

    Bir başka rivayette ise musiki ilmi (ilm-i edvâr) Hz. Nuh’un oğluna nispet edilir. Mûsikar adlı çalgıyı ve bir çokmakamı o icat etmiştir.5 İlm-i edvâr kitaplarında hem makamlarla ilgili bilgi verilir, hem de hangi makamın hangihastalığa iyi geldiği belirtilir.6

    Osmanlı toplum hayatında musikinin önemli bir yere sahip olduğu, hükümdarların musikişinasları koruyup kolladığıbilinmektedir.7 Bazı padişahların beste yaptıkları unutulmamalıdır. Çünkü padişahların eğitiminde müziğin önemlibir yeri vardır. Bu sebeple din, dil ve ırk ayırmadan bütün musikişinaslar korunmuştur.8 Bunun yanında Mehterhane,Mevlevihane, Enderun ve özel meşkhanelerde bu ilmin eğitimi verilmiştir.9 Osmanlı dönemi musikisinin gelişmesinde bukurumların dışında cami, medrese, saray ve tekkelerin de önemli rol oynadığı söylenmelidir.10 Avni Erdemir’intespitine göre 203 musikişinas divan şairi vardır. Bunların tasnifi şöyledir: 43 tarikat şeyhi, 22 kadı, 3 şeyhülislam,34 cami görevlisi ve 21 müderris.11

    Musikişinas şairlerin tarikatlara göre dağılımı ise şöyledir: 38 Mevlevi, 17 Halvetî, 9 Celvetî, 6 Nakşibendi, 4Bektaşi, 3 Bayramî, 3 Eşrefi, 3 Gülşeni, 3 Sünbüli, 2 Kâdirî, 1 Zeynî olmak üzere 90 şair.12

    Dikkat edilirse Mevlevîliğe mensup şair sayısının daha fazla olduğu görülecektir. Bunda Mevlevilik geleneğinin vebu tarikata mensup müellifler tarafından yazılan şuara tezkirelerinin payı vardır. Diğer tarikatlarda tezkire yazmageleneğinin bulunmaması, bu tarikatlara mensup şairlerin bilinmesini engellemiştir.

    Bu girişten anlaşılacağı üzere Osmanlı toplumunda musikinin çok önemli ve itibarlı bir yeri vardır. Ancak musikiile ilgili aleyhte ve lehte görüşler, tartışmalar günümüze kadar gelmiştir. Durum ne olursa olsun, musiki şiirlebirlikte varlığını sürdürmüştür. İleride görüleceği gibi tartışma, musiki olgusundan çok icra tarzına yönelikolmuş; bu yüzden de genellikle olumsuz bir bakış açısı kendini göstermiştir. Yani salt musiki değil, musiki ile meşgulolma aleyhinde bazı görüşler ortaya çıkmıştır.13

    Musiki hakkında saki-nâme, sûr-nâme ve nasihat-nâme (pend-nâme) gibi türlerde bilgi ve görüşlere ulaşmak mümkündür.Rezmin (savaş) karşıtı olan bezm’i anlatan saki-nâmelerde, bu meclislerde çeşitli çalgılar ve müzik makamları ileilgili bilgi verildiği gibi icra etme adabı hakkında da canlı tasvirler yapılmıştır. Saki-nâme geleneğininAnadolu’da öncü eserlerinden biri olan Revânî’nin İşret-nâme adlı mesnevisinde musikiye duyulan ihtiyaç şubeyitlerle dile getirilmiştir:

    Gelür âvâzeden çün câna râhat
    Yaraşmaz sâzsız bir lahza sohbet

    Olupdur nev’-i insân buna kâyil
    Ne insân belki hayvân dahi mâyil14

    Müzik sesinden cana rahat gelir; bu yüzden sohbet sazsız olmaz. İnsanoğlu buna yatkın olduğu gibi hayvanlar bile müziğeeğilimlidir. Çünkü güzel ses ruhun gıdasıdır. Hayvanlara bile tesir eden güzel ses neden insanları etkilemesin?

    Niçün sohbetlerinde olmaya sâz
    Gıdâ-yı rûhdur çün kim hoş-âvâz

    İde âvâze çün hayvâna te’sîr
    Niçün eylemeye insâna te’sîr15

    Musikiden bahseden bir diğer tür sur-nâmedir. Hemen her sur-nâmede musiki ile ilgili bilgilere ulaşmak mümkündür.16Bu tür eserlerde özellikle saray tarafından düzenlenen şenlik ve düğünlerde çalınıp söylenen eserler ve çalgılargeniş bir biçimde tasvir ediliyordu. Hatta "şenliklere nefîr, kûs, surnâ, nakâre gibi aletlerin sesleriyle başlanıyor,bunlar işaret yerine de kullanılıyordu."17

    Mehmet Arslan’ın eserinden, bu eğlencelerde hanendelerin, dügâh, aşirân, şehnâz, acem, segâh, kürdî, mâhûr, hicâz,nişâbûr, nevâ, sabâ, muhayyer, şevk-i tarâb, ırak, râst, nâz, niyâz, sıfahân, çârgâh, bûselik, uşşâk, cân-fezâ,girift, pencgâh gibi makamlarda eserler okuduklarını öğreniyoruz.18 Aşağıdaki beyitlerde Âli’nin Sur-nâmesi’nden düğündekimusiki faslının tasviri yapılmıştır: O gece bütün sazendelere hükümdar ihsanlarda bulundu. Kanunla muğni sesarkadaşlığı yaptı; şeş-tâ ve tanbur aynı perdeden çaldı. Düğünün neşe sebebi iken ney havası, halkı uyuttu.Rebab santur sesi verirken çend def ve ud usûle uymuş.

    Ol gice cümle sâzendegâna
    Himmetler itdi hâkân-ı mesrûr

    Kânûna mugnî çıkdı hem-âvâz
    Hem-perde oldı şeş-tâya tanbûr

    Avâze-i ney halkı uyutdı
    İhyâya her dem bâdi iken sûr

    Çeng ü def ü ‘ûd uymış usûle
    Olmuş rebâbuñ âhengi santûr

    Degdikçe nevbet tabl u nefîre
    Çok savtı kıldı zühhâdı menfûr19

    Yukarıdaki son beyitte çalgı aletlerinin aşırı gürültüsünün zahitleri rahatsız ettiği belirtilmiştir.

    Aşağıda, kendisi de bir musikişinas olan Nâbî, Sur-nâme’sinden alınan beyitte, ney, tanbur, def ve musikarın insanınsükununu yağmaladığını dile getirerek insan üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir:

    Nây utanbûr u def ü mûsikâr
    Gâret eyler komaz insânda karâr20

    Rıf’at isimli şairin hicri 1250’de kaleme aldığı Sur-nâme’sinde yine bir şenlikte düzenlenen musiki meclisi tasviredilmiştir: Sazendeler gönül şevkini çaldıkları eserlerle zahmetsizce sağladılar. Bülbül gibi hanendelerin seslerisürahiden dökülen "kulkul" sesi andırıyor. Yorgaki adlı güzel sesli şarkıcı bir çok şarkılar söyledi.Kemanî Mirûn da güzel çaldı. Klarnet de öyle güzel çalındı ki, aklı selb etti. Devamında çalınan makamlar sırlanarak,bunların dinleyenlere nasıl zevk verdiği anlatılmıştır:

    Sâzende takım düzen getürdi
    Şevk-i dili bî-mihen getürdi

    Hanendeleri misâl-i bülbül
    Ağâzeleri sadâ-yı kulkul

    Yorgaki o hoş sadâlı üstâd
    Eylerdi nice nevâlar îcâd

    Tanbûr u kemân u nây u kânûn
    Anda o koca Kemânî Mîrûn

    Gâhi çalınup kılarneta hûb
    Eylerdi safası aklı meslûb

    Gâhi çalınup girift-i zîbâ
    Dil-mürdeleri iderdi ihyâ

    Bu şevk ile bezm olunca pür-cûş
    Def sîne dögüp olurdı bî-hûş

    Hem lavta kemençe bî-nihâye
    Olmakda idi sebeb safâya21

    Dikkat edilirse musiki icra eden sanatçıların gayrimüslim oldukları görülür.

    14. yüzyılın sonlarında 1390’da yazılan İskender-nâme adlı mesnevisinde şair Ahmedî, ney’in insan üzerindekietkilerini şu beyitlerle dile getirilmiştir:

    Nay göynüklülere virür haber
    Nâlesi âşıklara kılur eser

    Kamu göñüllerde makbûl olasın
    Canlaruñ içinde menzil bulasın

    Zâhirinde bâtınında sağı yok
    Yir bulınmaz k’anda anuñ dağı yok

    Yüregi binüm gibidür tolı baş
    Lîki ben yaşluyam yok anda yaş

    Gâh iñüldiyle dirilür gâh ölür
    Yârdan ayru düşen eyle olur

    Şerhâ şerhâ olupdur bu derdmend
    Anuñ içündür teninde nice bend

    Aşk derdi bes mübârek derd olur
    Aña yanan şem’ gibi ferd olur22

    Mevlana’nın mesnevisinin ilk beyitlerini andıran yukarıdaki beyitler de ney’in insan üzerindeki etkisini anlatmaktadır.Aşağıda aynı eserde çeng’in özelliklerini anlatan beyitleri sunuyoruz:

    Sâz-zen çün çenge itdi râst çeng
    Dürlü dürlü sözler âğâz itdi çeng

    Çünki düşdi cânına derd-i firâk
    Toldı sûz ile sıfahân u ‘ırâk

    Her yana seyrân ider bî-pâ vü ser
    Dili yok her nesneden virür haber

    Pîre-zen şeklinde fi’li nev-cevân
    Vâlih olmış ‘aşkına ‘akl ile cân

    Nây-zen çün kim eline aldı nay
    Zühre sâzı perdesin eyledi tay23

    Musiki, mum gibi yaktığını nurlandırıp, canları aydınlatır:

    Şem’ gibi yakdugını nûr ider
    Cânları rûşen kılup ma’mûr ider24

    Yavuz Sultan Selim’e sunulan nasihat-nâme türündeki Deh Mug adlı mesnevide musikiye oldukça geniş yer verilmiştir. Bueserde de işin fıkhî boyutundan çok icrası ve sosyal boyutu üzerinde durulmuştur. Eserde, musikişinaslarıntemsilcisi konumundaki bülbül kendisini şöyle över:

    Gül-sitân şevkine feryâd eylerem
    Ademüñ göñlin ferâh şâd eylerem25

    Bülbül amacının insanları güldürmek, neşelendirmek olduğunu ifade eder:

    Kasdum oldur sohbetüm handân ola
    Dâstânum gûş iden âdem güle (b. 484)

    Bülbül tevhid ehli olduğunu şu beyitte dile getirmiştir:

    Yirde gökde ol Hudâyı birledüm
    Hem dügâhı ol segâhda söyledüm (b. 486)

    O, gül bahçesinde tanbur sesini dinleyerek Rahman Suresi okuduğunu söyler:

    Okıram gülşende Rahmân sûresin
    Gûş idüp ‘âşıkların tanbûresin (b. 494)

    Saz gönül ehlinin arkadaşı olup, onları gurbette eğlendirir:

    Ehl-i diller yârıdur sohbetde sâz
    Göñlin egler âdemüñ gurbetde sâz (b. 497)

    Bülbül bu gibi ifadelerle kendisini överken şu eleştiri ile karşılaşır: Tanbur bir hercayidir, ona eğilim gösterenlersevdaya tutulmuş kişilerdir:

    Evvelâ tanbûra bir hercâyidür
    Aña meyl iden kişi sevdâyidür (b. 527)

    Divan şairleri genelde musikinin icrası, daha doğrusu insanda günaha tahrik söz konusu olduğu zaman olumsuz görüşbelirtirler. Aşağıdaki beyitlerde bir musiki meclisinin mizahî olarak tasviri vardır:

    Kethudâ deblek çalar ney-zen hatîb
    Kâdı el karsar ve oynar muhtesib (b. 537)

    Irlayan bir nekbetî âvâzı bed
    Diñle gör gavgâyı Allahu’s-sâmed (b. 538)

    Sanasın vakt oldı çalındı nefîr
    Enkerü’l-asvatü savtun min hamîr (b. 540)

    Nakş u tasnîf ü amel kim yâd ider
    Atası ölmişden beter feryâd ider (b. 541)

    Bu mizahî ifadelerden sonra Şemsî, müziğin haram olduğunu dile getiren şu beyti söyler. Ancak dikkat edilirse o zamanınyüksek rütbeli memurlarının makamlarına uygun düşmeyen tavırlarının bu hükme sebep olduğu anlaşılır:

    Diñleseydin sen anı dirdüñ tamâm
    Hoş dimiş hakkâ ki Allâh harâm (b. 544)

    Hikemî şiirin divan şiirindeki büyük temsilcisi Nâbî, oğluna hitaben yazdığı nasihat-nâme türündeki eseriHayriyye’de (telifi: 1113/1701), musikinin olumlu etkilerini, insana taze bir hayat verdiğini dile getirerek kuşların güzelsesleri ile gerekirse insan sesini dinlemeyi tavsiye ederek çeng ile ney ve musikarın insanda keder bırakmayıp giderdiğinisöyler. Nağme ruhanî bir sestir, ister istemez insana etki eder. Nağmenin vicdanî bir lezzeti olduğunu hatırlatarakinsana hoş geldiğini can artırdığını anlatır. Tar ve tanbur sesinin can evine neş’e verdiğini ise şu beyitlerledile getirir:

    Virür insâna hayât-ı tâze
    Nağme-i bülbül ü hoş âvâze

    Gûş kıl nağmesini insânuñ
    İktizâ eyler ise insânuñ

    Komaz âyîne-i hâtırda gubâr
    Nağme-i çeng ü ney ü mûsikâr

    Nağme-i şûh-ı hoş-âheng-i beşer
    Hâh u nâ-hâh ider insâna eser

    Nağme bir mantık-ı rûhânîdür
    Nağmenüñ lezzeti vicdânidür

    Cân-fezâdur nefes-i insânî
    Dil-rübâdur nağam-ı rûhânî

    Hâne-i câna virür nûr-ı sürûr
    Neş’e-i nağme-i târ u tanbûr

    Nüsha-i şavka dîger şîrâze
    Târdan sâdır olan âvâze26

    Musiki hakkında bu olumlu görüşleri dile getiren Nabî, oğluna bu güzelliklerine rağmen musikiyi dışarıdadinlemesini, eve getirmemesini tavsiye eder. Kısacası oğluna, dışarıda rast gelirsen dinle ama evinde musiki ile uğraşmader:

    Zevkin it gayrda oldıkça duçâr
    Hâneñe lîk getürme zinhâr

    Müziği ibretle dinlemesini vurgular:

    Anda da ibret ile gûş eyle
    Lezzet-i lehvi ferâmuş eyle27

    Aşağıdaki beyitlerde Nâbî’nin musiki ile ilgili görüşleri açıkça görülmektedir: Musikî hikmete dair bir sanattır.Bilen bilmeyen herkese için açıktır. Onda idrak edilmesi gereken çok sırlar vardır. Öyle sırlar ki, an gelir gönülleriparçalar. Musikinin makamlarının her birinin ayrı ayrı hasiyetleri vardır. Her birinde ayrı hikmetler vardır. Öylehikmetler ki, can bahçelerini suvarır. Her makam bir hastalığa iyi gelir. Her ne kadar altı üstü hava ise de dünyanında hava ile döndüğü unutulmamalı. Aslında söylenecek çok sır vardır ama avam için bunları açıklamak doğru değildir,der şair:

    Mûsikî hikmete dâ’ir fendür
    Bilene bilmeyene rûşendür

    Niçe esrâr var idrâk idecek
    Yir gelür sîneleri çâk idecek

    İ’tibârât-ı takâsîm u fusûl
    İmtiyâzât-ı makâmât u usûl

    Perde vü pişrev ü savt u ‘amel
    Kâr u nakş u şu’ab u kavl u gazel

    Her biri hikmet ile memlûdur
    Cân riyâzın suvarur bir sudur

    Nagme-i yâbis u hâr u bârid
    Çeşme-i mahz-ı hikemden vârid

    Her biri bir maraza nâfi’dür
    Zıddını her birisi dâfi’dür

    Zîr ü bâlâsı havâdur ammâ
    Dâ’ir olur mı havasuz dünyâ

    Sırra dâ’ir dahı var niçe kelâm
    Ki degül aña mahal gûş-ı ‘avâm28

    Nabî’nin Hayriyye’sini örnek olarak oğluna Lutfiyye adlı nasihat-nâmeyi yazan Sünbül-zâde Vehbi, "Der İlm-iMusiki" başlığı altında görüşlerini, dolayısıyla tavsiyelerini dile getirir: O da musikinin hikmetten bir fenolarak kabul eder. Bu ilmin önemi açıktır ama bir takım sosyal sakıncalar vardır. Toplum, musiki ile uğraşan, saz vebenzeri çalgıları çalanları hoş karşılamaz. Bu sebeple oğluna şarkı ve türkmani söylememesini ısrarla öğütler.Eğer ilgi duyarsa ilmini öğrenmesini ancak icracısı olmamasını söyler. Zira insanlar, "neyzen molla! Santûrî!,tanburî! gibi alaycı lakaplar takar. Zaten keman olsa olsa Corci’nin göğsüne yakışır:

    Musiki fenni de hikmetdendür
    İlm-i ashâb-ı tabî’atdandur

    Bilürüm râhat-ı ervâh ammâ
    Mâye-i kuvvet-i eşbâh ammâ

    Beste-hânlık sana şâyeste degül
    Silsilen anlara vâbeste degül

    Dime mutrible yelella yeleli
    Olma her tanburanun orta teli

    Sakınup söyleme şarkı mani
    Nidügin bilme hele Türkmânî

    Tab’un eylerse ana meyl-i nevâ
    Bil makâmâtını bî-sît ü sadâ

    Olma sâzendelerün demsâzı
    Çaldırırlar sana şâyed sazı

    Nâye tazyi’-i nefes eylemeli
    Üfleyüp ya’ni anı neylemeli

    Çalma öyle düdüğ-i Mevlanâ
    Ki dine adına ney-zen monlâ

    Perdesizlikdür amân itme gümân
    Yakışur sîne-i Corciye kemân

    Ne rezâlet diyeler santûrî
    Şöhretün ola yâhud tanbûrî

    Defkeşi Tuhfe’de yazdım sana ben
    Aybdur olma sakın dâ’ire-zen

    Nağmede gerçi nice hâlet var
    Nice dikkat idecek hikmet var29

    Yukarıdaki düşünceleri taşımakla birlikte Sünbül-zâde Vehbî, musikide bir çok hikmet gizli olduğunu da kabuleder. İnsan fıtratının musikiden zevk aldığını, deveyi örnek göstererek anlatır. Musiki değerli, yüce bir sanattırona göre:

    Olıcak sem’-i hakîkat âgâh
    İşidür nice sadâ-yı cângâh

    Şevkiyle velvele-i âvâza
    Bülbülün konduğı çokdur sâza

    Tab’-ı insân nice eyler ki karâr
    Hazz ide üştür-i işkeste-mehâr

    Musiki olduğına fenn-i celîl
    Yetişir kıssa-i şehzâde delîl30

    Ancak yine de şair oğlunu uyarmayı ihmal etmez. Nabî’de olduğu gibi Vehbî de evde musiki ile uğraşılmasını iyi karşılamaz.Çünkü duyanlar "ehl-i hevâ!" damgasını vurarak onu kınayacaklardır. Herkesin yanında kötülenmek, kınanmakhoş olmasa gerektir:

    Lîk sen eyler isen meyl ü heves
    Dâ’irende işidince herkes

    Çelebi ehl-i hevâdur dirler
    Mâ’il-i zevk u safâdur dirler

    Çün ki ahvâl-i zamândur ma’lûm
    Cümle indinde olursın mezmûm

    Gayrı yirde bulıcak gûş eyle
    Gam-ı eyyâmı ferâmûş eyle31

    Yukarıda mesnevi nazım biçimiyle yazılmış sâki-nâme, sûr-nâme ve nasihat-nâme türü eserlerden örneklerle şairlerimizinmusiki ile ilgili görüşlerini vermeye çalıştık. Elbette örnekler bunlardan ibaret değildir. Ancak bu görüşleringenel olarak paylaşıldığını söylemek mümkündür. Divan şairleri musikişinas olsun olmasın yeni mazmunlar bulmayaçalışırken musikinin zengin terim ve deyimlerinden yararlanmayı ihmal etmemişlerdir. Şairler musiki makam veterimlerinden yararlanırken bestelenebilecek eserler yazmaktan da geri durmamışlardır. Musikiye olan borçlarını bueserlerle ödemeye çalışmışlardır.32

    Bizzat musiki ile uğraşan şairler dinî eserler verirken din dışı konularda da besteler yapmışlardır. Bu alanda dahaçok gazel, kaside, murabba gibi örnekler tercih edilmiştir.33

    Divanlar incelendiği zaman şairlerin musiki ile ne kadar yakından ilgilendikleri açıkça görülür. Mesela FuzûlîDivanı’nda 40, Kadı Burhaneddin Divanı’nda 90, Yahya Bey Divanı’nda 70, Helâkî Divanı’nda 15, Nev’î Divanı’nda 55, NâilîDivanı’nda 25, Karamanlı Nizâmî Divanı’nda 10 ve Nedim Divanı’nda 50 beyit musiki ıstılahları ile zenginleştirilmiştir.34

    Şüphesiz bir çok divanda musiki terimlerinden yararlanılarak yazılmış beyitler vardır. El altında bulunan bazıdivanları tarayıp bulduğumuz örneklerden bir kısmını veriyoruz: 15. yüz yıl şairi Şeyhî’ni aşağıdaki beyitleribu örnekler cümlesindendir:

    Söz ile perdeler düzüben sâz eder tuyûr
    Kim zâriyile zîr ü kimi nâleyile bem

    Bu nağmeler deminde k’ağaçlar semâ urur
    Kim kef çalar başını kim saçar direm

    Gel bir teferrüç eyle nice raks urur çenâr
    Kuşlar terennüm ile düzettiler nagam35

    Yukarıdaki beyitlerde geçen, "perde, düzmek, sâz, zîr, bem, nağme, terennüm" musiki ıstılahlarıdır. Aşağıdakibeyitte Şeyhî, muhayyer, kûçek, büzürk, uşşâk ve hicâz makamlarını kullanarak güzel bir tenasüp yapmıştır:

    Muhayyer oldu âhımdan cihânda kûçek ü büzürk
    Kaçan uşşâk içinden ben ser-âgâz-ı hicâz36

    16. asrın büyük şairi Bâkî, her ne kadar ağlayıp inlemesi şeriata uymasa da musikârın zemzemesi kanuna uyardiyerek, kanun kelimesiyle tevriye yapmıştır:

    Şer’a uymaz n’idelüm nâle vü zâr eyler ise
    Gerçi kânûna uyar zemzeme-i mûsikâr37

    Aşağıdaki beyitte Bâkî, kemençe, mutrib, rebâb kelimeleri ile tenasüb sanatı teşbih sanatları yapmıştır:

    Kemençe şekline girdüm elinde mutrib-i ‘aşkuñ
    Keş-â-keşden halâs olmaz dahı sînem rebâb-âsâ38

    Şu beyitler de Bâkî’nin musiki ıstılahlarını kullanmasına örnek olarak verilebilir:39

    Perde-i nâleleri çıksa Hüseynîye n’ola
    Dili zâr itmege ol vech-i hasendür nidelüm (Baki Divanı, s. 118)

    Ten-i zârumda pehlüm üstühânı sayılur bir bir
    Beni seyr itmeyen ahb âb mûsikârı görsünler (Bakî Divanı, s. 134)

    Nagme kılsun kâmetüñ yâdına mürg-i hoş-nevâ
    Râstdan bir nagme-i dil-keş se-âgâz eylesün (Baki Divanı, s. 340)

    17. yüzyılın önemli şairlerinden Edirne Mevlevihanesi Şeyhi Neşâtî’nin aşağıdaki beyitlerini de musiki ıstılahlarınınkullanılışına örnek olarak sunuyoruz:

    Aheng-i nevâ eylese ‘uşşâk ile mutrıb
    Bir yerde o meh-pâre de ehl-i nagam olsa40

    Meclis-i gamda añdurur perde-bîrûn nevâlaruñ
    Gûş-ı dile Neşâtiyâ nağme-i sâz degmesün (Neşatî Divanı, s. 139)

    Nagamât itse seher bülbül-i şûrîde nesîm
    Gösterür dâ’ire-i gülde sabâ âhengin (Neşatî Divanı, s. 141)

    Mezakî Divanı’ndan41 musiki ıstılahlarının kullanılmasına dair birkaç örnek:

    Ol perdeler ki nagme-nevâz-ı niyâzdur
    Kânûn-ı nâz-ı dil-ber-i dem-sâza bestedür (Mezakî Divanı, s. 370)

    Taşa çalsun sâzını râmiş-ger-i bezm-i felek
    Hod-be-hod şevk-âşinâyuz deff ü nâyı n’eylerüz (Mezakî Divanı, s. 381)

    Ney degül gûyâ dem-i enfâs-ı Rûhu’llâhdur
    Bir nefesde bildürür sad râz-ı mübhem neydügin

    Gel kadem rencîde kıl diñle kudûmın nâlesin
    Sen de gûş eyle sadâ-yı hayr-makdem n’eydügin (Mezakî Divanı, s. 484)

    Nedim Divanı’ndan seçilmiş örnek beyitler:42

    Rebâb u ‘ûd u mûsikâr u tanbûr
    Girift ü sûrnây u tabl u santûr

    Ney ü kânûn ile sîne kemânı
    Kudûm ü deff ü düblek dinle anı

    Bi-ilhâm-ı Cenâb-ı Rabb-i Ma’bûd
    O Dâvudu’n-nebîdür mûcid-i ‘ûd

    Şu beyitler de son büyük divan şairi Şeyh Galib Divanı’ndan43 musiki ıstılahlarının kullanılışına örnektir:

    Râh-ı nefesde nây gibi müstakîm olan
    Elbetde berg vermez ise bir nevâ verir (Şeyh Galib Divanı, s. 93)

    Ola yâhûd riyaziyâta dânâ
    Ki bülbül mûsikîyi eyler icrâ

    Anun elhânı keyfiyyâtdandır
    Dahı ika’ı kemmiyyâtdandır

    Olur evtâr-ı ud üzre mürtesim
    Mesâni vü mesâlis zîr ile bem

    Felek kim devridir anun irâdî
    Olur tahrîk bu esvâta bâdi

    Şerî’atda bulam dersen işâret
    Terennüm-rîz imiş eşcâr-ı cennet

    Yakin belki bu esvât u usûlât
    Verir elbet nüfûsa infi’alât (Şeyh Galib Divanı, s. 230)

    Havâ-yı aşk eyler sohbet-i tevhidi ayn-ı şevk
    Sadâ-yı kulkul olmuş bang-i yâ Rab yâ Rab-ı mînâ (Şeyh Gâlib Divanı, s. 251)

    Hoş nağmelerin saff-ı küleng-i nakarâtı
    Nev-kâfile-i âlem-i bâlâ değil midir (Şeyh Gâlib Divanı, s. 274)

    Mevc urur âyîn-i Mevlânâda zevk-i iştiyâk
    Bang-i ney Gâlib o bezmin na’ra-i Yâ Hûsudur (Şeyh Gâlib Divanı, s. 278)

    Bulup karârını mutlak nevâ-yı tevhidin
    Yegâha vardı sürâğ-ı yegâne-i tanbûr (Şeyh Gâlib Divanı, s. 280)

    Olur elinde anun târ u mâr zülf-i emel
    Edince tâzenesin yâr şâne-i târ (Şeyh Gâlib Divanı, s. 281)

    Seddeyleyip girîveleri bir dem et sülûk
    Tevhid-i sırfa rast gelir toğrı râh-ı ney (Şeyh Gâlib Divanı, s. 414)

    Yukarıdaki beyitte Galib, ney’in yolunun "tevhid-i sırfa" çıktığını söyleyerek önemini vurgulamıştır.Şu rubaide ise Şeyh Gâlib ney’i, hem fidan, hem ateş olduğunu "innî ene’llâh" sözünün ona yakıştığınısöylemektedir.

    Ey nây aceb sırr-ı Hudâsın neysin
    Hem nahl u hem âteş-i hüdâsın neysin

    Yahşı yaraşır innî ene’llâh sana
    Musasın asâsın ejdehâsın neysin (Şeyh Gâlib Divanı, s. 449)

    Sonuç olarak divan şairleri içinde önemli sayıda musikişinas vardır. Diğer şairler de fırsat düştükçe musiki ıstılahlarınıkullanmışlardır. Musiki, Osmanlı padişahları tarafından önemsenmiş, musiki üstadları korunmuştur. Şairler musikidinlemenin önemini vurgularken kişinin bunu evinde icra etmesinin doğru olmadığı yönünde görüşler ileri sürmüşlerdir.Musikinin haram olduğu hususunda açık ifadelere pek rastlanmaz. Ancak bizzat musiki ile ilgilenmek, her hangi bir çalgıçalmak hoş görülmemiştir. Hatta bu tür meşguliyetlerin daha çok Müslüman olmayanlara uygun olacağı düşünülmüştür.Ancak dinî musiki bunun dışında mütalaa edilmelidir.

    Şairler özellikle yeni mazmunlar yapmak için musiki ıstılahlarından çokça yararlanmışlardır. Bundan hareketle,divan şiirinde musikinin önemli bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Şairlerin olumsuz karşıladıkları husus, musikininsalt insanı olumsuz anlamda tahrik eden, günaha sevk eden biçimi olduğunu söylemek mümkündür. Şairler şiirlerinerenk katmak yeni mazmunlar bulmak için her türlü imkân gibi musikiye de baş vurmuş ve güzel beyitler söylemişlerdir.

    Dipnotlar:

    1. Cinuçen Tanrıkırur, "Osmanlı Musikisi", Osmanlı Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1999, C. II, s. 494.

    2. H.G.Farmer, "Müzik", İslam Düşünce Tarihi, İstanbul 1991, C. 2, s. 344.

    3. Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı (Kelimeler ve remizler, mazmunlar ve mefhumlar), İstanbul 1980, s. 241.

    4. Adem Ceyhan, Bedr-i Dilşâd’ın Murad-nâmesi, İstanbul 1997, s. 149-150.

    5. Agah Sırrı Levend, a.g.e., s. 242.

    6. Agah Sırrı Levend, a.g.e., s. 243.

    7. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde musiki ile ilgili bir çok yazma bulunması bunun bir delilidir. Bu yazmalarıörnek olarak kaydediyoruz: Beyân-ı edvâr ve Makamât A. 3459, Kitâb-ı edvâr, R. 1728, Beste Mecmuası, R. 1724, Besteve Semâi Mecmuası, R. 1723, Beste ve Semâi Mecmuası, R. 1725, Beste Mecmuası, R. 1722, Tefhîmü’l-makâmât fiTevlidi’n-nagamât, H. 1793, Musiki Mecmuası, E. H. 2069, Şarkı Defteri, M. R. 544, İlâhî Na’t ve Gazel Mecmuası, H.1794, İlahî Mecmuası B. 402, Şarkı Defteri M.R. 534.

    8. Cinuçen Tanrıkorur, a.g.e., s. 496.

    9. Cinuçen Tanrıkorur, a.g.e., s. 498-503.

    10. Avni Erdemir, Anadolu Sahası Musikişinas Divan Şairleri, Ankara 1999, s. XXXI.

    11. Avni Erdemir, a.g.e., s. XXXI.

    12. Avni Erdemir, a.g.e., s. XXXIV.

    13. Agah Sırrı Levend, s. 245.

    14. Rıdvan Canım, Türk Edebiyatında Sakinâmeler ve İşretnâme, Ankara 1998, s. 219.

    15. Rıdvan Canım, a.g.e., s. 221.

    16. Mehmet Arslan, Sur-nâmeler, Ankara 1999, s. 263.

    17. Mehmet Arslan, a.g.e., s. 265.

    18. Mehmet Arslan, a.g.e., s. 264.

    19. Mehmet Arslan, a.g.e., s. 572.

    20. Mehmed Arslan,a.g.e., s. 646.

    21. Mehmet Arslan,a.g.e., s. 700-702.

    22. İsmail Ünver, Ahmedî- İskender-nâme İnceleme-Tıpkıbasım, Ankara 1983, yk. 25a.

    23. İsmail Ünver, a.g.e., yk. 25a.

    24. İsmail Ünver, a.g.e., yk. 25a.

    25. Tenkitli metni tarafımızdan hazırlanan eserden 481. beyit.

    26. Mahmut Kaplan, Hayriyye-i Nâbî (İnceleme-metin), Ankara 1995, s. 255.

    27. Mahmut Kaplan, a.g.e., s. 256.

    28. Mahmut Kaplan, a.g.e., s. 257.

    29. Süreyya A. Beyzadeoğlu, Lutfiyye-i Vehbi, İstanbul 1996, s. 63-64.

    30. Süreyya A. Beyzadeoğlu, a.g.e., s. 64.

    31. Süreyya A. Beyzadeoğlu, a.g.e., s. 65.

    32. Agah Sırrı Levend, a.g.e., s. 245.

    33. Avni Erdemir, a.g.e., s. XXXIII.

    34. Mehmet Arslan, "Nedim Divanı’nda Musiki", Osmanlı Edebiyat-Tarih-Kültür Makaleleri, İstanbul 2000,s. 61.

    35. Şeyhi Divanı, Haz. Mustafa İsen-Cemal Kurnaz, Ankara 1990, s. 56.

    36. Şeyhî Divanı, s. 219.

    37. Bakî Divanı, Haz. Sabahattin Küçük, Ankara 1994, s. 42.

    38. Bakî Divanı, s.103.

    39. Örnek beyitleri ayrı ayrı açıklamak fazla yer tutacağından sadece musiki ıstılahlarını italik yazmaklayetindik.

    40. Neşâtî Divanı, Haz. Mahmut Kaplan, İzmir 1996, s. 117.

    41. Mezakî Divanı, Haz. Ahmet Mermer, Ankara 1991.

    42. Mehmet Arslan, a.g.m., s. 44-45.

    43. Şeyh Galib Divanı, Haz. M. Muhsin Kalkışım, Ankara 1994.