Seslerin Estetiği: Müzik
"Yaz 2002" 79. Sayı
Abdülhalim Yener
İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden olan Hz. Davud’a, dört büyük kitaptan biri olan Zebur indirilmiştir.Davud, İbranice’de en çok sevilen kişi, göz bebeği anlamına gelir. Diğer semavi dinlerin kaynaklarında kendisindenuzun uzadıya söz edilir. Hakkında teferruatlı bilgiler verilmektedir. O da Hazreti İbrahim’in soyundan gelen birpeygamber olup, bu koldan Nuh Aleyhisselam’a dayanmaktadır (En’âm; 84). Babasının adı İsa’dır (Yesse olarak da geçmektedir).
Davud Aleyhisselam, bir çok peygamberin yapmış olduğu gibi koyun güden, iyi sapan taşı atan, çok cesur ve kahramanbir genç olarak tanındı. Mavi gözlü, saçı ve bedeni kızıl, kısa boylu, sarı benizli, gür ve güzel sesli, güzelhuylu, temiz kalpli, çok anlayışlı ve çok güçlü özellikleriyle tebarüz etti. Hayvanlarına musallat olan kurtlarasaldıracak kadar gözü pekti. Keskin nişancı olup, sapanıyla attığı her şeyi vuran, rastladığı aslanların sırtınabinip kulaklarından tutan, buna rağmen kendisine bir şey yapılmayan birisi olarak rivayet edilmektedir (Harman, s. 21).Hz. Davud’un güzel ve etkili bir sese sahip olması, ayet-i kerimede ifade edilmiş; buna nisbetle kalın, tok, tesirli ve güzelseslere "Davudi ses" denilmiştir.
Talut ve Calut
Davut Aleyhisselam’ın gençlik yılları, İsrailoğullarının karışık ve sıkıntılı bir dönemine rastlar. İnsanlar,Calut adlı bir müstebit kumandanın baskısı ve tehdidi altındaydılar. Ona karşı koyacak pek kimse yoktu.
Calut, İsrailoğullarını perişan ederek yurtlarından sürdü. Bunun üzerine aralarında bulunan peygamberlerinegiderek, kendilerine bir kumandan tayin etmesini istediler. Peygamberleri de halktan biri olan Talut’u başlarına kumandantayin etti. Bu hadise Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: "Peygamberleri onlara; ‘bilin ki Allah, Talut’u sizehükümdar olarak gönderdi’ dedi. Bunun üzerine; ‘Biz, hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet vezenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?’ dediler. ‘Allah sizin üzerinize onu seçti,ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyibilendir,’ dedi" (Bakara; 247). İsrailoğullarına göre; ehliyet, kabiliyet ve liyakatten önce servet ve sermayegelir. Ancak, servet ve sermaye sahipleri iktidara gelebilirler. Bunların dışındakiler, iktidara layık değillerdir. Busebepten dolayı, halktan birinin kendilerinin başına kumandan olarak seçilmesine itiraz ettiler.
Talut’un ordu hazırlamak için adam toplamakta sıkıntı çektiği rivayet edilmektedir. Bu durumu ortadan kaldırmak veorduya katılıma teşvik için taahhütlerde bulunur. Kendisiyle savaşa katılacak ve Calut’u öldürecek kişiye malınınyarısını vereceğini ayrıca, kızını da onunla evlendireceğini bildirir. Bu gelişmeler yaşanırken henüz DavudAleyhisselam orduya katılmış değildir. O, hala hayvanlarıyla meşgul olmakta ve başlarında durmaktadır. Hayvanlarınıgüttüğü sırada, "Ey Davud! Calut’u sen öldüreceksin, haydi sürünü Rabb’ine emanet et ve kardeşlerine katıl!"(Harman, s. 21) mealinde bir ses duyduğu rivayet edilmektedir. Bu olayı müteakiben önce babasının yanına gidip izinisteyen Davud Aleyhisselam, Calut’a karşı hazırlanan Talut’un kumandasındaki orduya katılır. Çeşitli sebeplerdendolayı, İsrailoğullarının önemli bir kısmı hazırlanan orduya katılmazlar veya sonradan ayrılırlar. Düşmanordusuyla karşılaşmak maksadıyla nehrin karşı tarafına geçtikten sonra da, "… Bugün bizim Calut’a veaskerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler…" (Bakara; 249). Böyle düşünenlerin de ayrılmasındansonra, çok az sayıda kalan birlik, düşmanla savaşa tutuştu. Kendilerini muzaffer eylemesi için Cenab-ı Hakk’a duaettiler.
Ka’b ibn Mâlik’ten nakille, bir hadis-i şerifte dua için, Davud Aleyhisselam’a şu şekilde vahyedildiğibildirilmektedir: "Herhangi bir kulum, yaratıklarıma değil de bana sırtını dayarsa, bunu onun samimi niyetinden deanlarsam, gökler içindekilerle beraber ona tuzak kursalar, ben, bu tuzaktan kurtulması için ona mutlaka bir çıkış kapısıaçarım. Her hangi bir kulum da beni bırakıp bir yaratığa sırtını dayarsa ve ben bunu niyetinden de anlarsam, mutlakaönündeki bütün yükseliş sebeplerini keser ve çöküş yollarını kolaylaştırırım. Herhangi bir kul bana itaatederse, o daha istemeden ben mutlaka kendisine veririm. Benden bağışlanmasını dilemeden onu affederim." (Câmi’ü’s-sağîr,2. C., s. 109)
Görünürde kendilerinden çok daha üstün olan bir orduyla savaşa girmişlerdi ama, arkalarında Cenab-ı Hakk’ın desteğininolması yeterliydi. Calut’un ordusunu perişan ettikleri gibi, Davut Aleyhisselam da Calut’u öldürdü (Bakara; 251). Buhadise ile Hazreti Davud’un, İsrailoğulları ile arasındaki bağ güçlendi. Sözünü tutan ve taahhüdünü yerinegetiren Talut, kızını Hazreti Davud’a (as) verdi. Daha öncesinden, Calut’u öldürene kızını vereceğini ve onunlaevlendireceğini vaat etmişti. Talut ölünce de onun yerine geçerek, hükümdar oldu. Bir süre sonra da peygamber olarakvazifelendirildi (Nisâ; 163).
Davud Aleyhisselam, böylece hem peygamber hem de hükümdar idi. Halkın durumunu ve devletin icraatını öğrenmek maksadıyla,direk kendisi bilgi alma yoluna gitti. Kıyafet değiştirerek halkın arasına katılmak suretiyle doğru bilgiyi kaynağındanaldı. Halkın düşüncelerini bizzat duyarak ve görerek öğrendi. Tebdil-i kıyafet edip halkın arasına karıştığıbir sırada, insan suretine girmiş bir melek yanına yaklaşarak; Davut’un (as) yönetiminin iyi olduğunu, halkınkendisinden memnun olduğunu ancak, ailesinin geçimini devletin hazinesinden karşıladığını söyledi. Bu sözler fazlasıylakendisini etkiledi ve Allah’a yalvararak, geçimini sağlayacak bir mesleğin, işin kendisine ihsan edilmesini diledi. Duasıkabul edilerek, zırh yapma sanatı kendisine ihsan edildi. Aynı zamanda zırh yapıp giyen ilk kişi de o oldu. Onun budurumuna işaret eden Peygamber Efendimiz (sav); "İnsanın yediğinin en güzeli, kendi kazandığıdır. Allah’ınnebisi Davud kendi elinin emeğinden başkasını yemezdi" diye buyurmuştur. (Harman, s. 22)
Davudî Ses
Davud Aleyhisselam’ın çok güzel sesi vardı. Büyük bir lütuf olan güzel sesiyle ilahiler söyler ve Allah’ı tespihederek dinleyen kalpleri vecde getirirdi. Kendisine indirilmiş bulunan ve dört büyük kitaptan birisi olan Zebur’u çok güzelve seri okurdu. Gür ve güzel sesiyle Mukaddes Kitabı okumaya başladığında sadece insanlar değil, hayvanlar dadinlemeye gelirlerdi. Kurtlar ve kuşlar onu dinler, sesinden dağlar yankılanırdı. Bu sebepten dolayıdır ki, halk arasındagür ve güzel sesler için "Davudi ses" tabiri kullanılmıştır. Aynı zamanda Divan edebiyatında da gür ses içinbu tabir kullanılmıştır. Mübarek sesiyle mest olan hayvanlar emrine amade olur; kuşlar adeta havada hapsedilmiş halde,toplu olarak her biri Peygambere yönelirlerdi. Kendisine itaat ettikleri gibi, ona tabi bir şekilde tesbih ederlerdi (İbnKesîr, s. 6858). Kur’an-ı Kerim’de bu konuya şöyle temas edilmektedir:
"Doğrusu biz akşam sabah onunla (Davud Aleyhisselam) beraber tesbih eden dağları, toplu halde kuşları onun emrialtına vermiştik. Hepsi O’na yönelmiştir." (Sâd; 18-19) Bir sonraki ayet-i kerimede de; "Onun hükümranlığınıkuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik" denilmektedir. Diğer bir ayet-i kerimede ise"Andolsun, Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin, dedik. Onademiri yumuşattık." (Sebe’; 10) denilmektedir.
Birincisinde, sabah-akşam dağlar ve kuşların Peygamberin (as) ibadetine eşlik ettikleri, ikincisinde mülkününkuvvetlendirilmesinden söz edilmektedir. Ayet-i kerimede "hepsi ona yönelmiştir" ifadeleri, dağlarla kuşlarınhep birlikte zikirlerini Davud Aleyhisselam’ın başkanlığında, ahenkle tesbih ettiklerine işaret edilmektedir. DavudAleyhisselam, Cenab-ı Hakk’a dönüp "evvab" deyip yönelirken, kendisine tabi olan ve bağlanan dağlarla kuşlarda "evvab" deyip yöneliş ve bağlılığı bildirmişlerdir. (Yazır, s. 465)
Ayet-i kerimede geçen, "dağlar ve kuşların onunla beraber tesbih etmesi ve Cenab-ı Hakk’ın onları bu yöndebuyruk altına alması"ndan Davud Aleyhisselam’ın sesinin hoşluğundan olduğu belirtilmektedir. Zebur’u okumaya başladığızaman kuşlar havada durup ona cevap verirlerdi (İbn Kesir, 10. C., s. 5356). Mübarek kitabı tatlı tatlı okurken yükselennağmeler ve yanık sesinin etkisiyle o an içinde bulundukları bütün durumlarından ve vaziyetlerinden sıyrılan dağlar,taşlar, uçan veya belli bir yerde duran kuşlar bu tatlı duaya koşarak iştirak ediyorlardı (İbn Kesir, 11. C. s.6130). Bu durum her seferinde tekrarlanırdı. Zebur’un her okunuşunda Peygamberin (as) etrafına toplanan hayvanlar onunemrinden çıkmaz ve tesbihlerine birlikte devam ederlerdi (Mehmet Vehbi, 11. C., s. 4490).
Bediüzzaman; "Doğrusu, biz akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, toplu halde kuşları onun emri altınavermiştik" (Sad; 18); "Andolsun, Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey dağlar ve kuşlar! Onunlaberaber tesbih edin, dedik. Ona demiri yumuşattık" (Sebe; 10), "… bize kuşların dili öğretildi.."(Neml; 27) mealindeki ayetleri tefsir ederek (Sözler, s. 235-236) Cenab-ı Hakk’ın, Davud Aleyhisselam’ın tesbihatına büyükbir kuvvet, yüksek bir ses ve hoş bir eda vermesiyle dağları vecde getirdiğini belirtir.
Dağların fonograf ve bir insan gibi, serzakirin etrafında halka tutarak, bir daire gibi tesbihat yaptıkları ve bunun mümkünolup olamayacağı sorusuna Bediüzzaman, “evet” cevabını vermekte ve dağların tesbihatlarına da açıklıkgetirmektedir. Burada ilk akla gelen dağlardaki yankıdır. Dağa karşı durup "Elhamdulillah" denildiğinde aynışekilde karşılık alındığı bilinmektedir. Dağlardaki bu akis olayı da Allah’ın dağlara vermiş bulunduğu birihsanıdır. Cenab-ı Hakk, Davud Aleyhisselam’a peygamberliği ile birlikte yeryüzünün halifeliğinin müstesna birtarzda verildiğini, geniş ve muazzam bir saltanata layık mucize bahşedildiğini hatırlatmaktadır. (Nursi, Sözler, s.235-236).
Cenab-ı Hakk’ın kainatın küçük bir numunesi olarak et ve kemikten teşekkül ettirdiği insanın akıl sahibi olması,düşünebilmesi, konuşması gibi özelliklere sahip olması gayet normal ve tabii karşılanmaktadır. Aynı şekildeCenab-ı Hakk’ın yarattığı dağları ve taşları konuşturması, kuşların kendine özgü bir tarzda tesbih etmeleri akıldanuzak değildir. Et ve kemikten oluşan insanın konuşması mümkün olduğu gibi dağın ve taşın konuşturulması da mümkündür.Nitekim, günümüzde sadece canlılar konuşmamakta aynı zamanda cansızlar da konuşturulmaktadır. Televizyon ve radyogibi.
Mucizeleri ve İbadeti
Davud Aleyhisselam’ın belki de en büyük mucizesi demiri, her hangi bir ısıtma faaliyetine girmeden hamur gibi yumuşatıp,istediği şekli vermesidir. Bu mucize, peygamberliğinin bir delili olmakla beraber insanlık tarihinde çok ayrı bir önemesahiptir. Çünkü, demirin işlenmeye başlaması, büyük bir ilerlemenin temelini teşkil etmiştir. BediüzzamanHazretleri, mucizeler için şu tespitte bulunur:
"… gerek enbiyanın kıssa ve hikayeleri, gerek mucizeleri hakkında Kur’an-ı Kerim’in işaratından fehmettiğime göre,mu’cizât-ı enbiyadan iki gaye ve hikmet takip edilmiştir. Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lazım olan örnekleri nev-i beşere göstererek, o mucizelerin benzerlerini meydanagetirmek için nev-i beşeri teşvik ve teşci etmektir" (Nursi, İşaratü’l-İ’caz, s. 256). Kur’an-ı Kerim, bunakillerle ilerlemenin esasları ve temellerine parmak basmak suretiyle insanları bu yönde çalışmaya sevk eder.Mucizeler örneklerdir. Çalışmalarınız ve ilmi çabalarınızla bunların emsalini yapacaksınız diye ihtar eder.
Geçmiş, geleceğin aynası hükmündedir. Gelecekte vücuda getirilecek icatlar, geçmişle direk irtibatlı olup, kurulmuşbulunan temeller üzerine bina edilmektedir. Günümüzde sağlanan ilerlemenin temelini, dinlerden alınan işaretler,mucizelerden hasıl olan ilhamlar teşkil eder. İlk saat ve gemi mucize eliyle insanlığa hediye edildiği gibi, terakkininbelkemiğini teşkil eden; "Bütün san’atların medarı olan demirin yumuşatılıp kullanılması” da “Ve demiride onun için yumuşattık, (Sebe’; 10)” ayetiyle işaret edilen Hazret-i Davud’un mucizesine mazhardır" (age, s.256).
Davud Aleyhisselam, her işini düzenli bir şekilde tanzim ettiği gibi, zamanını da tanzim ederek, gördüğü işlere göredörde ayırırdı. İbadet etmek ve zikir yapmak maksadıyla bir gününü buna ayırır ve çok zaruri bir durum olmadığısürece başka işlerle meşgul olmazdı. Bilindiği gibi, insanlar arasında Cenab-ı Hakk’a en fazla ibadet edenlerin başındapeygamberler gelir. Davud Aleyhisselam da bu ulvi vazifesini asla ihmal etmezdi. Ayet-i Kerime’de; "… Davud’u, okuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi" (Sâd; 17) ayetiyle Davud Aleyhisselam’ın ibadet konusundakihassasiyetine işaret edilmektedir. İbn Abbas, kuşluk namazının bu ayete göre kılındığını nakletmiştir. PeygamberEfendimiz (asm) de ibadeti konusunda şöyle buyurmuştur:
"Allah’ın en çok sevdiği oruç, Davud’un (as) orucudur ki, o, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Allah’ın ençok sevdiği namaz da Davud’un (as) namazıdır ki, gecenin ilk yarısında uyur, üçte birini ibadetle geçirir, geriyekalan altıda birinde de yine uyurdu" (Camiü’s-sağir, 1/85).
Bir gününü, insanlar arasında cereyan eden hukuki meseleleri görüşüp neticelendirmeye ayırırdı. Hem davacı hem dedavalıları dinleyerek hüküm verir ve taraflar memnuniyet içinde ayrılırlardı. Yüce Peygamber; kızarken de severkende adaletten ayrılmaz, fakirden de zenginden de iktisatlı davranır, gizlide de açıkta da Allah’tan korkardı (Câmi’ü’s-sağîr,2/253). Bir gününü, peygamberliğin de icabı olan vaaz ve nasihatlere, İlahi emir ve yasakları bildirmeye ayırırdı.Bir günü de kendi özel işlerine ayırırdı.
Kızıldeniz’den Fırat’a kadar geniş bir alanda, hükümdarlık ve peygamberliği şahsında toplayan ender peygamberlerdenolan Davud Aleyhisselam, Cenab-ı Hakk’ın çok büyük nimet ve ihsanlarına mazhar oldu. En büyük ihsanlardan biri de SüleymanAleyhisselam’ı kendisine evlat olarak verilmesidir. Bilindiği gibi Süleyman Aleyhisselam ismi Kur’an-ı Kerim’dezikredilen büyük peygamberlerdendir. Süleyman Aleyhisselam ile babasının bir dava vesilesiyle farklı hükümlerverdikleri Kur’an-ı Kerim’de (Enbiya; 78-82) açıklanmaktadır. Dava konusu olay ve iki farklı hüküm şu şekilde aktarılmaktadır:
Başı boş kalan bir koyun sürüsü geceleyin bir ekine girerek zarar verirler. Bunun üzerine ekin sahibi şikayettebulunur. Zararının telafisini talep eder. Zararın boyutu ve tahribatın bedeli sürünün bedeline denk gelecek kadar büyüktür.Bu sebeple Davud Aleyhisselam sürünün arazi sahibine zararının karşılığı olarak verilmesine hükmeder. Ancak, olaySüleyman Aleyhisselam’a aktarılınca farklı bir hüküm verir. Ona göre tarla, sürü sahibine verilecek ve sürü sahibitarlayı ekip eski haline getirinceye kadar bakacak. Yani zarar verilmeden önceki haline getirecek. Hayvanlar ise tarlasahibine verilecek ve tarlası eski haline getirilinceye kadar geçen zaman zarfında hayvanlardan istifade edecek, onlarınsütünden ve yününden faydalanacak. Oğlunun içtihadını beğenen Davud Aleyhisselam kendi görüşünden vazgeçerek oğlununiçtihadıyla hükmeder.
Diğer büyük kitaplarda olduğu gibi, Hz. Davud’a indirilen Zebur’da da Peygamberimize (asm) işaret edip müjdeleyen bölümlermevcuttur. Yetmiş İkinci Babında yer alan şu ayet dikkate şayandır: "Bahirden bahre mâlik ve nehirlerden, arzınmakta’ ve müntehâsına kadar mâlik ola… Ve kendisine Yemen ve Cezayir mülûkü hediyeler götüreler. Ve padişahlarona secde ve inkıyad edeler… Ve her vakit ona salât ve her gün kendisine bereketle dua oluna. Ve envârı, Medine’den münevverola. Ve zikri, ebedü’l-âbâd devam ede. Onun ismi, şemsin vücudundan evvel mevcuttur; onun adı güneş durdukça münteşirola…" (Mektubat, s. 169; Kitab-ı Mukaddes, Türkçe tercümesi, Bab; 72, Mezmurlar, s. 581-582).
Rivayetlere göre Davud Aleyhisselam kırk yıl hükümdarlığını mükemmel bir şekilde ifa etti ve vazifesini tamamlamışbir şekilde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Vefat ettiği zaman arkasında, ihsan-ı İlahi ile kendisi gibi hükümdarlıkve peygamberliğe aday olan Süleyman’ı (as) bıraktı.
Kaynakça:
Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, TDV. Yay., Ankara 1993.
İbn Kesîr; Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsiri, Çağrı Yay., İstanbul 1991.
Câmiü’s-sağîr Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Yeni Asya Neşriyat, 3 Cilt, İstanbul 1996.
Harman, Ömer Faruk, "Dâvûd", TDVİA, 9. C., İstanbul 1994.
Nursî, Bediüzzaman Said, İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Neş., İstanbul 1997.
—————————–; Sözler, Yeni Asya Neş., İstanbul 1998.
Seyyid Kutub, Abdülhamid Cude’s-Sehhâr, Davud Peygamber, Çev. Mustafa Runyun, Kader Yay., 3. Baskı, İstanbul 1966.
Mehmet Vehbi, Hülasatü’l Beyan Fi Tefsirü’l-Kur’an, İstanbul 1968.
Editör
Yazıyı okumak için tıklayınız...Süleyman Uludağ
Yazıyı okumak için tıklayınız...Osman Gökmen
Yazıyı okumak için tıklayınız...Hüsrev Hatemi
Yazıyı okumak için tıklayınız...Sabahaddin Yaşar
Yazıyı okumak için tıklayınız...Hüdaverdi Adam
Yazıyı okumak için tıklayınız...Mahmut Kaplan
Yazıyı okumak için tıklayınız...Can Ceylân
Yazıyı okumak için tıklayınız...Ayhan Songar
*" href="http://www.koprudergisi.com.tr/?dergi=79&yazi=turk-muzigi-ile-bati-muziginin-ses-sistemlerinin-informatif-deger-bakimindan-karsilastirilmasi" class="more">Yazıyı okumak için tıklayınız...Mehmet Güntekin
Yazıyı okumak için tıklayınız...Cinuçen Tanrıkorur
Yazıyı okumak için tıklayınız...Mustafa Sabri Efendi **
Yazıyı okumak için tıklayınız...Bediüzzaman Said Nursi
Yazıyı okumak için tıklayınız...Abdülhalim Yener
Yazıyı okumak için tıklayınız...