Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • Eski Yunan Medeniyeti, Doğu ve Batı

    Nazmi Eroğlu

    Araştırmacı-Yazar

    Giriş

    Ege bölgesinde oluşup, zamanla klasik çağına ulaşan ve bugüne kadar başkamedeniyetlerin içinde etkisini sürdüren Eski Yunan medeniyeti üzerinde birçokçalışma yapılmıştır. Böylece, milattan önce yaşamış diğermedeniyetlerden daha ziyade zengin bir bilgi birikimi ortaya çıkmış ve busayede bir hayranlık halesi oluşmuştur.

    Yeni ve daha sonra yakın çağlardan itibaren, iki dönem halinde teşekküleden ve günümüze kadar gelerek bugünkü halini alan çağdaş Batımedeniyetinin temel kaynaklarından biri olması hasebiyle, Eski Yunanmedeniyeti sürekli minnet ve şükranla hatırlanmaktadır. Kendilerini Batılılaşmaçizgisinde gören Avrupa dışı ülkelerde de, ayrı bir kültür ve medeniyetikliminden gelmelerine rağmen böyle bir hayranlık oluşmaktadır.

    Tarih öncesi devirlerden bu yana, insanoğlunun gösterdiği her başarı ve bıraktığımiras karşısında hayranlık duymak insan fıtratına uygun bir davranışolsa da, bunun, tabulaştırılan başka bir medeniyete teslimiyet anlamı taşımasıdoğru olmasa gerek. Bir dönem Türkiye’de, tasarlanan toplum yapısı ve dahilolunmak istenen Batı medeniyetine entegrasyonu gerçekleştirmek için, EskiYunan medeniyetinin ilham kaynağı olarak seçildiği görülmüştür.

    Bu, en çarpıcı biçimde düşünce ve edebiyat alanında kendini göstermiştir.Ancak, Türklerin (Müslümanların) kurduğu medeniyet özgün bir tarzdaeserlerini vermeyi başarmış bir medeniyet olduğundan dolayı, böyle bir rabıtanınyanlış olacağı açıktı. Merhum Cemil Meriç, bir dönem Eski Yunan’a ilgiduyan bazı yazarlardan bahsetmektedir. Ancak bu yazarlar, bir süre sonra, Türktoplumu ve kültürü açısından Yunanperestliğin doğru olmadığını anlamışlardır.Ona göre, "Bâkî’leri, Galib’leri, Hamid’leri yetiştiren bir şiiri Yunân-ıkadîme bağlamak, ummânı ırmağa bağlamaktır." Meriç, Yunanperestiğiömür boyu bir havâri sadakatiyle benimseyen Salih Zeki’nin, mevcut kötüdurumdan "muhteşem bir dünyaya kaçış" ihtiyacıyla bu yola girdiğinibelirtir. Ve bu tür arayışları irfanımızın "terk-i tâbiiyet"iolarak görür.1

    Ayrıca, Doğu kültürüne düşman bir kısım Türk aydınlarının Zerdüşt’egösterdikleri ilginin de Batı’ya olan sadakatlerinden kaynaklandığınıbelirtir. Ona göre bunun "tek amacı vardır: İslamiyet’iunutturmak." Zaten meftunu oldukları bu Zerdüşt, "Avrupalı birZerdüşt’tür."2

    Buna benzer genel bir tahlil de ünlü mütefekkir Seyyid Hüseyin Nasr tarafındanyapılmaktadır: Batıya meftun olan üniversitelerin ortak paydasında, İslâm’lailgili hususlarda bir aşağılık duygusu görülürken, Batılı olan her şeyekarşı hüsnükabul görülmektedir. O, bu tarz yaklaşımları İslâm dünyasınısaran en önemli hastalık olarak görmektedir.3

    Bu hastalığın meydana gelmesinde Batı Avrupa merkezli oluşturulan düşünceatmosferinin etkisi inkar edilemez. Zira, "binlerce yıllık büyüktarihler ve yüce uzak kültürler bu kutbun etrafında alçakgönüllülükle dönmeyezorlanıyorlar." Güneş ve gezegenler sistemi gibi kendini gösteren butarihî sistemin tabiî merkezi, Batı medeniyeti olarak lanse ediliyor. Böylece,"tarihin bütün olayları gerçek ışığı ondan alırlar, önemlerionun açısından bir perspektif içinde tayin edilir" şeklindeki birzihniyet, "kaziye-i muhkeme" haline dönüşüyor.4

    Esasında, Batı medeniyetini ve kaynaklarını ulaşılması gereken bir idealolarak benimseyen bir kısım etkili Türk aydınları ve elitlerinin önemlibir bölümü, XIX. yüzyılın ortalarından itibaren bu medeniyetin meftunuolmuşlardı. Bundan dolayı Cumhuriyet’e kadar geçen süre içinde aydınlararasında önemli sapmalar meydana gelmişti. Said Nursi, insanları şartlandıranbu çarpık gelişmenin tehlikelerine işaret etmiş ve önce yaşanan probleminşeklini ortaya koymuştur. Ona göre, "Şu zamanın medenî engizisyonu müthişbir vesileyle, bazı ezhanı [zihinleri] telkih ile [aşılayarak], bir kısımnâmeşru evlâdını vücuda getirip, İslâmiyet’e karşı kinini ve hiss-iintikamını icra eder. Diyanetsizliğe veya laubaliliğe veya Hıristiyanlığatemayüle veya İslâmiyet’ten şüpheyle soğutmaya bir kapı açmakister." Nursi, mutaassıpları eleştiren birçok Batı hayranınınsaplantı içinde olduklarını ve eleştirdikleri kesimlerden kat kat mutaassıpbir halet-i ruhiye içinde hareket ettiklerini söyler. Öyle ki, yüzyıllarboyunca meydana gelen birikimlerin meyvelerini, ülkede görülenolumsuzluklarla demagoji yoluyla kıyaslamaktadırlar. Halbuki, "Hıristiyanlığınmalı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyet’in düşmanı olan tedenniyi[gerilemeyi] ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir." Buanlayışın meydana gelmesinde en büyük sebep, Batı’ya karşı aşırı birsevgi ve milletine karşı derin bir nefret hissinin kuvvet bulmasıdır. Böylebir ortamda sağlıklı düşünülemeyeceği açıktır. Halbuki, milletine karşıhamiyetli olmanın şartı saygı, sevgi ve merhametten geçer. Nefretin oluştuğubir ortamda hamiyet iddiasında bulunmak yalancılık ve sahtekârlıktır.5

    Yüzyılın başında yapılan bu değerlendirmelerin, yüzyılın son çeyreğindede geçerliliğini koruduğu, Batı üniversitelerini bilen ve toplum yapısınıtetkik eden Nasr tarafından ortaya konulmaktadır. Ona göre, Doğu’da ve Batı’daetkisini sürdüren modern medeniyet, fiillerini kritik edecek, hatalarını eleştirecek"nesnel ölçülere" sahip değildir. Hatta, "gelmiş geçmişmedeniyetlerin en az eleştiri yanlısı ve gerçek bir gözlem duygusundan enuzakta kalanı olmasına rağmen, eleştirici bir zihin ve nesnel eleştiri gücügeliştirmiş olmakla övünmektedir."6

    Modern Batı dünyasının tefekküründe bu tarz arızalar olmasına rağmen,Doğu dünyasındaki -resmi desteği arkasına alarak- etkili olan aydınlargrubunun bunları ayıklayamaması veya böyle bir gayretin içinde olmayışıbilinen bir gerçektir. Bunun yanında, Türkiye gibi doğrudan doğruya müstemlekeolmayan bir ülkede bile, 1950’lerde başlayıp 1980’lerden sonra hızlı bir şekildegelişme istidadı gösteren yabancı dille eğitime karşı artan ilgi, kültürelaçıdan teslimiyeti akla getirmektedir. Bunun temelleri, yakın tarihlerdenitibaren bahsi geçen tutumlarla atılmış olduğuna şüphe yoktur. Böylece,Türk milleti tarihine ve kültürüne yabancılaştırılmaya çalışılmıştır.Artık Türk ebeveynleri, çocuklarının istikbalini yabancı dille eğitimyapan okullarda görmeye başlamışlardır. Bu, Türk topraklarında gelişen kültürve medeniyetten kaçışın en büyük ikinci hamlesi olarak görülebilir(birincisi, yakın tarihimizde gerçekleştirilen kültür devrimi). Tanınmışalim Oktay Sinanoğlu’nun feryadı boşuna değildir: "Bunların derdi Batınınderdiyle ortaktır: Yalnız bu illerden değil, dünyadan Türk ve Müslümankimliğini, varlığını silmek."7

    İmdi, Avrupa medeniyetinin temellerini oluşturan Eski Yunan kültürü vemedeniyeti, günümüzün insanı açısından, özellikle Müslüman birtoplumdan oluşan Türkiye için neyi ifade etmektedir? Bu sualin üzerinde düşünmekaydınların görevi olmalıydı. Fakat, yeterince düşünülmediğinitekrarlamak gerekir. Zira, Türkiye’de, Batılılaşma anlayışının tırmanışageçtiği zamanlarda, bu kadim medeniyete karşı artan hayranlık bir nevidogma haline gelmişti. Halbuki, bu eski kültürden bile müspet bir şeyleralmak mümkünken, meselenin özenti ve taklit şeklinde geliştiği görülmüştür.Öyle ki, bazı sanat eserlerinin Eski Yunan mabetlerini akla getirdiğibilinmektedir; hatta, bir çok anıttaki kabartmalar bu hayranlığı göstermektedir.Yani belli bir dönemde, Türklerin zaferlerini anlatmak için doğal olarak Türk-İslâmmotifleri kullanılması gerekirken, tam aksine, Milli Mücadele gibi önemlibir gelişmeyi dahi gelecek nesillere anlatmak üzere kurulan bazı müzelere veanıtlara bakılınca, Eski Yunan mabetleri ve kabartmaları akla gelmektedir.8

    A- Ege ve Yunan Medeniyetinin Ortaya Çıkışı ve Yayıldığı Alanlar

    1) Coğrafi şartların etkisi: Yunan medeniyetinin doğduğu topraklara, nüfusartışı, kuraklık, güvenlik gibi sebeplerden dolayı başka bölgelerden MÖ.3000 tarihlerinden itibaren kitleler halinde göçler olmuştur. Bu sayede birçok yerde farklı kültürler ve yapılar oluşmuştur. Ancak, "genel uyanışa"öncülük eden "Yunanlılar", Batı Anadolu kıyılarına yerleşmişolan topluluklardı. Bu uyanışın belki de en önemli sebebi, birçokmedeniyete beşiklik eden bir bölgede yaşayan ve kültürel olarak daha ilerdeolan halkların, yeni gelen toplulukların hareketlendirmesi sonucunda, farklıkültürel bir sentez imkânına kavuşmasıydı. Nitekim, MÖ. VI. yüzyılagelinceye kadar "Helen" dünyasının en faal ekonomik ve kültürelhayatı burada cereyan ediyordu. Ancak MÖ. V. yüzyıldadır ki, esasYunanistan’da yaşayan Yunanlılar üstünlüklerini tam olarak kabulettirebilmişlerdir.9

    Klasik Yunan medeniyetinin meydana geldiği coğrafya, diğer büyükmedeniyetleri doğuran coğrafyadan avantajsız görülmektedir. Dicle ile Fıratnehirlerinin arasında yer alan Mezopotamya, Nil nehrinin beslediği Mısır,Ganj ve İndus nehirlerinin çevresinde yer alan Hindistan ve nihayet Anadolugibi mümbit topraklar, "depolanabilir bir artı-ürüne" sahipolabilecek imkânlar bahşetmekteydi. Yunanistan’da yaşayan toplumlar buimkandan mahrum görülmektedir. Ancak, Yunanlıların denize girintili-çıkıntılıbir araziye sahip olmaları yanında, bir çok adaların serpilmiş vaziyettebulunduğu bir denize açılmaları, kendilerine denizcilikte gelişme imkânıveriyordu. Bu sayede, Anadolu, Ortadoğu ve Mısır vs. gibi medeniyetmerkezleri yanında Akdeniz’in orta ve batı bölgelerine de rahatlıkla ulaşabilmekteydiler.Denizde yakaladıkları üstünlük sayesinde Karadeniz’i de hinterlanda dahiletmekteydiler.10

    Diğer taraftan, küçük bir kara parçası olan Yunanistan’ın dağlık olmasısebebiyle çeşitli şekillerde bölünmesi, Yunan toplumlarının birbirlerinetam mânâsıyla üstünlük kurmasını engelliyordu. Bu durum muhtelif bölgelerdebulunan ve aynı dili konuşan Yunan toplumlarının siyasî yapısına etkietmiş, ancak şehir devletleri içinde kendilerini güvende hissetmişlerdir.Ve bu devletçiklerin dışa açılma ve genişleme imkanı deniz yoluyla daharahat gerçekleşmekteydi. Bu, ticaretin gelişmesi için büyük avantajlar sağlamaktaydı.Deniz yolundan elde edilen zenginlikler şehirlere yansımakta, bu da sosyokültürelaçıdan çok yönlü gelişmeye yol açmaktaydı.11 Diğer taraftan, buradaki nüfusartışları deniz yoluyla daha uygun yerlere nakledilmekteydi.12

    2) Klasik Yunan medeniyetinin oluşumuna katkıda bulunan arkaik dönem:Yunan diliyle konuşan halkların Ege kıyılarındaki yoğunluğunun bilinentarihi MÖ. 1000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bu tarihten MÖ. 3000 yıllarınakadar geriye gidildiğinde, Girit adası merkez olmak üzere bazı adalarıkapsayan, ayrıca, Peloponnesos, Attika, Tesalya ve çevresini içine alan"Tunç Çağı" medeniyetleri yaşamıştır.

    Anadolu ve Mısır’dan gelen göçmenlerin kurduğu Girit (Minos) medeniyeti (MÖ.2600-1150) diğer kültürlerden daha eskidir. Kyklad ve Miken kültürü Minoskültüründen etkilenerek kendi özgün yapısını ortaya çıkarmış veanakaraya yayılmıştır. Homeros’un anlattığı Troya Savaşı, Mikenai savaşçıaristokrasisinin kahramanlık çağını temsil ettiği tahmin edilmektedir.13Minos kültürü, yıkılmadan önce Yunanistan’a geçerek orada yavaş yavaşsoysuzlaşarak MÖ. 900’lara kadar hayatiyetini sürdürdü.14

    Eski Yunan medeniyetinin tarihi (Erken Arkaik dönem) MÖ. 1200-750 arasındagelişimini tamamlamıştır. MÖ. XII. Yüzyılda dalgalar halinde gelişenistila hareketleri, bölgenin kültürel yapısını etkilemiştir. Yunanca konuştuğubilinen Dorların kuzeyden Peloponnesos’a girmesi Miken uygarlığının yıkılışınasebep olmuştur (MÖ. 1100-900). Ancak bu hareketler sonucunda kültür birliğimeydana gelmiş ve Klasik Yunan sanatı kendini göstermiştir. Batı Anadolu’ya(İonya) da göç ve yerleşim söz konusu olmuştur. Bu dönemin sonunda AtinaYunan dünyasının kültürel merkezi ve Ege denizi de bir Yunan denizi halinegelmiştir. Daha sonraki yüzyıllarda dışa açılma faaliyetleriyle (Fenike,Kıbrıs, Suriye gibi bölgelere) Yunanistan’da bağımsız devletçikler güçlenmişve Yunan kültüründe zenginleşme meydana gelmiştir.15

    3) Dışa açılma veya sömürgeleştirme (kolonileştirme) siyaseti: EsasındaAntik Yunan tarihi ve kültürünün Atina tarihi ve kültürüyle paralel geliştiğibilinmektedir. Ayrıca, Tebai, Korint, İsparta gibi merkezlerin de katkısıylaortaya çıkan Helenik Çağ Yunanistanının, başka şehir devletlerini de içinealarak genişlediği görülmektedir.16

    MÖ. 750-500 tarihleri arasında yer alan dönemin başlıca özelliği, nüfusunartışı sonucunda yürütülen kolonileştirme politikalarıdır. Bupolitikaların ortaya çıkmasının temelinde beslenme sorunu bulunmaktadır.Denizci olan Yunan şehirleri yoğunlaşan nüfuslarını azaltmak için denizyoluyla rahatlıkla ulaşabilecekleri, irtibatlarını ve nüfuzlarınıkoruyabilecekleri uygun yerlerde koloniler kurmuşlardır. Akdeniz veKaradeniz’in sahil bölgelerinde bu şekilde tutunan Yunan kolonileri aynızamanda anayurda kültürel ve ekonomik olarak bağlılık duymakta idiler.Ticaretin ve denizciliğin gelişmesi sonucunda bu irtibat sürekli hale gelmişti.Böylece Yunanlıların geliştirdiği şehir düzeni birçok yerde neşvünemabulmuştu.17

    Eflatun, Yunanlıların uzak ülkelere göçmelerinin sebeplerini, bölgedekiarazilerin darlığında, sık sık meydana gelen iktidar ve parti mücadelelerindegörüyordu. İktidardan düşen ve tasfiye olan topluluklar bir önderin peşinde,daha iyi bir hayata kavuşmak için göç ediyorlardı. Kurdukları yeni şehirlerana şehirden bağımsız olmakla beraber, birçok yönden (kültürel hayat;dini inanış, takvim, hukuk, yönetim vs.) benzerlik göstermektedir. Bunun yanında,yeni kurulan şehre önderlik eden liderin vefatından sonra, şehrin meydanındagömülerek yarı tanrı olarak tazîm gördüğü bilinmektedir.18

    Kolonilerde yerlilerle Yunanlılar arasındaki gelişen ilişkiler, yerlilerinaleyhine sonuçlanmıştır. Zira, yerliler ya yeni yerleşimcilerin hizmetinesokulmuş, yani köleleştirilmiş, ya da asimilasyona tabi tutulmuştur.19 Diğertaraftan, güçlü bir teşkilata sahip olan ülkelerin sahillerinde kolonikurulması mümkün olmamıştır.20

    4) Yunan medeniyetinin klasik dönemi: Yunan kültürünün klasik çağı (MÖ.480-323) Perslerin İonya üzerine yürümesi ve burada meydana gelen ayaklanmayıbastırarak Batı Anadolu’ya hakim olmasıyla başlatılır. Pers saldırılarına(MÖ. 490-479) karşı Atina’nın önderliğinde birleşen Yunan dünyası,Perslerle uzun soluklu bir mücadeleyi sürdürmüştür. Atina’nın meydanagetirdiği bu birlik (Delos Birliği) zamanla Atina İmparatorluğuna dönüşmüştür.21

    Peloponnesos Savaşları sonunda (MÖ. 404) Atina gücünü kaybetmiş veSparta’nın etkisine girmiştir. Bu dönemden itibaren Makedonyalı Büyük İskender’inimparatorluğunun kuruluşuna kadar Yunan dünyası, tarihin en bölünmüş döneminiyaşamıştır.22

    Sparta’nın Atina’yı ele geçirmesinden sonra kurduğu oligarşik siyasî düzenzamanla yıkılmış ve demokrasi canlanmıştır. Ancak buna rağmen vatandaşlıkanlayışında gerileme meydana gelmiştir (IV. yüzyıl). Bu tarihlerde gerekSpartalıların oligarşik düzeni, gerek Atinalıların demokrasi anlayışışehir devletlerini ayakta tutacak bir gücü sağlayamamış, böylecesite-devleti çerçevesinde oluşan yönetim miadını tamamlamıştır.

    Toplumsal çürümeyi gören bazı filozoflar, bütün Yunanistan’ın birleşmesiniistemişler, bunu sağlayabilmek için de çeşitli düşünceler ileriye sürmüşlerdir:Yetiştirdiği insanlara yurttaştan önce insan olmanın gereklerini aşılayanSokrates’in ölüme mahkûm edilmesinden sonra Platon, ideal yönetim arayışınagirmiştir. Platon’un insanın idealar dünyasında ilerlemesi ve öğrencisiAristoteles’in dünyevî olgular alanında ilgisini yönlendirmesi birbirinitamamlayan düşünce akımları olarak ancak felsefe tarihinde yerini almıştır.Aristo’nun, hür ve esir, Yunanlı ile barbar diye iki ayrı halk tasavvuretmesi bazı düşünürler tarafından eleştirilmiştir. Kynik filozoflardanAntisthenes, aksi bir görüşü savunmuş ve bu kesimlerin eşitliği üzerindedurmuştur. Neticede Klasik Yunan kültürüyle yetişen İskender’in iktidaragelmesiyle bu çalkantılı dönem kapanmıştır.23

    Yunanlılar, iktisadî-siyasî etkilerini Makedonyalı bir kral olan İskender’inyönetimi altında İndüs’e kadar genişletmişler ve "Pers İmparatorluğu’nuişler durumda" devralmışlardır. Böylece, İskender’in oluşturduğusiyaset anlayışı sayesinde, Yunan kültürü Doğu kültürleriyle kaynaşmıştır.Daha sonra Romalılar, İtalya’yı Doğu çizgisinden ziyade Yunan medeniyetikliminde birleştirmişlerdir.24 Neticede, "Helenizm, İonya’da doğmuşve İskenderiye, Antakya kıyıları ve Bizans’ta ölmüştür"25 şeklindekibir hüküm, bir dönüşümü çağrıştırdığı oranda, tarihi bir hakikatide ortaya koymaktadır.

    B- Eski Yunan Medeniyetinin Temel Özellikleri

    1) Eski Yunan mirası ve Batı medeniyeti: Eldeki verilere göre, Eski Çağ’dayaşayan toplumlardan günümüze en kapsamlı kültürel miras bırakan Yunantoplumu olduğu bilinmektedir. Bu dönemde yaşamış başka bir toplum, hayatınçeşitli alanlarında bu derece ayrıntılı belgeler ve bilgiler bırakmadığınadair yaygın bir kanaat vardır. Bu kültürel mirasın en önemli unsurları,sanat, edebiyat ve felsefe alanında kendini gösterir. Ancak bu mirasın en önemliözelliği, siyasî hayattaki çeşitlilik yanında, düşünce alanındakitahkik etme tutkusudur.26 Bu idealinden dolayıdır ki, Eski Yunan toplumundafelsefe-bilim ortaya çıkmıştır.27 Ancak bu birikimlerin ve verilerin ortayaçıkmasında, Yunan kültürüne karşı hem Batı’da, hem de Doğu’da (İslâmdünyası) erken dönemlerden itibaren gösterilen ilginin büyük oranda etkisiolduğu düşünülebilir. Eğer İslam medeniyetinin bilgiye ve ilme susamışanlayışı olmasa idi, belki de elde bu kadar malzeme olamazdı. Zira, İslam dünyasındadaha erken dönemden itibaren yapılan çalışmalarla, hem Eski Çağ’ınbirikimleri korunmuş, hem de yorumlanarak daha ileri bir düzeyde neticeler çıkarılmıştır.Batı’da meydana gelen değişimlerle birlikte, hem bu neticelerden istifadeedilmiş, hem de Antik Yunan kültürünün bir çok ürünlerine dikkat çekilmiştir.Ancak, Delmas’ın da üzerinde durduğu "yerleşmiş bir kanıya göre,"Batı medeniyetinin esasını oluşturan unsurlar, Eski Yunan’ın bir noktadansonra halefi konumunda olan Romalılardan (ve dinî açıdan da Yahudilerden)miras kalmıştır.28

    Diğer taraftan, Grek Medeniyeti’nin birden bire mucizevî bir şekilde ortayaçıktığını söylemek zordur. Bu medeniyeti meydana getiren unsurlar, zatenbinlerce yıldan beri Mısır ve Mezopotamya’da bulunmaktaydı ve oradan da komşuülkelere yayılmıştı. Fakat belirli öğeler Greklerin devreye girmesinekadar eksik kaldı.29 Hasılı, Yunan filozoflarının kendi gözlemlerinden başkabeslendikleri kaynaklar da vardı. Astronomi, geometri ve aritmetikte Mısır veBabil’de temelleri atılan bilimin tevarüs edildiği bilinmektedir.30

    Eski Çağ’da gelişimini tamamlayan büyük medeniyetlerin ve kültürlerinunsurlarının, Klasik Yunan kültürü kanalıyla Batı’ya ve dolayısıyla Hıristiyanlığageçmesi bir devamlılığı göstermektedir. Babillilerin inandığı dişitanrıça Ishtar; Yunan toplumunda Artemis, Romalılarda Diana olarak adlandırılmıştır.Batı Anadolu’daki Grek şehirleri onun için tapınaklar kurmuşlardır.Russell’e göre, "Hıristiyanlık onu, Bakire Meryem biçimine dönüştürmüştür.’Tanrı anası’ unvanı ‘Anamız’ (Our Lady) sözcüğüne yüklenen anlamıyla,yasal biçime getiren bir Ephesos kuruludur (konseyidir)."31 Bu bakımdanAvrupa kültürü, kaynaklarını eski Doğu’da bulan; ticaret, sömürgecilikveya sosyokültürel ilişkilerle aktarılan birikimlerin karşılaşma ve kaynaşmanoktalarını oluşturmaktadır. Bunun yanında, Batı kültürünün Doğu kültüründenayrılan ilkeleri Yunanlılardan alınmıştır. Yani, politik düşünce,felsefe, sanat, edebiyat vs. gibi alanlarda hareket noktaları bu kültürünmirası olarak kabul edilmektedir.32

    Tarihi olaylardaki bağlantı ve benzerliklerin üzerinde durarak derinlemesineanalize tabi tutan Toynbee, Yunan kültürünün gelişimi ile modern Batıtarihi arasındaki benzerliklere şu şekilde temas etmektedir: "Şimdi degörüyorum ki, Klasik Yunan tarihiyle Modern Batı tarihi getirdikleri yaşantılaraçısından çağdaştırlar. İkisinin de akışında bir paralellik vardı.Karşılaştırmalı olarak incelenebilirlerdi. Çok geçmeden Yunan tarihiyleBatı tarihinin birçok başka örneği bulunan belli bir türün modeliolduklarını anladım." Ona göre, MÖ. V. yüzyılda büyük bir kardeşsavaşının etkisini içinde duyuyordu Tukydides. Ve bu neslin büyük savaşınıno zamanın dünyasında çığır açıcı bir niteliği olacağını önceden görmüştü.33Ayrıca, MÖ. 725-325 yılları arasındaki Grek tarihi "bir bütün olarak’ortaçağ’ Kuzey İtalya tarihi ya da modern Batı tarihi ile aynı tarz bir biçimlenişgösterir." Bu gelişmelerde, siyasî ve sosyal benzerliklerin ötesindebir devamlılığın neticeleri vardır. Zira, Batı toplumunun kökenleriniHelen tarihinin son evresine kadar geri götürmek mümkündür.34

    Klasik Yunan medeniyetiyle Batı medeniyetinin en önemli bağlantı noktası-bir anlamda- bu son evreye, yani Bizans’ın kuruluşuna dayandırılabilir."Antik devrin iki zıt kutbu" olan Greklik ve Romalılık, yani Romadevleti kurumları ile Grek kültür birikimi Bizans’ta bütünleşir. Ayrıca,bu eski iki zıt anlayışın da düşman olarak gördüğü Hıristiyanlıklabirleşme sağlanır. Bundan böyle "Hıristiyan Bizans ne putperest sanatındanne de putperest hikmetinden nefret eder." Böylece, Bizans kilisesi Antikfelsefenin düşünce formunu benimsemiş, bunun tasavvur ve düşüncelerini Hıristiyandoğma bilgisinin şekillenmesinde kullanmıştır.35

    İmdi, Batı medeniyetinin kökenlerinde, Hıristiyan kilisesi aracılığıylabağlanmış Greko-Romen (yani Helen) medeniyetinin yer aldığı hususunun altınıçizmek gerekir. Bu medeniyet yerine iki halef bırakmıştır: "Batıuygarlığı ile onun kardeşi ve çağdaşı Bizans uygarlığı". Bumedeniyetin selefi ise Ege (Minos, Helas, Miken) medeniyetidir. Batı toplumlarındayaşayan her insan tarihî geçmişini buralarda görmektedir ve "Grek ve Lâtinklasikleriyle eğitim görmemiş bile olsa Helen tarihini, kendininki dışındabütün başka uygarlık tarihlerinden iyi bilir."36

    Batı aydınlarının hayranı olduğu bu Eski Yunan dünyasının kültürelnoktadaki bütünleşmesi, politik olarak büyük ölçüde geçerli olmamıştır.Bu kültürel benzerlik bilinmesine rağmen, bazı maddi ve hatta nefsanîmenfaatler yüzünden savaşmaktan da geri durulmuyordu. Bu çatışmacı kültürünhakimiyeti sonucunda, medeniyet zarar görmeye başlamış, çözülme aşamasınagelindiğinde Helen dünyası Roma İmparatorluğu’nun içine girmiş ve böylecebu dağılma siyasî olarak durmuştur. Dolayısıyla toparlanarak evrensel birniteliğe kavuşacak gücü kendinde bulamayan Yunan medeniyeti, Roma’nın içinenüfuz ederek bu devletin yıkılışına kadar canlılığını devam ettirdiğive daha sonra dağıldığı söylenebilir.37

    Bütün bu gelişmeler yaşanırken "Hıristiyanlık hem Helen dünyasınınhem de barbar istilacılarının yeni dini oldu." Yani, Hıristiyankilisesi, Helen ve Bizans kültürüyle, Roma ve Akdeniz kültürünün taşıyıcısıoldu. Toynbee’ye göre, Batı ve Bizans uygarlıkları Hıristiyan olmakla Helenuygarlığından ayrılır. Diğer taraftan Helenizm kültürü, yer aldığıyeni dini atmosferin içinde uygun görüldüğü kadar yer alabildiğini söylemekmümkündür.38

    Ancak, zamanla başka şekle bürünse de,"Antik Çağ Yunan Kültürü bütünBatı kültürü içinde bir model oluşturur." Bugün de geçerliliğini sürdürdüğübilinen bir çok edebi tür o dönemde ortaya çıkmıştır. Batı felsefesinintemelleri de o dönemde atılmış ve edebiyat kuramı da bu felsefî çalışmalariçinde gelişmiştir. "Daha sonraki Batı kültürü, Eski Yunan kültürüylebir ‘asıl-kopya’ ilişkisi içindedir. Batı sanat ve felsefesi, iki bin yılboyunca, bu ‘asıl’dan fazla uzaklaştığını, ‘sahteleştiğini’ düşündüğündehep bir Altın Çağ olarak gördüğü Yunan kültürüne dönmüş, kendi ürünlerinieski modellere bakarak denetlemiştir."39

    Ancak Edgar Morin, Avrupa kültürünü ve medeniyetini meydana getiren, onubesleyen unsurların birbirleriyle gerçek anlamda uzlaşamadığı kanısındadır.Bu, esasında çelişik bir altyapının belki de mecburiyetten kaynaklanan uzlaşmasıdır.Ona göre, "Diyalojik ilke ya da çok mantıklılık ilkesi, iki veya dahaçok sayıda farklı ‘mantığın’ aynı birlik içinde karmaşık (tamamlayıcı,rekabet ya da aykırılık durumunda) bir biçimde birbirlerine bağlı olduklarıama, birlik içinde ikiliğin (dualite) yitirilmediği anlamına gelir. Nitekim,Avrupa kültürünün birliğini yaratan şey, Yahudi-Hıristiyan-Yunan-Romasentezi değildir, her biri kendi mantığına sahip olan bu kertelerin, yalnıztamamlayıcılık değil, bunun yanı sıra rekabet ve aykırılık ilişkileriiçinde bulunmalarıdır."40

    Nitekim başka bir medeniyet çizgisi içinde yetişmiş ve daha objektifbakabilme şansına sahip olan Nursi’nin yaptığı analiz düşündürücüdür.Ona göre, bir asıldan oluşan Roma ve Yunan’ın hayalî ve maddeperest ikidehası vardı. Birbiriyle barışık olamayan ve daima mücadeleyi esas alan buyapı, asırların geçmesine, gelişen medeniyete ve Hıristiyanlığın birleştirmegayretine rağmen su ve yağ gibi ayrı durmuşlardır. Bunun yanında, diri birşekilde bağımsızlığını korumuşlardır ve "adeta tenasuhla o ikiruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar…"41

    2) Sanat ve edebiyat: Yunan kültürünün klasik çağında, "insan veinsan davranışı" temel ilgi alanı haline gelmiştir. Bu bağlamda dinîanlayışta da bir değişim yaşanmış ve tanrı tasavvuru başka bir boyutkazanmıştır. Ayrıca, akılcılık ve ferdiyetçilik de önem kazanmıştır.Daha sonra gelen Avrupalı sanatçılara resim ve heykelcilik gibi alanlardakaynaklık eden birçok çalışmalar yapılmıştır.

    Edebiyat alanında çarpıcı gelişmeler sağlanmış, özellikle tragedya,komedya ve tarih yazıcılığı dalında önemli eserler vücuda getirilmiştir.42Bunun yanında, felsefî muhtevalı çalışmalar da dahil edildiğinde,edebiyatta önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Öğrencilerinin hitabetinigeliştirerek ve çeşitli bilgilerle donatarak -siyasette pratik başarı sağlamaküzere "para karşılığında"- yetiştirmeye çalışan Sofistlerinyanında, Sokrates gibi, insanları düşünmeye, gerçek değerlere yönlendirmeyeçalışan filozofların diyalogları ve faaliyetleri de edebiyat açısındanilgi çekicidir.43

    V. yüzyıldan önceki dönemde edebiyat henüz ritüelden ayrılmamıştır.Bunun temelinde, insanla doğa ve tanrılar arasında mitolojik olarak gelişenve henüz bozulmamış olan uyum anlayışı yatar. Klasik dönemin,Aiskhylos’un tragedyalarıyla başladığı kabul edilir. Tragedyaların yaygınlaşmasıinsanın ferdî ve bağımsız olarak hareket etmesi düşüncesine katkı sağlamıştır.Diğer taraftan, Roma dünyası içinde Yunan kültürünün etkisi, Stoacıfelsefeyle44 kendini gösterir. Daha sonraki bir aşamada Plotinos’la (MS.205-270) beraber Platonculuğun Hıristiyan mistisizmiyle kaynaşması sözkonusu olmuştur.45

    3) Eski Yunanda mitoloji ve dini inanışlar: Yunanlıların inançlarında çoktanrılı bir anlayış hakimdi. Bu tarzdaki inanışların ortaya çıkışında,kainatın bütünlük içinde kavranamamasının etkisi büyüktür. Vahyinbeslediği inancın tersi istikametinde gelişen bu inanç sistemleri, insanlarınkorkuları, endişeleri, tabiatla mücadeleleri, ümitleri vs. gibi hususlarınicbar etmesiyle şekillendiği görülür. Burada bütün politeist inanışlarınortak bir paydası görülmektedir. Bunun, insan zekası ve aklının olgunlaşmasıylada ilgili olduğunu söylemekte yarar vardır. Nitekim Hedonistlere göreilahlar, sadece süslenmiş, "mefkürevîleştirilmiş" insanlar olup,Yunan örf ve adetlerine göre hareket etmektedirler.46 Bu, çocukların tanrıtasavvurunu akla getirmektedir. Örneğin, yetişkinlerin düşünmediği birtarzda, olağanüstü bir insan şeklinde tanrı tasavvurları olabilmektedir.Yetişkinlerin inanç problemleri ve tanrı tasavvurlarının daha farklı birşekilde tezahür ettiği görülür.47

    Yunanistan’ın klasik döneminden önce oluşan ve şarap ve sarhoşluk (veyakendinden geçme) tanrısı sayılan Dionysos ya da Bakchos, toplumların inanışlarındaetkiliydi. Ayrıca bundan pek çok filozofun etkilendiği; hatta Hıristiyanilahiyatının biçimlenmesinde de bu inanışın payı olduğu düşünülmektedir.Bu inanışın bir tezahürü olan Bakchos töreniyle, tanrının, "kendinitanrıyla bir tutan tapınanın bedenine girmesi anlamındaki durumu çıkarmıştırortaya."48

    Öncelikle bir rahip ve filozof olan Orpheos’un (eğer yaşadıysa) öğretileriiyice yayılmıştır. Anadolu (daha çok Frigya), Trakya ve Yunanistandinlerinin bir karışımı olduğu anlaşılan bu inanış, MÖ. VII. yüzyıldanbaşlayarak Yunanistan’a yayılmış ve nihayet Atina’da benimsenmişse de hiçbiryerde resmi din olamamıştır. Bununla beraber birçok filozof ve şairin üzerindeetkili olmuştur.49 Bu öğretiyi benimseyenler, ölümden sonra ruhların başkabir bedende yaşadığına, ruhun dünyadaki yaşayışına göre azap veyamutluluk içinde olacağına inanırlardı.

    İnsan yeryüzü ve gökyüzüne bağlı olduğundan, törenler ve belirli buluşmalardankaçınarak ‘arı’ olmayı gaye edinmeliydi. İnsanın, arınmış (saflaşmış)bir hayatla, gökyüzüne bağlı olan yönü güçlenir, diğer yönü zayıflayaraksonunda kişi Zeus’tan gelen Bakchos’la kaynaşırdı. Bu inanışa göre törenlerinamacı insanı tanrılaştırmaktı.50 Ve bunun için çileli bir yoltutuluyordu. Şarap onlar için Hıristiyanlıkta olduğu gibi sadece birsimgeydi.51

    Diğer taraftan, Eski Yunan dinindeki çok tanrılı (polytheism) anlayışa göre,mabut olarak bilinen varlıkların ölümsüzlüğüne inanılırdı. Her ilahdeğişik bir tabiat gücünü temsil etmekteydi ve görevleri buna göre, adetabir işbölümü anlayışı içinde şekillenmişti. Zeus, havadan; Poseidon,denizlerden; Demeter, hasattan; Hera, evlilikten sorumluydu. Ancak,"Homeros destanlarıyla birlikte başlıca tanrıların Zeus’un egemenliğialtında Olympos Dağı’nda bir arada yaşadıkları inancı yaygınlaştı."Ayrıca, güçlü tasavvur edilen başka varlıklara da inanılmaktaydı. Hayvankurban etme, dua etme, yıkanma, yere içki dökme, toplu yürüyüş, koşu,yarışmalar, kehanet, tanrıyı rüyasında görmek için geceyi tapınakta geçirmevs. gibi tapınma şekilleri vardı.

    Yunanistan’a gelen halklar beraberlerinde, "Gök Tanrısı Zeus"laberaber başka inanışları da getirdikleri gibi, ayrıca, bu bölgede öncedenkalan kültürleri de benimsemişlerdir. Daha doğrusu Yunanlılar (ve dahasonra Romalılar), yayıldıkları bölgelerdeki tanrı inanışlarını kendi kültürlerinegöre yorumlayarak benimsemişlerdir. Minos kültüründe yer alan tanrıça,sonraki Yunan tanrıçalarına kaynaklık eder. Her dört yılda bir BatıPoleponnesos’ta Zeus adına bir şenlik ve olimpiyat oyunları düzenlenirdi.52

    Eski Yunan kaynaklarda kainatın yaradılışı, tanrılar arasındaki iktidar mücadelesi,kurban uygulaması vs. gibi konulardan bahsedilir. Dinî menkıbelerde, tanrılarındoğuşu, kainatın oluşumu, dünyanın yaratılışı, Zeus’un Olympos’taegemenlik kurmasıyla sonuçlanan mücadeleler anlatılır. Ayrıca, Zeus’untanrıçalar ve ölümlü kadınlarla yaşadığı aşk maceraları ve bununsonunda doğan yeni tanrılardan, kahramanlardan ve Zeus’un babasının (Kronos)iktidarına son vererek tanrıların başına geçmesinden bahsedilir.53

    4) Düşünce alanındaki gelişmeler: Eski Yunan toplumları yaşadıkları coğrafyanınimkanlarını değerlendirerek bir çok eski çağ toplumlarınınbirikimlerinden yararlanmayı bilmişlerdir. Eski Yunan felsefesinin, kainatıakla dayanan yöntemlerle araştırma gayretleriyle, diğer toplumlarınfevkinde bir düşünme açılımı meydana getirdiğini bir çok felsefe tarihçisibelirtmektedir.54 Ayrıca, "Homerci şiirler" şimdiki biçimlerinialdığı çağda, yani MÖ. VI. yüzyılda, Grek bilim ve felsefesini başlatırlar.55Ancak bu kültür, mitolojik unsurları da içinde taşımıştır. Bununlaberaber, "İnsanı her şeyin ölçüsü kabul eden, onun yüce uğraşısınıda insanlığın incelenmesi biçiminde tanımlayan" bir kavrayış da sözkonusudur.

    Diğer taraftan, Eski Yunan düşüncesinde meydana gelen gelişmelere duygusalbir şekilde yaklaşılması, maddi temellerinden koparılarak bir mucize gibi görülmesineyol açmıştır.56 Halbuki, yeni çalışmalar ışığında bunun abartılıbir bakış açısı olduğu anlaşılmıştır. Sonuç olarak, diğer eski çağtoplumlarının birikimleri tevarüs edilerek yeni bir sentez ortaya konulduğuüzerinde durulmaktadır.57

    5) Ekonomik gelişmeler: Yunan yarımadasında yaşayan toplumların, arazi şartlarınınelverişsizliğine rağmen, önemli bir medeniyet kurabilmelerini temin edecekkadar "ürün fazlası" biriktirebilmeleri ilgi çekici bir olaydır.Yunanlılar, yaşadıkları toprakların iç bölgelerle ulaşımı sağlayacakırmaklardan yoksun olmasını kıyılarının elverişli şartlarıyla telafietmişlerdir. Bu yapı, onların ticarî alandaki gelişmesine katkı sağlamışve bu sayede bazı tarım ürünlerinin yetiştirilmesinde uzmanlaşmışlardır.Ayrıca, ihraç için endüstri malzemesi imalatına da girmişlerdir. Yabancıülkelerin gemicilik, bankacılık gibi hizmetlerini görerek karşılığındahammadde ve yiyecek almışlar, böylece ekonomilerine canlılık kazandırmışlardır.Bu faaliyetlerin sonucunda, Yunanlı tüccarlar kendilerini geliştirmişler veçağdaşları olan bir çok toplumun önüne geçmişlerdir. Bu bakımdan bazıyazarlar klasik çağındaki Yunanistan’ı "eski dünyanın fabrikası"olarak görmüşler ve XIX. yüzyılın Büyük Britanya’sına benzetmişlerdir.58

    Yunanistan’ın çağdaşı olan devletlerde üretimin ve servetin fazlası, hükümdarve çevresinde yer alan bürokrat ve rahiplerin elinde toplanmakta ve aralarındapay edilmekteydi. Yunanistan’da ise farklı bir sosyal yapı oluşmuştur.Sermayenin toprak sahipleri, imalatçılar, tüccarlar, bankacılar ve gemicilergibi geniş zümrelerin elinde toplanması, bu geniş kesimlerin kendi sahalarındauzmanlaşmasına sebep oluyordu. Bunun yanında, birçok kültürle temas imkanıbulan Yunanlılar yeni kazanımlar elde edebiliyorlardı.59

    MÖ. 725-625 tarihleri arasında birçok devletin çatısı altında yaşayanYunan toplumları, daha önce tarıma dayalı ekonomileriyle geçimlerini teminettikleri halde, nüfusun artışı sebebiyle bu durum ortadan kalkmaya başlamıştı.Ekonomik sıkıntılar meydana gelince Yunan devletleri farklı mücadele biçimlerigeliştirmişlerdir. Bazıları denizaşırı ülkelerde tarımsal araziler elegeçirip kolonileştirmişler ve anayurtta artan nüfusu buralara taşımışlardır.Bu şekilde genişleyen Yunan şehirleri, karakterlerini de korumuşlardır.Bunun yanında, Sparta gibi bazı güçlü devletler komşularının aleyhinde nüfuzlarınıve hakimiyet alanlarını genişletme yolunu seçmişlerdir.

    Atina, nüfus artışı sorununu önceleri bu tarz yollarla halletme yolunagitmemiş ve sosyal patlamaların baskısı altında kalmıştır. Bunu aşmak için,tarımsal alanda uzmanlaşmaya gidilmiş ve ihracat için mamul mallar üretmeninçareleri bulunmuştur.60 Bunun yanında, şarap yapımı ve zeytin üreticiliğiköleler vasıtasıyla daha avantajlı bir hale gelmişti. Tarım alanlarında köleemeğinin kullanılması ve nüfus artışı sebebiyle fakir düşen köylülerindaha elverişli bölgelere göç etmesi, geride kalanlar için daha rahat birortam meydana getirmişti.61 Yunanlılar, ürünlerini satmak ve hammadde bulmakgayesiyle -deniz yoluyla- geniş bir alanda faaliyetlerini sürdürebiliyorlardı.Zaten denizcilikte ileri bir seviyede olan Yunanlılar, daha sekizinci yüzyıldageliştirdikleri gemileri sayesinde bu başarıyı elde etmişler ve bu sayededenizcilik alanındaki bilgilerini sürekli artırmışlardır.62

    Sonuç olarak, Yunanistan’ın klasik çağında paranın daha fazla kullanılmasıyla,bankacılıkta ve ticarette gelişme sağlanmıştır. Fiyat sistemi sayesinde,mallarla, kullanılan madenler arasında böylece bir ilgi kurulmuş oldu. Ayrıca,ticaretin yanında endüstrinin de önemi arttı. Yunanlıların bu sayede,ihtiyaç duydukları yiyecek ve hammaddelerin karşılığında verecek bir şeyleriolmuş ve nüfuslarını beslemişlerdir. Örneğin, yünün hammadde halindenmamul hale getirilinceye kadar birçok safhasında uzmanlaşmışlardı. Diğertaraftan madencilikte de bu görülmekte idi ve madenin çıkarılmasında ve işletilmesindebinlerce köle (V. yüzyılın sonlarına doğru Atina’da yaşayan 300.000 kişininüçte birini köleler teşkil etmekteydi) çalıştırılmakta idi.63

    6) Ekonomik gelişmelerin sosyokültürel ve siyasî yapıya etkileri: KlasikYunan toplumunda iktisadî ve sosyal yöndeki gelişmeler siyasî gelişmelereyol açmıştır. Kölelerin dışında kalan ve vatandaş konumunda bulunanbireylerin, yönetime katılmaları temin edilmiş ve bunun sürekliliğikonusunda titizlik gösterilmiştir. Bu sayede siyasî irade mecliste temsiledilmekteydi.

    Şehir devleti açısından tutarlı görünen bu siyasî rejimin altyapısı,ticaretin gelişmesiyle ve paranın etkin bir şekilde kullanılmasıyla oluşmuştu.Köle emeğine dayalı üretim şekliyle piyasa için üretim yapılabilmekteidi (köleliğe dayalı bir üretimin önplana çıktığı bir devrenin ilkçağave Akdeniz bölgesine özgü olduğu bilinmektedir). Bu ekonomik sistemi meydanagetiren sınıf, yani dış dünya ile irtibatlı kesimler, topraklıaristokrasi karşısında güçlü duruma gelmişti.64 Bu gelişmelerin itici gücüyleEski Yunan toplumları için ileri bir adım olarak oluşan siyasî rejim kalıcıhale gelmişti. Bu da daha sonraki toplumlar için önemli bir siyasî birikimve miras teşkil etmekteydi.65

    Antik Yunan şehirlerinde kurulan organizasyonlar sayesinde zenginleşen vatandaşstatüsündeki zümreler, kendilerine sanat, edebiyat gibi alanlarda meşguliyetlerbulmaktaydı. Böylece bireyselleşen ve hatta bir mânâda egoistleşenkesimlerin meydana geldiği şüphesizdir. Zira kölecilik en had safhasına ulaştığındandolayı, üzerinde tahakküm kurulan belli zümrelerin emeği sömürülerekelde edilen zenginlikler, üst sınıflara mensup olanlara peşkeş çekilmekteydi.Bu sınıfsal yapı insanları tevazu içinde yaşamaktan ziyade gurur veazamet, yani kibir ve riya içinde yaşayan insanlar haline getirmiştir. EskiYunan’ın bilge insanlarının toplumu bu tür vartalardan kurtarmak için gösterdiğigayretler kayıtlara geçmiştir.

    Ancak bu yapıdan kurtulmak hayli zor bir işti. Zira, Atina’da magistralar(hakimler), jüriler ve meclis üyelerinin gelirleri iki kaynaktan eldeediliyordu: Köleler vasıtasıyla işletilen maden gelirleri ve emperyalist biranlayışla kendilerine hizmetkar edilen toplumlardan alınan haraçlar… Köleliko kadar yaygın bir hale gelmişti ki, hemen hemen her işte köle istihdamedilmekteydi. Ayrıca, vatandaşlık hiçbir şekilde elde edilemeyen kalıtımsalbir hak durumuna gelmişti.66

    Tarihte buna benzer bir örneğe XV. yüzyıldan sonra Avrupa’da rastlanmaktadır.Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra Avrupa’nın dışına açılantoplumların yürüttüğü koloni hareketleri ve sömürge politikaları, EskiYunan yayılmacılığıyla ve iktisat politikalarıyla benzerlik arzetmektedir. Burada ilgi çekici tarihî tekerrür, kolonileştirme faaliyetlerive emeğin sömürülmesidir. Bu politikaları yürüten Batılılar, günümüzekadar gelen yayılmacı ve sömürgecilik anlayışının da temellerini atmışoldular. Yayılmacılıklarını meşrulaştırmak için sömürdükleritoplumları aşağılamışlar, onları çağdışı, barbar olarak nitelendirmişlerdir.Bu, Antik Yunan’a kadar inen bir karakteristik yapıdır ve bir ahlakî zaafıneseri olmaktan ziyade, bir sistem sorunudur.67

    Eski Yunan toplumunda, vatandaşlık statüsünde olanların, kendi aralarındasağladıkları dayanışma sayesinde, devleti diğer zümreler aleyhindekullandıkları bilinmektedir. Buna benzer bir anlayışın günümüz toplumlarındada neşvünema bulduğu görülmektedir. Demokrasi kisvesi altında kendini gösterenbazı oligarşik siyasî sistemler, yirminci yüzyılın, yirmi birinci yüzyılaen önemli siyasî miraslarındandır. Bir tarafta ezici çoğunluğuntalepleri, diğer tarafta servet sahibi ve elit bir zümrenin doymak bilmeyenmenfaatleri… Bu nefsânî anlayışa dayanan sosyal yapının temellerinin çokeskilere dayandığı görülmektedir. Yunan medeniyeti ondan önceki veya çağdaşıdurumunda olan medeniyetlerden birçok olumlu hususları aldığı gibi insanınfıtratını ezen anlayışları da beraberinde bulundurmuş, hatta ötekiler(barbarlar) anlayışını günümüze kadar miras bırakmıştır. Yani,Sokrates misali bir halk adamı ve bilge insanın öğretileri ve mirası yanında,firavun misali birçok tiranın bıraktığı miras da günümüze kadar varlığınısürdürebilmiştir.

    7) Siyasî yapı: Siyasal açıdan hemen hemen bütün Eski Çağ toplumlarındadevletleşme süreci monarşilerin etkisiyle meydana gelir. Ortaya çıkan birailenin etrafında kenetlenen toplum, zamanla diğer zayıf toplulukları bünyesinekatarak bir çekim ve sindirme alanı oluşturur. Bu şekilde kabilelerintemsili ve yarı temsili kurumları ortadan kaldırılır.

    Yunan toplumlarının yaşadığı toprakların dağlık olmasının devlet yapılarınıve siyasî rejimlerini etkilediği bilinmektedir. Burada kurulan yönetimlerdevatandaşlık hakları sınırlandırılmıştır. Ege’nin her iki yakasındameydana gelen bu şehir devletleri, birer müstahkem mevki durumuna sokulduğundan,bu bölgelerin tek bir elden yönetilmesi adeta imkansız hale gelmişti. Bu şekildemeydana gelen siyasî yapılar sayesinde, -doğunun monarşilerinde olduğugibi- bir kişinin kendine kutsal haklar tanıması engellenmiştir.68

    Arkaik dönemde Yunan siyasî teşkilatlanmasının başat iki zıt örneğiSparta oligarşisi ve Kleisthenes reformlarıyla kurulduğu kabul edilen Atinademokrasisidir. Diğer taraftan, VII. yüzyılda kıyı şehirlerinde görülenve kral soyundan gelmeyen güçlü bir şahsın yönetimi ele geçirmesiylemeydana gelen tiranlık rejimi, "kamu yönetiminin güçlendiği bir ara aşamaolarak görülebilir." Solon’un reform çalışmalarına rağmen Atina’dada tiranlık dönemi yaşanmış, ancak, klasik dönemin başlangıcında (MÖ.V. yüzyıl) demokrasi yönetimine geçilmiştir.

    Yunan toplumunda gelişen ve halk idaresi anlamına gelen bu yapı, siyasî yönetimaçısından ilk örneklerden biri olarak kabul edilmektedir. Ancak bu yönetimbiçiminin, günümüzdeki demokrasi teorisine uygun olmadığı da açıktır.Zira, toplumun ezici çoğunluğunun insanî bir özgürlüğü olmadığıgibi, toplumun büyük bir kesimini oluşturan kadınların da kamu hayatındayer almadığı bilinmektedir. Toplumdaki etkinlikleri hayli zayıf olan kadınlarınkanun önünde dahi Asurlu ve Babilli hemcinslerinden daha kötü durumdaoldukları bilinmektedir.69

    Sonuç olarak, siyasî hayatta aristokratik, oligarşik ve en parlak çağındademokratik (Perikles dönemi) rejimler Helenistik döneme kadar kendini göstermiştir.Diğer Eski Çağ toplumlarında bu derece farklı siyasî sistemlerin olmadığıbilinmektedir. Ayrıca, Atina demokrasisinin günümüzdeki demokrasi anlayışıve teorisiyle fazla bir ilgisinin olmadığının altını çizmekte yarar vardır.Ancak, "devlet kuramının, hem de karşılaştırmalı bir çerçevedeEski Yunan’da ortaya çıktığı söylenebilir."70

    Sonuç

    Özetleyecek olursak, Ege medeniyetinin kökleri MÖ. 1200’lere kadar uzanır.Ancak bu bölgede, MÖ. 3000-1000 yılları arasında meydana gelen kültürbirikimi de bu medeniyetin halefi olarak kabul edilir. MÖ. IX. yüzyıldakendini hissettirmeye başlayan bu medeniyetin, V. yüzyılda klasik çağınaulaştığı görülür. Büyük İskender’in fetihleri sayesinde Anadolu, İran,Mezopotamya ve Mısır gibi Eski Çağ kültürleriyle de kaynaşan Klasik Yunanmedeniyeti, geniş coğrafyalara yayılmıştır. Bununla beraber, RomaDevleti’nin genişlemesiyle, Yunan kültürünün etkili olduğu bölgeler budevletin çatısı altında birleşince yeni bir sentez ortaya çıkmıştır.Ancak Yunan kültürü her zaman ağırlığını ve farklılığınıhissettirmiştir. Hıristiyanlığın yayılmasından sonra ve bütün Orta Çağboyunca bu kültürün zayıfladığı görülmüştür. Antik Yunan kültürü,Rönesans ve Reform hareketleriyle -yeni bir yorumla- neşvünema bulmuş ve Batımedeniyetinin tanziminde önemli katkılar sağlamıştır.

    Tarihî süreç içinde etkili olan bu medeniyetin kurucuları ve gelişmesinekatkıda bulunanlar, toplumları müspet ve menfi açılardan değişikmecralara sürüklemişlerdir. Ancak, genellikle müspet yönleri üzerindedurulduğu, hatta bir takım gayrı insanî tarafların görmezden gelindiğibilinmektedir. Ayrıca, başka kültürlerin esasları açısından menfi olarakbilinen hususların dahi müspet olarak lanse edildiği görülmüştür. Pekibu medeniyet ikliminin insanları nasıl bir halet-i ruhiye içindebulunuyorlardı?

    Dışardan meseleye yaklaşabilen Mısırlı bir rahibin gözlemleri hayli ilginçtir.O, Atina’nın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri olan Solon’a,"siz Yunanlılar her zaman çocuksunuz" demiş. Bu tespitin ne derecedoğru olduğu tartışılabilir; ancak anlaşılan odur ki, Yunanlıların inançtasavvurunda ve hayat tarzında gençliğe ait hevesler ve ilgiler daha çokrevaçta idi. Gençlik, üretkenliği, savaşçılığı gibi birçok açıdandinamizmi simgelemesi sebebiyle üstün tutulmakta idi. İnsanlar yaşlandıkçabu özelliklerini kaybettiklerinden dolayı "yaşlılık sıkıntı vebunaltıcı görünürdü." Sophokles bu durumu şu şekilde dilegetirmektedir: "İnsanın en son nasibi, içinde kötülüğün bütün kötülüğübarınan, nefret edilecek bir şey olan, mecalsiz, dostluğa yanaşmayan, arkadaşsızihtiyarlıktır."71

    Gençliğe verilen önem her toplum için geçerli olsa da, bu anlayışın başatolarak öne çıkarılması insanın bütünlük içinde değerlendirilmesi açısındanyanlışları da beraberinde getirir. Zira, gençlik aynı zamanda toyluğun venefsanî heveslerin insanı kapladığı bir dönemdir. Buna revaçverilmesiyle, belli değer yargılarının toplumu kuşatması kaçınılmazhale gelir. Nefsanî arzuların ön plana geçmesi72 ve ben merkezliliğin(egoizmin) güçlenmesi, baskı ve zulmü olağan hale getirir. Bununla beraber,güçlü olanların aralarındaki dayanışma, toplumdaki önemli kesimleridesteksiz bırakarak yalnızlığa itebilmektedir. Ayrıca, alt sınıflaramensup olanlar ve hakimiyet kurulan yabancı toplumlar için de hayatın azaba dönüşeceğiaçıktır.

    Diğer taraftan, Eski Yunan toplumunda gelişen din anlayışına göre, güçlülerinhakimiyeti vurgulanmaktadır. Ancak güçlüler kendi aralarında meydanagetirecekleri dayanışma sayesinde yapay bir barış oluşabilmektedir. Tanrıtasavvurlarında da beşeri ilişkilere benzer mücadele biçimleri görülmekte;tanrılar güçlü ve zayıf olarak tasnif edilmektedir. Örneğin, Zeus, gücüsayesinde hakimiyetini elde ettiğine inanılmakta idi. Ayrıca, hukukun böylebir sosyal yapı üzerinde şekillenmesi, teorik ve pratik olarak, insanları eşitgören bir düzenin meydana gelmesine engel olmaktadır. İşte, bazı bilgeinsanlar bu çarpık yapıyla mücadele etmişler ve neticede ilkeleri uğrunakendilerini feda etmişlerdi.

    Hasılı, hayatın esası, yardımlaşma ve dayanışmadan ziyade bir mücadelealanı olarak düşünülmüştür Eski Yunan’da. Hatta bu mücadele (savaş)"bütün iyilik ve kötülüklerin anası" olarak kabul edilmiştir.Halbuki, İslam’ın tasavvur ettiği toplum yapısında insanlar hayatlarıboyunca içiyle barışıktır; ayrıca, toplumda yardımlaşma, dayanışma vesorumluluk esas alınmaktadır. Fertler ise gerçek anlamda Allah’a karşısorumludurlar ve hareketlerinde İslâm’ın vazettiği kurallar çerçevesindekendilerini serbest hissetmekte ve bu sayede ferdî şuura ermektedirler. Ayrıca,bütün mevcudatın Allah’ın nihayetsiz kudretiyle bir anda yaratılıp inşaedildiği ve bunun tevhid anlayışı içinde düşünüldüğü bilinmektedir.Bu bakımdan Eski Yunan medeniyetinin ortaya koyduğu inanç ve toplumtasavvuruyla, İslâm’ın ortaya koyduğu inanç ve toplum tasavvuru birbirinetamamen aykırı durmaktadır.

    Fârûkî, İslâm’ın inanç sisteminin esasını incelerken bütün eski çağtoplumlarında mevcut olan çok tanrılı anlayışı ve buna bağlı olarakgelişen inanç biçimlerini tevhid anlayışıyla mukayese etmektedir. Ona göre,tevhid, Sufizm ve Hinduizm’in inançlarıyla ve bunun tam tersi görüşlerileriye süren Mısır, Yunan ve Taoist görüşlerle çelişir. Bunlara göre,"Yaratıcı’nın varlığı dünyanın varlığı içinden eritilmiştir. Mısır,Tanrı’nın aslında Firavun, ve baharda yetişen uzun çimen yaprakları vesuyu ve yatağı ile Nil nehri ve sıcaklığı ve ışığıyla güneş olduğunuöne sürerken, antik Greko-Romen medeniyeti Tanrı’nın bir anlamda onu tabiatınüstünde yücelten fakat bir anlamda da tabiatta her yerde mevcut olarak görüleninsan tabiatı veya kişiliği olduğunu söyler." Her iki durumda da yaratıcı,yarattıklarıyla karıştırıldığından bu görüşler tevhid inancına aykırıdır.73

    Aynı şekilde, İslâm tefekkürü çerçevesinde önemli eserlerin altındaimzası bulunan Nursi, Kadim Yunan medeniyetinin beslediği bir kültürün İslamkültürüyle temel meselelerde uzlaşmasına imkan olmadığı hususunun altınıçizmektedir. Ona göre; aslı, madeni, ortaya çıkışı; yani özü başka çeşitolan bir medeniyetin, Kur’an’ın hakikatleriyle birleşmesine imkan yoktur.74 Hıristiyanlığındahi Yunan ve Roma medeniyetiyle imtizacı mümkün olmadığı halde, "şeriatınruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehasıyla hiçbirvakit mezc olmaz, bel’ olunmaz… Alem-i İslam’ın şu medeniyete karşıistinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ızdırabı cây-ı dikkattir[dikkat edilecek noktadır]. Zira istiğna ve istiklaliyet hassasıyla mümtazolan şeriattaki İlahi hidayet, Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz,imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olunmaz."75

    Yine Nursi’ye göre, İslâm’ın ortaya koyduğu dinî düşüncenin hayata geçirildiğidönemlerde medenî açıdan birçok gelişmeler kaydedilmiş ve sairmedeniyetlere üstadlık edecek derecede değerler yetişmiştir. Bu realite başkadinler açısından bilakistir. Bu tespitlerde, ağırlıklı olarak zihniyet dünyasıakla gelmektedir. Buna göre, "kader-i ezeliyenin bir remzi" olarakpeygamberlerin Doğu toplumlarında ortaya çıkması, farklı bir zihniyet dünyasınınoluşumuna delalet etmektedir. Dolayısıyla birçok açıdan geri kaldığı düşünülenİslâm dünyasını ayağa kaldıracak sağlam dayanak, İslâmiyet’ten başkabir şey olmayacaktır. Bu noktadan bakıldığında, Batı’nın oluşumu vehareket noktasıyla ayrı düşünce iklimleri söz konusudur. Doğu’daki buzeminin bozulması halinde gerçek anlamda bir dönüşümün olması zordur.Batı’dan yararlanmak için işin özünü kaybetmeden bir yol tutturulmasıgerekmektedir.76

    Nitekim Meriç’te bu gerçeğe işaret etmektedir: "Doğu bütünvahiylerin kaynağı, … peygamberler Asya’nın çocuğu, yorumcular Avrupa’nın."Ve bu farklı dünyalar "aynı söz’ün yankısı" olarak, hakikati bufarklı kanallardan ararlar…77 Diğer taraftan, maddi başarıları uygarlıkolarak görüp bütünüyle buna bağlı hareket etmek yanlıştır. Ancak medenîtoplumların zihnî alışkanlıkları fert ve toplumu mükemmelleştirmeye yöneltecekbir yeteneğe eriştiğinde medeniyetten söz edilebilir.78

    Yunan Medeniyetinin varisi olan çağdaş Batı medeniyetinin sadece bir unsurudurumunda olan Hıristiyanlık, kendi başına bir medeniyetin kurucusu olmaimkanını bulamamıştır. Yayıldığı alanlardaki eski medeniyetlerin, özellikleçok tanrılı bir anlayışa mensup olan Grek ve Roma medeniyetinin"sonradan katılma unsuru" olmuştur. Başlangıcında bu inançlar vemevcut toplumsal sistemlerle çatışmış, ancak daha sonra uzlaşarak bumedeniyetlerin bir unsuru haline gelip safiyetini yitirmiştir. Ayrıca bu yenianlayış da eskiyi zayıflatmış, hatta yıkılışını hazırlamıştır.Orta Çağ’ın sonlarına doğru, yani Rönesans’la beraber yeniden Grek ve Romakültürüne dönülmüştür. Böylece, bu eski medeniyetler dünyevileşmenindinamosu olarak Hıristiyanlığın önüne geçmiştir.79

    Bununla beraber bugünün Batı dünyasında Hıristiyanlığı Helenistiketkiden arındırmanın çareleri aranmaktadır. Bu arzunun sebebinin, Hıristiyanlaraçısından en önemli sorunların başında gelen "Tanrı problemi"olduğu bilinmektedir. Zira, çağdaş ateizmi doğuracak derecede bir zemininvarlığı, ilk gelişim yıllarında Hıristiyanlığın Helenistik kalıba dökülmesinekadar dayandırılmaktadır.80

    Sonuç olarak şu suali sormakta yarar vardır: Eski Yunan mirasının üzerindeşekillenen Batı medeniyeti, insanlığın (milyarlarca insanın) huzur ve güveninitemin edebildi mi? Buna olumlu cevap vermek mümkün değildir. Sezai Karakoç’unşu ifadelerine katılmamak mümkün değildir: "Tarlanın ortasında acısular çıkmış, kuvvete, gerçeğe değil, propagandaya, kalbe ve ruha değil,beyin yıkamaya, hakikat inancına değil, şahıs kültüne dayanan ve adeta kıyamettenhaber veren bu cehennemi ideolojiler ve şurada burada insan öldürmeyi, kitlekırmayı marifet sayan irili ufaklı benzerleri, Batı medeniyetinin temelde içinedüştüğü moralsizlik, maneviyatsızlık ve yıkımın zakkum tipi yemişlerindenbaşka bir şey değildir."81

    Dipnotlar

    1. Cemil Meriç, Bu Ülke, İstanbul: İletişim Yayınları, 1985, s. 111.

    2. Meriç, 116.

    3. Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve Modern İnsanın Çıkmazı, Çeviren: AliÜnal, İstanbul: İnsan Yayınları, tarihsiz (Londra, 1975), s. 225.

    4. Oswald Spengler, Batının Çöküşü, İstanbul: Dergah Yayınları, 1978,s. 28-29.

    5. Said Nursi, "Sünuhat", Risale-i Nur Külliyatı, c. II, İstanbul:Yeni Asya Yayınları, 1996, s. 2048, 2049.

    6. Nasr, 219.

    7. Oktay Sinanoğlu, Bir Nev-York Rüyası "Bye-Bye" Türkçe, İstanbul:Otopsi, 2002 s. 150.

    8. Vatanî görevimi yaptığım tarihte (1991), yazma fırsatı elde edebildiğimnotlarımdan şu bölümü nakletmek isterim: "Uzaktan … Tepesi görülüyor.Tepenin eteklerinden yukarıya doğru uzanan beton sütunlar: Ruhsuz bir şehitlerabidesi… Bu abideyi geçen Pazar günü ziyaret etme imkânı buldum. Doruknoktasına dört yüzün üzerinde basamakla çıkılıyor. Sağda ve soldabeton sütunlar yer alıyor; yol gittikçe daralıyor ve sütunlar da ters orantılıolarak uzuyor. Heyecansız tırmandım bu yapmacık tepeyi. Tepenin üzerindeyer alan müzeyi gezdim. İsmi müze ama müze için gerekli olan antika eşyalaraz. Ancak bunun yine de önemi olmazdı İstiklâl Harbi’nin ruhu ortayakonulabilseydi. Sanki İon harabelerindeki duvarların kabartmaları taklitedilmiş. Şehitlerimizin hatıralarını yaşatmak için, antik bir kültürbaz alınabilir mi? Bunu taktir edebilmek için o kadar uzun boylu düşünmeyegerek yok sanırım… Hasılı, aziz şehitlerin hatırasına hürmeten oradabulunan deftere hislerimi yazmaya çalıştım. Ancak, anıttan döndüktensonra şehitliğe gidip fatiha okumayı unutmadım. Herhalde en doğru hareketde bu idi" (Nazmi Eroğlu, Notlar, yayınlanmamış).

    9. Shepard B. Clough, Uygarlık Tarihi, Çeviren: Nihal Önol, İstanbul: VarlıkYayınevi, 1965, 76, 78; J. Gabriel Leroux, İlk Akdeniz Medeniyetleri, Çevirenler:Cevdet Perin, Mithat Perin, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1944, s. 44-47.

    10. Leroux, 12-43.

    11. A. W. F. Blunt, Batı Uygarlığının Temelleri, Çeviren: Prof. Dr. Phil.Müzehher Erim, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 4-6; Clough, s. 66.

    12. Bertrant Russell, Batı Felsefesi Tarihi, Çeviren: Muammer Sencer, İstanbul;Say Kitap Pazarlama, 1983, s, 15.

    13. Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK. 1984, s. 29-58; Blunt, 1-2.

    14. Russell, 14.

    15. Clough, 65-69; Mansel, 123-127; AnaBritannicca, c.XXXII., İstanbul: Ana Yayıncılık,1994, s. 283-284.

    16. Arnold Toynbee, Tarih Bilinci, İtanbul: Bateş Yayınları, 1978, s. 42.

    17. Mansel, 155-171.

    18. Mansel, 158-160.

    19. 15. Yüzyıldan itibaren Avrupa’dan, başta Amerika olmak üzere, birçok ülkeyeyapılan göçlerin ve buna bağlı geliştirilen yayılmacı politikalarınEski Yunan kolonileştirme hareketleriyle benzerlik arz ettiği görülmektedir.

    20. Mansel, 161-171.

    21. Mansel, 297-310.

    22. Mansel, 314-327; AnaBritannica, 284.

    23. Blunt, 8-9, 38-46; Z. F. Fındıkoğlu, Ahlâk Tarihi, İkinci Kitap, İstanbul:Gençlik Kitabevi, Tarihsiz, s. 6; AnaBritannica, 284.

    24. Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu, Çevirenler: Mete Tunçay, Alaaddin Şenel,İstanbul: Alan Yayıncılık, 1982, s., 155, 156.

    25. Christopher Dawson, Batının Oluşumu, Türkçesi: Dinç Tayanç, İstanbul:Dergah Yayınları, 1976, s., 25.

    26. Gilbert Muray, Yunan Medeniyeti Niçin Ebedidir?.., Çeviren: Osman Derinsu,İstanbul: Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatından, 1940, s. 3-6.

    27. Teoman Duralı, Felsefe-Bilime Giriş, İstanbul: Cantay Kitabevi, tarihsiz,s. 72-76.

    28. Yazar, üç unsurun ana hatlarıyla çağdaş Avrupa medeniyetine olan katkılarınışu şekilde ortaya koymaktadır: "Avrupa Yunanistan’a neler borçludur?Belirli bir insan ve toplum kavramının biçimi ve ana çizgilerini. Ya Romaile İmparatorluğuna? Siyasal ve hukuksal bir kavram, bir çerçeve; ve her nekadar imperium Avrupa’yı yaratmamışsa da, onu hazırlamıştır. Hıristiyanlığane borçludur peki? Bir uygarlığın ruhunu ve özünü." (Claude Delmas,Avrupa Uygarlık Tarihi, Çeviren: Nihat Önal, İstanbul: Varlık Yayınevi,1973, s. 5, 7).

    29. Russell, 11.

    30. Childe, 146.

    31. Russell, 12.

    32. Dawson, 23, 24.

    33. Toynbee, 11.

    34. Toynbee, 44.

    35. George Orstrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Türkçeye çeviren: Fikret Işıltan,TTK., 1986, s. 29-30.

    36. Toynbee, 55.

    37. Toynbee, 58.

    38. Toynbee, 59-61.

    39. AnaBritannica, 278.

    40. Edgar Morin, Avrupa’yı Düşünmek, İstanbul: AFA Yayıncılık, 1988, s.29.

    41. Said Nursi, "Sünuhat", 2049; "Lemaat", Risale-i Nur Külliyatı,c. I, İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1996,

    s. 327.

    42. AnaBritannica, 278-284.

    43. Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Çeviren: Vehbi Eralp, İstanbul: Sosyal Yayınları,1991, s. 38-45.

    44. Görev kavramının öne çıkarıldığı ve insan hayatında düzene ve sükûneteulaşılabileceğini savunan felsefi akım. Atina’da Kıbrıslı Zenon tarafındankurulan (MÖ. 300) bu akıma göre iyi ve kötü; erdem ve erdemsizlikleilgilidir.

    45. AnaBritannica, 278-284.

    46. Fındıkoğlu, 19.

    47. Weber, 10.

    48. Russell, 20, 21.

    49. Mansel, 222-223.

    50. Russell, 22.

    51. Russell, 24.

    52. Kaynağını buradan alan ve Batı Medeniyeti’nin bütün dünyaya kabulettirdiği Olimpiyat oyunlarının günümüzün en önemli etkinliklerindenolduğu bilinmektedir.

    53. Mansel, 139, 215-217, 339-340; AnaBritannicca, 374-375; Avliyao Ferraro,Medeniyet-i Kadîmenin Zevâli, Tercüme eden: Ziya Gevher, İstanbul: Matbaa-iAmire, 1339, s. 7.

    54. Weber, 3.

    55. Russell, 18.

    56. Bu konuda belli tarihlerde kaleme alınan eserlerde büyük bir hayranlıkve indirgeme söz konusudur. Hatta bu görüşlerde o kadar ileri gidilmiştirki, bu medeniyetin neredeyse kendi kendine bir mucize eseri olarak zuhur ettiğinekanaat getirilmiştir. Muray’ın küçük hacimli eseri bu hayranlığa çarpıcıbir örnektir (Gilbert Muray, Yunan Medeniyeti Niçin Ebedidir?.., Çeviren:Osman Derinsu, İstanbul: Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatından, 1940, s.3-6.).

    57. AnaBritannicca, 282.

    58. Clough, 73.

    59. Clough, 74; Bazı Batılı mütefekkirler gibi Nursi de, Avrupa medeniyetinimeydana getiren şartları ortaya koyarken benzer noktalara temas etmektedir. Budeğerlendirmelerinde Klasik Yunan medeniyetini meydana getiren ortamınizlerini görmek mümkündür. Ona göre, nüfusun yoğun ve hareket halindeolduğu bir ortamda insanların sanata ve ilime meyletme arzuları güçlenir veneşvünema bulur. Dünyanın diğer kıtalarına oranla daha küçük biraraziye sahip olan Avrupa’nın coğrafî konumu sebebiyle, işbölümü veticaret gelişmiş, böylece karşılıklı münasebetler sonucunda birçokalanda birikim meydana gelmiştir. Bunun yanında rekabetin oluşması sayesindesosyoekonomik alanda bir nevi yarış meydana gelmiştir… Ayrıca, demirmadeninin yoğunluğu ve bunun işletilmesiyle dünyanın diğer bölgelerinenazaran dengesiz bir güç meydana gelmiştir (Said Nursi, "Sünuhat",2053).

    60. Toynbee, 42.

    61. Clough, 79-80.

    62. Clough, 83.

    63. Clough, 85-88.

    64. Mansel, 173-214; Blunt, 4-6, 9.

    65. Toynbee, 42.

    66. Childe, 141.

    67. Mansel, 173-214; Blunt, 4-6, 9.

    68. Clough, 78.

    69. Childe, 141; AnaBritannica, 284.

    70. AnaBritannicca, 282.

    71. Blunt, 58.

    72. Örneğin Hedonistler, nefse hakim olmanın yolunu, nefsi emmareyi yaşamaklamümkün olacağını düşünmüşlerdir. Vahiy dinlerine göre nefsin esiriolmak anlamına gelen bu hayat tarzının, onların nazarında, güçlülüğüve cesareti simgelemesi dikkat çekicidir. Diğer taraftan, Epikür’ün hayvanlainsan arasında sık sık ayniyet kurması, insanı "eşref-imahlukat" olarak göremeyen bir düşünce yapısının Eski Yunan’da kökleşmişolduğunu ortaya koymaktadır (Fındıkoğlu, 20, 24).

    73. İsmail el-Fârûkî, Luis Lamia el-Fârûkî, İslâm Kültür Atlası, Çeviri:Mustafa Okan Kibaroğlu, Zerrin Kibaroğlu, İstanbul: İnkılâp Yayınları,1999, s. 106; Fındıkoğlu, 37.

    74. Nursi, "Lemaat", 327.

    75. Said Nursi, "Sünuhat", 2049.

    76. Nursi, "Sünuhat" , 2047.

    77. Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, İstanbul: Ötüken Neşriyat,1979, s. 277.

    78. Albert Schweitzer, Uygarlık ve İnsanlık, Türkçesi: Tüten Anğ, HalukCoşkunkan, İstanbul: Yankı Yayınları, 1969, s. 11.

    79. Sezai Karakoç, Çağ ve İlham IV, İstanbul: Diriliş Yayınları, 1986,25; Toynbee, 59-61; Ostrogorsky, 29-30; Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu’nunGerileyiş ve Çöküşü Tarihi, c. I, Çeviren: Asım Baltacıgil, İstanbul:Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları, 1987, s. 526-528.

    80. S. Nakib Attas, İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, Türkçesi:Mahmut Erol Kılıç, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s. 30-32.

    81. Karakoç, 26.