Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • "Hem Bediüzzaman, hem de Papa kuvvete değil, hakka dayanmak gerektiğini söylüyorlar."

    S. J. Thomas Michel

    Konuşan: Selim Sönmez-Hakan Yalman

    Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru daha belirgin hale gelen Doğu-Batıyakınlaşması 11 Eylül 2001’de sanki yeni bir aşamaya girdi. Çatışmadansavaştan bahsedilmeye başlandı. Bu eskiden beri süregelen din eksenli çatışmaların,Haçlı Seferlerinin yerini barışa bırakma sürecinin sonu mu? 11 Eylüldinler arası çatışmanın yeniden başladığı dönüm noktası olabilir mi?

    Olmadığını ümit ediyorum. Çünkü 11 Eylül olaylarına sebep olaninsanlar çok az sayıda, çok önemsiz bir kesimi ifade eden birkaç kişi. Çokaz sayıdaki grubun, insanlığa huzursuzluk, kızgınlık ve düşmanlıkgetirecek birbirlerine olan yakınlığı azaltacak girişimlerinin sonuca ulaşmasınaizin verirsek, insanlık alemi olarak buna razı olursak bu büyük bir hataolur. İnsanları bölmeye çalışan bu girişimlere izin vermek büyük yanlışolur. Aslında benim Müslümanlarla olan ilişkilerimde hiçbir değişiklikolmadı. Tanıdığım bütün Müslümanlar şiddetin, terörizmin ve masuminsanların öldürülmesinin karşısındalar. Bu 11 Eylül öncesinde de böyleydi,11 Eylül sonrasında da. Demek ki 11 Eylül hiçbir şeyi değiştirmedi. Benimtanıdığım insanlarda hiçbir değişiklik olmadı. Eğer bizleri karşı karşıyagetirme ümidiyle ortaya atılan bu türden girişimler olursa, ortak sorumluluğumuzungereği daha çok barışa sarılmaktır.

    Dünya barışı için Papa ile Bediüzzaman’ın fikirlerine dikkatleri çekiyorsunuz.Papa II. John Paul’ün adalet ve fedakarlık olmaksızın dünyada barışın sağlanabilmesininmümkün olmadığı ve dünyada genel barışın sağlanmasının bu iki önemliunsurla mümkün olacağı yönündeki düşüncesiyle Bediüzzaman’ın"sulh-u umumi" konusundaki fikirlerinin örtüştüğünü iddiaediyorsunuz. Bu düşüncelerinizi 11 Eylül sonrası şartlarında nasılyorumlamak gerekir?

    Papa ve Bediüzzaman problemlerin çözümünde baskı ve dayatmaların ve kim güçlüise onun söylediklerinin hakim olmasının karşısındalar. Bu 11 Eylülsonrası problemleri çözmek isteyen toplum liderleri ve milletleri yönlendirengüçlere ışık tutmalı ve yalnızca askeri çözümlerin kalıcı ve gerçekçözümler olmadığını anlamalıdırlar. Hem Bediüzzaman hem de Papakuvvete değil, hakka dayanmak gerektiği düşüncesindeler. Bu durumdaadaletsizlikler yerine adalet arayışı içinde olmalı ve adaletsizliklerinçözümü için fedakarlık ve feragat gösterebilmeliyiz. Adalet, fedakarlıkolmaksızın hak kuvvette olacak, kim güçlü ise hak onun yanında, adaletonun yönünde işleyecektir. Bu şekilde barış olması mümkün değildir.Aynı problemler gelecek nesillere geçecek ve çözümsüzlük sürüpgidecektir; kızgınlıklar ve çözümsüzlükler asırlar boyu sürecektir.

    Bu süreçte çatışmayı besleyen bazı tezler gündeme geldi. MeselaHuntington’un "Medeniyetler Çatışması" tezi. 11 Eylül sonrasınıyeterince açıklayan bilimsel bir metinmiş gibi yaklaşıldı. Çatışmalarıbesleyen bu türden yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Huntington’un tezinin derinlemesine bir inceleme olduğunu düşünmüyorum; yüzeyselbir yaklaşım olduğuna inanıyorum; doğruluğuna inanmıyorum. Amerikan hükümetininözel bir dış politikasının ürünü olduğunu zannediyorum. Tanıdığım Hıristiyandin adamları içinde bu tezi destekleyenler çok az sayıdadır. Güncelliğikalmamış bir tarih anlayışı üzerine oturtulmuş sathi bir tez. Bu teziciddiye alıp üzerinde vakit harcamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum.

    Bu tezler insanları zihinlerini de karıştırıyor…

    İnsanların hayatında bu tezin bir karşılığı olduğunu zannetmiyorum. Türkiye’deyaşayan Müslümanların normal vatandaşın taşıdığı endişeler ve ilgialanlarının bir Amerikalı veya bir Koreliden çok farklı olduğuna da inanmıyorum.Hepimizin istekleri, endişeleri, ortalama beklentileri aynı. Belirli bir ölçüderefah istiyoruz, karnımızı doyurmak için yeterince yiyeceğimiz olmasınıarzu ediyoruz. Çocuklarımıza iyi bir eğitim verebilmek istiyoruz. Belirlibir ölçüde bağımsızlığımızın olmasını ve birilerinin bizi bir şeyleryapmaya zorlamamasını arzu ediyoruz. Düşüncelerimizin dikkate alınmasınıve belirli bir ölçüde temsil edilebilmeyi istiyoruz. Farklı düşüncelerimiziifade etmek istiyoruz. Kısacası insanca yaşamak istiyoruz. Bunlar dünyanınher tarafındaki insanların ortak arzu ve endişeleri; değer yargılarımızbirbirine çok yakın. O halde medeniyetlerin çatışması değil,medeniyetlerin ortak bir noktada buluşması ve değer yargılarının ortaklaşmasısöz konusu.

    Fukuyama’nın "Tarihin Sonu"nu ilan ettiği tezi kendi içinde tezat içeriyor.Batıda adaletsizlerin zulümlerin görüldüğü bir dönemde, insanlığın enileri yaşama düzeyine Batı medeniyeti sayesinde ulaştığını iddia ediyor?Siz ya da Vatikan böyle bir medeniyeti olumlu görür müsünüz? Yoksa bu güngördüğümüz yaşadığımız medeniyeti kutsal kaynaklara dayalı medeniyetanlayışından ayırmak mı gerekir? Fukuyama’nın tezi bağlamında bu konuyunasıl değerlendiriyorsunuz?

    Her şeyden önce Batı medeniyetinin bugün ulaşılabilecek son nokta olduğutezine katılmıyorum. Zannediyorum dünya tarihinin her döneminde baskın olanmedeniyetler kendilerini ulaşılabilecek son nokta olarak lanse etmişlerdir:Babiller, Romalı’lar Rönesans dönemi ve Çin İmparatorluğu gibi… Farklımedeniyetler kendi bulundukları durumun mükemmel ve insanlığın ulaşabileceğison nokta olduğunu iddia etmişlerdir. Ve insanlığın geleceği noktanın oolduğunu söylemişlerdir. Doğal olarak, bugün Batı medeniyeti baskın vehakim durumda olduğu için, kendi mükemmelliğini ve son nokta olduğunu iddiaedebilmektedir. Zannediyorum küresel baskınlığı ve hakimiyeti ile Batımedeniyeti bugün insanlığın geldiği son nokta olsaydı, üzücü durumlarve adaletsizlikler son bulurdu. Çünkü şu an çok küçük bir azınlık, diğerinsanlar açlık sıkıntısı yaşarken dünya kaynaklarının çok büyük birmiktarını harcıyorlar. Dolayısı ile Fukuyama’nın tezinin bir parçasıolmayan ve öne sürdüğü değerler arasında yer almayan adalet, bu düzen içindeyok. Tersine adaletsizlikler hakim. Adalet açısından bakıldığında bugünBatı medeniyeti bildiğimiz kadarıyla çok kötü bir durumda. Ümit ediyorumşu an var olan medeniyetten çok daha iyi şekilde insanlığın adaletsizlikproblemlerini çözecek bir medeniyet noktasına gelebiliriz.

    İnsanlığın ekseriyetini mutlu edecek medeniyet vahiyden beslenen anlayışlarlagerçekleşebilir…

    Biz inançlı insanlar, Allah’ın inananları, adalet, fedakarlık ve feragat veuyuma yönlendirdiğine inanıyoruz. Eğer insanlar Allah’ın yardımı olmaksızınbunları elde etmeye çalışırlarsa doğru bir tavır sergilememiş olacaklarınainanıyoruz. İster Müslüman, ister Hıristiyan olalım, biz inananların buarayış doğrultusunda büyük gayret göstermesi lazım. Daha iyi bir konumdayaşayabilmemiz için hepimizin ortak geleceğini düşünmemiz lazım.

    Son zamanlarda sanki bir ayrışma var gibi; ABD hükümetinin ve Batılıdestekçilerinin dünyadaki istilacı uygulamaları, Papa ve Kilise tarafındandesteklenmiyor. Batılı ülkelerin dış politikalarının aksine PapaFilistinlilerin, Bosna-Herseklilerin ve Afganistanlıların yanında yeralabiliyor. Bu manzara karşısında vahiy kaynaklı gerçek Hıristiyanlıkmedeniyetiyle, bugün zihinlerde yerleşmiş anlamı ile Batı medeniyeti arasındabir ayrışma olduğu söylenebilir mi? Ya da kilisenin Batı medeniyetininortaya koymaya çalıştığı değer yargılarından uzaklaştığı bir yolayrımına gelindiğinden söz edebilir miyiz?

    Papanın uluslararası politika anlayışının Amerikan idaresi ve pek çok batılıülke idarelerininkinden farklı olduğu açık. Bu ilk kez Körfez Savaşı sırasındaçok netleşti. Bu savaş sırasında Papa Amerikan hükümetinin izlediğipolitikaların karşısındaydı. İkinci kez Bosna’da yaşanan olaylarda budurum ortaya çıktı. Vatikan Bosna’da kurulan devleti tanıyan ilk Avrupa’lıkurumdu. Burada da bir ayrışma olduğunu görebiliriz. Üçüncü örnek ise,Papa’nın tasvip etmediği Afganistan’ın bombalanması olayıdır. DördüncüsüPapa’nın yine karşısında yer aldığı Irak’ı işgal girişimleridir. Bu dagösteriyor ki Papa Hıristiyanlıktan kaynaklanan prensipler ve değer yargılarıile, olaylara her ne kadar Hıristiyan olduklarını iddia etseler de pek çokbatılı ülke hükümetlerinin liderlerinden çok farklı bakmaktadır.

    Vatikan’ın bu politikaları devam edecek mi? Bu konuda geliştirilen bir projevar mı?

    Papa’nın bir yaptırım gücü, fiziksel bir otoritesi yok. Papa’nın sahipolduğu şey moral değerlere dayalı manevi bir otoritedir. Papa öğretir, yönlendirmeyeçalışır ve iyi bir örnek olmaya çalışır. Fakat politikacılar Papa’nınöğrettiklerini uygulamazlarsa, tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmezlersebu noktada yapılabilecek fazla bir şey yok. Papa bu kişileri anlamayazorlayacak kabul ettirmek için baskı yapabilecek bir konumda değil. Papafiziksel gücü olmayan manevi bir lider.

    Gerçek Hıristiyanlar dünyadaki adaletsizliklerle mücadele etme azmi taşıyorlarmı, bu amaçla herhangi bir girişimden sözedebilir miyiz?

    Çoğumuzun bu durumla mücadele için büyük bir isteği var. Ancak bütün Hıristiyanlarınbu noktada birlik içinde olduklarını söyleyemem. Bazı Hıristiyanlar batılıpolitikaların sergilediği siyaseti gönülden destekliyorlar. Papa gibi bir kısımHıristiyanlar ise bu politikaları sürekli eleştiriyor. Papa aynı zamanda dünyadakibüyük adaletsizlikler ve fakirliğin üstesinden gelme yolunda gayret göstermeleriiçin batılı politikacıları sürekli uyarıyor. Bu açıdan da politikacılarınPapa’nın öğretilerini dikkatle dinleyip takip ettiklerini söyleyemeyiz.

    Bediüzzaman dinsizlikle mücadelede gerçek hakiki dindar İsevilerle el eleverip birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylüyor. Soğuk savaş dönemindedemirperde ülkeleri aracılığıyla yayılmak istenen dinsizlik nedeniyle, mücadelekomünizme karşıydı. Bugün ise özellikle belirli bazı bilim çevrelerininvahiyden bağımsız bir bilim anlayışı çerçevesinde yürütmeye çalıştıklarıbir dinsizlik politikası var. Bu hayatın her alanını etkiliyor. Siz de bu düşünceyekatılıyor musunuz? Batıda bunu bir tehlike olarak görüp mücadele etmekgerektiğini düşünen Hıristiyanlar var mı?

    Bugün gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın "pratikte ateizm"olduğunu düşünüyorum. "Pratikte ateizm" den kastım şu: İnsanlaraçıkça Allah’ı inkar etmiyorlar, bunu cümlelerle dile getirmiyorlar ancaklakayt bir tavır içindeler. Günlük yaşantıda "Allah’ın varlığı"bir düşünce ya da bir problem olarak hissedilmiyor. Bugün izleyeceğinizherhangi bir televizyon kanalında, ister müzik programları yapıyor olsun,isterse gerçek hayatın değişik boyutlarının anlatıldığı bir kanalolsun ortaya konulanların Allah’la hiçbir bağlantısı yok. Gün boyu sürenprogramların hiçbir yerinde Allah’ı bulamıyorsunuz. Bu negatif yönlü"pratikte ateizm" bana göre günümüzün en büyük tehlikelerinden.Geçmişte insanlar bilimsel bazı verilere dayandırarak Allah’a inanmadıklarınısöylüyorlardı. Bugün durumun böyle olduğunu zannetmiyorum. Yalnızcailgilenmiyorlar, oralı olmuyorlar. Eğlenceler, şarkılar, danslar ve sekslekendilerini avutup bu problemleri hayatlarından çıkarmaya, düşünmemeye çalışıyorlar.

    Bizler Nur talebeleri olarak "dindar İsevilerle" birlikte ateizme karşıortak mücadele vermek istiyoruz. Bu Bediüzzaman’la başlamış ve bugünekadar devam etmiş bir yaklaşım. Hıristiyan dünyasında da benzer eğilimlerve bu doğrultuda geliştirilmiş projeler var mı?

    Uluslararası pek çok forumlar var. Buralarda insan hakları, dürüst işortamı, önüne geçilemeyen bazı gelişmelere zemin olacak faaliyetler sürüyor.Bu ortamlarda insanların sesleri duyurulmalı ve istekleri gündemegetirilmeli, zannediyorum Allah’a inanan ve O’nun arzuları doğrultusundahareket etmek isteyen Müslümanlar, isteklerini uluslararası karar organıolabilecek zeminlerde gündeme getirmeliler, seslerini duyurmalılar. Aynı şeyHıristiyanlar için de geçerli. İlk adımı da yaşadığımız andakendimizi bu düşüncelerle hazırlayarak atabiliriz.

    Biz Risale-i Nur Enstitüsü olarak bu konuda yaptığımız çalışmalarısizinle paylaşmak istiyoruz. Bizim çalışmalarımızı size ulaştırmak vesizin konuyla ilgili çalışmalarınızı almak şeklinde bir diyalog oluşturmamızve yayınlarımıza katkıda bulunmanız mümkün olabilir mi?

    Elbette… Müslüman gruplarla belirli konularda ortak çalışmalar yaparakortak fikirler üretebiliriz. Önce kendimiz bilgilenirsek farklı zeminlerdeortaya koyduğumuz fikirler daha etkili olabilir. Liderlik düzeyinde ortak çalışmamızgerektiğini düşünüyorum. Normal vatandaşlar düzeyinde de yapılmasıgerekenler olduğunu düşünüyorum. Bazı lokal alanlarda yaşayan Hıristiyanve Müslümanlar birbirlerini kardeş olarak görmüyorlar. Hatta düşmanolarak algılayabiliyorlar. Ben pek çok bölgede konferanslarla Hıristiyanhalkına Müslümanlarla kardeş olduğumuzu anlatıyorum. Bunlar artık İslam’ıbir düşman olarak algılamıyorlar. Aynı şeyin Müslüman dünyasında dayapılması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısı ile yalnızca liderlerle değilaynı zamanda halklarla, sade vatandaşlarla da yapacağımız çok şeyler var.