Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • Medeniyet Eğitimle Kurulur

    B. Sait Çiftçi-Hüseyin Kara

    Medeniyet Süreci İlk İnsanla Başlar

    "Medeniyet" kavramı insanla doğrudan ilgili ve insanlık düzeyini gösterenen tutarlı bir belgedir. Bunu çok değişik ama aşağı yukarı aynı anlamıvurgulayan medeniyetin yalnızca şu iki tanımından anlayabiliriz:"Medeniyet, insan, hayvan ve evren karşısındaki etkileşimin ürünüdür."(Pazarbaşı, 1996:18) "Medeniyet, hayatın maddi ve manevi boyutlarını içinealan bir hayat tarzı demektir; insanın, hayatın her kesiminde gerçekleştirdiğiakli, ahlaki, ruhi, dini ve dünyevi değerler bütününün adıdır"(Pazarbaşı, 1996:18). Dikkat edilirse, her iki tanımdan da medeniyete mutlakbir anlam yüklendiği görülmektedir. İnsanda var olan değerler, bütünüylekuracağı medeniyete de yansır. Medeniyetin niteliği aynı zamanda onu kuraninsanların da niteliğini gösterir. Bu anlamda Erich Fromm da şunu söyler:"Herhangi bir bireyin analizinden, içerisinde yaşamakta olduğu sosyalyapının tümüyle ilgili çıkarsamalar yapabiliriz." (Fromm, 1994:100)İnsan toplumunun ve kurduğu medeniyetin minyon tipidir.

    Dünya ve içindeki canlı-cansız yaratıklarla kurulmuş bir düzeni, bu düzeniçinde Yaratıcının tasarrufu ve ince hesaplarıyla oluşan ve unsurlarınıda camid varlıklar, bitkiler ve hayvanların oluşturduğu varlık dediğimizdeğerler bütününü saymazsak, medenilik sürecinin Hz. Adem’le başladığınısöyleyebiliriz. Çünkü insan, kendine üstünlük sağlayan zeka ve düşüncesiylehayvan ve bitkilerden apayrı bir hayat sürdürmek zorundadır. Birey olarak daaciz ve zayıf olduğundan, türüyle dayanışmaya muhtaçtır. İnsanın yalnızyaşayamayacağını ve bir başkası ile olma gereksinimi içinde olduğunu,Erich Fromm, şu şekilde özetler: " İnsan yalnız başına ve başkalarıile ilişki kurmaksızın yaşayamaz." (Fromm, 1994:79). Octa Vio Paz da şuözlü cümleyle yaklaşımını ifade eder: "Yalnız olduğunu bilen vebir başkasını arayan tek varlık insandır." Bu dayanışması, birlikteyaşama kültürünün sağladığı ortamın dışında olamaz. Bir ekmek vebir lokma yemek için yüzlerce ele ihtiyacı vardır. Yeme, içme, barınma,giyinme gibi temel gereksinimler yanında, eğitim, kültür, sanat, savunma vekorunmada da "ene/ego" sayesinde ciddi bir misyon yüklenmiştir. Yüklendiğibu misyonla kendi tarihinden, insanlığın ve dünyanın geleceğindensorumludur. Doğduğunda, yaşamaya ilişkin her şeyi hazır bulan hayvanınaksine, insan tarih boyunca kendi ihtiyaçlarını yine kendi çabasıyla karşılamışve karşılamaya devam edecektir. İşte, insan türünün her türlü maddi vemanevi gereksinimlerini karşılama sürecine "medeniyet" denmiştir.Ama çoğu zaman, yine yaratılışı gereği egosuna yenik düşerek bu sürecibozmuş; kendi kurduğu medeniyetleri, yine kendisi yıkmayı başarmıştır!

    Medeniyetin Yararlısı-Zararlısı

    Başlangıçtan günümüze kadar, dönem dönem bir çok gelişme ve değişimleryaşanmıştır. Bunların bütününün insanlığın yararına olduğunu iddiaedebilir miyiz? Başka bir deyişle, yararlı ya da zararlı, hakiki ya dahakiki olmayan anlamda medeniyetleri bir ayırıma tabi tutabilir miyiz? Evet;medeniyetleri de insanlar gibi görmemiz ve onlar gibi değerlendirmemizde hiçbir sakınca yok. Çünkü, yararlı ve zararlı insan olduğu gibi,medeniyetlerin insan yararına ya da zararına olanı da vardır. İşte"zararlı" diye nitelenen medeniyetlerin temelinde "ego ve çıkar"varsa, "yararlı" medeniyetlerin de özünde "hak vefazilet" vardır.

    Asrın düşünürü Bediüzzaman, "İhtiyaç medeniyetin üstadıdır."(Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, 2000:126) derken, insan yapısına kazınmışolan merak ve ihtiyacın ve ona paralel pek çok şeyin yoksulu olmanın, susmazve önlenmez bir kuvvet oluşturduğunu, bunun da sanat ve medeniyetlerin oluşumundaen önemli bir unsur olarak öne çıktığını vurgulamaktadır. (Nursi,Hutbe-i Şamiye, 2000:32) Bu bakımdan diyebiliriz ki, medeniyetin çıkışkaynağı "ihtiyaç ve merak"tır. Bu nedenle, özellikle yeme-içme-barınmagibi fizyolojik ihtiyaçlar, tarihin ilk dönemlerinde insanı sulak ve verimliyerlere yerleşmeye ve oralarda çoğalmaya yöneltmiştir. Dicle, Fırat ve Nildeltalarında, İndus ve Huarg-ha havzalarında ilk büyük tarihmedeniyetlerinin kurulduğunu görüyoruz. (Garaudy, 1995:11) Toplulukların, özelliklemedeniyetlerin kurulduğu yörelerde bilgi birikimlerinden, kültür ve sanatlarındansöz etmemek mümkün değildir.

    İnsan ihtiyacının psikolojik boyutu medeniyetlerin kurulmasında en büyükfaktördür. İnsan ve insan topluluklarının bulunduğu yerlerde kültür vemedeniyet kalıntılarının varlığı bu tezi doğrulamaktadır. Dünyada,insan hayatını ama olumlu ama olumsuz etkileyecek, belki de insanı etki alanınıniçine alabilecek ne varsa, hepsinin hareket noktası insan olmuştur. Biran,insan denen yaratığın bu dünyada olmadığını düşünsek, insanlıkhizmetinde bulunan medeniyetlerden söz etmemiz mümkün olur muydu? İnsansızbir dünyanın ne özelliği olur? Harika bir sanat ve Sanatkarı da var, amaonu hayretle seyredecek ve alkışlayacak seyirciler yoksa, varoluş zincirininbir halkasının eksik olduğu anlaşılmaz mı? Aynı zamanda insan iyi birseyirci olmanın ötesinde iyi bir gözlemcidir. İnsan hem kendisi ve hem degelecek için bir şeyler yapma sorumluluğunu taşır. Dünyayı imar etme, yaşanırhale getirme, her şeyinden yararlanabilme misyonuna sahiptir. Bu demektir ki,insan yoksa medeniyetler ve ona bağlı olarak kültürler de yok demektir. İnsanyaratılıştan medenidir. (Nursi, Münazarat, 1999:86) Topluluk halinde yaşamakistemesi, kendisiyle birlikte türünün de yaşamaya ilişkin haklarınısavunma güdüsüne sahip olması, yalnız kendini düşünen bir hayat sürdürmesineengeldir. Başkaları için bir şeyler yapmak, bir şeyler üretmek ve kazandırmakonu mutlu eden faktörlerin başında gelir. Bütün bu katkılar iyi bir bilgive kültür birikiminin sonunda gerçekleşir. Bilgi ve kültürler karşılıklıetkileşim sonucunda oluştuğuna göre, "medeniyetler" için"insanlığın ortak değerlerini yansıtan zengin ortamlardır" önermesindebulunabiliriz.

    İnsanlar ve topluluklar, hangi bilgi ve kültür birikimine sahipse, onlarınkuracağı medeniyet dediğimiz gelişmelerin de aynı ruhu yansıtmaları doğaldır.Bu demektir ki, insanı merkeze almayan bilgi ve teknikle kurulan medeniyetortamında insan, kendisiyle birlikte toplumunun ve sayısız varlıkların dayok olmasına neden olabilir. Nursi, (2000:44) medeniyete olumlu ve olumsuzanlam yüklemekle insanı merkeze alan bir anlayışın üzerinde ısrarladurur. Zararlı, yani hakiki olmayan bir medeniyetten istifa ettiğini söyler.İnsanın fıtri yapısını geliştirmeye yönelik olmayan ve teknolojiyiinsanlığın hizmetine sunmasını beceremeyen, aksine insanı teknolojinin kölesihaline getiren bir medeniyetin kirlerine bulaşmak istemez. Her türlü baskıdanyararlanarak ahlaksızlığı ve sinsi istekleri, insanın önüne yaldızlayaraksunan bir medeniyete bedeviliği tercih ettiğini ilan eder. Hakiki medeniyetin,İnsan türünün ilerlemesi, gelişmesi ve türün mahiyetinin kuvveden fiile/günışığına çıkmasına yardım etmesi gerektiğini söyleyerek (Nursi, Divan-ıHarb-i Örfi, 2000:44), medeniyetlerin asıl amacının, insanlığın özündesakladığı değerleri ortaya çıkarmak olması gerektiğini, aksine zarardanbaşka bir anlam ifade etmeyeceğini vurgular. Medeniyet insanın hem ürünüdür;hem kendisinin yararlanacağı, rahatça nefes alacağı, yeteneklerinin gelişeceği,olumlu özgürlüklerin yaşanacağı, özgürce bilginin üretileceği ve bilgiiletişimin sağlanacağı bir ortamlar bütünüdür. İnsan merkezlimedeniyetler, önce insana, sonra diğer bütün varlıklara hayat bahşeder;her varlığın rahatça nefes almasını sağlar. Bütün insanları dost yapanbir ortamın hazırlayıcısı olur. Medeniyetler bilgi ve kültürün de özgürcegelişip yaygınlaşacağı evrensel bilgilenmenin temelini atmada yardımcıolur. Bunda da eğitimin etkin rolünü düşünürsek, medeniyetin eğitim ileilişkisini anlamak daha da kolaylaşacaktır. Çünkü, eğitim, medeniyetlerinkurulmasında ve kuşaktan kuşağa aktarılmasında vazgeçilemeyen birfenomendir. Gerek bilgi, sanat, kültür, örf, adet, gelenek ve göreneklerinkuşaktan kuşağa aktarılması ve gerekse insan türünün düzenli gelişimiiçin "eğitim" kaçınılmaz bir tarihi olgudur.

    İnsanî Medeniyet Cehaletle Kurulamaz

    İlk insanın ilkel olmadığı, dünyayı yönetme donanımları yanında bilgiile de desteklendiği, tarih süreci içinde geçirdiği evrelerden anlaşılmasızor değildir. Her şeyden önce Hz. Adem bir peygamberdi. Gerek kendi vegerekse çevresiyle diyalog kurabileceği mesajlar yüklü vahye de mazhar olmuştu.İlk etapta oluşturduğu ilk toplum olan kendi aile örgütüyle kültür vemedeniyetlerin temelini atmıştır. Hiç şüphesiz fizyolojik ihtiyaçları veçevreyi araştırma merakının vahyin de desteğinde ona çok şeyler kazandırdığıgöz ardı edilemez. Bu açıdan, Hz. Adem insanlığın atası olurken, aynızamanda ilk medeniyetin de kurucusu olmuştur. Hz. Adem’den ta günümüzekadar, tarihte gelip geçmiş tüm medeniyetlerde İlahi ruh ve dokusunun sindiğiniiddia etmek yanlış olmaz. Çünkü her peygamber geldiği toplumda sosyal ve kültürelbirer önder olduğu gibi, sanat ve marifet/bilgide de birer öncüdürler. BaştaHz. Adem’e öğretilen ve her biri sanata ve teknolojiye kaynaklık yapan"esmâ" olmak üzere, Hz. Nuh’un gemisi, Hz. Yusuf’un saati, Hz. İdris’interzilik sanatının ürünü olan giysisi, Hz. Davut’un şekil verdiği demirive Hz. Peygamberin Kur’an ile sosyal hayatı düzenlemesi, insani yeteneklerin açılımınabirer örnektirler. Kısaca diyebiliriz ki, tarihin dönüm noktalarındamedeniyetlerin öncüleri, vahye mazhar olan peygamberler olmuşlardır. (Nursi,Sözler, 1994:229-242).

    Hiçbir medeniyet yoktur ki, kendi mirasını kuşaktan kuşağa aktarmışolmasın. Gelişen, geliştikçe değişme zorunluluğu yaşayan kuşaklarınoryantasyonunu sağlamak ise eğitimin işidir. Denilebilir ki, eğitimmedeniyet için vardır. İnsan, doğası gereği daima hakka ve doğruya karşıbir eğilim taşıdığı gibi, yine doğası gereği doğru kültürü, doğrumedeniyeti ve doğru eğitimi yaşatmaya eğilimlidir. Tarihten günümüzekadar, eğitimde, iyi insanlar her zaman iyi, kötüler ise ibret olsun diye,yine her zaman kötü olarak anılırlar. Bu bilgi birikimini aktaran araç, sözlüve yazılı kültürdür. Medeniyetlerin kültür boyutunu oluşturan ve yaşatanise eğitimdir.

    İnsanoğlu, Antik Çağdan günümüze kadar, Doğuda, Batıda, Kuzeyde ve Güneydekurulan yüzlerce medeniyete tanık olmuştur. Bu medeniyetler kuruldukları dönemdenyerle bir oldukları döneme kadar geçen süre içinde kendilerini ayaktatutacak bir "kimlik" oluşturmuşlardır. Medeniyetler, bu kimliklerinadıdır.

    Medeniyet kurmak zor olduğu kadar, onu yaşatmak ve kuşaklar boyu sürdürmekciddi bir eğitim işidir. Eğitim, insan doğasına ve yeteneğine, toplumsaldeğerlere, hatta evrensel düzene uyumu ölçüsünde başarılı olur. M.Ö.6. yüzyılda Atinalıları Spartalılara üstün kılan, insan merkezli eğitimdi.Miladi 7. yüzyıldan Ortaçağın sonuna kadar Doğuyu Batıya üstün kılan,insani değerlerle bütünleşmiş eğitimdi. Aydınlanma çağından günümüzekadar Batıyı Doğuya üstün kılan da özgür düşünceyi doğuran özgür eğitimdi.

    Medeniyet tarihi bize göstermektedir ki, insanlığa hizmet eden ve insanlık içinyararlı sonuçlar üreten medeniyetler "insan" merkezli olmuştur. İnsanadeğer veren, onu hukukta üstünleştiren ve sosyal düzen için hukuk eşitliğiniideal haline getiren medeniyetlerdir. Böyle medeniyetlerin alt yapısını oluşturanbölümleri de bu özellikleri taşır. Tabii ki, eğitim sistemleri de özgür,açık, katılımcı ve yaygındır. Cehalet/bilgisizlikle arzu edilen ve insanlığınyararına bir medeniyet kurulamaz.

    Her Medeniyet Kendi Eğitim Anlayışını Geliştirir

    Avrupa son iki asrı çalkantılarla geçirmiş, düşünce ve eylemde çapraşıkve karmaşık sistemler sarmalında çalkalanmıştır. Eğitimde ÖzgürlükHareketi Öncülerinden biri olan Kathleen Melankos, "Medeniyetimizintemeli büyük ölçüde Romalılar ve Yunanlılar tarafından atılmış. Acabaköklerimizi daha iyi anlamaya çalışırsak, bugünkü problemlerimizi aydınlatabilirmiyiz?" (Melankos, 2001:13) diye soruyor ve bugünkü Batı medeniyetinindayandığı ilkelerin Sparta’da da yaşandığını ileri sürüyor: "M.Ö.6. yüzyılda Sparta, oligarşik bir tarım ve kara devletiydi. Yönetim askervatandaşlara yiyecek temin eden köylü kölelere dayanıyordu. Çünkü Spartabir asker milletti. Sparta’da eğitimin amacı, nesilleri Sparta kalıplarına göreyetiştirmekti." Oysa Atina, kendi sistemini kendi gerçeklerine göre yapılandırarak,başarılı bir model oluşturmuştu. Yazar, ayrıca Atina’da, anne ve babaların,yasal bir zorlama olmadan, çocuklarını yetiştirmesi için nasıl değişik yöntemlerbulduklarına işaret etmektedir.

    Sparta kapalı bir toplum ve kapalı rejimle, sadece savunma merkezli bir yönetimanlayışına sahipken, Atina açık toplum ve açık eğitim modelini benimsemişti.Sparta’ya göre, Spartalılar her zaman düşmanlarla baş başadır ve Sparta’nınSpartalıdan başka dostu yoktur. Eğitim de Eflatun’un öğütlediği üzere,devlet kontrolündedir. Çünkü vatandaş eğitimden anlamazdı.

    Oysa Atina’da açık toplum modeli vardı. Katılımcı eğitimde esas yükailelerdeydi. Çünkü aile en iyisini yapabilirdi. Yönetim anlayışındakanun önünde eşitlik vardı. Ama insanların bireysel farklılıklarındandolayı eğitilmiş insanların eşit olamayacağı anlayışı da yaygındı.İnsanların yetenek, his ve zeka bakımından değişkenlikleri göz önüne alındığında,eşitlikleri mümkün olamazdı. Çünkü, tek tip insan yetiştirmeyihedeflemek, ancak kapalı toplumların politikasıydı.

    Marksizmi, Naturalizmi, Nihilizmi doğuran 20. yüzyıl Avrupa’sı ve üzerindeyükseldiği medeniyetinin ilkeleri, ekonomik, sosyal, siyaset, hukuksistemlerine sindiği gibi, eğitim sistemine de yansımıştır.

    Serbest piyasa ekonomisi ve piyasanın acımasız rekabeti, eğitimde derekabeti doğurmuş, her tür test ve sınavlarla öğrenciler, yarışacaklarıgeleceğin rakiplerini daha okul sıralarında tanımış oluyorlardı. Güçlüolanın ayakta kalacağı, zayıfın yok olacağını telkin eden "mücadele"felsefesi, eğitimde özellikle fen ve tabiat bilimleri derslerinde değişikcanlı örnekler verilerek, genç beyinlere hayatta kalabilmek için güçlüolmaları gerektiği telkini yapılıyordu. Tabii ki, insan topluluklarındadaha belirgin olan yardımlaşma, dayanışma, birbirinin ihtiyacına koşmagibi psikolojik gerçekler de görmezden geliniyordu. Irkçılık ise, yanikendi ırkının üstün olduğu, dolayısıyla başkasını yutmakla beslenmekfelsefesi sürekli körükleniyor, kitaplara ve müfredatlara yansıtılarak gençlerinzihinlerine yerleştirilmeye çalışılıyordu.

    Bu yaklaşımlar, Pozitivizmin Avrupa’ya, oradan da tüm dünyaya zehir kustuğudönemin bir ürünüdür. Tabiat bilimlerinde Charles Darwin, düşüncedeAuguste Comte, eğitim felsefesinde Stuart Mill, felsefede Herbert Spencer gibifilozoflar da vahiy kaynağından uzak yetişmişti. Bu filozofların başınıçektiği tüm aşırı fikirler, Ortaçağ Hıristiyanlığına, engizisyonunave kilise egemenliğine, hatta bu fenomenlerin bir eseri olan kendi tarihine birbaş kaldırmaktan başka bir şeyle ifade etmek zordur. Batıya vahşeti yaşatanbozulmuş Hıristiyanlık din motifinin ağır bastığı skolastik düşünceyeve hayata yansımalarına karşı bu baş kaldırışın belki haklı bir nedeniolabilirdi; ancak buna karşılık geliştirdikleri materyalist düşünce gerçekhayatı yansıtmaktan tamamen uzaktı. Bunun sunucu olarak Batı, 20. asırda büyükbir felaketin eşiğine gelmişti.

    Son asrın en büyük düşünürlerinden olan Bediüzzaman, Batı medeniyetinioluşturan vahyin özünden uzaklaşmış felsefe ile İslam medeniyetini oluşturanKur’ani yaklaşımın "insan modeli"ni karşılaştırdığı 12. Söz’de,bu iki medeniyetin kendi insanını yetiştirdiği eğitim modeli hakkında daçarpıcı ip uçları vermektedir (Nursi, Sözler, 1994:122). Batıyı, dünüve bugünü ile çok iyi yorumlayan geniş bir kültür birikimine sahip olanBediüzzaman’ın, Batı medeniyetinin insan modeline ilişkin sunduğu özelliklerişu şekilde özetlenebilir:

    · Menfaat odaklı düşünür. Kendi çıkarı için ötekinin ayağını öpecekkadar alçalabilir. Bunu yaparken oldukça esnektir ve omurgasızdır. Üstelikbu özelliğini gurur maskesi altında vitrinine koymayı iyi becerir.

    · Vitrine koyduğu diğer bir özelliği de inatçılığı ve ısrarcılığıdır.Oysa bu da, isteğini elde edinceye kadardır; en küçük bir çıkarını görüncebu sihir de bozulur.

    · Kendi dünyasında, bireysel olarak kendini düşündüğünde zayıf, acizve güçsüz olduğunun farkındadır. Ancak bunu toplumsal düzeye taşıdığındamağrur olduğu kadar, kendisi gibi olanlarla birlikte olduğunda ise güçlü görünmeyeçalışır.

    · En önemli özeliklerinden biri de dünyadaki varoluş felsefesinde yatar. İnsaniçin en önemli amacın hayvani ve nefsi isteklerin yerine getirilmesi olduğunusavunur.

    Batı medeniyetinin köklerinden biri olan "Roma Dehası"nın (Nursi,Sözler, 1994:651-656) insan modelindeki bu özellikler, şüphesiz toplumsal düzeydede kendisini göstermektedir. Bediüzzaman Said Nursi, böyle bir insan modeliniesas alan felsefenin oluşturduğu toplumun özelliklerini şöyle sıralamaktadır(Nursi, Sözler, 1994:122):

    · Toplumsal hayattaki dayanağı kuvvettir. Oysa kuvveti esas alan birtoplumda hak ve hukuk kavramı ortadan kalkar; kuvvetli olan her zaman haklıdır.Bu, saldırganlığı da doğurur. Güçlüleri haklı, haklıları da güçsüzduruma düşürür.

    · Toplumsal hedefler çıkar zembereği üzerine döner. Menfaat herkesin önceliğidir.Böyle bir toplumda mutlu insan bulmak zordur. Çünkü adil paylaşılmayan dünyanimetleri hiç kimseyi memnun etmez. Bunun sonunda "boğuşma" başlarve savaşlar çıkar. Güçlü olanlar bir takım sebepler bulur ve gerçek amacıolan o nimeti ele geçirmek için harekete geçer.

    · Hayat bir mücadele olarak algılanır. Tabiattaki varlıklardan insantoplumlarına kadar, her varlık kendi menfaatini ele geçirinceye kadar mücadeleeder. Bu bakış açısına göre, insan sürekli bir kavga içindedir. Güçlüyseayakta kalır, zayıfsa yok olup gider.

    · İnsanlar arasındaki iletişimde "ırkçılık ve menfi milliyet"esastır. Kendi ırkını üstün gördüğünden diğer ırklar sefil bireryaratık ya da kendi hizmetinde olması gereken kölelerdir. Bu anlayış diğerırkları ortadan kaldırmayı ve yok etmeyi hedefler. Başkasını yutarakbeslenir.

    · Batı medeniyetinin toplumsal sonuçlarına baktığımızda, insanlarınheveslerini kamçılamak ve ihtiyaç listelerini kabartmaktan başka bir şey göremeyiz.

    · Sonuç ise, Batı medeniyetinin üyesi olan insanların mutsuzluğudur.

    Kimlikleri, ırkları, dinleri ve dilleri ne olursa olsun, felsefenin etkisi altında,Batı medeniyetini kendi dünyasına taşıyan toplumların mutluluk genlerideforme olmuştur. Batı dünyasındaki eğitim modelleri de felsefelerineparalel olarak yukarıdaki özellikleri hedef davranışlar olarak belirlemiştir.Bu tamamen "Roma Dehası"nın bir ürünüdür.

    Oysa Kur’an medeniyetinin insanlığa bahşettiği insan ve toplum modeli ise çoknettir. Bunlar:

    · Kur’an’dan dersini alan model bir insan, her şeyden önce Allah’ın kuludur.Allah’tan başkasına asla kul olmaz. Cennet gibi büyük bir menfaati eldeetmek bile onun asıl amacı değildir. Bu yönüyle izzet sahibidir.

    · Mütevazi, halim ve selim bir yapısı vardır. Ama bu tutumu Yaratıcısına,masumlara ve doğrulara karşıdır. Yaratıcısı dışında asla kimseye alçalmaz,buna tenezzül etmeyecek kadar şereflidir.

    · Bireysel anlamda kendi zaaflarını, ihtiyaçlarının da bitmeyecek kadar çokolduğunu bilir. Fakat buna karşılık, mülk sahibinin onun için depoladığıuhrevi servetlerine ulaşacağını da çok iyi bilir. Dayanağı O olduğu içinde güçlüdür.

    · Hayattaki tek amacı Allah rızasını elde etmek olduğundan faziletli birinsan olmak için çalışır.

    Kur’an’ın oluşturduğu insan modelinin toplumsal yansıması ise şu şekildedir:

    · Toplumsal hayatta dayanak noktası kuvvet değil, haktır. Haklı olankuvvetlidir. Kuvvet haktadır. İnsanlar ancak hakta birleşebilir. Her vicdanhakkın ne olduğunu bilir ve hakka inanır.

    · Toplumsal hedef menfaat değil, faziletli bir toplum olmak ve Allah’ın rızasınıelde etmektir. Bunun sonunda toplum dayanışma içine girer. Böylesi birtoplumda insanlar birbirinin yardımına koşar.

    · Milletler arasındaki ilişkilerde ırkçılık yerine din, sınıf ve vatanesaslarını ortak payda olarak iletişim aracı kabul eder. Bunun amacı kardeşlikbağlarını güçlendirmektir. Bunun sonucunda da, kardeşlik bağlarının güçlendiğiinsanlar arasında bir çekim kuvveti oluşarak dünya barışı kurulur .

    · Toplumsal amaç, nefsani arzulara set çekmek ve ruhu yüceltmektir. Bu ancaknefsi gemlemek ve ruhu da kemalata kamçılamakla olabilir ki, dünya veahirette mutluluk elde edebilmenin tek yoludur.

    Görüldüğü gibi, Kur’an’ın sunduğu insan ve toplum modeli ile Batımedeniyetinin kaynağını oluşturan felsefenin ve "Roma Dehası"nınsunduğu model arasında ciddi farklar vardır. Batı dünyasında, bu farklarifrat denilen boyutuyla Ortaçağda, tefrit denilen diğer boyutuyla da 20. asrınbaşında zirveye taşınmıştır.

    Her iki medeniyet de kendi eğitim sistemlerini bu özelliklere göre kurmuştur.Hayata, insana, topluma ve evrene bakış açılarını da kültürleri aracılığıylagelecekteki kuşaklarına aktarmaya çalışmıştır.

    "Serbestiyet ve Malikiyet" Devrinde Özgürlükçü Eğitim

    İnsanlık tarihi de insan ömrü gibi dönemler geçirmiştir. Sosyolojikdevreler dediğimiz insanlığın dönüm noktaları beştir: Vahşet veBedeviyet, Kölelik, Esirlik, Ecirlik, Serbestiyet ve Malikiyet devirleri(Nursi, Sözler, 1994, 649). Bu beş dönem insanların yetenek, anlayış vebeyinsel fonksiyonlarına paralel olarak gelişmiştir. Tarihin bu sosyolojik dönemlerindeeğitim ve öğretim de kendi düzeylerinden farklı olmadığı gibi, kurulanmedeniyetler de o dönemlerdeki insani değerlerin bir yansımasıdır. Ama,bilim, teknoloji ve insanın yeniden keşfedildiği iki bin yıl sonrasının"özgürlükler ve mülkiyetler" dönemi olacağı ise açıktır.

    İnsanlığın özgürlükler dönemi, içinde bulunduğumuz çağdır. Özgürlükleringelişmesinde en büyük etken insanın anlaşılmasıdır. Bilimin gelişmesi,teknolojinin gelişmesine paralel olarak iletişimin artması, dünyanın birucundaki hastalık habercisi bir öksürüğün diğer ucundaki insanı anındarahatsız etmesi, insanların birbirlerinden kopuk yaşayamadığını ve birbirinin özgürlük sınırlarına saygı duymak zorunda olduğunu göstermektedir.Bu zorunluluk, birbirini anlamak ve avantajların eşit paylaşımını sağlamaktır.Gerçek özgürlük, bireye başkasının hukukuna karşı saygılı olma vekendi özgürlük sınırı ile başkasının özgürlük sınırına ilişkinbilinci elde etme görevini yüklemektir. Özgürlükler çağı, bu özelliğindendirki diğer çağlardan daha anlamlı ve insanına daha çok mutluluk verecektir.

    Böyle bir dönemin en büyük aracı eğitimdir. Müfredatlar, ders kitaplarıve özellikle bunlara ruhunu üfleyen eğitim felsefeleri, "Malikiyet ve Özgürlüklerçağı"nın özelliklerini dikkate almak durumundadır. Yetenekleri öldürenhimayeciliği, her fırsatta zulüm ve saygısızlığı empoze eden baskıcılığıhatırlatan ve çoktan gerilerde kalmış eğitim modelleri artık geçerliliğiniyitirmiştir. Açık toplum ve açık eğitim modeli bu dönemin en büyük özelliğidir.Açık eğitim modelinde en önemli unsur insandır. İnsan merkezli düşünce,insanın özgürlüğüyle başlamaktadır. Gerçek özgürlüğün temelini de,ruh ve vicdanın bağımsızlığı oluşturur. Ruh ve vicdan ne kadar bağımsızsa,insani değerlerin topluma yansıması o kadar güçlü ve etkili olur. İştebunu sağlayan olgu özgür eğitimdir. Birey olarak herkes özgürlükten hoşlanır.Hiç kimse, kendi özgürlük sınırının bir başkası tarafından aşılmasınıistemez. Özgürlükler, küreselleşme olgusunun sağladığı imkanlarsayesinde, gittikçe kapalı tüm toplumları da açık olmaya zorlayacak; tüminsanlar özgürlüğün haklar sınırında olumlu bir şekilde birbirlerinietkileyecektir.

    Küreselleşme olgusunun gün geçtikçe öneminin arttığı çağımızda, dünyaçoktan bir köy haline gelmiştir. Bunca iletişim araçlarının bulunduğu günümüzdebilginin ulaşamadığı bir toplum ve bir bölge yoktur. Uydular aracılığıylaanında dünyamızın kontrolü pek ala mümkündür. Günümüzde, "Benbilmiyorum!" ya da "Dünyada bu da mı vardı?" demek, akıl vemuhakeme yoksunluğu anlamındadır. Bediüzzaman, medeniyetin dört koldaninsanlığı sardığı bir zamanda, alemin hükümranının "ilim vemarifet" (Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, 2000:65) olduğunu söylemektedir.Medeniyeti insanlığın yararına çalıştırmanın tek şartı olarak gördüğü"eğitim"i ise her şeyin üstünde tutar. Günümüz Avrupamedeniyetinin hazırlayıcısı olan Asya ve Rumeli köşelerinde gömülü olanİslam medeniyetinin uyanmakta olduğunu ve bundan yalnızca çıkarını insanlığırahatsız etmekte ve baskıyı tatmin aracı olarak görenlerin korkuppanikleyeceğini söyleyen Bediüzzaman, eskiden olduğu gibi çağımızda dacennetimsi yükselişin ve hakiki medeniyetin kapılarının açık olduğunuifade eder. Hakiki medeniyete beş ana kapıdan girilebileceğini söyler:

    1- İnsanların kalplerini "hak" kavramında birleştirmek, 2- En büyükmotifi din olan milli muhabbet, 3- Eğitim (maarif), 4- Çalışma, 5-Ahlaksızlığıterk (Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, 2000:60). Özgürlükler çağında, bu kapılarıner geç açılacağına olan inancına da, eskiden, Asya’yı aydınlatıp olgunyeteneklerin tohumlarını yeşerten özgürlüğün bir mucize gibi doğduğunudelil olarak gösterir (Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, 2000:60). Özgürlüklerinnefes aldırdığı çağımızın medeniyetinde eğitimin yeri büyüktür.

    Bediüzzaman, Münazarat adlı eserinde de, aklın ve bilginin ön plandatutulmasının gerektiğini vurgular. Kendine özgü deyişiyle, demokrasi dönemininzembereği, ruhu, kuvveti, hakim ve ağasının neler olduğunu ve olacağınışöyle sıralar: Hak, akıl, marifet/bilgi, kanun ve kamuoyu ve kimin aklıkeskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir diye akıl ve zekanınyerinde kullanılmasının gerektiğini söyler (Nursi, Münazarat, 1999:21). Özgürlükçağının aynı zamanda bilgi çağı da olacağını, evrensel mesajlarladolu olan Kur’an’ın bu asra bakan ayetlerini isabetli ve yerinde yaptığıyorumlara ve geçmişe ait geniş kültür birikimine dayanarak haber verir. Buçağrı, Müslüman toplumlarına olduğu kadar diğer toplumlara da yönelikolan bir uyarı anlamındadır. Bilgi çağında en büyük görev eğitimsistemlerinin işleyişindedir. Sisler ve tozlar altında kalan İslammedeniyeti geçmişte olduğu gibi, günümüzdeki teknoloji sarhoşu Batımedeniyetinin hakim olduğu çağımızda da insan merkezli oluşumların başlatıcısıolacağına inanmaktadır. Aklın yolu birdir. Gerçek medeniyetin yolu, insanıasıl amacına yönlendiren bir eğitimden geçer. Bu da ancak insanı her zamanmerkeze alan bir anlayışı bütün insanlığa dikte ettiren, ürünlerini debolca insanlığın hizmetine sunan ve "hakiki medeniyet" kuran İslam’ıninsan, toplum ve evrene ilişkin olan bakış açısının eğitime yansıtılmasıylamümkündür. Bu gerçekleştiğinde, insanlık kendine gelecek, ufuklar açılacakve dünya, yeni bir anlayışın ve dönemin eşiğine gelecektir.

    Medeniyetlerin Ömrü…

    Aslında günümüz Batı medeniyeti bir test sürecinden de geçmiştir.Topluma verdiği bir çok reçetelerin olumsuz etki ettiği anlaşılmıştır.Batı, kurduğu medeniyetin, çok azı istisna edilirse, kendine pek yararlıolmadığını yaşadığı iki büyük savaşta fark etmiştir. Batı, kurduğumedeniyetin bedelini ağır ödemiş ve özgürlükler çağının başında dayer yer ödemektedir.

    Bediüzzaman, günümüz medeniyetinin, yani olumlu eğitimden yoksun Batımedeniyetinin, Batılıların da itiraf ettiği gibi, insanlığa hiçbir şeykazandırmadığını çarpıcı ve yürekli ifadelerle dile getirmektedir:"… bu şimdiki medeniyet, beşerin yüzde seksenini darlığa ve sıkıntıyaatmış, onunu sahte saadete çıkarmış, diğer onunu da iki arada bırakmış.Saadet odur ki, ya herkese, ya eksere saadet ola. Bu ise, azınlığındır ki,insan türüne rahmet olan Kur’an, ancak umumun, azınlığın değil çoğunluğunsaadetini içine alan bir medeniyeti kabul eder." Bediüzzamanistatistiksel verdiği bu bilgilerden sonra, böyle bir medeniyetin insanlığaneler verdiğini ve sonunda bütün insanlığın anlayacak biçimde nasıl içinidışa vurduğunu yine özlü ve anlamlı cümlelerle belirtir: "Hemserbest havanın baskısıyla, gerekli olmadığı halde bir çok ihtiyaçlarzaruri hale gelmişlerdir. Bedevilikte bir adam dört şeye muhtaç iken,medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Çalışma masrafa yetmediğinden,hileye, harama sevk etmekle, ahlakın esasını şu noktadan ifsat etmiştir.Topluluğa, türe verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir, ahlaksızetmiştir. İlk çağların bütün vahşetini, bu medeniyet bir defadakustu!" (Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, 2000:113) Bireyi ihmal eden hermedeniyetin sonu hüsrandan başkası olamaz.

    Sonuç: Yararlı Medeniyeti Doğru Eğitimle Sunabiliriz

    Doğu ve Batı şimdi eskisinden daha belirsiz ve daha iç içedir. Medeniyetinkaynağı bir ulusa da dayansa, değişik milletlerin katkılarıyla evrenselhale gelebilir. Gırnata’dan doğan İslam medeniyeti nasıl eğitimin anamateryali olan "bilgi" ile Batıyı aydınlattıysa, Batıdan gelenmedeniyet de ayrışarak yine "eğitim" yoluyla Doğuya güçverecektir. Batı medeniyeti "inkışa/açılma" (Nursi, Divan-ıHarb-i Örfi, 2000:114) ile İslam medeniyetinin köklü ve oldukça tazeilkeleriyle yeniden buluşacak ve insanlığa yeni bir mutluluk dönemi açacaktır.Batı medeniyeti, yukarıda sayılan özelliklerini, bilgilenme ve araştırmamerakı sayesinde, İslam medeniyetinin ışınlarıyla tedavi etmiş ve insanlığauygun hale getirmiştir. Batı kendine adapte ettiği bu insani değerlerlekendine gelmiş, etkin eğitim yoluyla da insanının ufkunu açmış, gün geçtikçeKur’an medeniyetine yaklaşmıştır. Günümüzde, Kur’an’ın öz vehedeflerinden uzak düşen Müslüman toplumların ise Batı toplumlarındangerek eğitim ve gerekse sosyal açıdan çok geri bir düzeyde olduğu gerçektir.Yirminci asrın başlarında onlardan aldıkları eski modelleri henüz terkedememenin sancısını çekmektedir. Müslüman toplumların, insan merkezli açılımlarıözünde taşıyan çok zengin bir kültüre sahip olduklarından ve şimdikimedeniyet birikimini eğitim yoluyla akıllıca değerlendirme fırsatıellerinde olmasından, değişimi yakalaması zor olmayacaktır.

    İletişim araçlarının hızla artması ve küreselleşme olgusu,medeniyetlerin iyice karışmasına neden olmuştur. Bu değişim daha da hızlanacaktır.Aklı güçlü, sözleri gerçek, sunuşu mükemmel olan fikirler her zamanetkili olacaktır. İslam’ın insanlığa sunduğu eğitim ve medeniyetin, belkide din ve uyruğu farklı kesimlerce, ama değişik bir biçimde sunumu yapılacak;böylece tabular yıkılacak, insanlar Allah’ın himayesinde tek bir milletolmaya doğru gidecektir. Bunu sağlayacak tek etken de eğitimdir.

    Kaynakça

    Nursi, Bediüzzaman Said (1994). Sözler, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul.

    Nursi, Bediüzzaman Said (1999). Münazarat, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul.

    Nursi, Bediüzzaman Said (2000). Divan-ı Harb-i Örfi, YeniAsya Neşriyat, İstanbul.

    Nursi, Bediüzzaman Said (2000). Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat,İstanbul.

    Fromm, E. (1994). Erdem ve Mutluluk, Çev: Dr. Ayda Yörükan,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

    Garaudy, R. (1995). İnsanlığın Medeniyet Destanı, Çev:Cemal Aydın, Pınar Yayınları, İstanbul

    Pazarbaşı, E. (1996). Kur’an ve Medeniyet, Pınar Yayınları,Ankara.

    Melenakos, K. (2001). Eski Yunan’dan Öğrenilecekler, LiberalDüşünce, Kış-2001, Sayı: 21, s. 13-16.