Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • "Medeniyet-i Sefahat" ve "Medeniyet-i Fazilet"in Mukayesesi

    Furkan Aydıner

    Giriş

    Kitle iletişim araçlarının etkisiyle gittikçe küçülen bir dünyada yaşıyoruz.Ülkeler arasında sınırların çoğu zaman sembolik kaldığı günümüzde,dünyamız meşhur tabirle "global bir köy" haline gelmiş. Serbestpiyasa ekonomisine dayalı kapitalizm, sekülerizm ve dünyevileşme teslisinedayanan modernizm, global ölçekte etkisini devam ettiriyor. 16. ve 17. yüzyıldaAvrupa’da filizlenen kapitalist üretim tarzı, günümüzde bütün dünyayısarmış. Herkesi etkileyen bu süreçten İslam dünyası da nasibini alıyor.Bir bilgisayar ekranı kadar küçülen dünyada, sınırların ortadan kalkması,ilay-ı kelimetullah davasını güden Müslümanların hizmet alanlarını dünyakadar büyütmüştür. Bu anlamda tarihi bir fırsat olan globalleşme, aynızamanda Müslümanlar için global kapitalizmin dayanılmaz cazibesiyle sınanmayıda beraberinde getirmiştir. Diğer dinlere kıyasla İslam, global kapitalizm rüzgarınakarşı en fazla direnci göstermesine rağmen (Mabry, 1998), mücadelenin nasılneticeleneceği konusunda kesin bir şey söylemek kolay değil.

    Global kapitalizmin empoze ettiği yaşam şekline karşı mücadele veren İslamdüşünürlerinden biri olan Bediüzzaman, "global köy" kavramınınhenüz icad edilmediği yirminci yüzyılın başında yazdığı Mesnevi-iNuriye’de, "küre-i arzı bir köy şekline koyan şu medeniyet-isefihe" (Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 105) cümlesiyle globalleşen dünyadakimedeniyet-i sefahatin farkında olduğunu gösteriyordu. Zamanının sığ tartışmalarıyerine geleceğe yüzünü döndürüp, "yeni nesil"e hitap etmeyi yeğleyenbir İslam mütefekkiri olmasına rağmen, onun medeniyet analizinin iyice anlaşılmadığıkanaatindeyiz. Bu eksikliğin temel nedeni Risale-i Nur’da bu konuyla ilgilikullanılan kavramların günümüz okuyucusuna yabani olmasıdır. Örneğin,Bediüzzaman’ın Birinci ve İkinci Avrupa kavramları halk nezdinde bilinmediğigibi, entelektüel çevrelerce dahi yeterince anlaşılmamıştır. Bu çalışma11 Eylül’den sonra yeniden güncellik kazanan İslam ve Batı medeniyeti tartışmalarınaBediüzzaman’ın da dahil edilmesini amaçlıyor. Bu iki medeniyet arasındaHuntington’ın kaçınılmaz gördüğü çatışma tezine karşın, Bediüzzaman’ınkaçınılmaz gördüğü barış ve uzlaşma tezinin anlaşılması daha da önemkazanmıştır.

    Bu makale iki temel bölümden oluşuyor. İlk bölümde, global kapitalizm ileilgili literatürdeki tartışmalar özetlenecek. İkinci bölümde, Bediüzzaman’ınBatı medeniyeti ve İslam medeniyeti ile ilgili fikirleri "medeniyet-isefahat" ve "medeniyet-i fazilet" kavramları çerçevesindeirdelenecek.

    Global Kapitalizm İle İlgili Tartışmalar

    Kapitalizmin sosyolojik ve tarihi kökenini ortaya koyan en önemli ilk kitapWeber (1953) tarafından yazıldı. "Protestan Etik ve KapitalizminRuhu" başlığıyla yayınlanan kitabında Weber, kapitalizmin Batı’dazuhur etmesini Protestan ahlakına bağlıyordu. Weber’e göre Protestanlık,takipçilerine kapitalizmi doğuracak ruhu aşılayarak, tarihin seyrini değiştirmişti.1Weber’in misyonunu günümüzde devam ettiren Francis Fukuyama, daha da ilerigiderek, kapitalizmin ve liberal demokrasinin tarihin sonu olduğu kehanetindebulunuyordu.

    Fukuyama, 1992 yılında yazdığı, Tarihin Sonu ve Son Adam adlı kitabında,açıkça liberal demokrasi ve kapitalizmin galibiyetini ilan ediyordu(Fukuyama, 1992). Ona göre, insanlık aradığı en mükemmel sistemi bulduğundandolayı tarihi arayışın sonu gelmişti. Kapitalizmin en büyük rakibi olankomünizmin ölümü böyle bir iddianın doğruluğu noktasında hayli güçlübir delil gibiydi. Fukuyama’ya göre bütün dünya bu sistemi kabul edecek vehomojen global bir dünya kaçınılmaz olacaktır.

    Sosyal bilimciler Fukuyama’nın bu kitabını tartışadururken, birkaç senesonra aynı yazarın imzasıyla başka bir eser daha yayınlanır. "BüyükYıkım: İnsan Fıtratı ve Sosyal Düzenin Yeniden İnşası" başlığınıtaşıyan bu eser, Tarih’in Sonu teziyle çelişen tespitler içeriyordu(Fukuyama, 1999). Liberal demokrasi ve kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde,1960 ile 1990’lu yıllar arasında, "Büyük Yıkım" yaşandığınıiddia ediyordu Fukuyama. Bu ülkelerde suç işleme oranları yükselmiş,sosyal bağları kuvvetlendiren akrabalık ilişkileri zayıflamış, evlilik müessesesibüyük tahribata uğramış ve toplumdaki güven giderek azalmıştı. Sosyalverilerin analiziyle varlığı anlaşılan bu sosyal problemler, önlem alınamazsa,"Büyük Yıkım’ın" vahim noktalara ulaşacağını gösteriyordu.Fukayama, bu çalışmasıyla bir önceki tezinin yanlış çıkmaması için,liberal demokratik dünyaya bir uyarıda bulunuyordu. Kitapta sözedilen sosyalsorunlara çözüm bulunmadığı takdirde, tarihin değil, liberal demokrasi vekapitalizmin sonu olabilirdi.2

    Fukuyama’nın zaferi erken ilan ettiğine inanan Huntington, yaşanacak yeni birçatışmadan haber veriyordu. Huntington (1996), "Medeniyetler Çatışması"kitabıyla, Soğuk Savaş’ın son bulduğunu ve yeni bloklaşmanın medeniyetlerbazında yaşanacağını iddia ediyordu. Greko-Romen medeniyetinin Hıristiyanlıklabaptiz olmasından tevellüd eden Batı medeniyeti, günümüzde karşısındarakip olarak İslam ve Çin medeniyetlerini bulmuştu. Yeni çatışmalar, ulusdevlet eksenli olmaktan ziyade, bu medeniyetler arasında yaşanacaktı. Davos Kültürüetrafında oluşan homojen global değerlere karşı olan İslam medeniyeti ileBatı medeniyeti arasında çatışmanın yaşanması kaçınılmazdı,Hungtinton’ın tezine göre.3 Bu çatışma, Batı ülkelerine göç ettiğihalde, Batı’nın değerlerine karşı direnenlere karşı da yaşanacaktı.Bundandır ki, Huntington, tedbiren, asimile olamayacakları sınırdan içerikoymamak gerektiğini öneriyordu. Nitekim, 11 Eylül sonrası Bush yönetiminintakip ettiği politika bu öneriye kulak verildiğini gösteriyor.

    Huntington gibi, Benjamin Barber de bir çatışmadan sözediyordu. Barber,global kapitalizmi McWorld kavramı ile ve buna karşı olan reaksiyonerhareketleri Jihad kavramıyla ifade ederek "McWorld versus Jihad"ismini verdiği kitabında bu mücadeleyi anlatıyor. Kitaptaki argümanlara göre,McWorld hareketli müzik, video, TV, tiyatro, kitap ve eğlence parklarıylaortak markalar, klişeler, film yıldızları ve şarkılar etrafında birleşenglobal ve homojen bir kültürün oluşum mücadelesini veriyor. Globalleşen dünyadaCoca-Cola, Marlboro, Nike, Hershey, Levi’s, Pepsi ve McDonald’s gibi Amerika kökenliglobal holdinglerin ürün ve hizmetlerini satması Amerika kültürünün yayılmasınabağlıdır. Doğal olarak, Amerika’lı gibi bir hayat tarzı olan insanlar buholdinglerin ürünlerini talep edecek (Barber, 1996, s. 60). Örneğin, çay vekahve gibi içeceklerin tercih edildiği toplumlara Cola gibi soft içeceklerinsatılması ancak kültürel bir değişimle mümkün olabilir. Aksi halde,Amerikan kültürünü sınırlı dahi olsa benimsemeyen bir toplumun asırlarcadevam eden bir milli içeceğini terk etmesi beklenemez. Bu ilişkiler ağındanhaberdar olan global holdingler, ürettiği mal ve hizmetleri talep edecekkapitalist kültürü her yerde hakim kılmak için medyayı etkin bir araçolarak kullanıyor. Barber’e göre, Hollywood sefih bir yaşam tarzı, sekülerizm,tüketim alışkanlığı, pasifizm gibi temaları işleyerek McWorld’u muzafferkılmaya çalışıyor (Barber, 1996).4

    Medeniyet-i Sefahat ve Medeniyet-i Fazilet Ayırımı

    İslam dünyasında Avrupa medeniyetine karşı toptancı yaklaşımla reddiyeyazanların aksine, Bediüzzaman Avrupa medeniyetini ikiye ayırır (Nursi,Lem’alar, s. 646). Birincisi, hakiki Hıristiyanlıktan esinlenerek toplumsalhayata faydalı eserler, adaletli yönetim ve teknolojik yenilikler armağaneden "Birinci Avrupa". Bu medeniyetin ayırt edici vasfı insanlığafaydalı olmasıdır. İnsanlığın hayatını kolaylaştıran teknolojik gelişmelereve insanların kabiliyetlerinin yeşermesine zemin hazırlayan istibdat karşıtısosyal gelişmelere kaynaklık eden Birinci Avrupa "medeniyet-ifazilet"in bir parçası olarak görülüyor. Bediüzzaman, Hıristiyanlığıngetirdiği etik üzerine kurulan Birinci Avrupa medeniyeti ile dinsizlik vesefahate karşı, işbirliğini önerirken; "İkinci Avrupa" diyetarif ettiği medeniyeti ise, dinden ziyade felsefi membadan beslenen vesefahati insanlığa yegane saadet yolu diye takdim eden "medeniyet-isefahat" diyerek reddeder.

    İkinci Avrupa’nın özelliği sefahati teşvik etmek olduğundan, Bediüzzaman’ıngerçekte reddettiği kapitalist bir kültürle sefahati teşvik eden sefihmedeniyettir. Günümüzde Amerika, global kapitalizmin lokomotifi olmasıhasebiyle, İkinci Avrupa’ya öncülük ediyor. Bu anlamda, coğrafi bir alanlasınırlı olmaksızın, sefahati teşvik eden medeniyet (ikinci Avrupa) Bediüzzaman’ınnazarında ‘medeniyet-i sefahat’tir. Günümüzde "sefahat-i mutlakamedeniyet" denildiğini ifade ederek "medeniyet-i sefahat"itenkit eder (Nursi, Şualar, s. 995). Emirdağ Lahikası’nda yer alan birmektupta ise, medeniyet-i sefahati "mim’siz" medeniyet olarak tabireder (Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 1850). Lemaat adlı eserinde bu medeniyetininsanlığı hayvanlık derecesine indirdiği beyan eder: "Cazibedarhizmeti hevâ, hevesi teşci, teshil; hevesâtı, arzuları tatmin. Bundan çıkarsefahat. / O hevâ, hem heves, şe’ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîretideğiştirir. Mânevî meshediyor; değişir insaniyet. / Şu medenîlerden çoğununeğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanlaayı, hınzır; sîreti olur suret. / Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri.İşte şununla görünür meydandaki âsârı." (Nursi, Sözler, s. 326)Belki de, Bediüzzaman eğlence parklarında veya TV programlarında hayvanmaskesini giyen insanları görmüş olsaydı, yukarıdaki tespitlerinin haklılığınabir delil olarak zikredecekti. Bu maskeli medenilerin dışlarının görünüşüiçlerinin aynasıdır diyecekti.

    Bediüzzaman, medeniyet-i sefahatin gayesinin "fazilet bedeline hasis birmenfaat" olduğunu ifade ederek Kur’an medeniyetinin fazileti esas aldığınıiddia eder (Nursi, Sözler, s. 326). Medeniyet-i fazilet insanın sahip olduğubütün latifeleri dikkate alarak, onu ruhen terakki ettirip, melekleri geçebilecekmakamlara yükseltmeyi maksat edinir. Bediüzzaman’ın ifadeleriyle medeniyet-ifaziletin "hedefi menfaat yerine fazilettir…. / Suret-i hizmeti, hevâheves yerine hüdây-ı hidayettir. O hüdânın şe’nidir insana lâyık tarzdaterakki ve refahet, / Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül." (Nursi,Sözler, s. 326)

    Medeniyet-i Sefahat İnsanı Nefisten İbaret Sayar

    Bediüzzaman’a göre medeniyet-i sefahat ağırlıkla insanın nefsine hitapediyor. Medeniyet-i sefahatin şakirdi olan birinin "gaye-i himmeti hevesât-ınefsâniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-inefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır.Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor, her şeyi nefsine fedaediyor" (Nursi, Lem’alar, s. 626) Hayatı bir nevi eğlence olarak görenmedeniyet-i sefahat, her türlü eğlence araçlarıyla insanın nefsini hoşnutetmeye çalışır. Bundandır ki, sefih medeniyetin şakirtleri her vesileylebir eğlence toplantısı düzenleyip, hayatın her türlü nefsani lezzetlerinitatmak ister. Günümüzde Amerikan sefih kültürünün özetle ifade eden vebir kısım Amerikalı’nın giydiği tişörtleri süsleyen "hayat eğlencedir"fikrinin yanlışlığına değinen Nursi, hayatın daha ali gayelerinin olduğundansözeder, meşru eğlenceye sınırlı zaman ayırmaya cevaz verir. Medeniyet-isefahat nefsi eğlendirirken; medeniyet-i fazilet, başta kalp olmak üzereruhani latifeleri tatmin ederek saadet verir. Bediüzzaman, iki medeniyet arasındakibu farkı şöyle ifade eder: "İkisi birer şevki de verir. O yabanîedebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasıt.Ruha ferah veremez. / Kur’ân’ın şevki ise, ruh düşer heyecana, şevk-i maâliverir. İşte bu sırra binaen, şeriat-i Ahmediye (a.s.m.) lehviyâtı istemez./ Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verir."(Nursi, Sözler, s. 339)

    Medeniyet-i fazilet nazarında insan konuşan bir hayvan değil, sınırsızkemalata ulaşabilecek bir misafir-i Rahman’dır. İnsanın asıl gayesi hevesatınıtatmin ve sefahatine düşkün olmak değil, fıtratındaki kabiliyetleri inkişafettirerek melekleri dahi geçebilecek makamlara yükselmektir. Sefih medeniyetinyuvası olan gece kulübüne gitmeyi, içki içmeyi, gece hayatı yaşamayıilericilik olarak görenleri Bediüzzaman şiddetle tenkit eder. Onların"terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmekve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifinive kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakkideğil, sukuttur" Hakiki ilericilik, bütün duygularını nefsin hatırınaköreltmek değil, belki "kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sairkuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyıkhususî bir vazife-i ubudiyetle meşgul" etmektir (Nursi, Sözler, s.137-8).

    Medeniyet-i Sefahatin En Etkin Araçları: Global Medya Holdingleri

    Global kapitalizmin bir ürünü olan uluslarüstü holdingler birçok alandaolduğu gibi, sefahat alanında da bir nevi monopol konumunda uluslararasıpiyasaya hakimdir. (Herman-McChesney, 1997). Bu holdingler, iktisadi kurallargereği, karlarını maksimum kılmak için birbiriyle ilişkili ürün vehizmetleri üreten firmaları bünyesinde bulunduruyor. Örneğin, medeniyet-isefahatin global odağı olan Amerika, daha dar manada Hollywood, bütün dünyapazarına filmleri ve müzikleri pompalayan bir merkez hükmündedir. Amerika’nınAOL Time Warner, Viacom, Walt Disney, Vivendi Universal, News Corporationholdingleri ile birlikte Almanya’nın Bartelsmann AG holdingi, müzik, eğlenceve haber alanında dünyayı bir nevi koloni gibi hakimiyeti altına alan dev ölçektefirmalardır.

    Bu holdingler, birçok TV kanalı, radyo istasyonu, dergi, gazete, haber ajansı,kitap, basımevi gibi birbiriyle ilişkili sektörleri kontrolünde tutuyorlar.Örneğin, Viacom, başta MTV olmak üzere, WH1, Zenci Eğlence Kanalı, CBS,Showtime gibi birçok sefahat kanalına sahip. Walt Disney bunlara ek olaraktheme park denilen global eğlence parklarının da sahibi. Vivendi Universaltek başına dünya müzik piyasasının % 22’sini kontrolünde tutuyor. Görünürde,Amerika gibi ülkelerde, sayıları 500’ü bulan farklı TV kanalları,insanlara geniş bir tercih imkanı sağlıyor gibi görünmekle beraber,hakikatte birkaç büyük holdingin iktisadi, siyasi ve felsefi çıkarlarınahizmet eden çeşitlendirilmiş sefahat kanalları olmaktan öteye gidemiyor(McChesney, Monthly Review, 2001).

    Medeniyet-i sefahat kanallarının yaptıkları birçok açıdan kapitalistiktisadi felsefeye mutabık düşüyor. Kapitalist bir güdüyle bu firmalarıkuranlar, varlıklarının biricik nedeni olan kârlarını maksimum kılmak içinher türlü araçtan istifade ediyorlar. Makyavel’in politik bir amaca ulaşmakiçin her türlü aracı meşhur gören felsefesini iktisadi anlamda benimseyenbir kapitalist, kârını maksimum kılmak için hiçbir etik kural tanımaz. Kârınmaksimum olması minimum maliyetle maksimum oranda satış yapılmasıyla doğruorantılıdır. Bu anlamda müzik yayınları maliyetin en düşük olmasınısağlayan önemli bir araçtır. Medeniyet-i sefahat kanallarının en tipik örneğigünde 350 milyon eve yaptığı müzik yayını ile ulaşan MTV’dir. MTV sadecereklam gelirleri ile ayakta duruyor. MTV gibi yayın kuruluşları insanlarıntercihlerinden ziyade, onların zaaflarından istifade ederek kârlarınımaksimum kılmaya çalışıyor. Bediüzzaman’ın tespitine göre, bu tarzmedeniyet-i sefahat araçları, insanlarda bulunan nefis, kuvve-i şeheviye gibiduygular kullanarak insanları kapitalist bir hayat tarzına esir eder.McChesne, bu sefih medya kanallarının, hareketli müziklerle gençleri hoplatıp,silkeleyerek ceplerindeki paraları boşalttığını iddia eder (McChesney, PBS2001).

    Medeniyet-i Sefahat Gençleri Hedef Alır

    Toplumu oluşturan bireyleri çocuklar, gençler, ihtiyarlar, hastalar gibikategorilere ayıran Bediüzzaman, medeniyet-i fazilet’in bütün kategoriler içinsaadet vaadettiğini belirtir. Oysa medeniyet-i sefahat sıhhatli gençlerihedef kitle olarak kabul eder. Nitekim MTV’nin üst düzey bir yöneticisi,hedef kitlelerinin 14-34 yaş arası insanlar olduğunu belirtmiştir(Cunningham, PBS, 2001).

    İletişimci McChesney global medya holdinglerinin faaliyetlerini "yenikolonicilik" diye tarif eder. Her bir TV kanalı hedef aldığı sosyalkesimi kolonileştirip, iktisadi olarak sömürmeyi ve felsefi ve politik olaraketkilemeyi amaçlayan günümüzdeki global medya holdinglerinin modern silahıhaline gelmiştir. Ülkeler yerine, başta gençlik kesimi olmak üzere, değişiksosyal tabakalar, global kapitalizm felsefesini aşılamak yoluyla, kolonileştiriliyor.Ateşli silahlarla insanları öldürüp, kaynaklarını sömürmek yerine, ateşliyayınlarla onların kapitalist tüketim anlayışını frenleyen bütünduygularını öldürüp, sırtlarından para kazanmak stratejisi uygulanıyor.McChesney bu konudaki görüşünü şöyle özetliyor: "Global Medyaholdinglerine on dokuzuncu yüzyıldaki İngiliz ve Fransız İmparatorluğugibi algılamalısınız. Afrika’nın yerini gençler almış. Bu holdinglerfilmler, müzik, kitaplar, CD’ler, internet, giyim, eğlence parkları ve sportakımlarıyla gençleri fethedecek….. (bu anlamda) bu holdinglere müzikfirmaları demek yerine, müzik silahını kullanarak para üreten firmalardemek daha doğru olur" (McChesney, PBS, 2001)

    Medeniyet-i sefahatin gençleri hedef aldığının farkında olan Bediüzzaman,onları şöyle uyarıyor: "Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız.Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akıllaonların sefahat ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok,yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onlarınsafına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz."(Nursi, Lem’alar, s. 646). Bediüzzaman "sefahat ve batıl" fikirleritaklitten sözederek, Birinci Avrupa’yı değil, medeniyet-i sefahati kastettiğiniortaya koyuyor. İnsanlığa yararlı ilim ve teknolojiyi almak için Batı’danistifade edileceğini beyan ederek, Japonları örnek olarak gösteriyor.5

    Sefih medeniyetin gençleri hedef almasına mukabil Bediüzzaman, GençlikRehberi adlı eseriyle, gençleri bu medeniyetin tuzaklarına karşı ikaz eder.Hayatın lezzetini arayan gençlere, hakiki, daimi ve elemsiz lezzetin yalnızcaimanla mümkün olduğunu iddia eder. Meşru daire, bu anlamda, her türlükeyfe kafidir. Meşru olmayan daireye girmeye gerek yoktur. Kaldı ki, mefhum-umuhalifiyle, gayrımeşru dairedeki lezzetler, sahte, elemli ve kısa ömürlüolduğunu hatırlatır. Medeniyet-i sefahatin tuzaklarından korkup, inançlarınınasıl muhafaza edeceğini soran bir kısım gençlere Bediüzzaman şöylecevap verir: "Ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ ve endişe-iistikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan biçareler! Dünyanınlezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfeiktifa ediniz. O keyfinize kâfidir." (Nursi, Sözler, s. 55-56)

    Klasik ulemanın Cehennemle korkutmasına mukabil Bediüzzaman, meşru olmayanlezzetlerdeki zehri göstererek gençleri sefahate düşmekten korumaya çalışır.Gençler, lezzet almaya kabiliyetli ve iştiyaklı olduklarından, zahirenlezzetli görünen sefahatteki zehri görmekle kendilerini uzak tutabilir.Medeniyet-i fazilet insanı, melekleri dahi geçebilecek büyük bir potansiyelesahip, eşref-i mahlukat olarak görür. Oysa insanın maymundan geldiğiniiddia eden medeniyet-i sefahat, onun hayvani duygularına hitap eder. Bediüzzaman’agöre, insanı hayvan derekesine indiren sefih medeniyet, insanı lezzet noktasındanhayvandan bin derece aşağıya düşürür. Bir dakika sonra kesilen bir hayvankemal-i afiyetle, önüne konulan rızıktan lezzet alırken, idam sehpasına çıkacağınıkesin olarak bilen biri için, dünyanın en leziz nimetleri bile zehir hükmünegeçer.

    Medeniyet-i Sefahat Hürriyet Namıyla İnsanı Nefsine Esir Yapar

    Medeniyet-i fazilet ile medeniyet-i sefahat arasındaki en önemli farklardanbiri hürriyetin tanımı ve sınırlarıyla ilgilidir. Hürriyetle ilgili görüşayrılıklarının kaynağı iki medeniyetin insan fıtratı ile ilgili varsayımlarındankaynaklanıyor. Birincisi, insanı nefis ve şeytanın tesiriyle, aklının vekalbinin rağmına hareket edebileceğini varsayar. Nefis ve şeytan, insanıniradesi dışında onu etkileyen, birer içsel güç olarak algılanır. Tam hürriyet,insanın içsel ve dışsal güçlerin güdümüne girmeden karar vermesiyle mümkünolur. Oysa, sefih medeniyet içsel güçleri kabul etmediğinden, dışsal güçlerininmüdahalesinin olmamasını, hürriyet için yeterli görür. Nitekim, sefihmedeniyetin homoseksüellere aile statüsü tanımakta beis görmemesi bu düşüncenineseridir.

    Başkasına zarar vermemek kaydıyla, her istediğini yapmak şeklinde hürriyetitanımlayanlara Bediüzzaman, "Öyleleri hürriyeti değil, belki sefahatve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar.Zira, nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmaklâzımdır. Yoksa, sefahat ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belkihayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmâreye esir olmaktır."diye cevap verdikten sonra, medeniyet-i fazilete göre hürriyetin sınırlarını"ne nefsine, ne gayrıya zarar" vermemek diye beyan eder (Nursi,Divan-ı Harbi Örfi, s. 1941). Hutbe-i Şamiye’de ise, Kur’an dairesindeolmayan hürriyetin "ya istibdat veya esaret-i nefis veya canavarcasınahayvanlık veya vahşet" olduğunu iddia eder (Nursi, Hutbe-i Şamiye, s.1977).

    Medeniyet-i sefahat kullandığı araçlarla "sefahate öyle müşevvikanebir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz. İştihayıkabartır, hevesi tehyiç eder, his daha söz dinlemez." (Nursi, Sözler,s. 338) Birey bir anlamda hürriyetini kaybederek, reklamı yapılan mal veyahizmeti almak zorunda hisseder kendini. Örneğin, günümüzde Amerikanradyolarında bir saat içinde 18 dakika reklam dinletiliyor. Böylece globalmedya holdingleri doğrudan ve dolaylı reklamlarla aşıladığı kapitalist yaşamtarzıyla insanları belirli markaları almaya zorluyor. Bireyler bir manadakendilerini reklamı yapılan şeyleri almak noktasında mecburi bilince hürriyetlerinikaybetmiş oluyor.

    Oysa medeniyet-i fazilet "hevayı karıştırmaz. Hakperestlik hissi, hüsn-ümücerred aşkı, cemalperestlik zevki, hakikatperestlik şevki verir."(Nursi, Sözler, s. 338) Başka bir ifadeyle, medeniyet-i fazilet maddedenziyade manaya önem verir, maddi güzellik yerine manevi güzelliği muhabbetelayık görür.

    Medeniyet-i Sefahat’in Başarısının Sırrı

    Bediüzzaman, medeniyet-i sefahatin hızlı bir şekilde yayılmasını ve inançlıinsanları bile kolayca tesir altına almasını insan fıtratından hareketleizah ediyor. İnsan akıl yanında nefis ve şeytanın tesiriyle tercihlerinibelirliyor. Neoklasik iktisadın bireyi rasyonel kabul eden varsayımını doğrubulmuyor, Bediüzzaman. Özelikle nefsin baskın çıkması durumunda bireyirrasyonel tercihte bulunabilir. Kur’an zinayı işlemeyin yerine, zinaya yaklaşmayınemrinde de böyle bir varsayım saklıdır. Sefahatin ağız suyu akıtacak şekildetakdim edilmesiyle, bireyler nefislerinin esiri haline gelebilir. Bediüzzaman’agöre nefis az dahi olsa peşin olan bir lezzeti, ilerideki çok lezzetleretercih eder. Bundandır ki, bu dünyadaki birkaç saatlik lezzeti Cennet’inbinler sene lezzetine tercih eder. Lem’alar’da medeniyet-i sefahate insanlarınnasıl tabi olduklarını şöyle açıklanıyor: "Nefs-i insaniye, muaccelve hazır bir dirhem lezzeti, müeccel, gaip bir batman lezzete tercih ettiğigibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azaptan daha ziyade çekinir.Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip,en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfâtatercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müecceldenziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belkiinkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akılsusarlar, mağlûp oluyorlar" (Nursi, Lem’alar, s. 621) Bediüzzaman,nefsine mağlup olup medeniyet-i sefahatin cazibesine kapılanları, ders aldığıAmme cüz’ünü bir tek şekerlemeye satan, hevesine düşkün bir çocuğabenzetir. Böyleleri "elmas kıymetinde bulunan hasenâtını, hissini okşamakiçin ve hevâsını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için,ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enâniyetlere vesile edip,kârlı işlerde hasâret eder" (Nursi, Sünuhat, s. 2049)

    Medeniyet-i sefahat insanlığa huzur yerine elem getirmekle beraber başarılıolmasının başka bir sırrı gafletin ağır basmasıdır. Gaflet, uyku veyasarhoşluk gibi bir tesirle, insana içinde bulundurduğu durumu hissettirmez.Nasıl ki, her tarafı yaralı olan sarhoş biri, hiçbir şey yokmuş gibi,etrafına nara atabiliyorsa, gaflet sarhoşluğu içinde olan medeniyet-isefahatin şakirdi de, geçici olarak, ruhundaki acılara bigane kalabilir."Bu fırtınalı zamanın hissi iptal eden ve beşerin nazarını âfâkadağıtan ve boğan cereyanlar, iptal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki,ehl-i dalâlet mânevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor; ehl-i hidâyetedahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini tam takdir edemiyor" (Nursi, Şualar,s. 1150).

    Medeniyet-i Sefahat Hakiki ve Daimi Saadet Getiremez

    Bediüzzaman, medeniyet-i sefahatin insanlığa saadet ve huzur getirmek yerine,insanlığı büyük bir ruhi girdaba sürüklediğini iddia eder. Eğlencezamanlarında geçici olarak bu haleti hissetmeyen insanlar, sefahat sarhoşluğundanayıldıklarında Cehennemi azabı hisseder. Başka bir deyişle, eğlencezamanlarında dünyayı toz pembe gören ve zahiren huzuru yakaladığınısanan sefih insanlar, eğlence bittikten sonra yine ruhi ızdırabı çekmeyedevam eder. Bu ızdırabı hissetmemek için, medeniyet-i sefahat şakirtlerinisürekli olarak değişik eğlencelerle meşgul eder. Bundandır ki, bumedeniyetin şakirtleri "gaflet sarhoşluğuyla" geçici olarak acılarınıhissetmez. Lemaat adlı eserde medeniyet-i sefahata heva namı vererek şöyletahlil eder: "Hevâ iptal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafülister, bu da meşgale ister, bu da eğlence ister. Hevesât-ı sihirbaz, / Tâvicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasın. Yoksa o elem-ielîm, vicdanı ihrak eder; fîzâra dayanılmaz, elem-i ye’s çekilmez. / Demeksırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o derece nisbeten şu hâlet tesireder, vicdanı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var birer iz. / Demekheves, hevâ, eğlence, sefahatten memzuç olan şâşaa-i medenî, bu dalâlettengelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz."Oysa, aynı eserde hüda namıyla zikredilen medeniyet-i fazilet, "kuvvet-iiman nisbetinde ruha bir hâlet verir. Ceset ruhla mütelezzizdir, ruh vicdanlamütelezziz. / Bir saadet-i âcile, vicdanda münderiçtir. Bir firdevs-i mânevî,kalbinde mündemiçtir. Düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı râz. / Şimdine kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzetziyade olur. Hem de döner ateşi nur, şitâsı yaz. / Vicdanda firdevslerinkapıları açılır. Dünya olur bir Cennet. İçinde ruhlarımız eder pervâzü perdâz, olur şehbâz ü şehnâz, yelpez namaz ü niyaz" (Nursi, Sözler,s. 342).

    Bediüzzaman medeniyet-i sefahata tabi olan bir insanın içinde bulunduğuhaleti bir misalle açıklıyor: "O adam, şöyle bir vaziyettedir: Arkasında,her an ona hücuma müheyyâ bir aslan duruyor. Önünde, bir darağacı dikilmişonu bekliyor. Sağ tarafında, derin bir yara açılmış. Sol cânibinde, müz’içbir çıban, cerahat akıttırıyor. Şu vaziyetle beraber, mühim bir seferesevk ediliyor" (Nursi, Nur’un İlk Kapısı, s. 1378) Temsildeki aslaninsanın mukadder olan eceline, darağacı ölüme, iki yara ise insanın fıtratındakisonsuz acizlik ve fakirliğe işaret eder. Yolculuk ise ruhlar aleminden başlayıpahirete değin uzanan uzun ve gayr-ı iradi bir seyahati temsil eder.Medeniyet-i sefahat ölümü ortadan kaldırıp, insana zarar verecektehlikeleri yok edip, onun bütün cismani ve ruhani arzularına çare bulmadıkçasaadete vesile olamaz. Bediüzzaman, sefahate düşenlere şöyle hitap eder:"Ey dalâlete dalmış gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrıkaldırmak çaresi varsa, dinden ve dinin şeairlerinden istiğna edebilirsiniz.Yoksa susunuz! Zira, ölüm, acz, zeval, fakr, sefer gibi âyât-ı tekviniye, yükseksadalarıyla, dinin lüzumuna ve şeairin iltizamına davet ediyorlar."(Nursi, Nur’un İlk Kapısı, s. 1378)

    Bediüzzaman sefih medeniyetin sebep olduğu acıyı zikretmekle yetinmez;medeniyet-i faziletin insanın her bir latifesine hitap eden, son derece yükseklezzetlerinden sözeder. Hatta, her bir salih amelde insanın bu latifelerinehitap eden bir rahat ve lezzet var olduğunu iddia eder. Kamil insanlarcismaniyet ve hayvaniyetten sıyrılıp bu lezzetleri tadarken, sefih insanlarbunlardan nasipsiz kalır. "Kâmilîn insanların zevk-i maâlâsini hoşnudeden bir hâlet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsîve şehvânî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez" (Nursi, Sözler,s. 338) Bediüzzaman, bu dünya hayatında bile sahte olmayan, daimi ve elemsizlezzetin medeniyet-i fazilet dairesinde olduğunu iddia ediyor: "Bu hayat-ıdünyeviyede hakikî lezzet iman dairesindedir ve imandadır. Ve a’mâl-isalihanın her birisinde bir mânevî lezzet var. Ve dalâlet ve sefahatte, bu dünyadadahi gayet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat’îdelillerle ispat etmiştir. Adeta imanda bir Cennet çekirdeği ve dalâlette vesefahatte bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok tecrübelerleve hadiselerle aynelyakin görmüşüm ve Risale-i Nur’da bu hakikat tekrar ileyazılmış" (Nursi, Lem’alar, s. 691)

    İnsanın bedeni organları olan göz, ağız, kulak, burun, el gibi cismanilezzetlerden istifade araçları olduğu gibi, ruhi organları olan duygularınınmedeniyet-i faziletle inkişaf etmesiyle de "kulak, kalb gibi on değil, yüzcihazat-ı insaniyenin her birini, gayet uzun bir el suretinde, her mü’mininderecesi nisbetinde sofra-i Rahmân’a uzatıp, her tarafından nimetleritoplayarak saadetini artırır" (Nursi, Lem’alar, s. 718) İnsan geçmişve geleceğiyle akıl, kalp ve hafıza cihetiyle alakadar olduğunu iddia edenBediüzzaman’a göre, hakiki saadet ancak insan fıtratının bilinmesi vetatmin edilmesiyle mümkün olabilir. Geçmiş hayatındaki acılarını, hafızasıvasıtasıyla hatırlayan bir insan, ancak iman nuruyla teselli bulabilir. Yoksasevdiklerinin yok olduğunu hatırladıkça hazır lezzeti dahi eleme dönüşür.Her bir insan, sahip olduğu "şiddetli bir aşk-ı beka" duygusunutatmin ile hakiki saadeti yakalayabilir. Oysa, medeniyet-i sefahat sadece hazırnefsani lezzetler vadettiğinden, insanın ruhunu tatmin edemez. Geçici olarakonu meşgul etse bile, daimi bir süruru veremez.

    Medeniyet-i Sefahata Karşı En Etkin Zırh

    Medeniyet-i sefahatin insanı kendine esir eden cazibesinden kurtulmak için,Bediüzzaman’a göre, sadece Allah’a ve ahiret gününe inanmak yetmez. Eskidenolduğu gibi insanları Cehennem’le korkutarak sefahatten uzaklaştırmak da, çoğunluklafayda vermez. İman edenler bile, "Cenâb-ı Hak Gafûrü’r-Rahîmdir, hemCehennem pek uzaktır" deyip sefahatine devam edebilir. Kalbi, ruhuhissiyatına mağlûp olur. Bu hakikate Kur’an şu ayetiyle dile getirir:"Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan daAllah’ın azâbını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin."(Lokman Sûresi, 31:33). Bu nedenle günümüzde inanan bir insanı medeniyet-isefahatten korumanın en etkin yolu sefahat içindeki "aynı lezzetindeelemi gösterip hissini mağlûp etmektir. Ve [Onlar dünya hayatını seve seveahirete tercih ederler.] mealindeki (İbrahim Sûresi, 3) âyetin işaretiyle,bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevîkırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalâleteo hubb-u dünya ve o sır için tâbi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-iyegânesi, dünyada dahi Cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur"(Nursi, Şualar, s. 1149)

    Bediüzzaman Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözlerde ve Otuz İkinci SözünÜçüncü Mevkıfında temsili hikayelerle medeniyet-i sefahata tabi oluplezzetini arayanların gerçekte dehşetli bir eleme maruz kaldığını,Kur’an’ın beyan ettiği yolda gidenlerin ise hakiki ve daimi saadeti yakaladığınıifade eder. Bu temsillerle medeniyet-i sefahatin cazibedar lezzetleri içindekizehiri göstererek, "aklı başında olanları tevbeye sevkeder"(Nursi, Şualar, s. 1149).

    Hakiki, daimi ve elemsiz saadetin yalnızca iman dairesinde olduğunu iddiaedip, insanları bu saadete davet eden Bediüzzaman, bundan istifade içininananların sefahatten uzak kalmalarını şart koşar: "İman ilâcıise, ferâizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gafletve sefahat ve hevesât-ı nefsâniye ve lehviyât-ı gayr-ı meşrua, o tiryakıntesirini men eder" (Nursi, Lem’alar, s. 700)

    Medeniyet-i Sefahat Kıyametin Kopmasına Vesile Olur

    Bediüzzaman, ahirzaman günahlarının kıyametin kopmasına vesile olacağınıiddia eder. Medeniyet-i sefahatin vasıtası olan medya kanallarıyla yayınlananbir günahın, milyonlara ulaşmasıyla katlandığını beyan eder. Böylecebinlerce ömür yaşamakla mümkün olabilen şahsi günahlar, medya vasıtasıylakülliyet kazanıp kıyameti kopartacak kadar büyük miktarlara ulaşır.(Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 1615)

    Bediüzzaman’ın, kıyametin kopması ile sefih medeniyetin günahları arasındakurduğu illiyet bağı "yaratılış hikmeti" tezine dayanır. Buteze göre, Allah bütün şuurlu mahlukata ve hususan insana kendini tanıttırmakiçin bu alemleri yoktan var etti. İnsan bu hikmete uygun hareket ettikçe debu alemleri devam ettirir. Medeniyet-i sefahat bu asli yaratılış gayesiniumumiyetle ihmal edince, kainatın devamına gerek kalmaz. Geçmişte, buhikmete bütün bütün zıt hareket eden kavimleri helak eden, gadab-ı ilahi,ahirzamanda da, medeniyet-i sefahatin yaygınlık kazanmasıyla, insanlarınumumiyetle günah ve isyana girdiği bir sırada, kıyameti kopartacaktır.

    Sonuç

    Bediüzzaman’ın görüşleri ışığında, medeniyet-i sefahat ve medeniyet-ifaziletin, kavramsal ve teorik olarak mukayese edildiği bu makaleden şu sonuçlaraulaşmak mümkündür:

    Birincisi; Bediüzzaman medeniyet-i fazilet kavramı içinde Hıristiyanlıktanbeslenen ve insanlığa faydalı eserler veren Birinci Avrupa’yı da dahilediyor. İkinci Avrupa ise, fazilet yerine sefahati esas gaye edinenmedeniyettir. Başka bir deyişle, birincisi insanın aklını, kalbini ve sairduygularını esas alıp, faziletle onları terakki ettirmeyi gaye edinirken;ikincisi insanı nefsine hizmeti esas maksat yaparak, fazilet yerine sefahati teşvikeder. Bu iki medeniyet arasındaki mücadele ilk insandan beri devam etmekleberaber, ahirzamanda daha da şiddetlenir.

    İkincisi; Bediüzzaman medeniyet-i sefahat ve medeniyet-i fazilet arasındaki mücadeleyikabul etmekle beraber, Huntington’ın iddia ettiği Doğu ve Batı medeniyetleriarasındaki kaçınılmaz bir çatışmayı şiddetle reddeder. Bediüzzaman,Batı medeniyetinin Hıristiyanlıktan beslenen ve fazileti esas edinen kısmıylaişbirliği içinde medeniyet-i sefahat ve dinsizliğe karşı mücadele etmeyiönerir. Artarak kapanan kiliseler, Hıristiyan dünyasının bu mücadele dedirencini kaybettiğini göstermesine rağmen, İslam dünyası globalkapitalizme karşı direnç göstermeye devam ediyor.

    Üçüncüsü; Bediüzzaman’ın dinsizlik tehlikesine yönelik düşünceleriylekıyaslandığında, sefahat-i medeniyetle ilgili düşünceleri yeterince tartışılmamıştır.Komünizm, dıştan gelen ve belirgin bir düşman olması hasebiyle, insanlarıteyakkuza geçirirken, daha şirin bir maskeyle, dost kisvesi altında gelensefih medeniyet tehlikesi yeterince anlaşılmamıştır. Oysa Bediüzzaman,medeniyet-i sefahatin sebep olduğu günahları kıyameti koparacak bir boyutaulaşacağını iddia eder.

    Dördüncüsü; Bediüzzaman bu iki medeniyet arasındaki mücadeleden başarıile çıkmak için, klasik ulemanın aksine, yeni bir metot önerir. Ona göre,medeniyet-i sefahatin, iddia ettiğinin aksine, insana geçici, elemli ve sahtebir saadet sağladığını; buna mukabil medeniyet-i faziletin, daimi, elemsizve hakiki bir saadet sağladığını ispat etmekle bu mücadele kazanılır.

    Dipnotlar:

    1. Weber’in tespiti doğruysa, tarih acı bir hakikate sahne oluyor:Protestan mezhebi de dahil olmak üzere, günümüzde Hıristiyanlık bağrındabüyüttüğü kapitalizmin pençeleri arasında ölüm sancılarını çekiyor.

    2. Bediüzzaman’a göre hem bireysel hem de sosyal alanda oluşan yıkımlarglobal kapitalizmin beslediği medeniyet-i sefahatten kaynaklanıyordu. İlginçtir,Bediüzzaman sorunun çözümüne, Fukuyama gibi insan fıtratından hareketleulaşmaya çalışmasına rağmen, Müslüman bir düşünür olarak farklı birsonuca ulaşıyordu.

    3. Son yıllarda İslam coğrafyasında gerçekleşen savaşlar ve DünyaTicaret Merkezine düzenlenen terörist saldırı bir derece "MedeniyetlerÇatışması" tezini doğruluyorsa da, Bediüzzaman’a göre asıl çatışmamedeniyet-i sefahat ile medeniyet-i fazilet arasında yaşanıyor. Cepheleryerine kalplerde cereyan bu çatışmanın ayırt edici özeliği coğrafi bir sınırınınolmamasıydı. İslam toplumunda olduğu gibi Batı toplumunda da benzer çatışmavuku buluyor. Her birey, her gün kendi küçük dünyasında bu çatışmaya şahitoluyor.

    4. Bu makalede tartıştığımız medeniyet-i sefahat McWorld kavramına vemedeniyet-i fazilet ise Jihad kavramına tetabuk eder. Bediüzzaman, Barber’lesorunun tespiti noktasında hemfikir olmakla beraber, Barber’in aksine,Kur’an’dan önerdiği reçeteyle kalplerde yaşanacak büyük cihad sonucundazaferin medeniyet-i fazilete ait olacağını iddia eder.

    5. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’yı taklit eden Japonya günümüzdekapitalist hayat tarzını umumiyetle benimsediğinden, model olmak misyonunuyitirmiştir. Bediüzzaman’ın Japonya’yı örnek olarak zikrettiği tarihte, günümüzdekigibi bir kültür erozyonu yaşanmamıştı.

    KAYNAKÇA:

    Cunningham, Todd (2001): an interview athttp://www.pbs.org/wgbh/pages/frontlines/shows/cool/interviews (20.12.2001tarihinde bu sitede yayınlandı.)

    Fukuyama, Francis (1992): The End of History and the Last Man, New York: MaxwellMacmillan International.

    Fukuyama, Francis (1999): The Great Disruption: Human Nature and theReconstitution of Social Order, New York: The Free Press.

    Herman, Edward S. and McChesney, Robert W. (1997): The global media: the newmissionaries of corporate capitalism, Washington, D. C.

    Huntington, Samuel P. (1996): The clash of civilizations and the remaking ofworld order, New York: Simon & Schuster.

    Mabry, Tristan James (1998): Modernization, nationalism, and İslam: anexamination of Ernest Gellner’s writing on Muslim society with reference toIndonesia and Malasia, Ethics and Racial Studies, v. 21, no. 1.

    McChesney, Robert W. (2001): an interview atwww.pbs.org/wgbh/pages/frontlines/shows/cool/ (20.12.2001 tarihinde bu sitedeyayınlandı.)

    Global Media, Neoliberism and Imperalism, Monthly Review, v. 52, 10, 1.

    Weber, Max (1958): The Protestant ethic and the spirit of capitalism, trans. byTalcott Parsons. New York: Scribners.