Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • Medeniyet, Kur'an Medeniyeti ve Evrensellik İmkânları

    Selim Sönmez

    Soğuk savaş döneminde, dünyadaki genel ilişkileri anlamak, iki kutuplu dünyanınsunduğu ideolojik imkânlarla ilgiliydi. Demokratik rejimlerle yönetilen, baştaABD olmak üzere Batı ülkeleri bir yanda, devletçi rejimlerle yönetilendemirperde ülkeleri diğer yanda yer alıyorlardı. Ülkelerin rejimleri,politikaları, toplumların yapıları ve hatta insanların tercihleri bile bugenel yapıya bağlı olarak gerçekleşiyordu.

    Soğuk savaşın sona erdiği 90’lı yıllardan itibaren, adeta her şeyiyeniden tanımlamak gerekti. Artık, iki kutuplu dünya yerini, tek kutuplufakat daha karmaşık, tanımlanması daha güç, bir dünyaya bırakmıştı.Doğu bloğu diye tanımlanan ülkeler, bir bir Batı bloğunun siyasi veekonomik yapılanmalarının üyesi oldular. Batılı bakış açıları içinher zaman var olan, "öteki"ni yeniden yorumlama zarureti ortaya çıktı.Bu yeni dönem, her toplumun kendini yeniden tanımlaması gereğini ortaya çıkardı;soğuk savaş yıllarının siyasal söylemlerinin gizlediği, dünya üzerindefarklı özelliklere sahip insan topluluklarının yaşadığı gerçeği,yeniden dikkate alınmaya başlandı. Topluluklar, kendilerini mensup olduklarıblok adıyla değil, kendi özellikleriyle tanımlamaya başladılar. Çatışmasenaryoları da yeni oluşturulan bu zihin kurgusu çerçevesinde şekillendi.

    Samuel P. Huntington’un, 1993’de Foreign Affairs’de yayınladığı"Medeniyetler Çatışması" makalesi, böyle bir zamanda gündemegelmiş; değişen sistemi anlamakta güçlük çeken insanlara, önemli birteorik zemin sağlamıştı. Artık çatışmanın aktörleri, ideolojik bloklardeğil, medeniyetler olacaktı. Bu medeniyetlerden çatışmanın adresi olarakgörülen ikisi, tarihsel birikimleri de dikkate alınırsa, Batı ve İslâmmedeniyeti idi. Böyle bir düşünme biçimine alışık zihinler için, şirazesindençıkan dünya düzeni, yeniden rayına oturmuştu. Dünyadaki genel ilişkileriHuntington’un teziyle anlayan zihinler için, Francis Fukuyama’nın Berlin duvarıyıkılırken yazdığı, "Are We at the End of History/Tarihin Sonunda mıyız?"adlı makalesi ve daha sonra 1992’de yayınladığı "The End of Historyand the Last Man/Tarihin Sonu ve Son Adam" (New York, The Free Press) adlıkitabı, fotoğrafın eksik kalan taraflarını tamamlıyordu. Artık"Tarihin Sonu" gelmişti. Tarihi insanlığın "hürriyet verasyonelliğe" ulaşma çabası, olarak gören Hegelci/İlerlemeci tarihanlayışını yeniden yorumlama iddiasında olan Fukuyama, Batı liberaldemokrasisinin evrenselleşmesi ile insanlığın sistem arayışının sonaerdiğini iddia ediyordu.

    Aslında her iki makalenin içeriği de yeni şeyler getirmiyordu. Huntington’uniddiaları Toynbee’nin "etki-tepki" nazariyesinde gizli olduğu gibi;Fukuyama’nın tezi de, Hegel’in Nopolyon ordularının 1806’da Jena Savaşınıkazanmasından sonra, tarihin sonunu ilan etmesinden farklı bir şey değildi.Bu iki makalenin bu kadar değer görmesi, Batılı zihin yapısı için, dünyadakigenel ilişkileri yorumlamaya yarayacak teorik zemin sağlamasıyla ilgiliydi.

    Bu tartışmaların içinde İslâm medeniyetinin yeri, Batı’nın meydan okumasıkarşısında ezilmiş, her an tepki verebilecek, böylece de dünyada çatışmalaryaşanacaktı. Toynbee’nin tarih felsefesine göre, böyle bir sonuca ulaşmaktabii bir durumdu.1 Huntington’da bu zemin üzerinde argümanlar geliştirmişti.Fukuyama’nın Batı’nın meydan okumasına dair yaklaşımı da bu genel değerlendirmeyigüçlendiriyordu.

    İşte bu noktada, İslâm medeniyetinin mahiyetine dair yapılan değerlendirmelerisoğukkanlı olarak ele alarak analiz etmek gereği ortaya çıkmaktadır. Batılızihin yapısında İslam’a yüklenen misyon bazı yanlışlıklar içerdiğindendoğru bir sonuca ulaşabilmek için, öncelikle İslâm’ın kavramsal çerçevesinedair belirlemeler yapmamız gerekmektedir. Batı merkezli bir düşünme biçiminde,İslam’ın/ötekinin yeri; geri, gelişmesini tamamlayamamış, anti-demokrat,çatışmacı, fundamentalist, geliştirilmesi gereken özellikler taşımaktadır.Bu yanlış anlamaların giderilebilmesi için şu soruların cevap bulmasıgerekmektedir: İslâm medeniyeti nedir? Temelleri hangi prensipler üzerindegelişiyor? "Batılı zihin yapısı ile" yapılan değerlendirmelerde,İslâm medeniyetine biçilen tanımı nasıl değerlendirmek gerekir? Bütünbu sorulara Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur’da sunduğu kavramsal çerçeveiçinde bakmaya çalışacağız. Öncelikle medeniyet kavramı üzerinde durmakyerinde olacaktır.

    Kavramsal Çerçeve

    Medeniyet kavramının yaşı çok eskilere gitmez; Avrupa’da bu kelimenin karşılığıolabilecek "civilisation" kelimesi 19. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.2Osmanlı aydınları arasında ise, Fransızca "civilisation"kelimesinin karşılığı olarak "medeniyet" kelimesinin kullanılması,yine aynı zamana (Tanzimat dönemi) rastlar.3

    Kelimenin lügat anlamları, kavramın seyrini izlemek bakımından önemlidir.Medeniyet kelimesi, "me-de-ne" kökünden gelmektedir."Me-de-ne", "şehre gelmek" anlamına gelmektedir. Bu köktengelen "el-Medeniyye" kelimesi de "medeniyet, uygarlık"anlamlarına gelmektedir.4

    Medeniyetin kavramsal anlamları, oldukça karmaşık bir serüvene sahiptir.Kavrama belki de ilk işaret edenlerden birisi olan İbn Haldun, Mukaddime adlıeserinde, şehirlilik anlamında "hadarilik" kelimesini kullanır.Hadarilik, bedevi toplumlara göre daha çok gelişmiş toplumları ifade edenbir kelimedir. Buradaki gelişmeden kasıt, ekonomiktir. Ekonomik olarak gelişentoplumlar da zamanla "hadari" hale gelebilirlerdi. Yani, bedevi-hadariarasındaki fark göçebe ve yerleşik hayat değildi. Mesela köylerde yaşayanlar,bedevi yerleşik hayatları olmasına rağmen bedevi sayılıyordu.5 Cemil Meriç,medeniyeti "insanın kendini inzibat altına alması, fikirce, ahlakça,ruhça yükselmesi için lüzumlu olan kolektif araçların tümü" şeklindetanımlar. Bu kolektif araçlara da "Güzel sanatlar, felsefe, din ve hukukgibi" diyerek açıklama getirir.6 İbrahim Kafesoğlu, kültür vemedeniyetin mukayesesini yaparken medeniyeti, "milletlerarası ortak değerlerseviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür."şeklinde tanımlar.7 Ali Şeriati ise, medeniyet hakkında, "insantoplumunun yaptıklarının, tasarruflarının maddi ve manevi toplamıdır"8der.

    Türkiye’de resmi söylemde kültür ve medeniyete bakışı simgeleyen önemlibir kaynak da Ziya Gökalp’tir. Gökalp, medeniyet ve kültür kavramları arasındahem birleşme hem de ayrılma noktaları olduğunu belirtir. Birleştiklerinokta her ikisinin de bütün sosyal hayatları içine almasıdır. Ayrıldıklarınoktalar ise, kültür (Milli kültür=Hars) milli olduğu halde, medeniyetinmilletlerarası olmasıdır. Ayrıca medeniyet, "usul vasıtasıyla veferdi iradelerle vücuda gelen sosyal hadiselerin bütünü" olduğu haldemilli kültüre dahil olan şeyler "usul ile, fertlerin iradesiyle vücudagelmemiş"lerdir.9

    Bugünkü medeniyet tartışmalarında daha çok kullanıldığını düşündüğümüzbir kavram analizini de Toynbee’de görüyoruz. Toynbee medeniyeti,"belirli bir çağda var olan kültürün belirli bir türü ya daevresidir."10 şeklinde tanımlamaktadır. Sosyal Bilimler Sözlüğündede benzer bir tanıma rastlanmaktadır: "Değişik coğrafyalarda yaşayaninsanların ürettikleri bilgi, teknoloji, yapı, kurum, inanç, sanat eseri,vb. maddi-manevi ürünlerin belirli bir zaman kesitindeki genel adı."11

    Medeniyetin bu tanımlarından sonra, kavramın sınırlarının çizilmesininne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Sınırları netleştirmek vemedeniyetten "ne" anlaşıldığına dikkat çekmek için, şimdi demedeniyetlerin sınıflandırılmasına geçmek istiyorum. İki bağlamda sınıflandırmayapmanın kavramı daha iyi anlayabilmek için yerinde bir hareket olacağınıdüşünüyorum. Bunlardan birisi, bir toplumun "belli zaman ve yerde"yaşadıkları, diğeri ise, bu görünümlerin oluşmasında etkili olan"temel saikler"dir.

    I. Yaşadıkları yer ve zamana dikkat çekerek çok sayıda medeniyet adıvermek mümkündür. Mesela, Toynbee, dünya üzerinde 21 medeniyetin varolduğunusöyleyerek,12 bütün medeniyetleri, iki grup içinde değerlendirir; bunlar,tam gelişmiş medeniyetler ve ölü doğan medeniyetlerdir. Tam gelişmişmedeniyetler, kendi aralarında bağımsız medeniyetler ve uydu medeniyetlerolmak üzere ikiye ayrılır. Mesela, tam gelişmiş bağımsız medeniyetlere,Orta Amerika medeniyeti, And Dağları medeniyeti, Ortadoks Hıristiyan ve İslammedeniyetleri örnek verilir. Tam gelişmiş uydu medeniyetlere ise, Misisipi, GüneyAnd, Elam, Urartu, Japon, Tibet gibi medeniyetler örnek verilmektedir. Ölü doğanmedeniyetler ise, Mısır’ın gölgede bıraktığı İlk Suriye medeniyeti, İslam’ıngölgede bıraktığı Nasturi Hıristiyan medeniyeti örnek verilebilir.13Huntington’un aralarında kırılmaların yaşanacağını söylediğimedeniyetler de bu tanım çerçevesinde ele alınabilir. Huntington, çağdaşdünyada 7 veya 8 medeniyetin yaşayacağını söylemektedir. Bunlar Batı,Konfüçyüs, Japon, İslâm, Hint, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve muhtemelenAfrika medeniyetleridir.14 Bu açıklamalarda da görüldüğü gibi, belli birzaman ve yerde yaşayan medeniyetlere çok sayıda örnek vermek mümkündür.

    II. Medeniyet kavramının anlaşılmasında dikkat çekilmesi gereken ikincinokta, medeniyetleri meydana getiren "temel saikler"dir. Bubelirleyici ilkeler insanların zihinsel yapılarını oluşturacak, buna bağlıolarak da gündelik hayatın her alanı belirlenecektir. Medeniyetin bu özelliğidikkate alınırsa, dünya üzerinde yaşanmış ya da yaşanmakta olan bütünmedeniyetlerin iki temel saikin belirleyici etkisi ile şekillendiği söylenebilir.Bunlardan birisi "vahiy", diğeri ise, "vahiyden bağımsızbilgi"dir.

    Bu sınıflandırma sonucunda medeniyetin algılanış biçimleriyle ilgili, bakışaçılarını daha net hale getirmiş olduk. Başta söylediğimiz asıl konumuzolan Bediüzzaman’ın medeniyet anlayışını bu şablon içinde görmek dahanet olacaktır. Çünkü Bediüzzaman, eserlerinde medeniyet kavramını ele alırken,daha çok bu sınıflandırma yönteminde dikkat çektiğimiz bakış açısınıkullanmaktadır. Yani, iki medeniyet vardır. Bunlardan birisi kaynağınıvahiyden (hüda) alan medeniyet, diğeri ise, kaynağını vahiy dışı beşerimülahazalardan (deha) alan medeniyettir. Bu iki medeniyetin dünya üzerindekigenel dağılımına dikkat edilirse, Doğu’da vahiy kaynaklı medeniyetin, Batıdaise deha kaynaklı medeniyetin geliştiğini görürüz. Doğuda İslâm dini dışındagörülen, Budizm, Konfüçyüslük gibi inanışların da insana değervererek, adalet, merhamet ve diğergamlık tavsiye etmesi15 bakımlarından içindevahiyden izler taşıdığı, geçmiş zamanlardaki peygamberlerin Doğu kültürlerininoluşmasında önemli katkılarının olduğunu gösterir.

    Bediüzzaman bu iki medeniyetin karakteristik özelliklerini, Risale-i Nur’unbirçok yerinde ifade etmiştir.16 Biz Risale-i Nur’da nazarlara sunulan bu ikimedeniyetin özelliklerine geçmeden önce, şematik olarak incelemek istiyoruz:

    Hayattaki fonksiyonları Kur’an medeniyetinin özellikleri ve sonuçları Batı medeniyetinin özellikleri ve sonuçları 
    Dayanak noktası Hak-adalet ve eşitlik Kuvvet-tecavüz
    Hedefi Fazilet-sevgi ve kucaklaşma Menfaat-sıkıntı
    Birlik noktası Din, vatan ve sınıf birliği-barış ve kardeşlik Milliyetçilik-çarpışma savaş
    Düsturu Yardımlaşma-birlik ve dayanışma Mücadele-düşmanlık
    Hizmeti Hüda-ruhi tekamül ve insaniyeten ilerleme Heva-ruhen hayvanlaşmak

    Batı Medeniyeti

    Vahiyden bağımsız gelişen medeniyetler, Risale-i Nur’un muhtelif yerlerindeşu anahtar kelimelerle ifade edilmiştir: "Garp medeniyet-isefihanesi",17 "Avrupa’nın medeniyeti",18 "medeniyet-igarbiye-i hazıra"19 "Garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası",20"medeniyet-i habise",21 "kafirlerin medeniyeti",22"mimsiz medeniyet",23 "sefih medeniyet", "muzır birmedeniyet" ve "muzır ve sefih medeniyet"24 Biz bunların içerisindeBatı medeniyeti kavramını kullanmayı tercih ediyoruz.

    Yukarıdaki tabloda da karakterize edildiği gibi, Batı medeniyeti, tahakkümcü,menfaatçi, unsuriyetçi, çatışmacı ve nefsin arzuları doğrultusundahareket edilmesini tavsiye eden bir nitelik arzetmektedir. Kaynağını Grekfelsefesi ve rasyonalizmi, Roma hukuku, Latince ve Hıristiyanlık’tan alan bumedeniyet,25 bozulmuş Hıristiyanlığı kendine araç yaparak 17 ve 18. yüzyılakadar gelmiştir. Bu tarihlerden itibaren yeniden inşa edilen Batı medeniyeti,günümüzde başta Amerika olmak üzere Avrupa devletlerince temsiledilmektedir. Bu tarihi süreklilik Toynbee tarafından da kabul edilmektedir;ancak, Hıristiyanlığın bu ara dönemdeki rolünü, yani laik bir medeniyetindoğuşu için gerekli olacak hayat tohumlarını saklayan bir krizalit durumolarak belirler.26 Bugün küreselleşmenin sunduğu imkânları da sonuna kadarkullanan bu medeniyet, insanlığın büyük bir çoğunluğuna zulüm veadaletsizlikle yaşama durumuyla karşı karşıya bırakmaktadır.

    Greko-Romen medeniyetinden bu yana Batı medeniyeti, sınıflı toplumlarıngelişmesine zemin oluşturmuştur. 16. yüzyıldan itibaren Batı’da gelişenteknoloji insanlığın yararına kullanılmayarak Batılı insanın refah vehuzurunu temin edecek amaçlar için kullanılmıştır. Sömürgecilik tarihiBatı’nın menfaatleri insanlığa nasıl zulmettiğini gösteren önemli birolgudur. Geçen yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı ve diğer savaşlarinsanlık tarihinin en zalim dönemlerinden birisi yapmıştır. BediüzzamanBirinci Dünya Savaşında işlenen zulümleri kastederek, "Kurun-u ûlânınmecmu vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!"27 şeklinde Batımedeniyetinin günahlarını ifade eder.

    Batı medeniyetinin önemli kavşaklarından birisi olan Fransız ihtilali, hürriyet,eşitlik ve adalet gibi kavramların yaygınlaşmasını sağlamakla beraber,milliyetçiliğin gelişmesine de yardımcı olmuştur. Batılı zihin yapısınınönemli bir öğesi olan "unsuriyetçilik" bu olay sonrasında bütündünyada yaygınlık kazanarak, birçok çatışmanın, karışıklığın kaynağıolmuştur. Fransız ihtilalinden sonra gelişmeleri hız kazanan ulus-devletler,ideolojik temeller üzerine oturarak kişileri yönlendirme çabası içinegirmiştir. "Var olan dünyaların en iyisi olan Batı’yıizleyiniz"28 denilerek Batının 17. yüzyıldan bu yana gelişmelerleortaya çıkardığı varlık yorumu bütün dünyaya kabul ettirilmeye çalışılıyordu.Bu anlamda Batı’nın tavrını iyi analiz edebilmek için, Avrupamerkezcilik veOryantalizm merkezli tartışmaların önemli malzemeler sunduğunu düşünüyorum.Batılılar her zaman en iyi şeyleri kendilerine layık görerek diğertoplumları da, geliştirilmesi gereken toplumlar olarak algılamışlardır.Avrupa’lıların üstünlüğüne inanmış olan Avrupamerkezcilik eğilimleri,Batı demokrasilerinin zaafiyetlerini örterek, Batı’nın kendi dışındakidemokrasileri harap etmedeki rolünü gizlemişlerdir. Batı’nın zulmünü"istisnai" veya "tesadüfi" olarak göstermeye çalışır.Batı sömürgeciliği, köle ticareti ve emperyalizmin kaynağı olarak görülmez.29

    Bediüzzaman, Batı medeniyetini tanımladığı yerlerde dikkat çektiği önemlibir nokta, israf ve sefahati yaygınlaştırdığı konusudur. Bugün Batıtoplumlarında olabildiğine yaygın bir şekilde görülen tüketim hastalığıküreselleşmenin aracılığıyla bütün dünya ülkelerine yayılmaktadır.İnsanları israf, tembellik ve fakirliğe itmektedir. Tüketen bir obje olmanınötesinde bir değeri olmayan insanların, tükettiği ölçüde değer kazandığıbir anlayışı gelişmektedir. Bu yaşantı sonunda eskiden az sayıdakiihtiyacından çoğunu alabilen insan, bugün "çok ihtiyacından"ancak azını alabildiğinden varlık içinde bir fakirleşme görülmektedir.Toplum sürekli zenginleşmekte, ancak fert fakirleşmektedir. Bu da fakirlik veahlaksızlığı zemin hazırladığından, sosyal ve ferdi huzursuzluklaraneden olmaktadır.30

    Tüketim toplumu, zenginleşen fertlerin saadetine hizmet etmemiştir. Çünkü,elde edilen imkânlar insanları sefahata sevkettiğinden ahlaki dejenerasyonartmıştır. Bugün Batı toplumlarında olduğu kadar, İslâm toplumlarındada bu tehlikenin dikkat çekeci noktalara geldiği gözlenmektedir.

    Bediüzzaman Batı medeniyetin faizi yaygınlaştırarak, insanların huzursuzolmalarına zemin hazırlandığını söylemektedir. Bugünün küreselhegemonyasında dünya nüfusunun çok az bir kısmının, gelirin tamamına yakınınapaylaşması bu adaletsizliğin katmerlenerek devam ettiğini göstermektedir.Toynbee, bu noktaya değinirken, sınıf belasının teknoloji ile güçlendiğinibelirterek, insanın maddi durumu ne kadar düzelirse düzelsin, bu, insanınsosyal hayatı isteyen ruhunu teskin etmeyecektir. Batı insanın teknolojikbuluşlarıyla dünya kaynakları ayrıcalıklı bir azınlık ile ayrıcalıksızbir çoğunluk arasında böyle adaletsiz dağıldıkça… demektedir. Ayrıcaverilen bir örnekle Batı medeniyetinin insanlığı getirdiği trajik durumadikkat çekilmektedir. Estetik açıdan Tutankamen’in mezarındaki zarif döşemeve mücevheratı takdir ettiğimizde, kalbimizde insan sanatının bu tür başarılarındanduyduğumuz zevk ve gurur ile, bu başarıların elde edilmesi için ödenenfaturadaki ahlaki düşüklük arasında bir çelişki doğmakta.31

    Bediüzzaman, insan varlığının temel problemlerine çözüm bulamayan Batımedeniyetinin insanı mutlu edemediğini belirtmiştir. Ölümün sessiz gelişiniderinden izleyen insanlar, bu temel meseleye Batı felsefesinin cevapverememesinden dolayı mutsuz ve hasta olmuşlardır.32

    Batı felsefesinin bütün bu özellikleri, insanlığa kargaşa, anarşi vesavaş hali hediye eden bir medeniyet ortaya çıkardığını göstermektedir.Fukuyama’nın tezine bir de bu aşamada bakmak gerekir. İnsanlığın ulaşabileceğien ileri sisteme Batı kapitalizmi sayesinde ulaştığını savunan Fukuyama,insanın ne kadar huzursuz ve tatminsiz olduğunu hesaba katmamaktadır. BelkiFukuyama’nın tezini tersinden okuyarak daha doğru bir sonuca ulaşmak mümkündür.Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, "Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m)tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki; medeniyet-i hazıranın inkışaından[ortadan kalkmasından/yarılmasından] inkişaf edecektir."33 Yani, Batımedeniyeti insanlığa sunduğu adaletsiz ve zalim ilkeleriyle insanlık nazarındasona erecek, onun yerine de insanlığa hak ve adaleti sunan Kur’an medeniyetigeçecektir.

    Kur’an Medeniyeti ve Evrensellik İmkanları

    Kur’an medeniyeti kavramı, kaynağını vahiyden alan yaşama biçimini anlatır.Risale-i Nur’da bu kavramın karşılığı olarak, "medeniyet-ihakikiye",34 "Asya medeniyeti"35 "şeriat-ı garradakimedeniyet", "müminlerin medeniyeti", "medeniyet-iKur’an"36 ifadeleri kullanılmıştır. Biz de aynı anlama gelen bütünbu tanımlamalardan birini, yani "Kur’an medeniyeti" kavramınıkullanmayı uygun buluyoruz.

    Bediüzzaman’ın Kur’an medeniyetinden neyi anlatmaya çalıştığınıanlayabilmek için, kavram sınırlarına dikkat etmemiz gerekmektedir. Bukavramın yerine kullanılacak "Müslüman medeniyeti", "Osmanlımedeniyeti", "Endülüs medeniyeti" ya da W. Barthold’un kullandığıgibi "Ortazaman Şark medeniyeti"37 gibi ifadeleri kullanmamız biziyanıltır. Çünkü, "Kur’an medeniyeti" teorik bir kavramdır.Pratikten ayrı olarak, Kur’an’ın insanlığa sunduğu yaşama biçimini anlatır.Daha genel ifadesiyle, Hz. Adem’den bu yana peygamberlerin temsil ettiğisilsilenin medeniyetidir. Bu kavramın yer ve zamanla irtibatı sağlanırsa,toplulukların hataları Kur’an medeniyeti şeklinde algılanır ki, bu dakavramı anlamamızı zorlaştırır. Ancak, İslam toplumlarının Kur’an’ıesas alarak yaşamaya çalışmaları Kur’an medeniyetinin buralarda büyük ölçüdeyaşandığı söylenebilir. Bu tespit bizi, İslam toplumlarının bütün düşünüşve davranışlarının Kur’an medeniyetinin eseri olduğu sonucuna götürmez.

    Bediüzzaman’a göre gerçek bir medeniyet, "istirahat-ı umumiye vesaadet-i hayat-ı dünyeviye"yi temin edecek bir fonksiyona sahip olmalıdır.Kur’an medeniyeti, insanlığa önerdiği ilkelerle genel huzur ve barışıtemin edebilecek niteliktedir.38 Kur’an medeniyeti insanlara, doğruluğunegemen olduğu, kuvvetin doğruluğun yerine geçemediği, ahlaki değerlerininsan davranışlarını belirlediği, insanlar arasında sun’i ayrılıklarınolmadığı, insanların ilişkilerini yardımlaşma üzerine bina ettikleri veinsan ilişkilerinde adaletin hakim olduğu bir hayat sunar.

    İşte bu ilkeler, evrensel karakter taşıyan bütün insanlığın aradığıdeğerleri oluşturmaktadır. Ekber S. Ahmed, "Kur’-an’ın ana konusu,insanlığın evrensel doğasıdır. Allah’ın anlamı ve merhameti herkes için,bütün yaratıklar için aynıdır." diyerek Kur’an mesajının 21. yüzyılıneşiğinde insanlığa vereceği çok şeyi olduğunu anlatır. Ahmed’e göre,İslâm’ın merhamet, sevgi, barış, ırkçılığa karşı olma, bilgitaraftarı olma gibi özellikleri bütün insanlığın ihtiyacı olan değerlerdi.Bugün Batı ülkelerinde, bu değerlerin hızla taraftar bulması, değerlerinevrenselleşmeye başladığını gösterir.39

    Bu evrensel değerlerin uygulama imkânının bulunduğu Hz. Peygamber veHulefa-i Raşidin dönemlerinde, hak egemen olarak insanların ezilmesi sömürülmesiengellenmiştir. Kur’an’ın mesajının hayat ilkeleri olarak belirlendiği dönemlerdeyöneticiler, hakim değil, hizmetçi olarak algılanmışlardır. Hz.Peygamber, "Yöneticilik, memuriyet hizmetkarlıktır." buyurarakKur’an’ı esas alan yöneticilerin, topluluklar üzerinde baskı ve üstünlükkurmak yerine, hizmet etmeleri gerektiği belirtilmiştir.40 Kur’an’ın bu özelliği,İslam toplumlarını her zaman etkilemiş; Kur’an’ın mesajına uyan hükümdarlar,adil yönetimler tesis etmişlerdir. Bugün de yöneticilerinin baskısı altındatemel hak ve hürriyetlerinden mahrum olarak yaşayan milyonlarca insan,Kur’-an’ın bu evrensel değerinin kendi hayatlarına ulaşmasını bekliyorlar.

    Bugünün toplum yapıları için oldukça önemli bir ihtiyaç haline geleniktisat, Kur’an’ın önerdiği bir husustur. Tüketim toplumu, insanların maddivarlığını zarara soktuğu gibi, manevi hayatlarını da etkilemiştir."Havaic-ı gayr-i zaruriye" ihtiyaç gibi algılandığından, bunlarıtemin etmeye çalışan insanlar, istediklerini elde edebilmek için, zamanzaman helal kazanç elde edebilmenin sınırlarını aşmaktadırlar. Bediüzzaman,tüketim toplumunun hastalıklarından korunabilmek için, iktisat düsturunaher zamankinden daha çok dikkat edilmesi gerektiğini söylemiştir. Çünkü,bu zamandaki teknolojik gelişmeler, öyle bir tüketme kültürü enjekte etmiştirki, insanlar farkında olmadan tüketen bir konuma gelebilmektedir.

    Kur’an medeniyeti, hayatın temeline yardımlaşmayı yerleştirmiştir. Hz.Peygamber, akraba, komşu, yetim, kimsesiz, yaşlı ve sair muhtaçlara her anyardım edilmesi gerektiğini anlatmıştır. Davranışlarını bu esaslar çerçevesindeşekillendiren Müslümanlar, tarih boyunca yardımı esas alan yapılarıortaya çıkarmışlardır. Vakıflar, imarethaneler, şifahaneler,yetimhaneler, okullar, kuş barınakları hep böyle bir anlayışın sonucudur.İslam toplumlarında adeta bir yardımlaşma mimarisi vücuda gelmiştir. Bugününtoplum yapısında, yalnızlık içinde sorunlarıyla başbaşa kalan insanaKur’an’ın bu ilkesi yetişmektedir.

    Kur’an sosyal hayatın huzurlu bir şekilde devamı için, sosyal tabakalar arasındakimesafeyi kontrol altında tutan mekanizmalar önermiştir. Bunlar zenginlerinmal ve kazançlarının bir kısmını fakirlere vermesi (zekat) ve riskegirmeden para ile para kazanılmasının sınırlandırılmasıdır (faiz).Kur’an’ın bu emirlerine uyulduğu dönemlerde, topluluklar huzur içinde yaşamışlardır.Bugün dünyada sermayenin adaletsiz dağılımı, Kur’an’ın sosyal hayatlailgili mekanizmalarına ne kadar ihtiyaç olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.Kur’an medeniyeti, sosyal hayata dair getirdiği ilkeleriyle, insanlar arasında"merhamet, hürmet, emniyet, haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek,serseriliği bırakıp itaat etmek" gibi esasları hakim kılarak siyasi vesosyal karışıklıklara imkân sağlayacak zemini yok etmiştir.41

    Batı Medeniyetinin Olumlu Özellikleri

    Kur’an medeniyetine dair sunduğumuz bu genel çerçeve, bazı soruları daberaberinde getirmektedir. Mesela, Batı toplumlarının insanlık, hak, hukuk,sosyal devlet, eşitlik, akılcılık, sevgi, hoşgörü, ahlak, ilkelilik, üretim-emekilişkisi, dürüstlük, düzen ve adalete taraftar olan davranışları, Batı’nınbilimsel ve teknolojik gelişmesi nasıl değerlendirilecektir? Yani Batımedeniyetinin hakimiyeti altında gelişen güzellikler, nasıl yorumlanacaktır?

    Risale-i Nur’da Batı medeniyetinin bu yönünü yorumlamamıza imkân sağlayacakbakış açıları vardır. Risale-i Nur’da Kur’an medeniyetinin insanlığınelinde bulunan bütün güzellikleri içeren teorik bir kavram olarak tanımlanması,gelişmenin, ahlakiliğin kimin elinde olduğunu önemsiz kılmaktadır. Çünkü,Kur’an medeniyeti insanlığın bütün çeşitliliği içerisinde yayılmışfarklı tezahürleri vardır. Bazı inananlar vardır ki, davranışları imanıntezahürleriyle uyuşmaz, Kur’an ve sünnetin önerdiklerinin dışında kalır;İslâm’ın sosyal nizama dair önerdiklerine kulak vermezler. Bediüzzaman böylemüminlere, "gayr-i müslim mü’min" sıfatının uygun olacağınıbelirtir. Bazen tersi de sözkonusudur, bazı gayr-i müslimler, mümin olmadıklarıhalde, çalışkandır, adildir, dürüsttür, başkasının haklarını gözetir.İşte böyle gayr-i müslimlere de "dinsiz bir Müslüman" sıfatılayık görülmüştür.42 O insanların olumlu davranışları bozulmuş Hıristiyanlıktandeğil Hz. Adem’den bu yana gelmiş olan binlerce peygamberin mesajından kalanetkisidir. Temel düzenlilikleri sağlayan vahiy, aksaklıkları ve bozulmayısağlayan marjinal durumlar ise Batı medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu örnek,Kur’an medeniyetinin tezahürlerinin yaygınlığını anlamak için önemlidir.

    Bu noktada başka bir soru daha akla gelecektir. Gayri müslimlerin üzerinde buolumlu davranış, yaklaşım ve ilkelerin görülmesini nasıl açıklamakgerekir? Bediüzzaman, gayri müslimlerdeki adalet ve düzenliliğin nedeniniyine nübüvvete bağlar. Müslüman olmayan insanların, Kur’an medeniyetininözelliklerine sahip olmaları, yine geçmiş dönemlerdeki enbiyanıntesirleriyledir. Çünkü "enbiya, esas ve maddeyi vaz etmişlerdir. Onlarda o esas ve fazileti tutup, onda işlediklerini işlediler." Hz. Adem’denbu yana dünyanın her tarafına peygamberler gönderilmiştir. Bupeygamberlerin hepsini biz bilemiyoruz. Ancak bunların tesirleri görülebilmektedir.Gayr-i müslimlerin "muaddele/adaletli ve dengeli ve munazzeme/düzenli"olması da böyle bir tesirin sonucudur.43 Bu bağlamda Avrupa’da yaşayanlariki kategoride değerlendirilir. "Birisi, İsevîlik din-i hakikîsindenaldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adaletve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden" Avrupa, ikincisi ise"felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsinzannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinciAvrupa" dır.44 İşte Bediüzzaman’ın "Garp husumeti, İslâm’ınittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı."45şeklinde belirttiği Garp husumeti, Batı’nın bu yönü üzerinedir. Buradabirinci Avrupa şeklinde tanımlanan Kur’an medeniyeti, ikinci Avrupa şeklindetanımlanan özellikler de Batı medeniyetinin özellikleridir.

    Batı’nın teknolojisi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bediüzzaman’ın"Medeniyet-i hazıranın harikaları"46 dediği teknoloji, Batılıinsanın peygamberlerin mesajlarına sahip çıkarak ulaştıkları neticelerolarak değerlendirilebilir. Yani bilimsel gelişmeler, bozulmuş Hıristiyanlığınya da Batı felsefesinin eseri değil, peygamberlerin tesiriyle meydana gelengelişmelerin eseridir.47

    Kur’an medeniyetinin, insanlığın üzerinde ittifak edebileceği değerleritemel esas yaparak, insan fıtratına uygun bir yaşama biçimi önermesi, onunevrensel karakterini gösterir. Zaten Bediüzzaman, Kur’an medeniyeti kavramıyerine zaman zaman "medeniyet-i amm"48 gibi evrensellik anlamı içerenibareler kullanması bu açıdan manidardır.

    Sonuç

    Bugün insanlık huzur ve mutluluk verecek bir yaşama biçimi aramaktadır.Adaletsizlik, zulüm, haksızlık, ayrımcılık, çatışma, cehalet, menfaatçilik,şiddet ve ahlaksızlık bütün insanlığın kaçındığı sıfatlar olarakkarşımıza çıkmaktadır. Kur’an bu sıfatları reddederek insanlığa barış,adalet, doğruluk, diğergamlık, birlik-beraberlik, yardımlaşma ve huzur dolubir hayat önermiştir.

    Kur’an medeniyeti, bütün insanlığın sahip olduğu değerleri kendi içindebarındıran/kaynaklık eden bir mahiyettedir. Arabistan’daki bir insanın çalışkanlığıda, Japonya’daki bir insanın temizliği de, Türkiye’deki bir insanın doğruluğuda, Pekin’deki bir insanın geliştirdiği teknoloji de, Arjantin’deki bir insanınyardımseverliği de Kur’an medeniyetindendir. Bütün bu değerlerin kaynağınübüvvet yoluyla gelen ilahi mesajdır.

    Bugün haberleşme ve ulaşım imkânlarının gelişmesine bağlı olarak, budeğerler insanlar arasında daha kolaylıkla yaygınlaşabilmektedir; insanlarbirbiriyle daha iyi anlaşıp, düşüncelerini birbirine katarak (telahuk-uefkar) belli sonuçlara ulaşabilmektedir.49 Ayrıca hakikati arama meyli ve(meyl-i taharri-yi hakikat) ve insanlık sevgisi (hubb-u insaniyet) evrensel değerlerdebuluşmayı kolaylaştırmaktadır. Bundan dolayı gelecekte Kur’an’ın evrenselmesajlarında birleşilmesi fıtri bir seyir olacaktır.50

    Rudyard Kipling bir şiirinde, "East is East and West is West, anda neverthe twain shall meet" der. Yani, Doğu Doğu’dur, Batı da Batı ve buikisi hiçbir zaman birleşemeyecektir." Şiirin geri kalan kısmında da"Dünyanın iki ucundan iki kuvvetli adam bir araya gelse, bu ayrılıkortadan kalkar." İşte evrensel bir medeniyetin inşasında bu ikikuvvetli adam fonksiyonunu görecek olan Doğu’da Risale-i Nur, Batı’da ise"Hakiki dindar İseviler" olacaktır.

    1. Arnold Toynbee, Tarih Bilinci, E Yayınları, İstanbul, 1975, s. 104

    2. Rene Guenon, Doğu ve Batı, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1991, s. 23

    3. Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, s.119

    4. Mevlüt Sarı, Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yayınları, İstanbul

    5. İbn Haldun, Mukaddime, C:I, Haz. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları,1988, s.134…

    6. Meriç, Kültürden İrfana, s. 43

    7. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul,1982, s. 15-16

    8. Ali Şeriati, Medeniyet Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara, 1998, s. 14

    9. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Türk Kültür Yayını, y.y,t.y., s. 27-28

    10. Toynbee, Tarih Bilinci, s. 45

    11. Ömer Demir, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara, 1993, s.226

    12. Arnold Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, Yeryüzü Yayınları, İstanbul,1980, s. 56

    13. Toynbee, Tarih Bilinci, s. 77

    14. Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara,2001, s. 23

    15. Nyogen Senzaki, Ruth Strout McCandless, Budizm ve Zen, İstanbul, 2001, s.29

    16. Nursi, Sünuhat, s. 58-61; Nursi, Mektubat, s. 458

    17. Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 1995, s. 66

    18. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 42; Nursi, Sünuhat, s. 78

    19. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 158

    20. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 156

    21. Nursi, Sünuhat, s. 58

    22. Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,2001, s. 77

    23. Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,2001, s. 19, 21, 35

    24. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Germany,1994, s. 119

    25. Samuel P. Huntington, "Batı Tektir, Ama Evrensel Değildir",Medeniyetler Çatışması, Der. Murat Yılmaz, Ankara, 2001, s. 110

    26. Toynbee, Medeniyet…, s. 218

    27. Nursi, Sünuhat, s. 57

    28. Samir Amin, Avrupa Merkezcilik, Ayrıntı, İstanbul, 1993, s. 25

    29. R. Stam; E. Shohat, "İçiçe Geçmiş Tarihler: Avrupamerkezcilik, Çokkültürcülükve Medya", Köprü, S: 77 (Kış/2002), s. 70

    30. Nursi, Sünuhat, s. 57

    31. Toynbee, Medeniyet…, s. 30

    32. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 159

    33. Nursi, Sünuhat,s. 61

    34. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 41

    35. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 42

    36. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 86

    37. W. Barthold, M. Fuat Köprülü, İslâm Medeniyeti Tarihi, Ankara, 1940, s.3

    38. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 155

    39. Ekber S. Ahmed, "Medya Moğolları Bağdat Kapısında",Medeniyetler Çatışması,s. 239

    40. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,2001, s. 394

    41. Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,2001, s. 186

    42. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s.38

    43. Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, s.125-126

    44. Nursi, Lem’alar, s. 119

    45. Nursi, Sünuhat, s. 62

    46. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 57

    47. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 155-159

    48. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 93

    49. Nursi, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 84

    50. Nursi, Münazarat, s. 86