Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • Medeniyet: Nedir, Ne Değildir?

    Yunus A. Çengel

    Prof. Dr.,USA Nevada Üniversitesi

    Medeniyet ve deniyet. Birbirlerine ne kadar yakın ve birbirlerinden ne kadaruzak. Yazılışlarında küçücük bir fark var – bir "mim" veya"me" harfi. Ama mahiyetleri ne kadar zıt. Beyaz ile siyah, gündüzile gece gibi farklı olan bu iki kavramın birbiriyle bu kadar karıştırılmasıda belki şeklen bu kadar yakın olmalarından. Beyaza boyanmış siyah bir taş,bazen çamura düşmüş beyaz bir taştan çok daha beyaz görülür – bilhassabasiretten yoksun yüzeysel nazarlara.

    Lügatte medeniyet ‘insanca iyi ve ferah yaşayış, adaletseverlik, şehirlilik,yaşayış ve sosyal ilişkilerde, ilim, fen ve san’atta tekâmül etme’ olarakverilir. Medeni insanlar da ‘faziletli, terbiyeli, kibâr, şehirli’ olaraktarif edilir. Medeniyetin zıddı olan deniyet ‘aşağılık, alçaklık, vahşetve ahlaksızlık’ olarak tanımlanır. İngilizcede medeni’nin karşılığıolan ‘civilized’ ise ‘kibar, nazik, ince’ anlamına gelir ve medeni’nin zıddıolan ‘savage’ ise ‘vahşi, yabani, medeniyet görmemiş, barbar, canavar ruhlu’anlamlarında kullanılır. Yani medenilik zati bir hasiyet değil, kişilerinbaşkalarıyla ve çevresiyle olan ilişkilerinde ortaya çıkan bir hasletttir.

    Medeniyet tamirdir, imardır, terakkidir. Vahşet ise bozmaktır, tahriptir,tedennidir. On kişinin yüz günde büyük masraflarla yaptığı bir evi birkişinin bir saatte bir kibrit ile yakabilmesi gösteriyor ki tahrip kolay,tamir zordur. Vahşi olmak kolay, medeni olmak zordur. İnsan karakterindeihsan, sevgi, dostluk, yardımseverlik gibi imar edici vasıflar medeni, kıskançlık,bencillik, kin, hased, düşmanlık gibi tahrip edici vasıflar ise vahşidir.Tevazu gibi kucaklayıcı ve insanı büyüten vasıflar medeni, kibir gibiitici ve insanı kendi vücuduna hasreden vasıflar ise vahşidir. Şefkat vemuhabbetle dolu bir kalp medeni, kin ve düşmanlıkla dolu bir kalp ise vahşidir,ilkeldir. Bir insanın özdeki medeniliği, sahip olduğu medeni vasıflarınmiktarı ile orantılıdır.

    Medenilik görünüşte veya kabukta da olabilir. Temizlik gibi, bakımlı vetaranmış saçlar gibi göze hoş gelen çekici vasıflar medeni, kirlilik veyapejmürde görünüş gibi itici vasıflar ise vahşidir. Bilgi ile donanmışbir akıl medeni, eğitilmemiş bir akıl ise işlenmemiş bir elmas gibi vahşidir,ilkeldir. Doğruyu eğriden ayırdeden bir mantık medeni, saplantılara takılmışve muhakeme kabiliyetini kaybetmiş bir mantık ise vahşidir. Haksızlığaitiraz eden ve zulme razı olmayan bir vicdan medeni, haksızlık ve zulümdenızdırap duymayan ve nefsin arzularının avukatlığını yapan bir vicdan isevahşidir. Güzel ve doğru konuşan bir dil medeni, kaba ve çirkin konuşan,yalan söyleyen ve gıybetle iştigal eden bir dil ise vahşidir. Bakınca güzelgören ve güzelliklerin ve mükemmelliklerin inceliklerini farkeden bir gözmedeni, güzellik ve incelikleri farkedemeyen bir göz ise vahşidir.

    Öyle görülüyor ki medenilik izafi bir kavramdır ve bir kişinin her haliylemedeni olması mümkün değildir. Dikkate alınan kriterlere bağlı olarakmedenilik değişik şekillerde tanımlanabilir. Dış görünüşe büyük önemverenlerin medeniyet anlayışı ile kişilerin iç alemine ehemmiyet verenlerinmedeniyet anlayışı herhalde birbirinden farklı olacaktır ve birinin medenidediğine diğeri belki vahşi diyecektir.

    Hakiki medeniyet kabukta değil, özdedir. Özde ne varsa dışarıya o sızar,o da davranışlarla ‘ahlak’ olarak tezahür eder. O yüzden, ‘medeniyet güzelahlaktır’ denebilir. Temizliğe ve görünüşe itina eden ve gözü hoşgelecek şekilde giyinenlere ‘medeni giyimli’ veya ‘medeni görünüşlü’denir. Bu görünüm insanlığa layık medeni davranışlarla tamamlanırsaancak kişiye ‘medeni insan’ denir. Yoksa kişi ‘medeni görünüşlü bir vahşi’olur.

    İnsanlar ve Diğer Canlılar

    İnsan bedenen hayvanlardan pek farklı değildir. Ama dikkat edilirse hayvanlariçin, ister münferid olarak ister toplu halde yaşasınlar, medeni tabirikullanılmaz. Demek medenilik insanların maddî vasıfları ile değil, insanıinsan yapan manevî vasıfları ile alakalı bir kavramdır. O yüzden,kendilerini gelişmiş bir hayvan türü olarak gören ve müferrah bir hayvangibi yaşamayı kendilerine gaye edinen insanların medeniliğinden sözedilemez. Batı ülkelerindeki genel medeniyet anlayışı gerçek medeniliktenuzaktır, çünkü merkezinde ‘menfaat’ vardır, gayesi ‘nefsi arzularınıtatmin’ dir ve hayatı bir ‘menfaatler çatışması’ olarak görür. Himmeti şahsimenfaati olan bir insanın medeniyet anlayışı ise, medeniyetin nimetlerindenistifade etmekten ileriye geçemez.

    Her hayvan bütün dünyayı kendi mülkü gibi görebilir ve diğer hayvanlarada kendi mülkünün süsleri gibi bakabilir. Mesela bir balık koca birokyanusu özel akvaryumu olarak görebilir. Hayvanlar, istedikleri şeyleriyapar, istedikleri yerlerde yuva kurar ve istedikleri yerlere göçebilirler.Yiyecek paylaşımı dışında, aralarında bir müzahemet yaşanmaz. Böylebir hayat, belki bir çok kişinin özlem duyduğu bir hayattır. Ama bu medenibir hayat tarzı değildir.

    Kâinatın en kıymetli meyvesi ve neticesi hayat nimetidir. Işık, renk vecisimlerin görünmesine sebeb olduğu gibi, hayat da, mevcudatın varlığınınbilinmesine ve görünmesine sebeptir. Evet hayat, bir zerreyi bir küre gibiyapar. Her bir hayat sahibi, âlem benimdir diyebilir. Hayatı olmayan bircisim, en büyük bir dağ da olsa yalnızdır ve yerinden başka bir şeyle münasebetiyoktur. Lâkin bal arısı gibi küçük bir cisim, hayata mazhar olduğu zaman,bütün kâinatla münasebetdar olur ve her şeyle alış-veriş yapar; hattâdiyebilir ki, "Kâinat benim mülkümdür, benim yerimdir." Kâinatınher tarafına gider, duygularıyla ilişki ve iletişim kurar ve bütün eşyaile ahbab olur.

    Hayatın en kıymetli özü ruhtur ve ruh sahiplerinin en üstünü şuurlu varlıklardırve onların da en kapsamlısı insandır. Bütün kâinat hayata yöneliktir veonun için çalışıyor. Hayat seviyelerinin alt kademesinde olan bitkilerhayvanlara, hayvanlar da insanlara yöneliktir ve onlara destek oluyorlar. Canlılarmerdivenin en üst basamağında olan insan, ilmi nisbetinde, geniş akılalemlerinde seyahat eder. Maddi alemde dolaştığı gibi, manevi kalb ve ruhalemlerinde, hayal aleminde ve rüya vasıtası ile misal alemlerinde gezer. Böyleliklemaddeten küçüklüğüne rağmen, muazzam bir büyüklük ve genişlikarzeder. İnsanı basit bir hayvan türü olarak görenlerin derin yanılgılarıve mahrumiyetleri ortadadır.

    Teknolojideki gelişmeler, her evin oturma odasına bir yerküreyi sığdırdıve bir yerdeki bir olay artık herkesi ve her yeri etkileyebiliyor. GörüntüleriTV ekranlarımıza ulaşan insanların ızdırapları ile hüzünlenipsaadetleri ile mesud oluyoruz. Hatta olimpiyat gibi genel ilgiyi çeken birolay, tüm insanları bir aileye ve yerküreyi bir oturma odasına çevirebiliyor.

    İnsana verilen bütün bu zenginlikler eğer yerinde kullanılmazsa nimetyerine nikmet olur, zevk ve lezzet yerine elem ve hüzün verir. Mesela, insandaakıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmişve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem,hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, geçmişten gelen hüzünlerve gelecekten gelen korkular hazır lezzetini bozmuyor. Demek insan hayattanzevk alma noktasında hayvandan yüz derece aşağı düşer. Ancak ruh ve kalb,zamanla mukayyed olmadıkları için, insan, insanlığa layık medeni tavır veniyetleriyle geçmiş ve gelecek zamanlardan da ulvî ve manevî zevkleralabilir.

    İnsanlar, arzu ve ihtiyaçları sınırsız, zaman, imkan ve kabiliyetleri sınırlıolduğundan, toplum halinde yaşamaya ve işbirliği yapmaya mecburdurlar. Aksitaktirde, karnını doyurmayı güçlükle becerebilen zayıf bir hayvanseviyesinde kalmaktan kurtulamazlar. İnsaniyetin ulviyetine layık bir izzetile yaşamak, medeniyette terakki etmek ve yerkürenin ve tüm diğer canlılarınsultanı olmak ancak toplu halde yaşamak ve işbirliği yapmakla mümkün olur.Topluluk ne kadar büyük ve uyumlu olursa, meyveleri de o kadar büyük ve tatlıolacaktır. Bediüzzaman’ın ifadesi ile:

    "İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve latifbir mizac ile yaratılmıştır. O mizac yüzünden, insanda çeşit çeşitmeyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ: İnsan en müntehab şeyleriister, en güzel şeylere meyleder, zînetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyıkbir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.

    Şu meyillerin iktizası üzerine yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini, istediğigibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. Osan’atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesaî etmeyemecbur olur ki; her birisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyleyardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler." (İşaratü’lÎcaz, s. 140-141)

    İnsanın diğer canlılar üzerindeki hakimiyeti, ona bitkiler ve hayvanlar üzerindekeyfi tasarruf yetkisi vermez. İnsan dünyadan ve içindeki tüm varlıklardansorumludur ve onlardan istifade ederken bu sorumluluğun şuuru içinde hareketetmelidir. Keyfi olarak bitkilere ve hayvanlara zarar veremez. Mesela insanihtiyacı kadar avlanmalıdır. Yoksa sadece öldürme zevki için avlanmakmedeniyet değil, vahşettir.

    İnsan madde itibarıyla belki aciz bir hayvandır, fakat hisleri, arzuları vesair manevî cihazlarınca tüm yerküre elinde bir top gibidir. Beka arzusugibi, tüm dünya verilse doymayacak hisleri vardır. Bir hastayı ve hastalığınıtam olarak tanımadan ona çare bulmak mümkün olmadığı gibi, insanınmahiyetini bilmeden de ona mutluluk reçeteleri yazmak mümkün değildir.Medeniyetin nimetlerinden azami istifade etmek ve mahzurlarından sakınmak için,insanın mahiyetini anlamak şarttır. Çünkü neticede, medeniyet de medenileşmede insan içindir.

    Medineleşme ve onun tabii bir neticesi olan küreselleşme ile alakalıtedirginliğin menşei Batı felsefesinin insana materyalizme dayalı bakış açısıdır.Bu felsefede insan "konuşan hayvan," "ekonomik hayvan" veya"düşünen hayvan" olarak vasıflandırılmıştır. İnsanıngayesi, hayvan gibi arzularını tatmin ve rahatça yaşamak olarak ifade edilmiş,hak kuvvette görülmüş ve hayat bir menfaatler çatışması olarak takdimedilmiştir. Bu da insanlar ve toplumlar arasındaki emniyet ve itimadı sarsmışve rekabet, düşmanlık ve korku hislerini ön plana çıkarmıştır. Medeni dünyabu yaklaşımın bedelini iki dünya savaşı ile ağır bir şekilde ödemiştir.

    İnsanın zulüm, hırs, korku ve menfaatperestlik gibi hisleri ve hayır ve şerişleme kabiliyetleri sınırsızdır. Küreselleşmiş bir medeniyetin genişçapta kabul görmesi, insanın gerçek menfaatinin, emniyetinin ve terakkisininbu medeniyet çatısı altında olduğunun gösterilmesine bağlıdır, bu damedeniyetin faziletlerinin görülmesiyle olur.

    Bediüzzaman, insanı madde ve manasıyla beraber analiz etmiş ve insanlığınhakiki ve daimi saadetinin maddede değil, insanın ulviyetine layık birfazilette olduğuna işaret etmiştir. Ve fazilette de sınır ve rekabet olmadığından,insanlara kavga etmeden sınırsız bir terakki ve ebedî bir saadetin yolunu göstermiştir.

    İnsanlar birbiri içine girmiş daireler içinde yaşarlar. Şahsî dairedensonra en küçük daire ailedir, sonra kişinin beldesi, sonra şehri, dahasonra ülkesi ve en nihayet yerküre gelir. Bireylerin her dairede değişikkonumları, vazifeleri ve lezzetleri vardır. Bu iç içe girmiş dairelerdehukukun muhafazası, vazifelerin ifası ve israfın önlenmesi adil bir düzenlemeyigerektirir. Bu da medeni ölçülerin esas alınmasıyla olur. Beldesakinlerinin genel menfaat ve emniyetini temin için konulmuş belde kurallarınıhürriyeti tahdit olarak görüp onlara uymamak için belde sınırları dışınaçıkan yarı-medeniler az kazanır, çok kaybeder.

    Yerküre bir olmasına rağmen, insanlar adedince hususî küreler birbiri içinegirmiştir. Bediüzzaman’ın dediği gibi, herkesin bu dünyada koca bir dünyasıvar; âdeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Hatta denebilirki medineleşme, bu hususî küreler arasında bir uyum, bir dayanışma, birbirlik sağlanmasıdır ve muhtemel zıtlaşma ve tahribatın önlenmesidir.Genel alem de bu hususi küre veya alemlerin bir bileşkesidir denebilir.

    Hayatı karmaşık hale getiren bu dairelerin ve kürelerin varlığı ve yaygınlığımedeni bir hayatın tesisi için şarttır. Mesela, belde olmadan bir eve medenihayatın gerekleri olan elektrik, su, kanalizasyon, telefon, yol gibi altyapılarıngelmesi ve onların bakımı insanların büyük çoğunluğu için imkansızdır.

    Sözde ve Özde Medeniyet

    İnsan yemek yemeyi sever. Hele itina ile hazırlanmış leziz yemekleri yemeyidaha çok sever. Bu yemekleri nezih bir ortamda ahbablarıyla beraber yemeyi iseen çok sever. Çünkü böyle bir ortamda insanın sadece dili ve midesi değil,aynı zamanda gözü, kulağı, kalbi, ruhu ve daha nice hisleri telezzüz ederve kişi aslında bir ziyafette iken sanki aynı anda binler ziyafettedir. Kişininböyle bir ziyafette aldığı toplam zevk, hislerinin gelişmişlik derecesineve dostlarıyla arasındaki muhabbetin seviyesine göre değişir. Dostlarınbirbirlerine ikramlarda bulunduğu bu tür ziyafetler verme ve davetlere katılmainsanların gelişmişliğinin ve medeniliğinin bir ölçüsüdür. Yemeğinitek başına bir köşede yemeyi böyle ziyafetlere tercih eden kimselerenezaket icabı ‘az medenileşmiş’ veya ‘medenileşmekte olan’ dense herhaldeyeridir. Çünkü yemeği dil ve mide ile sınırlı bir olay olarak görmek,mahrumiyettir.

    Bir de işin sadece özde veya sadece kabukta olan yarı-medenilik hali vardır.Farzedelim ki böyle bir ziyafete dışarıdan bir kaç kişi geldi ve ziyafetsahibine aç olduklarını söyleyip kendilerinden ikramda bulunmasını istedi.Ziyafet sahibi de hayhay deyip yabancıları buyur etti ve onlara mükemmel birsofra açtı ve onların memnun hallerini temaşa etti. Bu cömert ev sahibiyabancıların saadetiyle mesud oldu, onların dil ve midelerinde hissettiğilezzetin bin katını ihsan ve ikram ve lütuf pencereleri vasıtasıylakalbinde hissetti ve kalbi sürur ile doldu. O kadar ki, bu yemekleri kendisiyese idi, bu kadar zevk almayacak idi. Kaldı ki dil ve midede hissedilen lezzetgeçici ve sathîdir ve yemeğin yendiği ana münhasır kalır. Yemekten sonra,bu lezzet gider, çünkü yemek maddîdir ve ancak madde ile kaimdir. Ziyafethatırlandıkça dil ve mide arzuların hilafına tekrar telezzüz etmez, belkihüzünlenir. Çünkü o lezzetler artık yoktur, yerini yokluğa bırakmıştır.Amma samimî dostlara ve hatta müştak yabancılara yapılan ikramlar hatırageldikçe o memnun çehrelerden akan sürur, kalb ve hissiyatı ilk seferki gibitekrar ihtizaza getirir ve tekrar saadet lambalarını yakar, kalbini tenviredip şenlendirir. Hazlar tekrar canlanır. Çünkü lütuf ve ihsan ve memnunetmek manevîdir ve zamanla mukayyed değildir. Kabuk değil, özdür.

    Mazi toprağına gömülen kabuk çürür, ama Hayy ve Muhyî isimlerine mazharolan öz neşv ü nema bulur, hayatdar kalır ve ölmemiş kalblere hayat damlatır.Bu bahtiyar ziyafet sahibi açtığı ihsan, ikram ve lütuf penceleri ile kalpodasını geçici mumlara bedel daimî güneşlerle aydınlattı ve ‘hatırlama’düğmesini basarak o nurlara ve sürurlara her istediği an mazhar oldu. Böylelikleo kişi inbisat etti, genişledi, çok boyutlar kazandı ve cüz’î bedenine rağmenkülliyet kesbetti. Sonunda insan-ı kâmil oldu, mükemmelliğe ve medenîliğeulaştı.

    Böyle müstesna bir ziyafet veren diğer bir ev sahibi de dostlarını en iyişekilde ağırladı ve onların takdir ve teşekkürlerine mazhar oldu. Hatta böylegüzel bir ziyafeti çok kimsenin veremeyeceğini düşünüp, ondan da ayrıbir haz aldı. Ancak sonradan kapısını çalıp kendisinden yemek isteyen açyabancıları taltif yerine hakaretlerle tardetti ve böylelikle hemcinslerinekarşı kalbinde hiç şefkat ve muhabbet taşımadığını izhar etti. Onlarınhüzünleri ile hiç mahzun olmadı, hatta onların arkasından güldü, çünkükalbi başka kalplere karşı körelmiş, hisleri ölmüştü. Ayrıca kendisinidefalarca takdir edip enaniyetini şişiren dostlarını daha büyükziyafetlere davet etti, ancak yeterince iltifat etmeyen veya ziyafetine mukabeleetmeyen veya kıymetli hediyeler getirmeyen dostlarını bir daha davet etmedi.Hatta bu kişilerle en küçük sebepler yüzünden kavga etti ve onlara düşmanoldu. Çünkü bu kişi, dostlarını değil, dostlarındaki menfaatiniseviyordu. Yani kendisini seviyordu. Belki de aslında kendisi zannettiğibenlik ve enaniyetine hizmetçilik eden ve nefsin bazı kalın his ipleriyle bağlanıpbeden kafesine hapsedilmiş bir köle idi, ama kendisini efendi zannediyordu.Batı mahreçli birçok filmlerin bu tür ‘işgal edilmiş beden’ temasını işlemesi,yoksa bu hakikatin ekrana bir yansıması mı idi?

    Sadece kendi maddî menfaatini düşünen bir insan, insan değildir; medeni isehiç değildir, olsa olsa insan kılığına girmiş zavallı bir hayvandır.Parlak bir kabuk içinde çürümüş bir özdür ve kabuk kadar değeri vardır.Böyle bir insan başkaları tarafından samimi olarak sevilmez, hattakendisinden nefret edilir, kendisine maddesi ve maddi varlığı ve sağladığımaddî menfaat kadar değer verilir.

    İşte bir olay ve iki insan. Biri kainat kadar büyük, diğeri ise cismi kadarküçük. Biri muhtelif alemlerde geziyor, diğeri ise beden kafesinde mahsur.Biri hayatdar kalblerde inikas eden bir nuranî, diğeri ise karanlık vekesafetli alemlere mahkum olmuş bir fani. Acaba, bunların hangisi daha medeni?

    Mahallede Medeniyet

    Bir mahalle düşünün ki kimse şahsi menfaatından başka bir şey düşünmüyor,herkes birbirini rakip ve hatta düşman olarak görüyor, kimse küçük bir şahsîmenfaatini toplumun büyük bir menfaati için feda etmiyor. Gerçek sevgi yok,komşu komşunun umurunda değil ve hatta kimse komşusundan emin değil.Kuvvetli zayıfı sömürüyor ve malını yok pahasına elinden alıyor, zayıfçaresizlik içinde kıvranıyor. Zengin malına mal katarken fakirler çöplerdenzenginlerin artıklarını topluyor. Zengin ve kuvvetliler, fakir ve zayıflaratepeden bakarken, fakir ve zayıfların kalpleri kin ve hasetle doluyor. Asayişimuhafaza ve isyan ve taşkınlıkları önlemek için çok sayıda polis devriyegeziyor ve hapishanedeki mahkum sayısı gittikçe artıyor. Böyle birmahalleye ve onun sakinlerine medeni denebilir mi? Bu mahallede çok sayıdazengin olması ve kişi başına düşen ortalama gelirin yüksek olması durumudeğiştirir mi? Böyle bir mahallede yaşamak arzu edilir mi? Böylemahallelerden oluşan bir ülke ve böyle ülkelerden oluşan bir dünya, acabane kadar medeni sayılır?

    Şimdi de bir mahalle düşünün ki herkes komşusunun ve toplumun menfaatinikendi şahsi menfaatinin önüne koymuş. Komşuları rahatsız edebilecekhareketlerden kaçınıyor ve bir ihtiyaç anında onların yardımına koşuyor.Yere çöp atmak şöyle dursun, yerde bir çöp görürse onu derhal alıp çöpsepetine atıyor. Komşunun başına gelen bir felaketi, kendi başına gelmişgibi kabul edip, tüm imkanlarını seferber ediyor. Yemek pişirince bir tabakda komşuya göndermezse içi rahat etmiyor ve çocuğuna bir oyuncak alınca’arkadaşlarınızla paylaşın’ diye tembihliyor. Zengin, fakire karşı gayetmütevazi ve mahcup, fakir ise zengine karşı derin bir hürmet ve saygı içindeduacı. Yüzler asık değil mütebessim, kalpler kin, haset ve kibirle değilmuhabbetle dolu. Fakir, zenginin malında gözü olmak şöyle dursun, gerekirseonun muhafızlığını yapıyor. Suç oranı gayet düşük ve mahkeme vehapishaneler en yalnız yerler. Herkes sanki manevi bir Cennet içinde yaşıyor.İşte bu manevi Cennet, bir mânâ medeniyetidir.

    Eğer bu mahalle sakinleri bir de ilim tahsil edip fen ve sanatta da terakkiediyor ve hayatını en gelişmiş teknoloji ürünleri ile zenginleştiriprefah içinde yaşıyorsa, bu toplum aynı zamanda bir madde Cennetindedir, vemadde ve mânâsıyla tam bir medeniyet içindedir. Özü ve kabuğuyla berabermedenidir. Böyle mahallelerden oluşan bir ülke de tam medenidir, böyle ülkelerdenoluşan bir dünya da.

    Uluslararası İlişkilerde Medeniyet

    Ülkeler de insanlar gibi medeni veya vahşi olabilirler. Sadece kendimenfaatini düşünen ve kendi menfaati için başkalarına zarar vermekten kaçınmayanülkeler, ne kadar zengin ve güçlü ve hatta yüksek tahsilli olurlarsaolsunlar, medeni değil, vahşidirler, barbardırlar. Medeni bir ülke bir şeyyaparken sadece kendi menfaatini değil, bunun başta komşuları olmak üzerediğer ülkelere olabilecek etkilerini de düşünür ve başkalarına zararverebilecek davranışlardan uzak durur. İhtiyaç anında komşu ülkenin yanındaolur, onun derdiyle dertlenir, sıkıntısını paylaşır, ızdırabınıdindirmeye çalışır. Komşu ülkenin ihtiyaç anını, bugünkü sözdemedeni ülkelerin yaptığı gibi, tefecilik yapıp vurgun vurmak veya onun malınıkelepir fiyatına almak için fırsat olarak görmek yerine -ki bu apaçık birvahşettir- böyle anları ona millî izzetini rencide etmeden şefkat eliniuzatma ve hiçbir menfaat gözetmeden ve karşılık da beklemeden gereken yardımıyapma zamanı olarak görmelidir. İşte insanlar böyle yücelir, ülkeler böyleyücelir ve dünya böyle yücelir ve bu şekilde dünya yaşanacak daha iyi biryer olur.

    Peki, komşu ülkelere bu tür maddî yardımlar pahalıya mal olmaz mı? Ülkelerinkomşularından gelmesi muhtemel tecavüzleri önlemek için ayırdıklarısavunma bütçelerindeki astronomik rakamlara bakıldığında, cevap yükseksesli bir ‘katiyen hayır’dır. Bunun da garantisi, insanın fıtratıdır ve şefkatinnuraniyetidir. İnsan -fıtratları tam bozulan ve yılan gibi zehirlemektenzevk alan çok küçük bir azınlık hariç- fıraten aziz ve muhteremdir vekendisine şefkat edene şükran borçlu hissetmek ve şefkatle karşılıkvermek fıtratının gereğidir. İhsan, insanı köle eder ve ihsan edeni ihsanıalanın nazarında efendi seviyesine çıkarır. İnsan kendisine ihsan eden eliöpüp hürmetle başına koyar. İhsan eden eli kimse ısırmaz ve ihsan düşmanlıkve vahşeti yok eden etkin bir iksirdir.

    Dış politikada sık sık duyduğumuz ‘milli menfaatlerimizi gözeteceğiz’veya ‘milli menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa onu yapacağız’ ifadelerimedeniyetin değil, vahşetin ifadesidir ve komşu ülkelere sevgi ve saygıolmadığının bir göstergesidir. Batı felsefesinde temeli ‘menfaat’ olan kişiselilişkilerin uluslararası arenaya yansımasıdır. Gönül arzu eder ki buifadeler yerine ‘komşularımıza zarar verebilecek bu tür davranışlardanuzak duracağız’ veya ‘bu konuyu komşularımızla istişare edip bir kararavaracağız’ gibi ifadeler kullanılsın. Bir mahallede sadece kendi hanesininmenfaatini düşünen ve komşuları umurunda olmayan bir insan ne kadar medeniise sadece kendi ülkesinin menfaatini düşünen ve diğer ülkelere olabilecekmenfi etkileri umursamayan bir ülke de o kadar medenidir. Hele hele bir veyabir kaç ülkenin başka bir ülkeye tecavüz edip onun mallarını gasbetmesivahşetten başka bir şey değildir.

    Medeni bir ülke, bir sınır şehrinde havayı kirleten bir fabrika kurup komşusununhavasını bozmaz. İçinden geçip komşu ülkelere akan bir nehri artıkmaddelerle kirletmez -aynen çöpünü komşusunun bahçesine dökmediği gibi.Hatta nehrin suyunu kullanırken aşağıdaki komşusuna ne kadar kalacağınıbile düşünür. Eğer batan bir tankeri komşu ülke sahillerini kirletirseveya bir fabrikasından kazayla salınan zehirli maddeler komşu ülkesakinlerine zarar verirse, bu zararları gönüllü olarak fazlasıyla tazmineder. Bu tür medeni davranışlar ülkeler arasında güven ve sevgiyi tesiseder ve zamanla sınırlardaki karakolların, cephaneliklerin ve karargahlarıngül bahçelerine, otellere ve alış-veriş merkezlerine dönüşmesini neticeverir. Ancak o zaman dünya çapında bir medeniyetten bahsedilebilir vebahsedilecektir.

    Dünya Medeniyeti

    Bir ülke, ruhu bireylerinin ortak değer ve karakterlerinden oluşan bir şahs-ımanevi olan bir şahıs olarak tahayyül edilebilir. Bu şahs-ı manevi, komşuülkelerle olan ilişkisine göre medeni veya vahşî vasfını alır. Komşusununmalında ve mülkünde gözü olan bir kişi ne kadar barbar ise, komşu ülkenintoprağında veya zenginliklerinde gözü olan bir ülke de o kadar barbardır.Başka insanlarla iyi iletişim ve ilişki kuramayan ve çok kimselerle kavgalıveya mahkemelik olan insanlar ne kadar medeniyetten uzak ise, komşu ülkelerleiyi ilişki kuramayan ve onlarla kavgalı olan bir ülke de o kadar medeniyettenyoksundur ve medenilikten uzaktır. Kavgalı insanlardan oluşan bir toplumunenerjisi nasıl kısır döngülerle mahvolur ve o toplum tekamül edemezse,kavgalı ülkelerden oluşan bir yerküre de terakki edemez ve galaksimizde saygınbir yer alamaz.

    Acaba dünya galaksimiz içinde medeni bir gezegen midir? Bu soruyu ‘Evet’ diyecevaplamak pek mümkün değil. Dünya, hala medenileşememiş olmanın faturasınıpek ağır bir şekilde ödüyor. Sadece ABD’nin savunma bütçesinin 300 milyardoların üzerinde olduğu düşünülürse, dünyada her yıl savunmayaharcanan paranın trilyon dolarlarla ifade edildiğini tahmin etmek zor değil.Bu miktar, dünya ülkelerinin birbirlerine olan itimatsızlığının somut birölçüsü ve yine de birbirlerinden emin olmayışları. Korku ve telaştan mütevellidpsikolojik maliyetleri ise ölçmek mümkün değildir. Ülkeler ‘silahlanma yarışı’yerine ‘yardımlaşma yarışı’na girselerdi, acaba dünya çok daha az birmaliyetle çok daha emniyetli bir yer olmayacak mıydı? Ve korku ve telaşınyerini emniyet ve huzur almayacak mıydı? Dünya bahçesinde düşmanlıkdikenleri yerine muhabbet çiçekleri büyümeyecek miydi? Neticede insanlık veinsanlar yücelmeyecekler miydi?

    Asayişi Muhafaza ve Terörle Mücadele

    İnsan fıtraten güzelliğe, mükemmelliğe, inayete ve adalete meyyaldir veonları sever. Bunların zıddı olan çirkinliğe, noksanlığa, bencilliğe vezulme karşıdır ve bunlara tepki gösterir. Medeniyet, ancak güzel vasıflarahaiz ise hakiki bir medeniyet olur ve insanlar için bir terakki vesilesiolabilir. Bunun da ölçüsü itici değil çekici olmak ve vicdanlarda kabul görengüzel şeyleri netice vermektir. Aksi taktirde o yalancı bir medeniyettir veinsanlığı saadete değil felakete sürükler. Yirminci asrın ilk yarısındakiteknolojik gelişmeler ve hızlı sanayileşme iki dünya savaşını vemilyonlarca insanın ölümünü netice verdi ve dünyayı bir harabeye çevirdi.Bu, medeniyet değil vahşettir. Azınlığa menfaat sağlayıp insanların büyükçoğunluğunu yoksulluğa ve sefalete iten bir olgu yine medeniyet olamaz, olsaolsa bir zulüm makinası olabilir.

    Bugünkü Batı medeniyetinin de neticesi hiç iç açıcı değil; mutlu bir azınlıkrefah ve israf içinde yaşarken, insanların büyük bir kısmı açlık vesefalet içinde. Bu durum, insanlardaki kıskançlık, kin, hased, düşmanlıkve adaletsizliğe karşı intikam duygularını besliyor ve eğer kontrol altınaalınamazsa, kabaran bu hislerin insana hakim olmasına sebebiyet verebiliyor.Bu hislerin kontrolüne giren bir insan ise hırsızlık, sabotaj, cinayet,isyan ve terör olaylarına yönelebiliyor ve bu tür tahripkar davranışlarlaasayiş ve huzuru bozabiliyor. Bu sebeple, ileriyi görmeyen kısır bir’menfaat’ esasına dayanan bu günkü Batı medeniyeti, aslında toplumların vehatta dünyanın huzurunu bozacak etkenleri besleyen bir mekanizma vazifesini görüyor.Ondan sonra da bu tehditlerle mücadele için polisiye tedbirlere ve savunmaya büyükmaddi kaynaklar ayırmak zorunda kalıyor.

    Karasineklerle en etkin ve medeni mücadele, temizliktir. Çünkü sineklerimezbeleler üretir, pislikler celbeder. Sineklerle kimyasal madde kullanarak mücadeleetmek hem pahalı ve kısa ömürlüdür, hem de o maddeleri teneffüs edeninsanların sağlığına zararlıdır. Kaldı ki mezbelelikler, var olduklarısürece karasinek üretim merkezleri olmaya devam edecekler ve bu işten sadecesinek öldürücüsü satanlar kârlı çıkacaktır. Benzer şekildesivrisineklerle en etkin mücadele bataklıkları kurutarak veya subirikintilerini sivrisineklerin yumurtlama dönemlerinde ilaçlayarak yapılır.Aynen bunun gibi, bugünkü medeniyeti tehdit eden anarşi, gasp, cinayet ve terörgibi haşerelerle en etkin mücadele bunları üreten ve besleyen bencillik, sömürüve zulüm bataklıklarını yardımlaşma, ihsan ve adalet iksirleri ilekurutmaktır. Yani bugünkü medeniyeti İslam’ın şefkati ve hakkı emredenprensipleriyle terbiye etmektir. Yoksa, şefkat yerine şiddet kullanarak ve hakyerine kuvveti esas alarak yapılan mücadele bu haşerelerin kökünükurutmaz, aksine onların daha hızlı üremesini netice verir ve sonunda dünyayıdaha büyük dertlere maruz bırakır.

    Bugün terörle mücadele için milyarlarca dolar bütçe ayıran ve kalplerigittikçe katılaşanlara seslenmek gerekir: Bu derdi çok daha ucuza ve kalıcıolarak, hem de düşmanlıkları dostluklara çevirerek çözmek mümkündür.Bunun yolu, kabuk ile beraber özde de medeni olmaktan, yani, faziletten geçer.Yoksa tüm paranız ve gayretleriniz heba olacaktır. Terör azalacağınaazacak, sizin de huzurunuz daha çok kaçacaktır.

    Netice

    Acaba ‘Çanakkale harbinde İngilizler mi yoksa Osmanlılar mı daha medeniidi?’ diye bir soruya nasıl bir cevap verilebilir? Eğer teknolojik gelişmeler,savaş araç ve gereçlerinin modernliği, zenginlik ve maddi kuvvet esas alınsa,his şüphesiz cevap İngilizler olurdu. Ancak harpte esir düşen bir İngilizsubayının hatıratında yer alan şu olay bu kanaatı değiştirebilecekmahiyettedir:

    "Yaralı idim ve yüzerek karaya ulaştığımda bir Osmanlı askerininbana yaklaşmakta olduğunu görünce hayatımın son anlarını yaşamakta olduğumuzannettim. Ancak asker yaralı olduğumu anlayınca bana yardımcı oldu, yaramısardı. Sonra da az miktardaki erzağını benimle paylaştı. İyileşinceyekadar da bana esir değil, bir misafir muamelesi yapıldı." Bu bir tekolay bile bu savaşın gerçek galibinin kim olduğunu belirtmeye yeterli değilmi?

    Dünya yüz yıldır hızla kabuk değiştiriyor. Kişilere özgü cehalet vetaassup, yerini insanların ortak malı olan ilim ve akla bırakıyor. Neticedeortak değerlerle bağlanmaktan doğan bir birlik oluşuyor ve insanlar dahamedeni oluyor. İnsanlık, vahşet ve cehalet devrinden medeniyet ve ilimdevrine geçiyor. Medenileşme sürecini tamamlamış dünyada savaşlarsilahlarla değil, ancak kelimelerle olur. Belagat ve delil ile akıllarıfetheden, insanları ve dünyayı fetheder.

    Medeniyetin insanlığa sunduğu faydalar apaçık görüldüğü halde,insanların çoğu medeniyete, ve onun son merhalesi olan küreselleşmeye şüpheve tedirginlikle yaklaşmaktadır. Bunun sebebi, geçmişte kuvvet bir eldetoplandığı zaman, bunun nasıl zayıfları yutmakla beslenen bir zulümmakinası olarak kullanıldığı ve mutlu bir azınlığa menfaat sağlarken büyükinsan kitlelerini nasıl köleleştirdiği ve nasıl büyük menfaat çatışmalarınasebep olduğunun hafızalarda hala taze olmasıdır. Tüm insanlığa menfaat vemutluluk getirecek ve yerküreyi yüceltecek olan hakiki medeniyet, ancak bugünkümedeniyetin adalet, muhabbet ve fazilete dayanan İslam ile terbiyesi ile mümkündür.

    Medeniyet ve deniyet. Birbirlerine ne kadar yakın ve birbirlerinden ne kadaruzak. Tarifler ne kadar muhtelif olursa olsun, hakiki medeniyet insaniyettir,insaniyet ise hangi isim altında olursa olsun İslamiyet’tir.