Köprü Anasayfa

Evrensel Barışa Çağrı

"Bahar 2003" 82. Sayı

  • Global Amerikan İmparatorluğu ve Global Barış

    Furkan Aydıner

    I. Giriş

    1999 yılında Amerika’ya ilk geldiğim zamanki izlenimlerim Alexis de Tocqueville’nin (1805-1859) Amerika’daki Demokrasi kitabındaki tesbitleriyle paralellik gösteriyordu.1 Türkiye’de 28 Şubat kararlarıyla hürriyetime gelen post-modern darbenin acılarını ruhumda hissederken, birden kendimi içinde bulduğum özgürlükler ülkesi beni büyülemişti. Bundandır ki, çok geçmeden, Ankara’dan yayın yapan bir radyoda Hür Dünyadan Haberler adıyla bir program yapmaya başladım. Nefis ve kalp her türlü arzularına en kolay yoldan ulaşma imkânını burada buluyordu. Nefis canibinden bakınca, sefahette gitmek için en geniş ve en cazip yollar buradan geçiyordu. Hürriyet perdesi altında eşcinselliğe bile aile statüsü verilmeye başlanmıştı. Öte yandan, kalp canibinden bakınca, bütün dünya dinlerinin özgürce yaşandığı bir diyar olmuştu, Amerika. Garip bir şekilde, birçok İslam ülkesinden gelen Müslümanlar bile, bu Hıristiyan diyarında dinlerini daha özgür yaşama imkânını bulmuştu. Hasılı Cehenneme de, Cennete de giden en kısa yol buradan geçiyordu. Gerçi, Cehenneme uzanan yollar daha cazibeli ve debdebeli de olsa, Cennete giden yollar da hayli kısa ve semereliydi.

    Bu güzelim rüya çok devam etmedi. Bir 11 Eylül sabahında akılları hayrette bırakan vahşet ve dehşet sahnesiyle uyandığımda tarihin seyrenin değişeceğini anlamıştım. Clinton döneminde CIA’nın başında bulunan R. James Woolsey’e göre bu tarih yıllarca devam edecek Dördüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı olmuştu.2 20. yüzyılı insanlık tarihinin en kanlı asrı olarak noktalayan insanlık, yeni yüzyılda da kan içmeye devam edecekti. Asırlarca hayvanlar tarafından savunma silahı olarak kullanılan kimyasal silahlar bizim gibi akıllı mahlukatın eline geçince kitle imha aracına dönmüştü. Güneş içinde patlayan atom bombası dünyadaki tüm hayat sahiplerine ışık ve enerji verirken, bizim patlattığımız atom bombaları yüzbinlerin canını almıştı. Söz anlamayan vahşilere mahsus sandığımız savaş sözcüğü, sözde medenilerin ağzında çiklet olmaya başlamıştı.

    Dünya’nın dörtbir yanındaki insanlar, seri halde devam eden ve "modern" kılığına bürünen vahşi savaşları izlerken benzer sorular soruyordu: Önce Afganistan, sonra Irak’ı eline geçirerek global dünya imparatorluğunu tescilleyen Amerika’nın sonraki hedefi neresi olacak? Kuzey Kore, Suriye ve İran sıradaki ülkeler arasında yer aldığından emin olurcasına hesaplar yaparken, dünyanın birçok ülkesindeki hükümetlerin kalbinde korku tohumları filizlenmeye başlamıştı. Küçülen dünyamızda "global barış"ın sağlanması "global imparator"luğun politikalarına bağlı görünüyordu. Şimdilik "global savaş" şeklinde esen rüzgârların durması ancak bu rüzgâra kaynaklık eden, global imparatorluğun merkezindeki "entelektüel cephe"nin anlaşılmasıyla mümkün olur.

    II. Entelektüel Cephe

    Herşey önce düşüncede var olup sonra eyleme dönüştüğü gibi, savaş da önce zihinlerde yaşanır. Savaşın gerekli olduğuna inanan entelektüel zihinler diğer zihinleri de etkileyerek maksadına ulaşmaya çalışır. Savaşı entelektüel cephede kaybedenler askeri cephede de kaybetmeye aday olur. Global barışın sağlanması entelektüel cephede kaybedilen savaşın yeniden kazanılmasına bağlı. Zihinler ve kalpler barışı gerekli görmediği ve onun için çalışmadığı sürece sulhu yakalamak pek mümkün görünmüyor.

    Entelektüel savaşın bir cephesinde savaş entelektüelleri (makalenin bundan sonraki kısmında bu grup "entelektüel muharipler" olarak anılacaktır) yer alırken, öte tarafında barış entelektüelleri yer alır. Eski Yunan düşünürü Heraklitus bütün değişimlerin savaşın ürünü olduğunu idda eder.3 Rönesans devlet adamı Makyavelli (1469-1527)4 ise, sonradan despot yöneticilerin el kitabı haline gelen, Prens adlı eserinde iktidarı elde etme ve devam ettirmenin en emin yolu olarak alternatif olabileceklerin mutlaka temizlenmesi gerektiğini söyler. Hegel (1770-1881), Heraklitus gibi, çatışmanın zorunluluğundan bahseder. Hegelyen diyalektizm olarak literatüre geçen bu düşünceye göre sosyal, politik ve ekonomik değişikler ancak tez ve antitezden oluşan zıtların çarpışmasıyla mümkün olur.5

    Çağdaş entelektüel muhariplerin kahini, Harvard’da Professor olan Huntington meşhur Medeniyetler Çatışma’sı teziyle İslam ile Batı medeniyeti arasında bir çatışmanın vuku bulacağından haber veriyordu.6 Amerikan politikasında belirleyici rol oynayan, bir zamanlar John Hopkins Üniversitesi’nde dekanlık yapmış ve şu anda Savunma Bakanlığı’nın Müsteşarı makamını işgal eden Paul Wolfowitz ise, 1979 yılından beri Irak’a karşı entelektüel cephede mücadele veriyor.7 1991 yılında yarım kalan misyonlarını tamamlamak için tekrar iktidara gelmeyi bekleyen entelektüel cephenin diğer muharipleri, 1997 yılında, "Yeni Amerikan Asrı Projesi (PNAC)"8 adındaki bir organizasyon etrafında toplanarak Irak’ta rejim değişikliği için lobicilik yapmaya başlar.9

    26 Ocak 1998 tarihinde Başkan Clinton’a hitaben gönderilen mektupta10 Wolfowitz ile birlikte, yukarıda sözünü ettiğimiz PNAC içinde yer alan şimdiki Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Dışişleri Bakanlığı Silah Kontrolü ve Uluslararası Güvenlik Sekreteri John Bolton, Savunma Bakanlığı Bilim Kurulu Başkanı Richard Perle, Collin Powel’a Müsteşarlık yapan Richard Armitage, "Tarihin Sonu" kitabının yazarı Francis Fukuyama ve Dördüncü Dünya Savaşı ilancısı CIA eski başkanı R. James Woolsey’in de imzaları bulunuyordu. Mektupta Clinton’un bir an önce Saddam’ı devirmesi tavsiye ediliyordu. Saydığımız isimlere ek olarak, Amerikan Başkan Yardımıcı Dick Cheney ve müsteşarı Stephen Cambone’nin de içinde yer aldığı PNAC, Eylül 2000’da, "Amerikan Savunmasının Yeniden İnşası: Yeni bir Asır için Strateji, Kuvvetler ve Kaynaklar" adlı bir raporla bu görüşlerini kamuoyu ile paylaştılar.11 PNAC şemsiyesi altında bir araya gelen entelektüeller, yirmi birinci asrın Amerikan asrı olacağı kehanetinden hareketle global imparatorluk için yol haritası çiziyordu. Bir yandan hedeflerine ulaşmak için gerekli kuvveti elde etmeye vesile olacak askeri harcamaların artırılmasını tavsiye ederken, öte yandan silah stoklarının nerelerde tüketilmesi gerektiğine işaret ediyorlardı.

    III. Entelektüel Muhariplerin Dünya Görüşü

    Global savaşın başladığı ilk cephede savaşan entelektüellerin önemli bir kısmı Harvard ve Yale gibi dünyaca tanınmış üniversitelerden mezun olduğuna ve hatta bazıları buralarda ders verdiğine göre, savaş kararlarının kuvvetli gerekçesi olmalıydı. Kendilerini demokrasi havarileri gibi gören bu entelektüel grup, yüzbinlerin hayatına mal olsa da demokrasiyi yayacaklarını iddia ediyorlardı. Bundandır ki, Irak işgalinin adı "Irak Kurtuluş" savaşı oluverdi. Oysa Ortadoğu’daki diktatör rejimleri, ülke menfaatleri öyle gerektirdiği için, halen ayakta tutan yine bu demokrasi havarileriydi. O halde söylediklerinden ziyade yaptıklarına bakıp bir hüküm vermek gerekirdi.

    Entelektüel muhariplerin dünya görüşünü en iyi analiz edenlerden biri, "sulh-u umumi" kavramıyla ifade ettiği "global barışı" savunan Bediüzzaman Said Nursi’dir.12 Entelektüel muharipler, Nursi’nin 12. Söz’de "felsefe şakirdi" diye tenkit ettiği gruba benzer. Onlar, "nokta-i istinadı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstur-u hayatı cidal tanır. …Semerâtı ise, hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir. Halbuki, kuvvetin şe’ni tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni çarpışmaktır. …İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur."13

    a. Kuvvetli olan haklıdır

    Entelektüel muhariplerin dayanak noktası "kuvvet"tir. Bütün güçlerini kuvvetten alırlar. Kuvvetini kararlarının hakkaniyetinden almak yerine, kuvvetleri sayesinde haksız kararlarını hak diye herkese kabul ettirirler. Bu nedenle kuvvetlerini zinde tutmak için gayret gösterirler. Nitekim Global İmparatorluk askeri harcamalarını 2000 yılındaki 288 milyar dolar seviyesinden, 2003 yılında 476 milyar dolar seviyesine çıkartarak daha da kuvvet kazanıyordu. Bu kuvvete dayanan entelektüel muharipler savaşın hakkaniyeti noktasında Birleşmiş Milletler’i ikna edemeyince, tek başına hareket etmede bir beis görmediler.

    b. Hayat bir mücadeledir

    Kuvvetini artırmak için yüz milyarlarca dolar harcadıktan sonra, bu kuvveti kullanmak gerekirdi. Yoksa bir nevi israf olacaktı. Entelektüel muharipler, kuvvetin verdiği kibirle kendilerini rahatsız eden sivrisinekleri temizlemek istiyordu. Hem onların dayanak noktası hak ve adalet yerine kuvvet olduğundan, hedefleri olan "menfaatlerini maksimum kılmak" için çatışmak kaçınılmaz görünüyordu. Kullanmadıktan sonra dünyanın en süper ordusuna sahip olmanın bir anlamı kalmıyordu. O halde bir yolunu bulup bu kuvveti kullanmak gerikirdi. Başkan Bush’un "şeytan ekseninde" yer alan kötüleri ortadan kaldırmanın tam da zamanıydı. Hem, hayat iyi ile kötü insanlar arasında geçen bir kuvvet mücadelesi değil miydi. Bir zamanlar kötü insanlar Kızılderililerdi, sonra onların yerini Zenciler aldı, sonra Japonlar, Almanlar ve Çinlilere sıra geldi. Şimdi sıra Müslümanlara gelmişti. Varlığını başkasıyla mücadeleye bağlı bilen bu muharipler, yeni zencilerini bulmuşlardı. Kendinden olmayan "öteki"yi şeytandan yana bildiği için imhasında bir beis görmüyordu.

    c. Hedef, menfaatini maksimumkılmaktır

    Entelektüel muhariplerin nihai hedefi ise ekonomik ve politik "menfaat"lerini maksimum kılarak nefsani heveslerini tatmin etmektir. Kârını maksimum kılmak için ürettiği silahları satması gereken kapitalist, savaşı bir ticari eylem gibi görürken, 2004 yılı seçiminde koltuğunu muhafaza etmek isteyen politikacılar için ekonomik durgunluğun en etkin ilacı olan savunma harcamalarını artırarak ekonomiyi canlandırmaktır. İktisada giriş dersini alan öğrenciler bile ekonomik durgunluk durumunda harcamaların artırılmasının faydalı olduğunu bilir. Kapitalist sistemde seçmenin en birincil endişesi ekonomi olduğuna göre, ekonomik göstergeler bir sonraki seçimin temel belirleyicisi olacaktır.

    Irak Savaşı’nın gerçek nedeninin, özel firmalarla bağlantısı olan mevcut Amerikan yönetiminin çıkar hesaplarına dayandığı şeklindeki argümanları sağır sultanlar bile duymuştur. Global ölçekte yapılan savaş karşıtı gösterilerde bu argümanlar pankartları süsledi. Başkan Bush, Başkan Yardımcısı Cheney, Başkan’ın Milli Güvenlik Sekreteri Rice başta olmak üzere mevcut Bush yönetimi ile petrol şirketleri arasındaki ilişkiler bu tarz pankartların ilham kaynağı olmuştu. Amerikan yönetimi dünyanın en büyük ikinci petrol yataklarına sahip ülkeyi 51. eyalet gibi politik sınırlarına dahil etmekle, hem dünya petrol fiyatlarını kontrol altına alacak, hem de petrollerin işletimini kendilerini destekleyen firmaların emrine vererek iki yönlü kazanç elde edecektir.

    Nitekim, entelektüel muharipler, bir vefa borcu olarak, kendilerini besleyen firmaları, Irak’ın inşası için yapılacak beşyüz milyar dolara ulaşması beklenen ihalelerle ödüllendirmeye başlamıştı. Daha savaş bitmeden ihaleleri almaya başlayan şirketlerle entelektüel muharipler arasındaki ilişkiye bakıldığında "menfaat"in global savaş kararlarında nasıl rol oynadığı görünüyor. Başkan Yardımcısı Cheney’in beş yıl yönetim kurulu başkanlığını yaptığı Halliburton adlı petrol firması pastadan ilk parçayı koparan firma oldu.14 Perle ise ekonomik menfaat sağlama iddialarından dolayı siyasi görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Savunma Bakanı Rumsfeld’in bir zamanlar yöneticiliğini yaptığı Bechtel firması da pastadan en büyük payı alan firmalar arasında yerini aldı.15

    d. İnsaniyete terakki etmemiş"vahşi insanlar"la savaşmak haktır

    Entelektüel muhariplerin nazarında kendi vatandaşları dışındaki insanların büyük ekseriyeti henüz insaniyete terakki etmemiş vahşi hayvanlar hükmündedir. Bu nedenle, adalet duygusu incinmeden 10 gün içinde 10 binleri imhadan rahatsızlık duymaz. Irak Savaşın’da ölen 10 bin insan yerine 10 bin köpek imha edilseydi muharip entelektüeller ve onların halkı etkileme aracı olan muharip medya daha çok ıztırap duyacaktı. Nitekim Amerika’da köpeklere gösterilen saygı ve yapılan hizmetin derecesi, dünyanın birçok yerinde insan olarak dünyaya gelenlerin buradaki köpeklerden daha talihsiz olduğunu gösteriyor. Oysa global barış taraftarı Bediüzzaman’a göre "Bin masum çoluk çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahv(eden)… milyonlar masumların kanlarını heder (eden)"16 bir harb adalet kanunlarına sığmaz. Nitekim, ehl-i vicdan bazı yazarlar Afganistan ve Irak’ta yaşananların zulüm olduğunu açıkça yazdılar. Howard Zinn, bir makalesinde 11 Eylül’deki terör vahşetini hatırlattıktan sonra, günümüz modern savaşları ile terörizm arasında benzerlik olduğunu dile getirir: "İkisinde de saldırgan haklı gördüğü davasını kazanmak için masum insanları öldürür. Onların (teröristlerin) bilerek masumları öldürmesiyle bizim (savaş ilan edenlerin) askeri güçleri hedef alıp, masumları kazara öldürmemiz arasında bir fark olduğuna inanmıyorum."17 Neticede ikisinde de masum insanların hukuku zayi oluyor. Hatta, günümüz modern savaşlarında mağdur olan masumların sayısı, en dehşetli terör hadisesinin mağdurlarından daha fazladır.

    Entelektüel muhariplere göre, tam adalet ancak kendi vatandaşlarına hastır. Bunun dışındakilere kısmi adalet uygulanır. Kısmi adalet ise, bir cani için on masumun canını fedaya cevaz verir. Nitekim Irak örneğinde bir cani için onbinlerin canı feda edildi. Oysa, global barış entelektüeli Nursi’ye göre bir cani için binler masumu öldürmek hiçbir adalet kanuna sığmaz. Nursi, masumun hakkının zayi olmasını dikkate almayanlara hipotetik bir temsil ile şöyle seslenir: "Sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz."18

    IV. Entelektüel Barış Cephesi

    Yirminci yüzyıl insanlık tarihinin en kanlı savaşlarına sahne olup, savaşın gerçek yüzünü ortaya koyduğu için, çok önemli barış entelektüellerin yeşermesine vesile olmuştu. Hindistan’da Gandhi, Amerika’da Martin Luther King ve Türkiye’de Said Nursi bunların başında gelir. Gandhi şiddete başvurmadan, haksızlığa karşı sivil itaatsizlikle mücadele etmeyi insanlığın kullanabileceği en büyük kuvvet olarak görür. Gandhi’ye göre, şiddete dayalı olmayan bu kuvvet atom bombasından bile daha kudretlidir, maksada ulaşmak için. Nitekim, Gandhi İngiliz’lerin muazzam askeri gücüne karşı bu kuvvetle mukabele edip muzafer olmuştu.19 Marthin Luther King, Gandhi’nin sivil itaatsizlik yöntemini kullanarak, Amerika’da zencilerin sivil haklarını almak için şiddete başvurmadan büyük mücadele verir. "Benim bir rüyam var" diyerek davasına samimiyetle adanmış olduğunu dile getiren King, hayatına mal olsa da, sonuçta maksadına ulaşır.20

    Nursi, kendisine yönelen baskı ve zulümlere rağmen, talebelerine asayişi muhafaza etmelerini tavsiye ederek dahilde barışı muhafaza ettiği gibi, harice karşı da barış içinde yaşamanın gerektiğini belirtir.21 Nitekim Nursi, 1911 senesinde, Şam’da verdiği meşhur hutbesinde maddi kılıncın kılıfına girdiğini ve medenilere karşı barış içinde ilim yoluyla mücahede zamanı olduğunu ifade ederek, gelecekte global barışın hakim olacağını şöyle dile getirir: "Nasıl ki eski zamanda İslâmiyetin terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def etmek, silâhla, kılıçla olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak."22

    Nursi, Kur’an’dan aldığı dersle, insanı mahlukat içinde en mükerrem ve en ehemmiyetli gördüğü için, onları imha yerine ilimle ıslah etmek gerektiğini düşünür. Nursi, en güzel bir şekilde yaratılıp, melekleri daha geçebilecek bir potansiyel ile dünyaya gönderilen insanı savaşla imha yerine, ilim ve dua ile ıslah etmek gerektiğine inanır. Nursi’ye göre, bir zümre yerine bütün insanlığı saadete ulaştırmak için "istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek."23

    Nursi sadece dahilde değil, hariçte barışın tesisine çalışır. Bağdat Paktı’nın 1955 yılında imzalanmasından sonra, zamanın Cumhurbaşkanı’na şu tebrik mektubunu gönderir: "Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim…"24 Aynı mektubunda, sözkonusu Paktın Müslümanlar yanında "800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağı"nı25 beyan ederek bütün insanlık için barış ve huzuru arzuladığını beyan eder.

    V. Global Barış Entelektüelleri

    Entelektüel muhariplerin sayısına oranla az olmakla beraber, günümüzde gerek Amerika’da ve gerekse dünyanın diğer yerlerinde, global barış için mücadele eden birçok barış entelektüelinden sözedilebilir. Edward Said, Immanuel Wallerstein, Jonh Esposito ve Karen Armstrong global barış için mücadele edenlerden bir kaçı.

    Filistin asıllı ve Hıristiyan olan Edward Said, Ortadoğu’daki savaşın getirdiği zulmü vicdanında hisseden bir entelektüel olarak yazdığı birçok kitap ve makalesinde global barışın tesisi için çalışıyor. Columbia Üniversitesi’nde ders veren Said, 11 Eylül olayından bir hafta sonra Al-Ahram Weekly gazetesinde yazdığı makalesinde herkesi kolektif sabra davet ediyordu. Amerika’da bir grup zümrenin bu olayı bahane ederek ellerindeki dünyanın en kuvvetli askeri gücünü kullanmaya kalkışabileceğinden haber veriyordu.26 Said, özelikle Amerika’da İsrail neo-muhafazakarlarını destekleyenler ile mutaassıp-Hıristiyanlar arasındaki mevcut işbirliğinin dünya barışı açısından çok tehlikeli olduğuna işaret ediyordu.27

    Yale Üniversitesi’nde Profesör olan Immanuel Wallerstein Amerikan hegemonyasını tahlil ve tenkit eden bir başka entelektüel. Wallerstein, Foreing Policy Magazine’de çıkan bir makalesinde, Amerikan hegemonyasının global ölçekte kuvvet kaybettiğini anlayan "şahinlerin" askeri güç kullanarak bu düşüşü önlemeye çalıştığını iddia eder. Wallerstein’a göre, "şahinler bu yaklaşımlarında yanılıyorlar ve Amerika’nın düşüşünü yavaşlatmak yerine daha da hızlandırıyorlar."28 Bu yanılgının temel nedeni, şahinlerin hegemonyayı muhafaza için sadece askeri güce odaklanmalarından kaynaklanıyor. Oysa, uzun süreli bir hakimiyet ancak bireylerin kalbini fethetmekle mümkün olabilir. Wallerstein, onbinlerin hayatına mal olan askeri savaşların kin ve nefretten öte birşey getirmeyeceğini iddia eder.

    Georgetown Üniversitesi’nde ders veren Jonh Esposito, 11 Eylül sonrasında İslam ile terörün aynı kefeye konulmasının yanlış olduğunu anlatmak için büyük bir mücadele verdi. İslam ve Hıristiyanlık konusunu mukayeseli olarak işlediği çalışmalarından dolayı bu konuda bir otorite kabul edilen Esposito’nun gayretleri, Amerika’da İslam konusundaki yanlış anlamayı önlemek noktasında hayli etkin oldu. Ehl-i insaf bir Hıristiyan entelektüel olarak, İslam hakkındaki önyargıları ortadan kaldırıp, Müslüman ve Hıristiyanların barış içinde yaşamalarına zemin hazırlamak için yazdığı "Kutsal Olmayan Savaş: İslam Adına Terör"29 ve "İslam Tehlikesi: Efsane mi, Gerçek mi?"30 adlı kitapları en çok satan kitaplar listesinde yer alıyor.

    VI. Global Barış mı, Global Savaş mı?

    Bu sorunun cevabı Amerikan halkının entelektüel muhariplerin dünya görüşünü ve insanlığa verdiği zararı anlamasına bağlı olacak. Amerikalılar, menfaati nedeniyle savaşı havai fişek gösterisi gibi gösteren muharip medyanın büyüsünden kurtulduğunda, global barıştan yana tercih yapacaktır. Amerikan yakın tarihinde yaşananlar bu konuda bize ümit veriyor. Birkaç asır Zencileri köle gibi kullanan Beyazlar içinde ehl-i insaf bir grup, yaptıklarının yanlışlıklarını anlayınca, 19. yüzyılın ikinci yarısında yanlıştan dönmek için büyük mücadele verdiler. Beş yüz bin insanın hayatına mal olan Kuzey-Güney savaşının sebebleri tarihçiler arasında halen tartışılsa da, köleliğin büyük bir etmen olduğu tartışma götürmüyor. Kuzey eyaletlerinde oturanlar köleliğin artık son bulması gerektiğini savunurken, güney eyaletlerde oturan Amerikalılar çiftçilik yaptıklarından dolayı köleliğin kalkmasına karşı çıkıyordu. Kuzeyliler savaşı kazanıp, köleliği kaldırdılar. Zencilerin kağıt üzerinde özgürlüğüne kavuşmasıyla mücadele bitmedi. İçtimai hayatta beyazlarla aynı aracı kullanmak, aynı lokantaya gitmek, aynı üniversiteyi paylaşmak için yapılan mücadele bir asır daha devam edecekti.

    Bugün global ölçekte yaşanan bir nevi "beyaz"-"zenci" mücadelesinin başka bir şekilde yaşanmasından ibarettir. Gelişmiş ülkelerin vatandaşları "beyaz" rolünü oynarken, müslümanlar ve geri kalmış diğer milletlere de "zenci" rolü düşmüş. Amerika’da zenciler kendi köleliğini ortadan kaldıracak takate sahip olmadığı gibi, günümüz neo-zencileri de global imparatorluğun kendine yaptığı haksızlıkları önlemek kudretinden mahrum. Tek ümitleri tarihin yeniden tekerrür etmesi.

    Kapitalist çarkın yoğunluğu içinde olup bitenleri gecikmeli anlayan Amerikan halkı, savaşın gerçek yüzünü idrak ettiğinde global barıştan yana tercih yapacaktır. Nursi’ye göre insanlığın bu seviyeye ulaşması bazı prensipleri hayata geçirmesine bağlı. Nursi’nin tesbitine göre, global imparatorluk "kuvvete bedel hakkı" kabul etmezse; "gayede menfaate bedel fazileti" kabul etmezse; ve "hayatta düstur-u cidal (mücadele prensibi) yerine düstur-u teavünü (yardımlaşma prensibini)" esas tutmazsa sulh-umumiyi (global barışı) sağlayamaz.31 İnsaniyeti yüceltecek evrensel değerleri hakim kılmak için, bu değerlere inanan insanların, din, milliyet veya kültür farklarına bakmaksızın, bir araya gelip mücadele vermesi gerekir. Nitekim, Vatikan’da Dinlerarası Diyalog Komitesinin Başkanı olan Prof. Thomas Michel, bir Hıristiyan olarak, insanlığın yukarıda zikredilen prensiplerde buluşması için mücadele verdiklerini belirtir.32 Esasen, bir bilgisayar ekranı kadar küçülen dünyamızda, global barış, ancak bu tarz birliktelikleri artırarak, insan haklarını her insan için aynı duyarlılık ve adaletle tatbik edip ve hakkaniyeti menfaatin önüne geçirmekle sağlanabilir.

    Dipnotlar

    Not: Bu makalenin içeriğini olgunlaştırmamda yaptıkları eleştirel katkılarından dolayı İlhan Kaya ve Michael Starzinski’ye teşekkür ederim.

    1. Bir Fransız Aristokratı olan Tocqueville Amerika’yı 1831 yılında ilk defa ziyaret ettiğinde gördüklerine hayran kalır. İzlenimlerini ülkesindeki insanlarla paylaşmak için yazdığı iki ciltlik kitabında, Amerika’da demokrasinin resmini gördüğünü ve bu sistemin insanlığa hürriyetler, eşitlik ve maddi refah noktasında büyük vaatlerde bulunduğunu dile getirir.

    2. The Washington Times, 30 Eylül 2002 (Yazının internetteki adresi:www.washtimes.com/commentary/20020930-25444396.htm )

    3. G. S. Kirk, J. E. Raven, M. Schofield: The Presocratic Philosophers, A Critical History with a selection of texts, Second Edition, Cambridge University Press, 1995.

    4. Niccolò Machiavelli: The Prince, Çevirmen: George Bull, New York, N.Y., USA: Penguin, 1999.

    5. Michael Rosen: Hegel’s Dialectic and its Criticism, Cambridge, 1985.

    6. Samuel P, Huntington: The clash of civilizations and the remaking of world order, New York: Simon & Schuster, 1996.

    7. The New York Times yazarı Bill Keller, 22 Eylül 2002 tarihli köşe yazısında, bu konuyu tartışırken, Wolfowitz’in Pentagon için 1979 yılında hazırladığı rapordan söz eder. Bu raporda, Wolfowitz, Saddam’ın Amerika için tehlike olduğunu ve onu iktidardan düşürmek gerektiğini belirtir. Kaderin cilvesine bakın ki, 14 sene sonra Saddam’ı devirmek kendisine nasip olur (!).

    8. PNAC "Project for the New American Century"nin başharflerinin kısaltılmış şekli.

    9. http://www.newamericancentury.org/ (10 Nisan 2003 tarihinde alınmıştır.)

    10. Bu mektuba PNAC sitesi üzerinden ulaşabilirsiniz.http://www.newamericancentury.org/iraqclintonletter.htm

    11.http://www.newamericancentury.org/RebuildingAmericasDefenses.pdf (10 Nisan 2003 tarihinde alınmıştır.)

    12. Bediüzzaman, 28 sekiz sene devam eden sürgün ve hapis hayatına rağmen, talebelerine sürekli emniyet ve asayişi muhafaza etmelerini tavsiye etmiştir. Mevcut idarenin keyfi kanunlarına boyun eğmemişse de, onları silah kullanarak değiştirmek yerine, kalemiyle eleştirmeyi tercih etmiştir. Nursi’nin bilerek ve ısrarla "müsbet hareket"i tercih etmesi, ona Gandhi ve Martin Luther King gibi barışçıl yollarla davasını savunan barış entelektüelleri arasında saygın bir konum kazandırır.

    13. Nursi, Sözler, (12. Söz), Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001,s. 122.

    14. The New York Times’ın 11 Nisan 2003 tarihli nüshasında yer alan bir habere göre Pentagon 7 milyar dolarlık bir ihaleye, rakip firmaları davet etmeden, Halliburton’a verdi.

    15. The Washington Post, 18 Nisan 2003.

    16. Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 160-161,

    17. Howard Zinn, A Just Cause, Not a Just War, The Progressive, 11 Aralık 2001.

    18. Nursi, Mektubat (22. Mektup), Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 254

    19. Parekh, Bhikhu: Gandhi, Oxford; New York Oxford University Press (UK), 1997.

    20. Clayborne Carson, ed.: The Autobiography of Martin Luther King, Jr., New York: IPM/Warner Books, 2001.

    21. Said Nursi’nin barış ve savaş ile görüşünü Şükran Vahide 3. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu’nda sunduğu tebliğde ayrıntılı olarak açıklar. Bu konuda detaylı bilgi edinmek isteyen okuyucuları sözkonusu makaleye havale ediyorum.

    22. Nursi, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1995,s. 41.

    23. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 42.

    24. Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001,s. 437-440

    25. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 437-440

    26. Edward Said, "Collective Passion", Al-Ahram Weekly, 20 Eylül 2001.

    27. Edward Said, "The Other America", Al-Ahram Weekly, 20 – 26 March 2003.

    28. Immanuel Wallerstein, "The Eagle Has Crash Landed", Foreign Policy Magazine, July/August 2002.

    29. John Esposito: Unholy War: Teror in the Name of Islam, Oxford University Press, March 2002.

    30. John Esposito: Islamic Threat: Myth or Reality?, Oxford University Press, 1999.

    31. Nursi, Sözler, s. 122

    32. Thomas Michel, "War and Peach in the Tought of Said Nursi", a paper delivered at the seminar: Peace and İslam, under the illumination of the İdeas of the Risale-i Nur", İstanbul, 30 March 2003.