Köprü Anasayfa

Evrensel Barışa Çağrı

"Bahar 2003" 82. Sayı

  • Hz. Peygamberin Bir Barış Pratiği: Hudeybiye

    Feyzullah Cihangir

    Kur’an-ı Kerim’de insan, yalnızca ontolojik yönden değerlendirilen bir varlığı ifade etmez; aynı zamanda belli amaçları olan, birtakım ahlaki mükellefiyetler yüklenen ve yeryüzünün halifesi seçilen varlığı ifade eder. İnsanın özgür irade ve akıl sahibi olarak yaratılması, onu diğer canlılardan üstün kılmıştır. İnsan bu özellikleriyle kendisini sorgulayarak diğer insanlar ile "iletişim" kurabilir. Bu özelliklerinden ötürü insan sosyal bir varlıktır ve sürekli gelişime açıktır, iletişime mecburdur. Kur’an-ı Kerim insandan öncelikle Allah’a ibadette bulunmasını istemekte ve insanın dünyaya gönderilmesinin amacının Allah’a ibadet olduğunu zikretmektedir. Bu yüzden kâinata Kur’an-ı Kerim’in önerdiği paradigma ile bakıldığı zaman Yaratıcının rızasına uygun davranışlar, insanın en erdemli vasıfları olacaktır. Zira insanın yaratılmasının amacı Yaratıcısını tanımasıdır. İlahi Kelam’da insanın Yaratıcıya uygun bir yaşam biçimi geliştirmesi önerilmekte, model olarak da Hz. Peygamber gösterilmektedir.

    Bu yüzden Hz. Peygamber’in fiil ve davranışları, tepkileri, uygulamaları Müslüman için sadece beşeri bir tavır ifade etmez. Hz. Peygamberin davranışlarını örnek almak, O’na benzemeye çalışmak Allah’ı sevmenin ve Allah rızasına uygun yaşamanın en önemli şartıdır. Sünnet-i Seniyye olarak adlandırılan bu nebevi davranışlar Bediüzzaman’ın deyimiyle "itaat yolları içinde en makbul ve en müstakim ve en kısa" olanıdır. Sünnet-i Seniyyenin bu öneminden ötürü Hz. Peygamber’in siyasi, idari, hukuki ve ahlaki davranışlarından Müslüman’ın pratik sonuçlar çıkarması ve bunları yaşadığı dönemin koşullarını da düşünerek hayata geçirmesi gerekmektedir.

    Bir Örnek Olay Olarak Hudeybiye

    Siyer ve İslam tarihi kitaplarında "Emrü’l-Hudeybiye", "umretü’l-Hudeybiye", "Sulhu’l-Hudeybiye" şeklinde kaydedilen Hudeybiye Antlaşması ve bu antlaşmadan önceki ve sonraki gelişmeler de Müslümanların beşeri ilişkilerde, iletişimde ve tebliğde nasıl bir metod takip etmesi gerektiği hakkında önemli ipuçları vermektedir. Hudeybiye Antlaşması yalnızca o dönemin siyasi ve ekonomik koşullarında ortaya çıkmış bir hukuki olay olarak değerlendirilmemelidir. Zira antlaşmanın taraflarından birisi İslamiyet’i bütün yönleriyle ve en güzel şekilde yaşayan Hz. Peygamber ve Ashabı, diğer taraf ise İslamiyet’in bütün güzelliklerine sırt çevirmiş ve Müslümanlara hayat hakkı tanımayacak kadar hoşgörüsüz bir siyaseti benimseyen Kureyşlilerdir. Ayrıca Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Arap yarımadasında İslami inkişafta olağanüstü bir hızlanmanın görülmesi de Hudeybiye’nin yüzeysel bir tarih okuma ile anlaşılamayacağını göstermektedir. Hudeybiye, İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır ve birbiriyle insan olmaktan başka hiçbir ortak noktası olmayan iki farklı grubun Hz. Peygamber’in gayret ve ferasetiyle barış ortamında yaşamasını temin eden hukuki bir olaydır. Kur’an-ı Kerim’de "Ap açık bir fetih yolu" (Fetih Suresi: 1) olarak tavsif edilen Hudeybiye Antlaşması’ndan günümüz Müslüman’ına düşen hissenin ne olduğunu anlayabilmek için öncelikle Antlaşmanın hangi siyasi ve ekonomik koşullar altında imzalandığını bilmekte fayda vardır.

    Hudeybiye Antlaşması Hicretin 6. yılında (628) Hz. Peygamber ve Ashabının umre yapmak amacıyla Medine’den hareket ederek Hudeybiye mevkiine gelmesi ve buna karşın Kureyşlilerin Müslümanları Mekke ve civarına almama kararı üzerine akdedilen ve zahiren Müslümanların aleyhine hükümler içeren hukuki-siyasi olaydır. Bu umre seferinin görünüşteki sebebi Hz. Peygamber’in görmüş olduğu bir rüyadır. Hz. Peygamber bu rüyasında hiçbir endişe ve korku duymadan Ashabıyla birlikte Kabe’yi tavaf ettiğini, bazı Sahabelerin başlarını kazıttığını, bazılarının da saçlarını kısalttığını görmüştür.1

    Rüyasını Ashabına anlattıktan sonra umre ibadetini yerine getirme hususunda anlaşma sağlanmış ve sefer hazırlığı başlatılmıştır. Hz. Peygamber sadece umre ibadetini yerine getirmek istediği için yolculuk sırasında yalnızca korunma maksatlı silahlar taşınmasını emretmiştir. Hz. Peygamberin silahlanmaya sınırlama getirmesi Hz. Ömer ve Hz. Sad bin Ubade’nin muhalefetiyle karşılaşmıştı. Ancak Hz. Peygamber bu isteğinde ısrarlı olduğunu belirtmiş, niyetinin yalnızca umre olduğunu ifade etmiştir.2 Burada Hz. Ömer ve Sad bin Ubade’nin muhalefet nedenine dikkat etmek gerekmektedir. Bu iki Sahabenin muhalefet etmesi umre seferi öncesi Kureyşliler ile Müslümanların arasındaki husumetin canlı olmasından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber yolculuk öncesi Busr b. Süfyan’ı Kureyşlilerin durumunu öğrenmesi ve onlara Müslümanların umre etmek amacıyla harekete geçtiklerini anlatması için Mekke’ye göndermiştir.

    Hz. PeygamberinBarıştan Vazgeçmemesi

    Müslümanların harekete geçtiğini duyan Kureyşliler Müslümanların kesinlikle şehre sokulmaması hususunda karar almışlar ve Halid bin Velid öncülüğünde askeri birlikler oluşturmuşlardır. Ayrıca Müslümanlara gözdağı vermek ve Müslümanların Mekke’ye girişini imkansızlaştırmak maksadıyla bazı Arap kabileleri ile (Ahabiş Kabilesi bunlardan birisidir) ilişkilerini güçlendirerek onları da yanlarına çekmişlerdir.3 Hz. Peygamber’in elçisi Büsr b. Süfyan’ın Kureyşlilerin hazırlıklarını Peygamberimize anlatmasından sonra bir durum değerlendirilmesi yapılmıştır. Hz. Peygamber Kureyşliler’in diğer Arap kabileleri ile ittifak etmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş, savaşmak gibi bir niyeti olmadığını ama mecbur bırakılırsa savaşmaktan kesinlikle çekinmeyeceğini ifade etmiştir.4 Hz. Peygamber’in tek gayesi umre ibadetini yerine getirmek olduğu için olası bir çatışmanın çıkmasını arzu etmiyordu. Kureyşliler ile meseleyi diplomatik yollardan çözmeyi umut ediyordu. Ancak Kureyşliler’in diğer Arap kabilelerini Müslümanlar aleyhine kışkırtmasından büyük rahatsızlık duyuyordu. Hz. Peygamber yolculuk sırasında Halid b. Velid öncülüğündeki Kureyş askeri birlikleri ile çıkabilecek muhtemel bir çatışmayı engelleme maksadıyla yol güzergahında değişiklikte bulunmuştu. Hz. Peygamber ve Sahabeleri yapılan müzakereler sonucunda umre ibadetini yerine getirmeye kesin kararlı olduklarını ifade etmişler, öncelikle barış taraftarı olduklarını, ancak Kureyşliler’in kendilerini zorlaması halinde savaşmaktan çekinmeyecekleri konusunda karar almışlar ve Mekke’ye doğru yolculuklarına devam etmişlerdir. Müslümanlar, Mekke ve Medine şehirleri arasında yer alan Hudeybiye adlı bir kasabada konaklamışlardı. Hz. Peygamber konaklama sırasında çevredeki Arap kabileleri ile görüşmeler yapmış, savaş gibi bir niyetinin olmadığını, amacının yalnızca umre ibadetini yerine getirmek olduğunu bu kabilelere de anlatmıştı. Bu kabilelerden birisi Huzaa kabilesi idi. Hz. Peygamber bu kabile vasıtasıyla Kureyşliler ile diyalog kurmak istiyordu. Hz. Peygamberin Kureyşliler ile anlaşma zemini ararken aracı olarak Huzaa kabilesini seçmesi Kureyşlilerin ısrarlı bir şekilde uzlaşmaya yanaşmamalarından kaynaklanıyordu. Hz. Peygamber bu maksatla Huzaa kabilesi reisi Budeyl ibn Verka ile yaptığı görüşmede Kureyşlilerin siyasi ve ekonomik yönden güçsüz durumda olduklarını, savaşın Kureyşlilere büyük zarar vereceğini, Kureyşlilerin kabul etmesi halinde bir barış antlaşması imzalayabileceğini ifade etmişti. Bütün iyi niyetlerine rağmen Kureyşliler savaş isterlerse bundan kesinlikle çekinmeyeceklerini de açık ve seçik olarak anlatmıştır.5 Bu dönemde Mekkeliler siyasi ve ekonomik yönden büyük sıkıntı içerisindeydi. Hz. Peygamber yapmış olduğu araştırmalar sonucunda Kureyşlilerin ekonomik ve askeri yönden güçsüz olduklarını gözlemlemiş ve Kureyşlilerin savaşa cesaret edecek güçleri olmadığını anladığı için barışta ısrar etmiştir. Mekkeliler bu dönemde güneyde Müslümanların hakimiyetinden ötürü rahatsızdı. Bölgenin tek geçim kaynağı olan kervan ticareti Müslümanlar tarafından kontrol altına alınmıştı. Hz. Peygamberin müttefiki olan Beni Huzaa Mekkelilerin Yemen’e doğru açılmasına fırsat tanımıyordu. Kuzey bölgesinde yağmacı Gatafan ve Fezare kabileleri Mekkelileri rahatsız ediyordu. Bu durum Mekkelilerin ekonomik ve askeri gücünü zayıflatan olgulardı. Hz. Peygamber Kureyşlilerin ekonomik ve askeri güçsüzlüğünü bilmesine rağmen Kureyşlilerin üzerine yürümemiş, barış siyasetini tercih etmiştir. Huzaa reisi Hz. Peygamber ile yaptığı görüşmeden sonra Müslümanların amaç ve isteklerini Kureyşlilere iletmiştir. Ancak Kureyşliler hiçbir şart altında Müslümanların Mekke’ye sokulmayacağı konusunda ısrarcı bir tutum sergiliyorlardı. Kureyşliler’in bu tutumuna Urve b. Mesud karşı çıkmış, Hz. Muhammed’in teklifinin değerlendirilmesi gerektiğini önermişti. Görüşme için kendisinin elçi olabileceğini ifade ettiyse de Kureyşliler bu duruma karşı çıkmış, ancak şahsi bir görüşme için Hz. Muhammed ile müzakere yapabileceğini, bu görüşmelerin kendilerini bağlamayacağını ifade etmişlerdir. Urve b. Mesud Hz. Peygamber ile görüşmelerde bulunmuş ve Hz. Peygamber’in istek ve önerilerini Kureyşlilere iletmiştir. Ancak Kureyşliler yine uzlaşmaya yanaşmamışlardır.

    Sahabenin Muhalefetine Rağmen Hz. Peygamberin Barış İstemesi

    Kureyşlilerin uzlaşmaz tutumunu devam ettirmesine rağmen Hz. Peygamber diplomatik yollar ile çözüme ulaşma niyetinden hiç vazgeçmemiştir. Hıraş bin Ümeyye isimli Sahabesini Kureyşliler ile görüşmesi için elçi olarak göndermiştir. Ancak Kureyşliler bu elçiye kötü muamelede bulunmuşlar hatta suikast teşebbüsünde bile bulunmuşlardır. Elçisine bu şekilde muamele edilmesine rağmen soğukkanlılığını yitirmeyen Hz. Peygamber, Kureyşlilerin yeni tekliflerini bekliyordu. Hz. Peygamberin ısrarlı tutumu karşısında Kureyşliler siyasetlerinde bir değişiklik yaparak bir elçi göndermeyi kararlaştırmışlardır. Ahabiş Kabilesi reisi Huleys b. Alkame’yi elçi tayin etmişlerdir. Alkame Müslümanların konakladığı Hudeybiye mevkiinde gözlemde bulunmuş, Müslümanların silah durumunu inceledikten sonra niyetlerinin yalnızca umre olduğunu anlamıştı. Bu yüzden Hz. Peygamber ile görüşme bile yapmadan Kureyşlilerin yanına dönmüş ve onları fikirlerinden vazgeçirmeye çalışmıştır. Müslümanların Mekke’ye girmesine engel olunması halinde Kureyşlilere vermeyi taahhüt ettiği askeri ve ekonomik desteği çekeceğini de belirtmiştir. Buna rağmen Kureyşliler uzlaşma için somut adım atmaktan kaçınmışlardır.

    Kureyş ile olan sorunu barışçıl yollardan çözmeyi umut eden Hz. Peygamber, bu sefer elçi olarak Hz. Osman’ı tayin etmiştir. Hz. Osman yaptığı görüşmelerde Hz. Peygamberin tekliflerini iletmiş, öncelikle barış yanlısı olduklarını ifade etmiştir. Kureyşliler Hz. Osman’a isterse kendisinin tavafta bulunabileceğini, ancak Hz. Peygamber’in Kabe’ye girmesine kesinlikle izin vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Hz. Osman Hz. Muhammed tavaf etmedikçe kendisinin de tavaf etmeyeceğini ifade edince Kureyşliler Hz. Osman’ı göz hapsine almışlardır. Bu durum Müslümanlara Hz. Osman’ın öldüğü şeklinde ulaşmıştır. Hz. Osman’ın ölüm haberini alınınca Hz. Peygamber Ashabından Kureyşliler ile savaşma hususunda biat almıştır. Bu biata siyer ve tarih kitaplarında "Rıdvan Biatı" denilmektedir. Hz. Peygamberin Ashabından savaşma hususunda biat aldığını duyan Kureyşliler siyasetlerinde köklü bir değişiklik yaparak barış görüşmesi yapması amacıyla Süheyl b. Amr önderliğinde bir heyeti Müslümanlara göndermişlerdir. Yapılan görüşmeler sonucunda maddeler üzerinde uzlaşma sağlanmış ve sıra antlaşmanın yazılı hale getirilmesine gelmişti.

    Antlaşmanın yazılı hale getirilmesi aşamasında Hz. Peygamber’in barış siyasetinde ne kadar samimi olduğunu gösteren ilginç bir gelişme yaşanmıştır. Hz. Peygamberin antlaşma metninin başına "Besmele-i Şerife"nin yazılmasını istemesi karşısında Süheyl b. Amr buna karşı çıkmıştır. Besmele-i Şerife’nin İslami bir kelime olmasından dolayı tepki gösteren Kureyş elçisi, antlaşmanın taraflarının yazıldığı kısma Müslümanları temsilen "Muhammed Resulullah" yazılmasına da karşı çıkmıştır. Kureyşliler bunun gerekçesini Hz. Muhammed’in risaletini kabul etmediklerini, böyle bir şeyi kabul etselerdi zaten Kabe’ye girmelerine izin verecekleri şeklinde göstermişlerdir. Bu tepki üzerine Hz. Peygamber, risaletinin Kureyşliler tarafından inkar edilmesinin "hakikat"i değiştirmeyeceğini ifade etmiştir. Hz. Ali, Hz. Ömer ve diğer Sahabelerin isteksiz tutumuna rağmen "Muhammed Resulullah" lafzını değiştirerek, sadece dünyevi bir sıfat olan "ibn-i Abdullah" terkibini yazdırmıştır. Hz. Peygamber bu uygulamasıyla Kureyş ile olan uzlaşmazlığı kaldırmış ve aralarında ortak olan unsurları ön plana çıkararak barış antlaşmasının imzalanmasını sağlamıştır. Hudeybiye Antlaşması şu maddelerden müteşekkildir:

    1- Müslümanlar o yıl Mekke’ye girmeden Hudeybiye’den geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelecek ve şehirde ancak üç gün kalacaklardır.

    2- Mekkeli bir kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir Müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecektir.

    3- Barış 10 yıl sürecek; taraflardan biri bu antlaşmaya dahil olmayan herhangi bir kabile ile savaşa girerse diğeri pasif kalacaktır. İki taraf, kendi hakimiyetleri altındaki toprakları kervanların geçişi, hac ve umre için emniyet altında tutacaktır.

    4- Diğer Arap kabileleri taraflardan istedikleriyle ittifak yapabileceklerdir.6

    Antlaşmaya Tepkiler

    Hudeybiye Antlaşması görünüşte Müslümanların aleyhine hükümler içerdiği için Müslümanların diplomatik alanda yenildiği düşüncesinin doğmasına neden olmuştu. Sahabeler Medine’den hareket etmeden önce Kabe’yi tavaf ederek geri döneceklerini ümit ediyorlardı. Ancak yaşanan siyasi gelişmeler Hudeybiye Antlaşmasının akdini netice vermişti. Bu antlaşmanın bir hükmü de Müslümanların o yıl tavaf etmesine izin vermiyordu. Antlaşma hükümlerinden birisi olan "esir ve mültecilerin iadesi" hükmü de Sahabelerin bir bölümünün tepkisini çekmişti. Bu sırada Sahabelerin muhalefetinin artmasını netice verecek bir olay gerçekleşmişti. Kureyş elçisi Suhey b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel İslamiyet’i tercih etmişti. Mekke’de ikamet ediyordu ve Müslüman olduğu için Mekkeliler ona işkence ediyordu. Mekkelilerin elinden kurtulan Ebu Cendel Hudeybiye mevkiine gelerek Müslümanlara sığınmıştı. Bu durumu gören Süheyl b. Amr Ebu Cendel’in antlaşma gereği iadesini istemişti. Ancak bu sırada antlaşma henüz imzalanmamış olduğu için Hz. Peygamber bundan sonraki iltica olaylarında antlaşmanın uygulanması gerektiğini ifade etmiştir. Fakat Süheyl b. Amr’ın bu iade gerçekleşmediği sürece antlaşmayı imzalamayacağını söylemesi üzerine Hz. Peygamber Ebu Cendel’i iade etmek zorunda kalmıştı. Hz. Ömer bu konuda Hz. Peygamber ile görüşmelerde bulunmuş ve antlaşma hükümlerinin inananların aleyhine olduğunu ve bu iade olayının inananları küçük düşüren bir olay olduğunu söylemiştir. Ebu Cendel’in teslim edilmesinden sonra şahit sıfatıyla atması gereken imzayı bir süre geciktirmiş, daha sonra Hz. Ebu Bekir’in önerisi ve Peygamberin de antlaşmayı kabul ettiğini söylemesinden sonra imzasını atmıştır.7 Sahabelerin bu muhalefetinin nedeni Hudeybiye’nin zahiri görünümüne göre hükmetmelerinden kaynaklanmaktaydı. Bazı Sahabeler Hz. Peygamber’in bu tasarrufunun bir vahiy ile değiştirilebileceğini düşünüyorlar, bu yüzden bir süre beklemeyi uygun görüyorlardı.

    Müslümanlar Hudeybiye’den Medine’ye dönerken yolculuk sırasında zihinlerdeki soru işaretini dağıtan ayetler nazil olmuştur. Yolculuk sırasında Fetih Suresi nazil olmuş ve bu sure Hudeybiye Antlaşması’nın bir zafer olduğu konusundaki şüpheleri ortadan kaldırmıştır: "Biz sana ap açık bir fetih yolu açtık."8 Sure aynı zamanda Rıdvan Biatı’nda Hz. Peygamber’e biat eden Sahabelerin Allah tarafından yüceltildiğinden bahsetmekteydi.9 Ayrıca Hz. Peygamberin rüyasında Kabe’yi tavaf ettiğini görmesinin Allah tarafından tasdik edildiğini, Müslümanların "korkusuzca ve güven içinde" Kabe’ye gireceklerini müjdeliyordu.10

    Hudeybiye Antlaşması’nınDeğerlendirilmesi

    Hudeybiye Antlaşması Kur’an-ı Kerim’de "feth-i mübin" ve "nasr-ı aziz"11 olarak nitelendirilmiştir. Başlangıçta Sahabelerin hikmetini kavrayamadığı bir antlaşma olan Hudeybiye Antlaşması Kur’an-ı Kerim ile teyit edilen büyük bir siyasi zaferdir. Antlaşmanın Müslümanların umresini 1 yıl sonraya ertelemesi Sahabeler arasında hayal kırıklığı yaratan hükümlerden birisiydi. Oysa bu durum geçiciydi ve Müslümanlar 1 yıl sonra Mekke’ye gelmişler ve şehirde 3 gün kalarak Kabe’yi ziyaret etmişlerdir. Müslümanların en fazla tepkisini çeken hüküm ise "mülteci ve esirler" ile ilgili madde idi. Hükme göre Kureyşlilerden Müslümanlara sığınan bir mülteci Kureyşliler’e teslim edilecekti. Müslümanlardan Kureyşlilere sığınan bir mülteci ise Müslümanlara geri verilmeyecekti. Bu hüküm zahiren Müslümanların büyük bir siyasi tavizi olarak görülmekteydi. Ancak uygulama tamamen Müslümanların lehine sonuçlar doğurmuştu. Zira Kureyşlilerden Müslümanlara sığınan birisi ya Müslüman idi ya da Kureyş aleyhine cephe almış birisi idi. Bu kişinin geri iade edilmesi Mekke ve civarında Müslümanların veya Kureyş aleyhtarı insanların sayıca artmasını netice verecekti. Bu durum da elbette ki, Müslümanların lehine olacaktı. Müslümanlardan Kureyşlilere sığınanlar ise "münafık"tı ve bunların Medine’den çıkması Müslümanların birlik ve beraberliği için daha faydalı idi.12 Antlaşmanın taraflarından birisinin yaptığı bir savaşta diğer tarafın pasif kalması hususunda anlaşılması da Müslümanların Hudeybiye’den sonraki fetihlerini kolaylaştıran bir madde idi. Bu maddeden ötürü Kureyşliler Müslümanların Hayber Yahudileri ile yaptığı savaşta Yahudilere askeri ve ekonomik yardım yapamamışlardı. Hayber Yahudilerinin yalnız kalması da Müslümanların fethini kolaylaştıran bir unsur oldu. Hayber’in fethedilmesi de Mekke’nin fethedilmesine uygun bir siyasi zeminin doğmasına neden olmuştur. Hudeybiye Antlaşması İslam tarihinde dönüm noktası olan bir olaydır. Antlaşmaya kadar Müslümanları tanımayan, muhatap kabul etmeyen ve Müslümanlara "atalarının dinine sırt çevirmiş asiler" nazarıyla bakan Kureyşli müşrikler, bu antlaşma ile Müslümanları kendileriyle eşit bir güç olarak kabul etmişlerdir. Lammens Hz. Muhammed’in barış görüşmeleri sırasındaki tutumunun Kureyş oligarşisini kendisi ile eşit şartlar ile muameleye mecbur ettiğini, bunun da Müslümanların bütün Arap yarımadasında büyük bir güç olarak tanınmasını netice verdiğini söyler.13 Müslümanların bütün Arap Yarımadasında "siyasi bir güç" olarak tanınmasını netice veren bu antlaşmadan sonra diğer Arap kabileleri ile olan ilişkiler arttırılmıştır.

    Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Arap Yarımadasında kabileler arasındaki diyalogların güçlendiğine dikkat çeken Bediüzzaman, bu sulhten sonra maddi kılıçların kınına yerleştirildiğini, buna mukabil Kur’an-ı Kerim’in hakikatlerinin insanlara ulaştırılmasıyla "kalplerin ve akılların" fethedildiğini ve asıl fethin bu olduğunu söyler. Arap kabilelerinin Müslümanlarla olan diyaloglarının artması neticesinde İslamiyet’ten kaynaklanan güzelliklerin ve üstün ahlak örneklerinin Araplardaki inat ve taassubu ortadan kaldırdığını ifade eder. Kur’an-ı Kerim hakikatlerinin Hudeybiye Antlaşmasından sonra cilvesini gösterdiğini, bu yüzden birçok nüfuz sahibi Arabın İslamiyet’i tercih ettiğine dikkat çeker.14 Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Halid bin Velid, Amr ibnü’l As, Osman bin Talha gibi nüfuzlu kişilerin İslamiyet’i tercih etmesi Müslümanların güçlenmesini netice vermişti.

    Hudeybiye Barışından çıkarılabilecek bir başka sonuç "savaş"ın İslamiyet’te yalnızca zaruri hallerde başvurulan bir olgu olarak değerlendirildiğini göstermesidir. Hz. Peygamberin umre amacıyla sefere çıktığı için yanında fazla silah bulundurmaması, bazı Sahabelerin muhalefetine rağmen silahsız yolculuk kararında ısrar etmesi, Mekkelilerin diplomatik çözüm yollarını engellemelerine rağmen soğukkanlılığını muhafaza edip bekleme siyasetini benimsemesi ve ancak Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberinden sonra harekete geçmesi Hz. Peygamber’in barış elçisi ve taraftarı olduğunu net bir şekilde gösterir. Nitekim Hz. Peygamber aradan çok zaman geçmeden Mekke’yi fethettiğinde de savaştan kaçınmayı tercih etmiş, kan dökme yerine insanlar ile diyalog kurmayı benimsemiştir. Oysa Mekkeliler Müslümanların bu şehirde yaşamasına, ticaret yapmasına, Kabe gibi bütün Araplar için kutsal olan bir mekanı ziyaret etmesine izin vermeyecek kadar katı bir tutum sergilemişler ve İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren Müslümanları taciz etmişlerdir. Mekkelilerin bu kötü karnelerine rağmen Hz. Peygamber onlara hiçbir şekilde zulüm etmemiş, Cahiliye Araplarına ve tüm insanlığa barış, diyalog, ahlak gibi üstün değerleri bizzat yaşayarak (Sünnet-i Seniyye veya Kur’an ahlakı) öğretmiştir.

    Sonuç

    Hz. Peygamberin beşeri ilişkilerde ısrarlı bir şekilde barış yanlısı uygulamalarda bulunduğu ve savaş kararını ancak düşmanın zorlamasıyla ve siyasi-ekonomik şartların bastırmasıyla aldığı görülmektedir. Sözgelimi Hz. Peygamber’in müşrik Araplarla yaptığı savaşlar Araplar’ın Müslümanlara siyasi ve ekonomik ambargo koymaları, yapılan antlaşmaları bozmaları, Müslümanların hayatını tehdit etmeleri, diğer Arapları Müslümanlara karşı kışkırtmaları gibi nedenlerden kaynaklanmıştır. Bu yüzden savaşın Müslüman için meşruluk ölçüsü sınırlıdır ve bu sınırları Hz. Peygamber’in uygulamaları göstermektedir. Hz. Peygamber’in Hudeybiye öncesi diplomatik çözüm arayışlarında ısrarlı tutumu, antlaşmanın maddeleştirilmesi sırasında Kureyşlilerin nazarında bir önemi olmayan "besmele-i şerife" ve "Muhammed Resulullah" lafızlarının kullanımından vazgeçmesi O’nun barış sağlamada ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir. Hudeybiye’den iki yıl sonra Mekke’yi hiç kan dökmeden fethetmesi ve akabinde bütün Kureyşlilere umumi af ilan etmesi O’nun amacının kan dökmek olmadığını, insanların barış ve güven içerisinde yaşayacağı bir sosyal ortamı oluşturmak olduğunu göstermektedir.

    İman soyut bir hakikattir ve insanların bu hakikate inanması için zorlayıcı ve baskıcı yöntemlerin geliştirilmesi İslami dayanaktan yoksundur. İnsanlar arasında kin ve nefretin artmasını sağlayan, insanların psikolojik yapısında olağanüstü değişiklikler yapan, masum binlerce insanın ölümünü netice veren ve "ahsen-i takvim" suretinde yaratılan insana yakışmayan bir olgu olan savaş vasıtasıyla insanları İslamiyet’e zorlamak Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayandırılamaz. Bu yüzden bütün insanlığın kurtuluş ve huzuru için Müslümanların Hz. Peygamber’in bütün yaşamında ve özellikle Hudeybiye’de yapmış olduğu gibi "barış"ta ısrar etmesi gerekmektedir. Hudeybiye, İslam dininin ve Hz. Peygamber’in barış ve sulh taraftarı olduğunu öğreten hikmetli bir antlaşmadır.

    Dipnotlar

    1. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C. 13-14, Şamil Yayınevi, İstanbul 1981, s. 129.

    2. A.g.e., s. 133.

    3. A.g.e., s.137.

    4. İbn Hişam, Siret-i İbn Hişam, C. III, Kahraman Yayınları, İstanbul 2001, s. 321.

    5. Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2001, s. 346.

    6. Muhammed Hamidullah, el-Vesaiku’s-siyasiyye-Hz. Peygamber Döneminin Siyasi-İdari Belgeleri, Kitabevi, İstanbul 2000, s. 89-90.

    7. Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 352.

    8. Fetih Suresi; 1.

    9. Fetih Suresi; 18.

    10. Fetih Suresi; 27.

    11. Fetih Suresi; 1-3.

    12. Muhammed Hamidullah, "Hudeybiye Maddesi", TDV İslam Ansiklopedisi, c.18, İstanbul 998, s. 297-299.

    13. H. Lammens, "Hudeybiye maddesi", MEB İslam Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul 1977, s. 579.

    14. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998, s. 35.