Köprü Anasayfa

Tesettür

"Güz 2003" 84. Sayı

  • Tesettür

    Editör

    1914 yılında, İsmail Hakkı [İzmirli] tarafından Sebilürreşad dergisinde yazılan bir makale şu cümle ile başlıyordu: "Bugün bizi en ziyade meşgul eden bir mesele-i ilmiye var ise, o da tesettür meselesidir." Bugün de kamuoyunu en çok meşgul eden, devletin en hassas olduğu konuların başında gelen ve haber bültenlerinde en çok geçen konulardan birisi tesettür/başörtüsü meselesidir.

    Son olarak bu derginin hazırlanma aşamasında, Cumhurbaşkanı’nın, milletvekillerinin başörtülü hanımlarını Çankaya Köşkü’ne davet etmemesi, Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan’ın başörtülü bir sanığı duruşma salonundan çıkarması ve Kayseri Orduevinde yapılan toplantıya başörtülü milletvekili eşlerinin katılması dolayısıyla Genelkurmay’ın soruşturma açması olayları yaşandı. Türkiye’de bunlar olurken, başta Fransa ve Almanya olmak üzere Avrupa’da da başörtüsü bağlamında yapılan tartışmalar devam ediyordu.

    Peki, başörtüsünü bu kadar gündemde tutan, uzun zamandır tartışıldığı halde, hâlâ üzerinde bir konsensüs sağlanamayan saik ne idi?

    Kadınların başlarını kapatmak için kullandığı bir "örtü", bu kadar etkiyi nasıl meydana getirebiliyordu. Başörtüsü, korkulacak bir simge mi, yoksa varlığın özünde zaten var olan munis bir perde miydi?

    ***

    Başörtüsüne yüklenen anlamları anlayabilmek için, dosyamızda konunun değişik boyutlarını ele alan makalelere yer verdik.

    Bu bakış açılarından birisi, varlığın genel bütünlüğü içerisinde başörtüsüne yüklenen anlamdır. Yalman‘ın "esirden tesettüre" uzanan bir tefekkürle varlığın içindeki bütünlüğü arayan bu yazısında, varlık aleminde ism-i Settar’ın tecellilerine dikkat çekiliyor.

    Varlık bir şekilde örtülmüştür. Ağaçlar, dağlar, bitkiler ve hayvanlar yaratılırken fıtrî birer elbise giydirilmiştir. İnsan da bu şuursuz hemcinsleriyle ortak fıtrat kanununu paylaşıp örtünmelidir. İnsan, ancak bu davranışıyla Yaratıcının bütün yaratanları kuşatan örtünme emrine uymuş olacak, yaratılma noktasında kardeşleri olan diğer varlıklarla aynı şekle bürünecektir.

    Bediüzzaman, tesettürü böyle bir mentalite ile öne çıkarır. Kadının örtüsü onun yaratılışının bir gereğidir. Tesettürlü olarak, hayatında rahat ve hür olabilecektir.

    ***

    Modernleşme döneminde, tesettür bağlamında yapılan tartışmalarda, tesettürün kadını esaret altına aldığı yönündeki görüşlere karşı Bediüzzaman 24. Lem’a‘yı yazar. Ahzab Suresi 59. ayetinin tefsiri olan bu Lem’a ile tesettürün fıtri olması itibariyle kadının hürriyetini sağladığını vurgular.

    Kadının, gençliğinde çeşitli şekillerdeki tacizden korunmak, kendinden daha güzellerin yanında çirkin düşmemek, eşinin kendisine karşı olan muhabbetini korumak için başka erkeklerin ilgisinden çekinmek, gayr-i meşru ilişkilerle ortaya çıkacak sosyal problemleri yaşamamak, nazik ruhunu yaşlılığında ortaya çıkan fıtri hali ile rencide etmemek için tesettürün gerekli olduğunu belirtir.

    Tesettürlü bir hanım, bu kaygılardan korunacağından daha serbest ve daha hür olacağı açıktır. Bugün modern toplumlarda sıkça görülen taciz olayları karşısında kadının yaşadığı psikolojik travmalar dikkate alınırsa, tesettürün kadın hürriyeti için önemli unsur olduğu ortaya çıkar.

    ***

    Başörtüsüyle ilgili önemli bir konu da dini hükmüdür. Gerçi, bu konuyu olayın hukukî yönüyle karıştırmanın doğru olmadığı açıktır. Çakır‘ın yazısında da işlediği gibi, bu bağlamdaki tartışmaların başörtüsü yasaklarıyla hiçbir şekilde ilgisi kurulamaz. Demokratik bir devlette bir insanın "inancımdan dolayı başörtüsü takıyorum" sözü, onun inanç hürriyetinin korunması için yeterli bir nedendir. Bu konuda çeşitli kurumların başörtüsü hakkında ne söylediği çok önemli değildir. Yani başörtüsü, ister tavsiye kabul edilsin, ister emir kabul edilsin, sonuç değişmez; devlet inanç hürriyetini uygulamalıdır.

    Başörtüsünün dindeki yeri hakkında Hayreddin Karaman‘ın bir çalışmasını yayınlıyoruz. Karaman, bu yazıda gelenek içinde bu konunun çok geniş boyutlu tartışmalara neden olduğunu söyleyerek, "Kadının başının örtülmesi gerektiği" hakkında "ittifak ve icmâ" olduğu hükmüne varmıştır.

    Bediüzzaman Said Nursi’de, "Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların kudsî bir düstur-u hayat-ı içtimaîsi ve üç yüz elli bin tefsirin mânâlarının ittifaklarına iktidaen ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdatlarımızın itikatlarına ittibaen" (Emirdağ Lahikası, s. 361) tesettür konusunda geçmiş tefsirlerin ittifak ettiği görüşleri benimsediğini göstermiştir.

    ***

    Dosyamızdaki yazıların bir kısmı da olayın hukuki ve siyasi boyutuyla ilgilidir. Cihangir‘in ifade ettiği gibi, olayın siyasi boyutunu modernleşme tarihi kadar eskilere götürmek mümkündür. İnsanların aşkın olanla ilişkisinin sorgulanmaya başlandığı modernleşme döneminde, başörtüsü hep dinin temsil ettiği değerlerin bir görünümü olarak algılanmış ve dolayısıyla da reddedilmiştir. II. Meşrutiyet döneminde bu görüşün en önemli temsilcilerinden birisi olan Abdullah Cevdet, kendi çıkardığı İctihad dergisinde başörtüsü aleyhinde yazılar neşretmiştir. Bunun karşısında da İslamî duyarlılığa sahip insanlar bunlara cevap vermişlerdir. Bu bağlamdaki çalışmalara Eroğlu‘nun hazırladığı iki makaleyi örnek olarak sunuyoruz.

    Cumhuriyet döneminde, modern ulus-devletin yetiştirmeye çalıştığı "ideal insan tipi" vahiyden bağımsız düşünen, vahiyden kaynaklanan kültürel olgulara sırt dönen, dünyayı pozitivist nedensellikle algılamaya çalışan seküler bir insan tipinden oluşuyordu. Dolayısıyla dinden kaynaklanan bir örtünme şeklinin reddedildiği bir dönem yaşandı.

    Cumhuriyetin kurucuları her ne kadar, kadınların kıyafetine dair bir kanun çıkarmamış iseler de, çeşitli pratiklerle kadının nasıl giyinmesi gerektiğini anlatmışlardır. Bu pratiklerin laboratuvarı Halkevleri olmuş, çeşitli eğlencelere katılan kadınların başlarını açmaları sağlanarak, başörtüsünü yavaş yavaş yok etme eğilimine girmişlerdir.

    Sonraki dönemlerde, Cumhuriyet’in otoriter karakterini korumak isteyenler de başörtüsüne karşı aynı refleksi göstermişlerdir. Hatta, insanların başörtüsüne karşı takındıkları tavırlar, onların görüşlerini anlamada önemli ipuçları verir hale gelmiş, başörtüsüne taraf olanlar demokratik cumhuriyetten, karşı olanlar ise otoriter cumhuriyetten yana olduklarını göstermişlerdir.

    Bediüzzaman, hayatı boyunca iki konuda şiddetli baskıya maruz kalmıştır. Bu iki husus da Cumhuriyet’in ideal insan tipine karşı olması açısından önemlidir. Tesettüre taraf, şapkaya muhalif olması, otoriter cumhuriyetin yetiştirmek istediği insan tipiyle zıtlaşmasına neden olmuştur. (Emirdağ Lahikası, s. 342)

    ***

    Son zamanlarda otoriter cumhuriyet taraftarlarının başörtüsüne karşı çıkmak için gündeme getirdikleri "kamusal alan" kavramı bu açıdan dikkate değerdir.

    Başörtüsüyle ilgili yapılan açıklamalarda, "kamusal alanda herkes her istediği gibi olamaz" anlayışı sık sık gündeme gelmeye başladı. Bu yaklaşımda resmi söylemde kamusal alan, ferdi/toplumu dışlayan, halkın dahil edilmediği bir alanı ifade ediyordu. Orada halk kendisi gibi olamaz, istediği gibi yaşayamaz ve görünemezdi.

    En yalın tanımıyla, bireysel alanın dışındaki bütün etkinlikleri kapsayan bu kamusal alan kavramı, insan hayatının büyük bir kısmını içerir. Söyleşi de Mahçupyan‘ın ifade ettiği gibi "balkon metaforu" bu açıdan önemlidir. Yani kamusal alan devletin tasarrufunda bulunan yerler anlamında kullanılırsa, başörtüsüyle balkona çıkan genç kıza da devletin müdahale etmesi gerekirdi.

    Aslında "kamusal alan" söylemiyle başörtüsünü belli yerlerde yasaklamaya çalışanlar, açıklanması güç bir basitliğin içine de girmiş oluyorlardı. Halkın kamusal alanda temel hak ve hürriyetlerinin sınırlanması, otoriter devletin halka karşı bir baskı yönetimi kurmasından başka bir şey değildi. Bu tutum, insanların okulda, yolda, parkta, bahçede, hastanede, vergi dairesinde istediği gibi olamamasını gerektiriyordu.

    Bugünkü başörtüsü yasaklarının, hukuk felsefesinin verdiği imkânlar ve Türkiye’de bugünkü geçerli hukuk açısından tutarlı bir yanından sözetmek mümkün değildir. Benli‘nin makalesinde ifade ettiği gibi, bugünkü başörtüsü yasakları kanunsuz bir uygulamadan başka bir şey değildir. Türkiye’deki demokratikleşmeye paralel olarak, bu antidemokratik uygulamalar da ortadan kalkacaktır.

    ***

    Başörtüsü ile ilgili tartışmalar, uzun zamandır yapıldığı gibi, daha uzun süre yapılacağa benziyor. Sizleri tesettür konusunu değişik boyutlarıyla inceleyen dosyamızla başbaşa bırakırken, tesettürün yasak bağlamında tartışılmadığı bir dünyada, dosya konusu "Avrupa Birliği" olan Kış/2004 sayımızda yeniden görüşmeyi diliyoruz.