Köprü Anasayfa

Avrupa Birliği

"Kış 2004" 85. Sayı

  • Avrupa Birliği

    Editör

    Avrupa, İslam toplumlarının geri kalış dönemlerinde gösterdiği gelişmelerle dikkate alınması gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Osmanlı aydınları Tanzimat’tan bu yana, Avrupa olgusu üzerine tartışarak, Avrupa’ya karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiği konusunda fikirler ileri sürmüşlerdir. Osmanlı modernleşme tarihi bu bağlamdaki tartışmalardan oluşmaktadır. Cumhuriyet döneminde ise Avrupa, "muasır medeniyet seviyesi"ni temsil eden bir yer olarak görülmüş; yapılan yeniliklerde hep referans olarak gösterilmiştir.

    Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bu çizgide, Avrupa’ya karşı genel olarak üç tavır alışın ortaya çıktığı görülmektedir. Bu tavırlardan birisi, "Avrupa’dan gelen her şeye sahip çıkmak"; ikincisi, "Avrupa’ya/Avrupa’dan kaynaklanan her şeye karşı olmak" ve üçüncüsü de "Avrupa’yı ikiye ayırarak oradaki güzelliklere sahip çıkmakla beraber, çirkinliklere karşı durmak"tır. Günümüzde de bu üçlü tavır alışın çeşitli yorumları görülmektedir.

    Avrupa Birliği (AB) konusu da bu genel çerçevenin sunduğu imkanlar dahilinde ele alınması gereken bir konudur.

    ***

    Bediüzzaman Said Nursi, Avrupa’yı ikiye ayırarak iyi taraflarının alınması, insanlığa zararlı yanlarının ise terk edilmesi gerektiğini savunmuştur. Dolayısıyla, yukarıdaki sınıflamada ifade edilen üçüncü tavır alışı savunmuştur.

    AB, başlangıçta Avrupalı devletlerin ekonomik menfaatlerini amaçlayan bir kuruluş olmasına rağmen, sonradan insanlık yararına evrensel değerlerde buluşmaya çalışan bir yapılanma olarak kendini göstermiştir. Bugün AB kimliğini belirleyen en önemli kriterler; kurumsal düzeyde işleyen demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlükler, rekabet yeteneğine sahip serbest piyasa ekonomisi olarak görülmektedir. AB kimliğinin kurumsallaşmasını sağlayan en önemli adımlardan Maastricht (07/02/1992) ve Amsterdam (02/10/1997) Anlaşmalarında vurgulandığı gibi (Madde 6) AB sistemi; özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı ilkeleri ile temel özgürlükler ve hukuk devleti esasına dayanmaktadır.

    AB’nin bu özellikleri dikkate alınınca, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde "Birinci Avrupa" şeklinde tanımlanan, "İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atlar", "adalet" ve "hakkaniyete hizmet eden fünunlar" ile büyük bir örtüşme halinde olduğu gözlenmektedir. Bu açıdan Avrupa ile hürriyet, adalet, insan hakları, ekonomi, ilmi ve teknolojik gelişmeler hakkında işbirliği yapmak Türkiye için olumlu katkılar sağlayacak bir gelişme olarak görülmektedir.

    Bu işbirliği de Bediüzzaman’ın üzerinde yoğunca durduğu "sulh-u umumi"nin/evrensel barışın sağlanmasında önemli bir aşama olacaktır.

    ***

    Türkiye’nin AB’ne girmesinin akla getirdiği önemli bir soru da Müslümanların kimliklerini nasıl koruyacakları meselesidir.

    Bediüzzaman, Türkiye’de laikliğin anayasal olarak yerleşmeye başlamasından sonraki durumu değerlendirirken, artık vicdan hürriyetinin hükümetlerde esas bir ilke olduğundan bahsederek, dinde zorlama döneminin kapandığını belirtir. Buna mukabil cihad, manevi bir surette "iman-ı tahkiki" yoluyla yapılacaktır der. Dindeki "rüşd-ü irşad" "hak" ve "hakikat" böylece "iman-ı tahkiki" yoluyla nazarlara sunulacaktır.

    Türkiye’nin AB’ne girmesi halinde "dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikat"in daha geniş kitlelere ulaştırılması daha da kolaylaşacaktır. Hz. Peygamber döneminde yapılan Hudeybiye Anlaşmasıyla sağlanan barış sürecinde iman edenlerin arttığı gibi, İslam toplumlarının AB içerisinde yer alması, İslam’ın Batı toplumları içerisinde daha da yaygınlaşmasına neden olacaktır. Bu hakikatlerin doğru bir şekilde anlatılabilmesi ile başka dinlerin mensuplarının da insani ve aynı zamanda "insaniyet-i kübra" olan İslamiyet’in getirdiği değerlerde buluşmaları ve birleşmeleri söz konusu olacaktır.

    ***

    Konunun farklı bir boyutu da Türkiye’nin AB’ye girmesi halinde, içe kapalı bir yapıdan çıkarak başka toplumlarla ortak noktalarda buluşma çabası içerisine gireceği gerçeğidir.

    Türkiye uzun yıllar otoriter eğilimlerin belirlediği yaklaşımlar içerisine hapsedilmiş; insanların temel hak ve hürriyetleri kısıtlanmıştır. AB’ye girmesi halinde bilgi seviyesi yüksek bir toplulukla evrensel değerler ortak paydasında buluşulacağından, hürriyetlerin daha geniş anlamda uygulanacağı bir dönem yaşanacaktır. Bu da Türkiye’de otoriter politikalardan uzaklaşılarak rasyonelleşme, dolayısıyla da kalkınma yolunda önemli adımlar atılmasına vesile olacaktır.

    Türkiye’nin bu içe kapanıklılığı aşarak AB’ye girmesi, İslam dünyası ile ilişkilerini de sağlıklı bir zemine oturtmasına imkan hazırlayacaktır. Her şeyden önce, Türkiye’de uygulanacak gelişmiş bir demokrasi İslam aleminin de etkilenerek yönetimlerini geliştirmelerine zemin hazırlayacaktır. Bu zeminde İslam dünyası ile rasyonel ilişkiler kurularak İttihad-ı İslam fikrinin hayata geçmesine yardımcı olacaktır.

    ***

    Bu sayımızın ağırlıklı konusunu Avrupa Birliği oluşturmaktadır. Ömer Faruk Uysal, AB’nin inşa süreci ve yapısını kısaca anlattıktan sonra, ülkemizdeki AB taraftarları ve karşıtlarının argümanlarını tartışıyor. Uysal’a göre, AB taraftarı olanların en temel argümanlarını; (1) Daha fazla özgürlük; demokrasinin gelişmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması, (2) Ekonomik ve sosyal kalkınma, gelişme ve müreffeh toplum talepleri oluşturuyor. AB karşıtları ise; (1) Ulusal egemenlik ve bağımsızlığın zarar görmesi, (2) Devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm’in zayıflaması, (3) Hıristiyan topluluğunda Müslüman bir ülkenin çaresizliğini öne sürüyorlar. Her iki tarafın tezlerini de değerlendirdikten sonra Uysal, AB’nin elbette bir ideal, ütopya ve dünya cenneti olmadığını, fakat bir demokratikleşme ve kalkınma umudu ve çabası olarak gördüğünü ifade ediyor.

    Hüseyin Hatemi, Avrupa’yı/AB’yi ilahi sevgi, adalet ve ahlak bağlamında değerlendirdikten sonra "AB’ye girmeli miyiz?" sorusuna şu şekilde cevap veriyor: "İlâhî sevgiden kaynaklanan ahlâk ve Adalet ilkelerinden taviz vermeksizin bir verimli işbirliği yapabilecek isek, dakika kaybetmeksizin girelim."

    AB’nin kültürel entegrasyonu üzerinde duran Ali Murat Yel, "İnsanların Avrupalılaştırılmaları elbette Avrupa Birliği’ne taraf ya da karşı olmaktan oldukça farklıdır. Bugün itibariyle Avrupa Birliği’nde insanlar kendilerini yaklaşık kırk farklı millet olarak tanımlamakta ve yetmiş kadar ayrı lisanı konuşmaktadırlar. Bu kadar farklı bir grubu kendi yerel milliyetlerini -mümkün olduğunca- terk ederek bir üst milliyetçiliğe ikna etmek hiç de kolay bir iş olmayacaktır." cümleleriyle söz konusu entegrasyonun güçlüklerine dikkat çekmektedir.

    Feyzullah Cihangir, Avrupa kavramı, AB’nin tarihçesi ve gelişim süreci, Türkiye’nin Batılılaşma serüveni ve Türkiye-AB ilişkileri üzerine hazırladığı geniş makalesinde, Bediüzzaman’ın, "Şeriat-ı Ahmediye’nin tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet, medeniyet-i hazıranın inkişaından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müsbet esaslar vaz eder." tezine atıfta bulunarak, kıta genelinde ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve sosyal problemlere çözüm arayışının ürünü olan Kopenhag Kriterleri ile bütünleşen Avrupa’nın bir anlamda dünya savaşları öncesindeki kanlı cephesiyle yüzleştiğini ve hegemonyal Batı medeniyetinin AB müktesebatıyla birlikte dönüşüm sürecine girdiğini savunuyor.

    Doğrudan Avrupa Birliği konusunu ele almasa da Thomas Michel’in, "Said Nursi’nin Düşüncesinde Diyalog ve İhlas" başlığını taşıyan makalesi, AB-Türkiye ilişkisi üzerine yapılan tartışmaların temel eksenlerinden olan farklı iki dinin diyalogu bağlamında sunduğu açılımlar nedeniyle dosyamızda yer alıyor. Abdülhalim Yener ise "Avrupa" kavramının Risale-i Nur’da kazandığı anlamları inceliyor.

    Bunların dışında Hamit Algar’ın, "Yüzyılın Müceddidi: Bediüzzaman Said Nursi ve Tecdid Geleneği" başlıklı makalesine ve geçen yıl müstakilen yayınladığımız 1994-2002 (Sayı: 46-80) yıllarını kapsayan indeksin devamı olarak 2003 (Sayı: 81-84) yılının indeksine de bu sayımızda yer verdik.

    ***

    Gördüğünüz gibi, dergimizde bazı yenilikler yaptık. Birincisi, boyunu küçülterek standart "fikir dergisi" ebadına geçtik ve buna bağlı olarak iç sayfalarda tek sütun uyguladık. İkincisi, kapak tasarımını değiştirdik. Bundan böyle her sayıda dosya konusuyla ilgili bir illustrasyon ya da grafik kullanacağız. Üçüncüsü, makale başlıklarını ve editoriali İngilizce olarak da yayınlamaya başladık. Bir sonraki aşamada makalelerin İngilizce özetlerine yer vereceğiz.

    Sizleri dergimizle baş başa bırakırken, dosya konusu "Bediüzzaman Said Nursi" olan Bahar/2004 sayımızla kısa bir süre sonra yeniden buluşmayı diliyoruz.