Köprü Anasayfa

Popüler Esaret: Nefisperestlik

"Yaz 2004" 87. Sayı

  • Çok Mezhepli Bir Toplumda Hoşgörüye Uzanan Yollar: Said Nursi'nin Düşüncesinde İnanç ve Affetme

    Yasien Mohamed

    Prof. Dr., Western Cape Üniversitesi, Güney Afrika., Çeviren: Haşim Koç

    Said Nursi (ölümü 1960), modern Türkiye'de kendisinin Risale-i Nurlarının okunmasına adanmış dersaneleri kuran inanç hareketine ilham veren bir din düşünürüdür. Risaleler imana dair rasyonel bir söylemin içeriğini sağlarken, dersaneler ortak bir iman temelinde birbirine bağlanmış Müslüman erkek ve bayanların düzenli olarak toplanmasına imkan veren ortamı sağlıyordu.

    Nursi'nin hoşgörü anlayışında iki yaklaşım mevcut, iman ve affedebilirlik. İman ile kastettiğimiz şey, kamil ve açık zihinle iman. Bu çeşit bir imana bugün geçmiş vakitlerdekinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Bunun nedeni Selefi ve Sufiler arasındaki her geçen gün artan sürtüşmeler. Selefiler erken dönemdeki öğretilere ve vahyin doğrudan, yazıldığı şekliyle anlaşılmasını isteyen bir anlayışa dönmek isterlerken; Sufiler vahyin derinlerdeki ezoterik anlamlarını ortaya çıkarmak istiyorlar. Sünni veya Şia, Şafi veya Hanefi, Eşari ya da Mutezile gibi farklı ekoller bu iki akımdan birinin altına girebilir. Bazı ekoller ise bu iki akımdan unsurları havi olabilir. Deobandiler, zikri kabul ederek Sufilerle, bid'atı reddederek de Selefilerle ortak noktalara sahip durumda. Nursi bu iki akıma da dahil olmamakla beraber, iki akımın da bazı özelliklerini taşıyor. O, ılımlı ve iki grup arasında bir yer sahibi olan üçüncü bir akımı temsil ediyor. Bu üçüncü gruba dahil olanlar azınlık olsalar da artan destekle birlikte gelecekte bu iki akımın birliği ve uyumu için önemli rol oynayacaklar.

    İman çok değerlidir, nerede bulsak saygı duymalıyız, tıpkı bizi bir şekilde yanlışa sürüklese bile müminlere de saygı duymamız gerektiği gibi. Kişinin kendisine yapılan küçük yanlışların intikamı peşinde koşması insan ilişkilerinin yozlaşmasına yol açar, halbuki affetmek insanlar arasındaki bağları güçlendirir.

    Terimlerin Tanımlanması

    Nursi bizim hoşgörüyü çok mezhepli bir toplumda işlememizi istiyor. Mezhep kelimesi aslında İslami hukuk ekollerinden, yani Şafi, Hanefi, Maliki, Hanbeli ve Şia'dan birine delalet eder. Bu ekoller içtihadlarından dolayı farklıdırlar, yoksa hepsi birden Allah ve O'nun Resulü Hz. Muhammed'e (s.a.v.) aynı şekilde iman ederler. Biz mezhep terimini daha geniş bir anlamda imana yönelik bir yaklaşımı ya da dini bir kavramsallaştırmayı ifade edecek şekilde kullanıyoruz.

    Çağların Ruhu

    Batılı süper güçler İslam dünyasını yüzyıldan daha uzun bir süredir hakimiyetleri altına aldılar ve İslam dünyasında barış yerine zulüm getirdiler. İnsanlara ahlak gücüyle değil de askeri güçle hükmettiler.

    Nursi, Müslümanların ilerlemeyle irtibat halinde olması için modern teknolojiyi bilmelerini ama imanlarını da seküler bir toplumda korumalarını istiyordu. Bu umumi iman noktasında birleşen Müslümanlar, ona göre Müslümanların gücünün anahtar noktasıydı. Eski Said siyasetle ilgilenmişken yeni Said tamamen çekilmişti siyasetten. Ona göre imani meselelere yoğunlaşmak ve ruhun arınmasını sağlamak çok daha önemliydi. Ruhun kaviyyeti sosyal yaşamın daha saygın biçimde geçmesine olanak sağlayacaktı. O, İslam mesajının gerçek taşıyıcıları olarak gördüğü ve Türk toplumunun köylü kısımlarından gelmekte olan avâma sesleniyordu. Yeni Said insan ilişkileriyle ve toplumsal ahlâkın yeniden canlanmasıyla daha çok ilgilenen birisi olmuştu.1

    1. İman Yolu

    İslam tarihi, siyasi ve entelektüel iki ana akım üzeredir. Felsefeciler ve Sufiler entelektüel akıma dahildirler ve insanlığın ve kutsal olanın doğasının derin bir şekilde yansıtılmasını önermektedirler. Hariciler ise, siyasi akıma dahildirler ve zalim İmama karşı isyan etmekle toplumda bir değişim meydana getireceklerine inanırlar. İmanın şartları (direkleri) Allah'a, Peygambere, meleklere, Kitab'a ve kıyamet gününe inanmaktan ibarettir. Bunlar imanın genel unsurlarıdır, ama bu esaslara yönelik farklı yorumlar vardır. Mesela, klasik kelam alimleri Kur'an'ın yaratılıp yaratılmadığını sorgulamaktadırlar. Ama bu günümüzde çok ciddi bir konu değildir. Nursi ise Kelam'ı bilim ve sekülerizm gibi günümüzün tehditlerine karşı cevap vererek yeniden canlandırmak istemektedir. Modern bilimi tamamen yok saymak yerine, onu din ile uyumlu hale getirmeye çalışmıştır ve tahkikî imanı taklidî imana karşı desteklemiştir.2 O, imanın akla uygunluğunu ve Allah'ın dünyadaki tasarrufunu ortaya sermek için bilimi kullanmıştı.3

    Müslüman Türkler modern bilimin ürünlerini cazip buluyorlardı. Nursi de bunları taklit edilecek olumlu gelişmeler olarak kabul ederek cevap veriyordu. O, akıl kavramının kendisini Aydınlanmacı nominalist bir şekilde ele alıyor, fakat dine karşı değil de din için kullanıyordu.4 Din tarafından yürürlüğe sokulduğunda akıl Allah'ın güzel isimlerini (Esmâü'l-Hüsnâ) anlamaya götürüyordu.

    Klasik âlimler iman ile hayırlı ameller arasındaki ilişki konusunu da tartışmışlardır. Bu da hoşgörü kavramı için önemlidir. Sünni alimler imanın kurtuluş için yeterli olduğunu, büyük günahların imanı yok etmeyeceğini fakat azaltacağını iddia etmişlerdir.5 Hariciler ise bu günahların imanı yok edeceğini söylemişlerdir. Nursi, hoşgörü ruhuna daha uygun olan Sünni görüşü benimsemiştir.

    İtikat ve ameldeki farklı yorumlara karşı hoşgörünün kökleri, Peygamberin, "Ümmetimdeki farklılıklar rahmettir" sözünde bulunmaktadır. Bu ise Allah'ın aşkın olup olmadığı, Kur'an'ın yaratılıp yaratılmadığı konuları gibi küçük farklılıklar için geçerlidir. Bu farklılıklar, kimseye başkalarının imanı hakkında hüküm verme selahiyetini vermez. Nursi'ye göre İslam toplumundaki hoşgörüsüzlüğün temel sebebi, imanın esaslarıyla (vahiyden neşet eden), ikincil meseleleri (insan aklından neşet eden) birbirinden ayırt edememekte bulunur.

    Tıpkı Gazali gibi Nursi de zamanının mezheplerini ve körü körüne taklit edenleri sorgular. Ekolleri inceler ve Gazali'den daha farklı bir sonuca varır. Nursi, ümmetin sorununun çözümünün kelamda olduğunu söyler. Gazali ise bunu tasavvufta bulmuştu. Gazali kelamı reddetmemişti, Nursi de tasavvufu reddetmedi. Gazali, Nursi gibi Eşariydi ve Nursi de Gazali gibi tasavvuf ehli olarak yaşamıştı. Onlar belirli bir metodu takip etmişlerdi, fakat diğer yönelimlere de saygılıydılar. İkisi de bize hoşgörünün herşeye razı olmak demek olmadığını göstermekteler. Aslında, hoşgörü ihtilâfı imâ etmektedir.

    Tasavvufa Yaklaşım

    Nursi, tasavvufa karşı saygılıydı, fakat tasavvufa girmiş bazı düşünce ve uygulamaları da eleştiriyordu. İbn Arabi'nin vahdet-i vücûd anlayışını dünyayı münferit bir gerçeklik olarak kabul etmediği için eleştiriyordu.

    Nursi, bir Sufi değildi, ama Sufiymiş gibi yaşadı. Basit yaşıyor ve düzenli olarak zikrediyordu. Kendisini bir üstad (mürşid) olarak görüyordu ve öğretisinin büyük eseri Risale-i Nur vesilesiyle yaşayacağını biliyordu. Risale'nin tarzı müziğe benziyordu ve Türkler onu geç saatlere kadar yorulmaksızın dinleyebiliyorlardı. Bu kitap Türk toplumunun zihni ve ruhani gıdası olmuştu.

    Nursi için tasavvuf bir meyve, iman ise ekmek gibiydi. Hepimizin ekmeğe ihtiyacı vardır, fakat meyve yemek zorunluluk değildir. Sufizmin hedeflerinden biri olan Allah ile birlik tecrübesi bütün Müslümanlardan beklenemez. Bütün Müslümanlar için daha önemli ihtiyaç imandır ve akıl çağında imanın anlaşılması çok daha acil bir ihtiyaçtı. Bu da Nursi'nin neden bir tarikatı başlatmadığını kısmen açıklıyor. Tasavvufun meyvesinin vakti geçtiğinde, taşkınlığını daha fazla tutamayacak ve dini ve sosyal olarak caiz görülemeyecek yollara taşacaktır. Hallac: 'Ben mutlak hakikatim' diyordu ve fena (Tanrı'da yok olma) halinde dile getirdiği bu aşkın ifadelerinden ötürü ölüm cezasına çarptırıldı. İbn-i Arabi de vahdet-i vücud doktrininden dolayı kınanmıştı. Temel olarak Allah'ın tek bir hakikat olduğunu ve dünyanın da bu hakikatin yansıması olduğunu ve bu nedenle de zahiri dünyanın bağımsız bir varlığının olamayacağını kastetmektedir.

    Şimdi de Nursi'nin hoşgörü anlayışını, İbn-i Arabi'nin tasavvuf anlayışına yönelttiği eleştiri dolayısıyla inceleyelim. Nursi tasavvufi tarikatlerden ilham almıştı, fakat onların çerçevesiyle hareket etmedi. 'Said Nursi'nin hocalarının çoğu Halidi-Nakşibendi tarikatine mensuptu, ama o aynı zamanda Kadiri tarikatinin kurucusu Abdülkadir Geylani'nin kitaplarını da okuyordu. Hindistan'daki Ahmed Sirhindi ve Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî gibi Nakşibendi liderlerinin yazılarından çok fazla etkilenmişti.'6 Nursi meyve olarak tanımladığı tasavvufa muhalif değildi. Faydalarını da şu şekilde sıralıyordu: Tasavvuf nefisten kurtulmak ve evliya mertebesine ulaşmak için zikri öngörür, acı çekme yerine teselli sağlar, tasavvuf ehli imanında ilim ehlinden daha kavidir, tasavvuf Müslüman dünyasındaki kutsal bağ olan kardeşlik terbiyesini getirir.7 Tasavvuf imanı, kardeşliği korur ve bütün seküler ve milli ideolojilerden daha asildir.

    Diğer yandan, tasavvuftaki suiistimalleri eleştirmekteydi. Şeyhlerin kişisel veya dini meselelerde mutlak otorite sahibi görünmesi ve öğretilerinin sık sık Kur'an ve dört imamınkilerle çelişmesi, bazılarının tasavvufu kendilerine bir amaç haline getirmeleri ve bu yüzden zikirlerinin kibri ortadan kaldırmaması, diğer bazılarının ilahi aşk ile zehirlenip, aşırı iddialarda bulunarak (şatahat) kendilerine ve başkalarına zarar vermeleri, aşkın ilhamın 'vahyi ayetlerle' aynı dereceye çıkarıldığında tehlikeli olduğu ithamını beraberinde getiriyor.

    Nursi'ye göre imanı, insanların tahayyülleri ve yanılmaları üzerine bina edemeyiz. Bu akılla çelişir ve İslam'da bir temeli yoktur. 'Ne dört halife, ne büyük imamlar, ne de hakiki alimler bu okula ciddi atıflarda bulunmamışlardır'.8 Nursi'nin desteklediği tasavvuf Şeyh Abdülkadir el-Geylani'ninki gibi dengeli bir tasavvuf idi.9 (Nursi'nin tasavvufa geçerli bir yol olarak benzer şekilde bakan Fethullah Gülen üzerinde etkisi vardır, yalnız tek geçerli yol olarak görmezler.)

    Düşmanlık beslemeksizin Nursi İbn-i Arabi'nin metafizik doktrinine muhaliftir. Zikredildiği gibi, ne Selefi ne de Sufiydi, orta yolu tutmuş idi. Nursi Selefi ve Sufi akımların sürekliliğinde bulunuyordu. Fıkhı fakihlere bırakmışlardı ve Kur'an'ın anlamı üzerine yoğunlaşmışlardı. Selefiler gibi tarikata müntesip değildi ve mutasavvıflar gibi zikir ve zühd hayatına devam ediyordu.

    Zikir ve niyaz el kitabı olan Cevşeni yazdı. Mosher: 'Ali üzerinden Cevşenü'l-Kebir'in aktarım zincirinin izleri görülebiliyor. Bu Şia kaynaklarından bir duadır ve uzun vakitlerdir Türkçe'de bulunur ve Sünnilerce de kullanılır' ifadesini kullanıyor.10 Bu yakarışlar Tanrıya karşı eşit olmayan bir ilişki öngörüyorlar; ondan hiçbir şey isteyemeyiz ve dualarımızın kabulü noktasında sabırlı olmak zorundayız.11 Cevşen manevi gıdayı, Risale ise entelektüel gıdayı sağlıyordu ve Nursi'nin bütün hayranları onu kullanıyordu.

    Nursi Selefilerden ve Sufilerden bir noktada farklılaşıyordu. O anti-entelektüel değildi ve dine rasyonel bir yaklaşım olan kelamı ihya etmeye çalışıyordu. Bu onun basitçe entelektüel olduğu anlamını taşımaz, aynı zamanda da ameli olduğunu gösterir. Mesela, kader konusunda kendi pozisyonunu rasyonel olarak savunan klasik kelamcılar gibi tartışmayıp, aynı zamanda Müslümanları itimada layık olarak hareket etmeleri gerektiği konusunda uyarıyordu.

    O, Selefilik ve tasavvuf arasında orta yolu tutmuştu ve bu bağlamda kutuplaşmadan ziyade bir arada olmayı teşvik ediyordu. Dersaneler de bu akımlardan herhangi birine mensup olanlar için dönüşüm mekanlarıydı. Hiç kimse yabancılaşmış ya da itaate mecbur hissetmemeliydi kendilerini.

    Hoşgörünün ihtilafı ima ettiğini Nursi'nin İbn Arabi eleştirisinde görmüştük. Her ne kadar onun görüşüyle uyuşmasa da birçok kimsenin yaptığı gibi kafir yaftasını İbn Arabi'ye ithaf etmiyordu. Onun eleştirisi sadece duygusal bir eleştiri değil de akli ve Kur'an'ın rehberliğinde bir eleştiriydi.

    Hoşgörü ne olmadığına bakılarak da tanımlanabilir. Başkalarının görüşlerine saygılı olmak için, bir kimse kendi görüşünden taviz vermek zorunda kalmamalıdır. Aklın bu işe uygulanması da ne bir kimsenin saf rasyonalist olmasını ne de vahye geri dönmemesini gerekli kılmıyor. Hoşgörü açık ve net olarak ifade edilmiş Tanrı'nın Birliği (tevhid) kavramlara uygulanmaz. Yalnızca bunun yorumlarına uygulanabilir. Nursi'nin yorumu, İbn Arabi'ninkinden farklıdır. Önceki onun aşkınlığını vurgularken, sonraki her yerde var oluşunu vurgulamaktadır.

    Müslümanlar tartışmalıdır, ama bu farklar üzerinde bizi bölecek kavgalara girişmemelidirler. Biz ortak düşman olan sekülerizm doktrinine karşı birleşmeliyiz. İmanımızı ve ahlakımızı bozan bir zehirdir sekülerizm. "İnsan mutluluğunun ve ahlaki doğruluğun düşmanı inançsızlık ve dinsizliktir." Sekülerizme dinsel fanatizmle karşı gelinir, fakat bu bizi yanlış yere götürür; çünkü biz bu ikisi arasındaki bir konumu seçmeliyiz. Dini fanatizm kör bir imana dayanır, fakat tanrısızlıktan daha iyidir. Ama gerçek Müslümanlar orta yolu takip ederler.

    Zarar verici ve gayrı makulane adanmışlık olan fanatiklik İslam'a uymaz. Ne kadar derinlerde olursa olsun, Müslümanın adanmışlığı bilgiye ve aklı kullanmaya bağlıdır. Böyle olmasa bile fanatizm olarak adlandırılamaz. Bir Müslümanın imanı ve adanmışlığı ne kadar derinlerde ve ciddi olursa olsun, bilgiye dayansın ya da dayanmasın, o Müslüman fanatizmden o kadar uzakta olur. Bunun nedeni İslam'ın barışa, dengeye, adalet ve tevazuya dayanan 'orta yol' olmasındandır.

    Akıl önemlidir, fakat her Müslümanın filozof İbni Sina ya da kelamcı al-Bakillani gibi olması gerekmez. İmanı temel olarak bilen adanmış bir Müslüman olmak yeterlidir. Velayet önemlidir ama her Müslümanın veli olması gerekmez. Ayrıca, veliler yalnızca tasavvuf tarikatlerinde bulunmazlar, aynı zamanda dindar kişiler de mistik aşkınlık durumları yaşayabilirler. Ama bu manevi tecrübeler umuma anlatılmamalıdır.

    İmanın temellerini sorgulamamak gerektiği gibi, vahyi hukukun temellerini de sorgulamamalıyız. Dinin temelleri ve onun değişmez prensipleri hiç bir zaman tartışma veya değişim konusu olmaz. Bunları tartışmayı ya da değiştirmeyi deneyen bir kimse mürted olur. Hukukun detayları zamana göre değişebilir ve biz bunları tartışabiliriz. Bu farklılıklar insanın içtihatlarının sonucudur ve bunlar Sünnet'in bildirdiği gibi rahmettirler; 'Ümmetimin ihtilafı rahmettir'. Buna göre bir Müslümanın samimiyetini küçük bir detaydaki farklılık yüzünden sorgulamak yanlıştır. Elbiselerini ayak bileklerinin üstüne kadar giyenleri uyaran hadisin ahlaki bir mesajı vardır. O kibirli olanları uyarmaktaydı, çünkü İslam öncesi Araplar bu şekilde giyinerek kendi statülerini gösteriyorlardı. Bugün Müslümanlar ahlaki mesajı kaybettiler ve bir Müslümanın samimiyetine, onun giyiniş kodlarına göre hükmetmekteler. Giyiniş tarzı insanlar için dini bir konudur. Bu nedenle de bizim hoşgörümüzü test etmektedir, yoksa düşmanlık ve bölünme için bir neden değildir. Bu meseleler detaydır, asıl değildir. Detaylarda mutlak hakikat mevcut değildir. Bunları mutlak hale getirerek dini kanaatler üzerine tekel kurma tehlikesine düşebiliriz. Bu kendini haklı çıkarmadır ve de çok kültürlü, çok mezhepli bir toplumda buna yer yoktur.

    2. Merhamet Yolu

    Yeni Said imana ve ittihada daha fazla önem verdiğinden (bölünmeye neden olan) siyasi tarafgirlikten uzaklaşarak kendisini (bağışlama ve merhamete neden olan) din kardeşliğine yöneltti. İkincisi Nursi için önemliydi çünkü huzur matematik bir formül değildir ve matematik işlemlerle ortaya çıkmaz. Kısasa kısas ve alınandan geri almak hep adaletin Aristocu biçimleridir ve bu biçimlerin üstüne insan haklarının modern formları bina edilmiştir. Bu hukuki ve klasik Roma hukuku, sofistike yönetim biçimi ve düzen önlemleri getirebilir, fakat huzuru getirmez. Ümmetin aşka ve merhamete ihtiyacı var. Siyaset adaletin aracı olabilir, ama bizim ihtiyaç duyduğumuz şeyin tamamı değildir. Maddi eşitsizlikleri dile getirmek de bizim ihtiyacımız olan şey değildir. Aşkın insanlığa ulaştırılmasına ihtiyacımız var. Bu aşk ve bu merhamet, bir gönül meselesidir ve insan haklarının ötesine uzanır.

    Merhamet çok etkili bir güçtür; birliği ve uzlaşmayı sağlar ve toplumsal değişimin anahtarıdır, hatta adaletten bile daha asildir. Merhamet insan ilişkilerini tamir ederken, adalet insanları yabancılaştırır. Adalete insanları yaptıkları karşılığında cezalandırmak için gereksinim duyarız; yoksa insanların varlıklarını cezalandırmak için değil. Bir hoşgörü göstermeliyiz, fakat bu ahlaki hükümlerden vazgeçmeliyiz anlamını taşımaz.

    Nursi, merhameti insan ilişkilerinin bozulmasına yol açabilecek olan küçük hatalar bağlamında tartışıyor. İnsanlar küçük hücumlar, ufak hatalar karşısında sinirlenip intikam hırsına düşebiliyorlar. Derinlerdeki kızgınlıklardan ve intikam duygularından daha az ciddi olduklarından, karakterin büyümesini engelliyorlar ve ruhu sıkıyorlar. Gurur ve kendini beğenmenin hizmetindedirler. Bu tip kızışların sıklığı düşmanlığa ve nefrete yöneltebiliyor. Gururu terketmek zordur, ama bir kimsenin düşünce ve hareketleri üzerine devamlı tefekkürle aşılabilir.

    İntikam tatlı görünür, fakat ruhu zehirler ve zarafetin sağlıklı akışının önünü keser; bir kişinin psikolojik ve manevi olarak zarar görmesine neden olur. Sevgiyi kaybetmekten, yaralı bir gururdan ve problemli bir zihinden dolayı sıkıntı çeker. Eğer kendisinin gurur ve kendini beğenmişliğini aşarsa o zaman gücenik kalmaz ve hayırsever olur. Kötülükleri unutamasa bile hoşgörebilir. Merhamet etmek yanlışı hafızadan silmek demek değildir, ama yanlış yapana karşı nefret duymayı sona erdirmektir.

    Eğer bir adaletsizlikten veya beladan ötürü sıkıntı çekersek bunu ilahi kader ışığında görmeliyiz. Nursi, sıkıntıyı anlatmak için dikkatimizi daha büyük bir resme çekiyor. Biz sıkıntıyı sabırla aşmalıyız çünkü sıkıntı arınmak için anahtardır. 'Mahlukat bir çok durumdan geçerler ve zorluklardan ve belalardan sıkıntı çektikleri birçok koşulu tecrübe ederler ve böylece arınırlar.' Bu sıkıntılar Allah'tan gelen bir sınamadır. Bir kardeşimizden gelmiş olsa dahi bize yapılan yanlış, ilahi kaderimizin bir parçası ve karakterimizin bir sınanışıdır.

    Biz hata yapana karşı öfke duymaktansa acıma duygusu içinde olmalıyız, çünkü o nefsinin zayıflığına mahkum olmuştur. Gönül hem kardeşlik ilişkisine, hem de düşmanlığa müsaittir. Kardeşlik, öfkemizi merhamete dönüştürür. Merhamet, Rahim denen ilahi bir özellikten kaynaklanır ve insan tarafından kolayca taklit edilebilir. Allah birbirlerine karşı merhametli olmayı müminlere emreder. Merhamet, Kur'an'da yalnızca birkaç kez geçen sevgiden (el-Vedûd) daha üstündür. Merhamet kolaydır, ama bağışlama çok daha zordur.

    Bağışlama intikamdan daha evladır ve insanın nefsine hakim olmasını gerektirir. Affetme cezayı dışlamaz, yalnızca nefreti dışlar. İnsanı yüceltir, kalbin sızısını azaltır ve kalbi nefretten bağımsız kılar. Zordur çünkü bize zarar vermiş birini neden affetmemiz gerektiğini anlamayız. Ama bu Allah'ın sevdiği bir hususiyettir: 'Nefretlerini yenenler ve affedenler. Muhakkak Allah iyi ameller işleyenleri sever' (Ali İmran: 135) Kötülük yapanı affederek ona zarar vermenin belki de daha büyük bir adaletsizlik yapmanın önüne geçmiş oluyoruz.

    Özetle, bir kişi bize kötülük yaptığında üç şeyi dikkate almalıyız. Evvela, ilahi kaderi düşünmeliyiz. Allah 'İnsan kendine bırakılacağını mı düşünüyor, kontrolsüz bırakılacağını mı düşünüyor?' (Kur'an, 75:36) Sıkıntı esnasında sabretmek mutlu olmak için ve enaniyetten uzaklaşmak için elzemdir. Bu ilahi merhamet ile çatışmaz.

    Aslında çekilen sıkıntılar için minnettar olmalıyız, çünkü onlar mutluluğun anahtarıdırlar. Sonra, kötülük işleyenin kendi alçak nefsinin kurbanı olduğunu düşünerek ona acımalıyız. Öfkemizin bizi kontrol etmesine müsaade etmemeliyiz, aksine biz öfkemizi kontrol etmeliyiz. Üçüncü olarak, Allah'ın, insanın kendi ruhundaki bir hata yüzünden kötülük yapan kişi vasıtasıyla kendisini cezalandırdığını düşünmeliyiz. Başkalarını bizde de olan kusurlar nedeniyle kınarız. Halbuki geçmişimizdeki kusurlar enaniyetimizi kırmalı.

    Sonuç

    Hoşgörüye giden iki yolu, imanı ve merhameti tartıştık. Bunların ikisi de dini fanatizmi ve saldırganlığı azaltmak için akla ihtiyaç duymakta. Ayrıca, çok kültürlü, çok mezhepli ve çok dinli bir toplumda hoşgörü için çok önemlidir bu iki kavramda. Nursi, harekete geçmeden önce tefekkür etmemizi ve intikamdan önce affetmemizi istiyor. Çeşitli düşüncelere saygı duymak için kamil bir imana sahip olmalıyız ve en sevdiklerimizi aile bağlarımızı korumak için affetmeliyiz. İntikam insan ilişkilerini sona erdirirken, merhamet insanları birbirine bağlar.

    Öz

    Bu makalede hoşgörüye giden iki yolu, imanı ve merhameti tartıştık. Bunların ikisi de dini fanatizmi ve saldırganlığı azaltmak için akla ihtiyaç duymakta. Ayrıca, çok kültürlü, çok mezhepli ve çok dinli bir toplumda hoşgörü için çok önemlidir bu iki kavram da. Nursi, harekete geçmeden önce tefekkür etmemizi ve intikamdan önce affetmemizi istiyor. Çeşitli düşüncelere saygı duymak için kamil bir imana sahip olmalıyız ve en sevdiklerimizi aile bağlarımızı korumak için affetmeliyiz. İntikam insan ilişkilerini sona erdirirken, merhamet insanları birbirine bağlar.

    Dipnotlar

    1. Ibrahim M. Abu Rabi, 'Said Nursi'yi Nasıl Okumalı' (How to read Said Nursi) in Islam at Crossroads: On the life and thought of Bediüzzaman Said Nursi [Kesişim Yollarında İslam: Bediüzzaman Said Nursi'nin Hayatı ve Düşüncesi] , ed. I. M. Abu Rabi, Albany: SUNY Press, 2003, s. 81.

    2. Şükran Vahide, Risale-i Nur'un Yazarı, Bediüzzaman Said Nursi, 2. Baskı. Sözler Yayınevi, 1988, s. 102.

    3. A.g.e., s. 101.

    4. Kelton Cobb, Kesişim Yolları…, s. 132.

    5. Norman Calder, İslâmi Ortodoksinin Limitleri, İslam'daki Entelektüel Gelenekler, ed. F. Daftary. London: B. Tauris, 2001, s. 68.

    6. Hakan Yavuz, 'Modern Olmak, Nurcu Yolu', ISIM Newsletter, Leiden 6/2000, s. 7 ve 14.

    7. Said Nursi, Mektubat, 17. Mektup, London, 1995, s. 279-281.

    8. A.g.e., 279-281

    9. Fred A. Reed, Anadolu Kavşağı, Talon Books, 1999, s. 83-84.

    10. Lucinda Allen Mosher, "Duanın Özü ve Ahlaki Görüş: Said Nursi ve Niyaz" in Islam…, s. 182.

    11. A.g.e., 188.