Köprü Anasayfa

Popüler Esaret: Nefisperestlik

"Yaz 2004" 87. Sayı

  • Medeniyet ve Esaret

    Civilization and Slavery

    Yasemin Yaşar

    Sanat Tarihçi

    Kavramlar

    Hayat-ı içtimaiye noktasında insanlığın geçirmiş olduğu devreler vardır. Bunlar Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Vahşet ve bedeviyet, memlukiyet, esaret, ecir, malikiyet ve serbestiyet"tir.1 Bu sıralamaya göre günümüz insanı beşinci devir olan malikiyet ve serbestiyet devrinde bulunmaktadır. İletişim çağı, teknoloji çağı, uzay çağı gibi isimlendirilen bu dönemde hakikaten diğer sosyal hayat devirleri incelendiğinde görünüşte her şeyin çok mükemmel olduğu, serbestiyet ve malikiyetin dorukta olduğu bir dönem gibi gözükmektedir. Fakat durum hiç de böyle değildir. Üçüncü devir olan esaret devrinin içtimai hayatta değil, bizzat fertlerin kendi iç dünyalarında esir yaşadığı görülür. Yani insanlar, sosyal hayat olarak beşinci devirde gözükürken, iç dünyalarında üçüncü devri yaşamaktadır.

    Burada serbestiyet ve hürriyet kavramlarının üzerinde biraz durmamız gerekecektir.

    Hürriyet (liberty): Temyiz, tercih, irade ve eylem demektir. Herkesin meşru hareketlerinde tam serbest olmasıdır.

    Serbestiyet (freedome): Hürriyet kavramıyla aynı anlamda kullanılan bu kelime; ser-best yani başıboş, baskı olmamak, dış baskılardan kurtulmak gibi anlamlar ifade eder. Dolayısıyla günümüz insanının bu kavramlardan serbestiyeti yaşadığını, fakat hürriyeti tam anlamıyla yaşamadığını görürüz.

    Hürriyetin tanımı içerisinde geçen serbestlik ile günümüz insanının anladığı serbestliğin çok farklı şeyler olduğu, Bediüzzaman'ın aşağıdaki ifadelerinden anlaşılmaktadır: "Öyleleri hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilan ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet adab-ı şeriatle müteeddibe ve mütezeyyine olmak lazımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır. Şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmareye esir olmaktır."2

    Günümüz insanlarının hürriyet ve serbestiyet kavramlarını yanlış yorumlayabileceklerine işaret eden Bediüzzaman, "Ey ebna-i vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. Zira hürriyet müraat-ı ahkam ve adab-ı şeriat ve ahlak-ı hasene ile tahakkuk eder ve neşv ü nema bulur"3 demektedir.

    Gerçek özgürlüğün (hürriyet) bazı basamakları vardır.

    1- Tercih (serbestiyet) dediğimiz ilk basamaktır ki, bugünün insanının anladığı hürriyet sadece bu basamakla sınırlıdır.

    2- Tasarruf.

    3- Temyiz (iyiyi kötüden ayırt edebilme).4

    Hakiki hürriyeti biz sadece tercih basamağı ile sınırlarsak bu, hayvani bir özgürlük (hürriyet) olur. Oysa hakiki hürriyet, yukarıdaki sıralamada ikinci sırada yer alan tasarruf ile başlar, üçüncü basamaktaki temyiz ile tam hürriyete kavuşulur. İşte bu noktadır ki, burada değerler, ruh, maneviyat, din, ahlak, iman gibi kavramlar işin içine girer. İman-hürriyet bağlantısı, "üç yüz elli, belki dört yüz milyon İslam'ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir. İmandan gelen hürriyet-i şer'iye iki esası emreder. Yani iman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek. Allah'a hakiki abd olan başkasına abd olmaz"5 şeklinde ifade edilmiştir.

    Buradan da anlaşılıyor ki, hakiki hürriyet (hürriyet-i şer'iye, şefkat-i imaniyeden tevellüd etmektedir), yani gerçek hürriyet iç hürriyettir ki, bunu sağlayan tek şey imandır.

    Bu noktada hürriyet kavramının daha başka bir yönünden bahsetmemiz gerekecektir. Yani iki hürriyet vardır:

    1- Dış hürriyet; örf, gelenek, kanun, kaide ve devlet gücü gibi kavramların oluşturduğu hürriyettir ki, bu insanların direkt gözlemleyebildiği bir hürriyettir.

    2- İç hürriyet; bizim asıl üzerinde durmamız gereken hürriyet budur. Zira nefisperestlik ve çağdaş esaretin zıddı olan bu kavram, hemen göze çarpmayan, insanın kendisinin bile çoğu zaman fark edemediği bir hürriyettir. Ruhun bütün dış bağlardan kurtulmasını ifade eder.

    Bu hürriyeti kazanmak çok zordur. Bunu ilk basamağı da insanı iç tutsak eden nefs-i emmarenin bilinmesiyle olur. Bundan sonra emmare olan nefsin (kötülüğü emreden nefis) emirlerini dinlememek, kendi gerçekleriyle yüz yüze gelmek, bir iç hesaplaşma yapmakla iç hürriyet kazanılmaya başlar. Bunun tezahürü ise, yani hakiki hürriyeti kazanmış bir kişi, başkalarının kendi adına düşünmesine, seçim yapmasına, karar vermesine izin vermeyecek kadar özgürleşmiştir.

    Bediüzzaman'a göre, "ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur",6 yani insanı iç tutsaklıktan (nefisperestlik) kurtaran yegane şey imandır. İman ise, kişiyi Yaratanına bağlayan ve sadece ona kul olmayı gerektiren bir olgudur.

    İç Hürriyete Engel Olan Medeniyet-i Sefihe

    19 ve 20. yüzyıllarda medeniyet, din dışı gelişme ve maddileşme olarak algılanmıştır. Din, ahlak, felsefe, sanat gibi kavramlar medeniyetin dışında kalıp, kültür kavramı içinde değerlendirilmiştir. Dolayısıyla medeniyet dendiği zaman dinin, ahlakın olmadığı laik bir kavram akla gelir olmuştur. Fakat asıl medeniyet nedir? Nasıl olmalıdır? sorularına Bediüzzaman medeniyeti ikiye ayırarak cevap vermektedir. Birincisi medeniyet-i hazıra (medeniyet-i sefihe) tabiriyle anlatılan günümüz medeniyetidir ki, "cazibedar hizmeti heva ve hevesi teşci ve arzularını tatmin, metalibini teshildir. O heva ise şen'i insaniyeti derece-i melekiyetten dereke-i kelbiyete indirmektir.7 İkincisi ise, Kur'an medeniyetidir, yani medeniyet-i fazilet; "nokta-i istinadı kuvvete bedel haktır. Hedefi menfaat yerine fazilettir. Heva yerine hüdadır. Şe'ni insaniyetten terakki ve ruhen tekemmüldür. Nefsin hevesat-ı süflisine bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder."8

    Bu medeniyet tanımlarından da anlaşılacağı üzerine medeniyet-i hazıranın temel taşları olan bilim, teknoloji insanları israfa, tüketime, hedonizme (Hazcılık ve faydacılık) alıştırmış, kalbî, zihnî, ahlakî kirliliğe sebep olmuştur.

    Hayat standartlarındaki yükseliş ahlaki çöküntüyü beraberinde getirmiştir. Artık insanlar sadece kendilerini düşünür olmuşlar ve bütün duygu ve cihazlarıyla "daha fazla nasıl lezzet alırım ve arzularımı nasıl tatmin ederim"in peşine düşmüşlerdir. "Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına küçük bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Menfaat-ı şahsiyesine hasr-ı nazar eden insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur."9 Sadece haz, lezzet ve heves tatminini düşünen insanlar, ne yazık ki, ne heveslerini tatmin edebilmişlerdir, ne de hazlarını. Mutsuz, gergin, stresli, bunalımda insanlar topluluğu ortaya çıkmıştır. "Hakiki terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine layık hususi bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek; ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflîsini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur."10

    Medeniyet-i Sefihenin Kurmuş Olduğu Tuzaklar

    Sefih medeniyetin kurmuş olduğu tuzakların en başında şüphesiz medya gelmektedir. İletişim çağı, teknoloji çağı, enformasyon çağı gibi kavramlarla değerlendirdiğimiz bu asırda bu işlevi yapan, yani insanların ayaklarına ve boyunlarına değil, kalp, akıl, ruh, sır gibi latife ve duygularını zincirleyen ve bu işi de zorla değil sevdirerek, bile bile tercih ettirerek yapan etkenlerin önde geleni medyadır. Uluslararası medya holdingleri bir çok alanda olduğu gibi sefahat alanında da büyük işler görmektedirler.

    Amerika (Hollywood) bütün dünya pazarına filmleri, müzikleri pompalayan merkez hükmündedir. Müzik, eğlence ve haber alanlarında dünyayı bir nevi koloni gibi hakimiyeti altına almaktadır. McChesne bu sefih medya kanallarının hareketli müziklerle gençleri hoplatıp silkeleyerek ceplerindeki paraları boşalttığını söyler. İletişimci McChesne global medya organlarının faaliyetlerini yeni kolonicilik diye tarif eder.11

    İletişimci McChessne'nin koloni kelimesini seçmesi ilginçtir. Zira sömürgecilik 19. yüzyılda İngiliz ve Fransızların az gelişmiş ülkeleri sömürmesiyle bittiğini düşünmekte iken, bugün bu sömürü bütün dünya insanlarına yapılmaktadır. Film, müzik, CD, internet, moda, eğlence ve spor ile insanlar iktisadi, felsefi ve politik olarak sömürülmektedir.

    Global Medya Holdinglerinin Hedef Kitleleri

    Global medya holdinglerinin hedef kitleleri bütün dünya insanları, çocuklar, gençler ve kadınlardır. Sefih medeniyetin en çok hedefinde olan ve en çok etkilenen ise gençlerdir. Zira gençlikte his ve hevesler ön planda olduğu için onları esir almak daha kolay olacaktır. Bu medeniyet-i hazıranın gençleri hedef aldığını teşhis eden Bediüzzaman şöyle der; "Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayın. Aya Avrupa'nın size ettikleri zulüm ve adavetten sonra hangi akılla onların sefahat ve batıl efkarlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz. Yok yok! Sefihane taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz."12

    Medeniyet-i sefahatın ikinci hedef kitlesi ise kadınlardır.

    Kadınları istismar eden ve bir meta gibi kullanan bu günkü medeniyet onları daha fazla hak, hürriyet, eşitlik kavramlarıyla kandırmaktadır. Bediüzzaman, hedef kitlenin gençler olduğu gibi kadınların da ahirzaman fitnesinde kullanılacağını söyler. Açık-saçıklığa teşvik ile teşhirciliğe yönlendirilerek onları nefislerinin esiri haline getirmiş, çağdaş köle olan kadınlar ortaya çıkmıştır. Üstelik bunlar başkaları tarafından kullanılmaya açık hale getirilmişlerdir. "Mimsiz medeniyet taife-i nisayı yuvalarından uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış."13 Kadınlık fıtratının tahrip edildiği cinsel meta haline getirilen bu kadınlar gelecek nesillerin anneleri olmaları hasebiyle nefislerine esir annelerden özgür evlatlar değil, kendine güvensiz, kendi adına karar veremeyen, kişilik bozuklukları olan, başkaları için yaşayan nesiller doğacaktır. Bu ise tehlikenin başka bir boyutudur.

    Asrın bu tehlikesine karşı Bediüzzaman 'Hanımlar Rehberi' ve 'Gençlik Rehberi' isimli iki eser telif etmiştir. Hanımlar Rehberi'de kadınların ahirzaman fitnesinden nasıl kurtulacaklarını şöyle anlatır: "Demek medeniyetin ref'i tesettürü, hilaf-ı fıtrattır. Kur'an'ın tesettür emri fıtri olmakla beraber o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebedi olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten, manevi esaretten ve sefaletten kurtarıyor."14 Ve yine devamla, "Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvi seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yeganesi, daire-i İslamiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur. Rusya'da o biçare taifenin ne hale geldiğini işitiyorsunuz."15

    Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi dünyayı gözlemleme gücü arttıkça insanın istidatlarına, iç alemine, enfüsi daireye yapacağı yolculuklarda azalmalar görülür. Kafa yorması, düşünmesi, hakikati araştırması gereken meselelere karşı alakasızlaşır. "Nereden geliyorum, nereye gidiyorum, ne için gönderildim" olan üç muazzam sorunun cevabını bulmak gibi hakikatle uğraşmazsa nefis ve şeytan onu başka şeylerle uğraştırmaya başlar. Artık böyle bir insanın gaye-i hedefi dünya lezzetlerini en dorukta tatmak ve yaşamak olur. Ne ilginçtir ki, bunu bulan, yaşayan şimdiye kadar ne olmuş, ne duyulmuş, ne de görülmüştür. Zira Bediüzzaman, dünya lezzetini istiyorsak, daire-i İslamiyeden başka yerde o lezzeti bulamayacağımızı söyler.

    Çağdaş Esaretten Kurtulmanın Çareleri ve Müjdeler

    Asrın hastalıklarına dair Kur'an'dan reçeteler sunan Bediüzzaman, bu esaretten kurtulmanın çaresini şöyle ifade eder. "Bu hayat-ı dünyeviyenin hakiki lezzeti iman dairesinde ve imandadır. Ve amel-i salihanın her birisinde bir manevi lezzet vardır. Dalalet ve sefahette bu dünyada dahi acı ve çirkin elemler bulunur."

    Sefih medeniyetin cazibesinden kurtulmanın çaresi Allah'a iman ve ahirete iman dersi vermekle yetmez. Bunlarla beraber en etkin yollardan birisi aynı lezzet içinde elemi gösterip hissi mağlup etmektir. "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler (İbrahim suresi, 3). ayetinin işaretiyle bu zamanda ahiretin elmas gibi nimetlerini lezzetlerini bildiği halde dünyevi kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek ehl-i iman iken, ehl-i dalalete o hubb-u dünya ve o sır için tabi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yeganesi dünyada dahi Cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur."16

    Bütün bunlara rağmen bizler ümitvarız. Bu konularda yine Bediüzzaman'ın müjdeleri vardır.

    "Kainatta maksud-u bizzat hayırlar ve güzelliklerdir." İşaratü'l-İ'caz

    "Herşeyin kemale bir meyli var." Sünuhat

    "Kainatta bir tekamül kanunu geçerlidir. Tekamül meyli insanın fıtratına yaratılışta verilmiştir." Hutbe-i Şamiye

    Bütün bu müjdelerin sonunda diyebiliriz ki, insanlık bu esaretten kurtulacaktır. Zira "istikbalde hükümferma olacak yalnız İslamiyettir." İslamiyet ile insan iç özgürlüğünü yakalar, bu ise dış özgürlüğe ister istemez tesir eder. Çünkü İslami terbiye metodunda, tebliğde insanın öncelikle kendi nefsinden başlaması gerektiği vurgulanmaktadır. Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez prensibiyle insan önce kendi nefsinin esaret zincirlerini kırar. Hakiki bir abd olur.

    Sonuç

    Günümüz insanının özgürlükten anladığı, nefsin bütün istek ve arzularını yerine getirmek ve başkasına zarar vermemek kaydıyla her istediğini yaşamak şeklindedir. Böyle bir özgürlük anlayışı insanı bu dünyada sadece lezzet almaya, kendini düşünmeye ve bencilleşmeye iten bir sonuç doğurur. Bu ise sosyal bir varlık olan insanın yapısına uygun olmayıp, 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın ve nemelazımcı' bir anlayışı beraberinde getirir. Bu da insan suretli canavarlarla yaşanacak bir dünyayı ortaya çıkarır.

    Bu sonuç, içeriden nefis ve şeytan, dışarıdan ise sefih medeniyetin mahsulü olan organlar ve kurumların işbirliği ile ortaya çıkmaktadır.

    Sefih medeniyet ise, insanı hürriyet fikriyle nefsine esir etmektedir. İnsanın nefis ve şeytanın tesiriyle akıl ve kalbinin rağmına hareket edebileceğini varsayar.

    Tam hürriyet ise, insanın dış özgürlüğü ile birlikte iç özgürlüğünün de kazanılması ile gerçekleşmektedir.

    Nefis, şeytan ve sefih medeniyetin organlarının insan fıtratını bozan her türlü hile ve oyunlarına rağmen, ümidi hiç kaybetmemek gerekmektedir. Zira tahrip cephesi kadar tamir cephesi de çalışmaktadır. Ayrıca Kur'an, sünnet ve müceddidlerin müjdeleri dikkate alındığında, kainatta hayrın ve güzelliklerin galip geleceği ve her şeyde bir tekamül meylinin neticesi insanlık kıyametten önce bir fecr-i sadık dönemi yaşayacağı anlaşılmaktadır.

    Öz

    Beşer, tarih boyunca, vahşet ve bedeviyet, memlukiyet, esaret, ecir, malikiyet ve serbestiyet gibi dönemlerden geçmiştir. Günümüz insanı, sosyal hayat olarak beşinci devirde gözükürken, iç dünyalarında üçüncü devri yaşamaktadır. Hürriyetin tanımı içerisinde geçen serbestlik ile günümüz insanının anladığı serbestlik çok farklı şeylerdir. İnsanlar serbest olalım derken, sefaletin içine düşmektedirler ve nefislerine köle olmaktadırlar. Sefih medeniyetin kurmuş olduğu tuzakların en başında şüphesiz medya gelmektedir. Bu asırda insanların ayaklarını ve boyunlarını değil, kalp, akıl, sır gibi latife ve duygularını zincirleyen medya, bu işi zorla değil, sevdirerek, bile bile tercih ettirerek yaptıran bir etkendir. Global medya holdingleri hedef kitle olarak bütün dünya insanlarını, özellikle çocukları, gençleri ve kadınları seçmiş bulunuyor. Hakiki hürriyet (Hürriyet-i şer'iye, şefkat-i imaniyeden tevellüd etmektedir), yani gerçek hürriyet ise, iç hürriyettir ki, bunu sağlayan tek şey imandır. Bediüzzaman, "Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur" diyerek, insanı iç tutsaklıktan (nefisperetlik) kurtaran yegane şeyin iman olduğuna vurgu yapmaktadır.

    Abstract

    The humanity passed through centuries from various phases such as wildness and nomadism, being property, slavery, proprietorship and freedom. The contemporary man seems to be in the last phase in his social life, whereas in his inner worlds he lives in the slavery phase. Freedom which is intrinsic to the definition of liberty is entirely different from the term freedom the contemporary man understands. The men fall into misery and become slave to their self in order to be free. It is certain that the media is the prominent trap established by the dissipated civilization. The media does not put a chain on the foot and necks of people but on their pleasing and feelings such as hearts, reasons and secrets. The media is a factor which carries out this not coercively but lead the people to prefer these acts. The global media companies selected the entire population of the world, especially children, youth and women as their target. The real freedom (The Islamic freedom emerges from the compassion of faith), i.e., the real freedom is the inner freedom provided only by faith. Bediüzzaman states that "If the faith is so powerful, then the freedom becomes powerful" and emphasizes that faith is the mere instrument to save the men from the slavery to self.

    Dipnotlar

    1. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 649.

    2. Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998, s. 55.

    3. Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 48.

    4. Hocaoğlu, Durmuş, Kötülük, Toplumsal Kötülük ve Hürriyet, Köprü, Yaz/2001.

    5. Tarihçe-i Hayat, s. 89.

    6. Nursi, Bediüzzaman Said, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 103.

    7. Nursi Bediüzzaman Said, Sünuhat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 60.

    8. A.g.e., s. 61.

    9. Hutbe-i Şamiye, s. 165.

    10. Sözler, s. 291.

    11. Aydıner, Furkan, "Medeniyet-i Sefahet" ve "Medeniyet-i Fazilet"in Mukayesesi, Köprü, Kış/2003

    12. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar, 14. Lem'a, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 124.

    13. Sözler, s. 667.

    14. Lem'alar, s. 198.

    15. A.g.e., s. 203.

    16. Nursi, Bediüzzaman Said, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001, s. 624.