Köprü Anasayfa

Popüler Esaret: Nefisperestlik

"Yaz 2004" 87. Sayı

  • Nefsini Bilen Rabbini Bilir

    Who knows his Real Self knows his God

    Sadık Yalsızuçanlar

    'Nefsini bilen Rabbini bilir' hadisini İbn Arabi (ra) şöyle yorumlar: 'Her insanda bir İlahi İsim daha fazla mütecellidir. İnsan, ancak bu İsmin tecellisi kadarınca nefsini bilecektir.' Yani bu İlahi İsmin tezahürü oranında Rabbini bilecektir. Rabbin Zat'ı bilinmez. Zat'ın tefekkürü yasaklanmıştır. İnsan idraki zaten Zat'ı fikretmekten acizdir. O halde, nefs, Bediüzzaman'ın Ene Risalesi'nde belirttiği üzere, Rabbin bilinmesinde bir anahtar işlevi görür.

    Ene Risalesi, İslam irfan geleneğinin içinden konuşan Bediüzzaman'ın önemli eserlerindendir. Burada, 'emanet'in 'ene' kavramıyla açımlanması düşüncesini Üstad, Zemahşeri ve Cili'den iktibas etmiştir. Zemahşeri, ilgili ayeti tefsir ederken 'Ene' kavramını kullanır. Ekberi İrfan geleneğinin değerli adlarından Cili'nin ise, Hüviyet ve Enaniyet adlı bir eserinden söz edilmektedir. Demek ki, Ene, Rabbin bilinmesinde bir ölçüttür.

    Nefs, klasik Arapça'da ruh anlamında kullanılmıştır. Günümüzdeki kullanımı daha çok, 'ruh'tan farklı, özerk bir olgu biçimindedir. Nefsin düzeylerinden Kur'an'da söz edilmektedir. Sufiler, insanoğlunun yeryüzüne nüzulünü bir alçalma, asli doğasından uzaklaşma olarak yorumlarlar. Dolayısıyla insan, dünyaya inerken, bir irtifa kaybı yaşamıştır ve nefsi hastadır. Nefs-i emmare, kin, düşmanlık, yalancılık, nifak, isyan ve küfür üzeredir. İnsanın manevi bir seyr ü seyahat yaşaması, nefsin, Kur'an'da belirtilen aşamaları gerçekleştirmesi anlamına gelecektir. İkinci aşamada nefs, levvamedir, yani kötülüklerden kaçınma yönünde bir duyarlık kazanmıştır. Ardından doygunluğa ermiş, Rabbi'yle doymuş mutmain nefs düzeyi gelir, nihayet rıza makamına ulaşmış nefs-i razıyye gelir ardından. Bu düzeyler, bize, nefsin, dünyaya inerken alabildiğine cahil ve münkir olduğunu, bu alçalıştan sonra, tekrar Rabbine dönmek için bir arınma yaşanması gerektiğini gösterir. Nefs-i emmare düzeyinde kalmış olanlar, kendini tanrılaştırma eğilimi içerisindedir aynı zamanda. İnsan, nefsinden doğrusal bir hat çekerek, tüm varlığı orada odaklar. Her şey kendi nefsi için ve nefsine göre konumlanacaktır artık. Bu, esasında örtük olarak rububiyyet iddia etmektir. İrfan ehli, nefsin tüm aşağılık eğilimlerinin altında ubudiyyeti terk, rububiyyeti iddia bulurlar. Sözgelimi Konevi, zina eyleminde örtük bir rablık iddiası gizli olduğunu söyler, Kırk Hadis Şerhi'nde. Çünkü der, zina, keyfemayeşa bir davranıştır. Bu ise, sadece Zat'a özgüdür. İnsan, mutlak özgür olamaz ve mülkünde dilediğince tasarrufta bulunamaz.

    Esasında mülkten söz etmek imkansızdır, insan için. Mülk Allah'ındır. Risale-i Nur mesleği ve tefekkürü, tümüyle bu irfani geleneğe uygun olarak nefsin arınması ilkesine dayanır. Amaç, rızayı kazanmaktır; bunun biricik yolu ise Hz. Peygamber'in emrettiği üzere nefisle mücahede ve riyazettir.

    İnsanın cihatla yükümlü oluşuna ilişkin Bediüzzaman, tıpkı İbn Arabi gibi, büyük cihadın nefisle yapılması gerektiğini belirtir. Allah, “kafirlerle savaşın”, buyurur. İbn Arabi, bu ayetteki buyruğa uyarken, “en yakınınızdakinden başlayın”, der, en yakınınızdakinden, yani nefsinizden. Size en yakın kafir, nefsinizdir. O halde, onunla mücahedeye girişin. Bu, bir risalesinde Bediüzzaman'ın Kadiri ve Nakşilerin cehri ve hafi zikirlerine ilişkin bir yorumunda da karşımıza çıkar. Kadiriler, cehri zikirle tabiat tağutlarını zir ü zeber etmişler, Nakşiler hafi zikirle nefsi tezkiye etmektedirler. Ene, rizayet ve kullukla delinmezse tüm varlığını kuşatır insanın. Nefisperestlik, bir tür putperestlik gibidir. “Onlar, nefislerini (heva) ilah ittihaz etmişlerdir”, uyarısı bunu ima eder. İbn Arabi hazretleri Fütuhat'ta, velilerin velayetlerinin delili olan kerametleri yorumlarken mealen şöyle der: Velilerin kerametleri, hep bir manevi mertebe, bir makam kazanmanın hem bir delili, hem de armağanıdır. Sözgelimi 'heva'larını denetim altına almayı başarmış insanlar, 'hava'da yürüyebilirler. 'Biz, hayatı sudan yarattık' ayetinin sırlarına vakıf olanlar, suyun üzerinde yürüyebilirler. Bediüzzaman'ın birinci manevi evresinde, Kosturma esaretinden firar ederken Volga'nın üzerinden yürüyerek geçtiği rivayet edilir. Keza, Horhor Medresesinde başından geçen o ilginç olay, havada kalabilmesi, hevasını denetleyebilme düzeyini işaret eder. Kimi yorumcular, nefsini bilmekten kastın, nefsini yenmek olduğunu söylemişlerdir ki, yaygın yorum budur. Yunus Emre hazretlerinin ifade ettiği gibi, bizler dünyaya ölmek için değil, olmak için geldik. Olmak, ölmeden evvel ölmekle mümkündür. Ölmekten kasıt ise, insanın nefsinin, yani kişisel doğasının sınırlarını taşarak, kendi kişisel algısını silerek, İsm-i Azam olan Hu'nun sırrına ermesidir.

    Öz

    Klasik Arapça'da nefs, ruh anlamında kullanılır. Nefsin, sonraki dönemlerde kazandığı "benlik", "kendilik" anlamını da içeren bu geniş anlam dünyası içinde söylenmiş olan bir hadis: "Nefsini bilen Rabbini bilir"in anlamını bu çerçevede düşünmek gerekir. Nefsini bilen, yani ruhunun zenginliklerini ve bir emanet olarak "benlik"i bilen Rabbini bilir. İnsan, kendisini ancak, nefsinde tecelli eden İlahi İsimlerin tezahür düzeyine göre bilebilir. Nefsinde ne düzeyde Esma-yı Hüsna tecelli ediyorsa, o seviyede bilecektir.

    Abstract

    In Classical Arabic, the term real self means spirit. The meaning of a hadith uttered in this wide semantic sphere which also includes the later meanings of "identity" and "selfness" of this term real self should be considered in this framework: "Who knows his Real Self knows God". Who knows his Self, i.e., who knows the riches of his spirit and "identity" as a deposit also knows his Lord. The human being can only knows himself at the level of the manifestation of the Divine Names that have been revealed by his Self. The manifestation level of the Beautiful Names in his Self will determine the level of the God's knowledge by that person.