Köprü Anasayfa

Bitmeyen Esaret: Yoksulluk

"Güz 2004" 88. Sayı

  • Bitmeyen Esaret: Yoksulluk

    Editör

    Yoksulluk, tıpkı zenginlik gibi insanlık tarihinin temel gerçeklerinden biridir. Yoksulluk gerçeği gerek fert, gerek toplum bazında yaşanagelmiştir. Tarihsel olarak baktığımızda hem ferdin, hem de toplumun zenginlik-yoksulluk sarkacında değişken roller üstlendiğini müşahede ederiz. Bu da bize gösterir ki, yoksulluk değişmez kader değildir. Ne var ki, içinde yaşadığımız toplum birkaç yüzyıldır kalkınmışlık sıralamasında listenin sonlarında yer almaktadır. Bu marazi durum İslam toplumunun çoğunluğunu kuşatmış durumdadır. Hatta denebilir ki, İslam dünyasının içinde bulunduğu esaretin ve sefaletin kaynağı da yoksulluktur. Şüphesiz "gerçek yoksulluğun" yanında bir de duygu ve düşünce boyutunda yaşanan "göreceli yoksulluk" vardır; kanaat etmeyen, yetinmeyi öğrenememiş insan hep yoksuldur.

    Konunun bir diğer can alıcı noktası ise kalkınma-hürriyet ilişkisi. Yoksulluğa karşı silah olan sanat/sanayi-üretim hür ortamda gelişir. Serbest ticaret, rekabete dayalı piyasa ekonomisi olarak kendini gösteren hürriyet boyutunun kalkınmadaki rolü inkar edilemez. Diğer yandan hürriyetin doğru yaşanabilmesi için yoksulluğun istibdadından da kurtulmak gerekmektedir. Ticaret, sanat için de itici güçtür.

    Bu dosyamızda konuyu "gerçek yoksulluk, göreceli yoksulluk, zaruret, sanat/sanayi-üretim, kalkınma, ila-yı kelimetullah, gelir dağılımı adaletsizliği, sınıf çatışması, tüketim, israf, kanaat, şükür, görenek, derd-i maişet, sefahat, yaşam kalitesi, eğlence, hevesat-ı nefsiye, çalışma, aşk-ı hayat, yaşama sevinci, fazilet, lezzet-i ruhaniye" gibi anahtar kavramlar çerçevesinde işlemeyi planladık. Gerçek ve göreceli yoksulluğu tanımlamayı; yoksulluğun sosyo-kültürel, ekonomik, dini, tarihi sebeplerini irdelemeyi; fert ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini tespit etmeyi ve yoksulluğun çarelerini araştırmayı amaç edindik.

    Bireyler, toplumlar, sınıflar ve milletlerarasında husumete ve çatışmaya neden olan; ahlaki dejenerasyonu ortaya çıkaran ve buna bağlı olarak toplumsal arızalar üreten; bireyin ve toplumun estetik kaygılarını körelterek "insaniyet"in önünü tıkayan yoksulluğun sebep ve sonuçlarının neler olduğunu ortaya koymaya çalıştık.

    Bediüzzaman'ın "İla-yı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır" tezinden hareketle, İslam toplumunun yoksulluğunun/geri kalmışlığının sebepleri ve sonuçları üzerinde dururken özellikle şu sorunun cevabını aradık: İslam toplumunda yanlış kaderiyecilik anlayışıyla yoksulluğun özendirildiği, tasavvufun "bir lokma, bir hırka" felsefesiyle bunu devam ettirdiği söylenebilir mi?

    "Göreceli yoksulluk" olarak nitelendirebileceğimiz gayr-i zaruri şeylerin zaruri hale gelmesinde göreneğin, TV'nin, reklam sektörünün rolünü de ihmal etmedik.

    ***

    Atilla Yargıcı, insanların ekonomik olarak eşit yaratılmadığını ve toplumun ahenkli işleyişi için bu farklılığın gerekliğini, çünkü sosyal bir varlık olarak yaratılan insanların birbirleriyle yardımlaşmalarının ancak, bu farklılıkla mümkün olduğunu savunuyor. Ayrıca zenginlik ve fakirliğin insanlar için bir imtihan olduğunu ifade ediyor. Yargıcı, Kur'an'ın farz kıldığı zekat müessesesinin zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu kapatacak bir enstrüman olduğunu ve bunun hem yoksullara onurlu bir hayat sağlayacağını hem de iki tabaka arasındaki çatışma potansiyelini yok edeceğini vurguluyor.

    Osman Özkul, fakirlik hastalığının kaynağında kapitalist ve sömürgeci Batı medeniyet anlayışının ve modernist dünya görüşünün olduğunu savunduğu makalesinde, çözüm için uzun vadeli yolların üretilmesi gerektiği düşüncesini işliyor.

    Osman Güner, makalesinde, yoksullukla mücadelede dinin önemli bir direnç noktası olabileceği ve etkin bir sivil inisiyatif olarak bu alandaki mücadeleye katkı sağlayabileceği tezini işliyor.

    "İslâm'da Yoksulların Gözetimi" konusunu işleyen Şevket Topal, tarihin her döneminde toplumun belli kesiminin yoksul olduğunu, buna karşılık yoksul insanların himayesine yönelik olarak birey ve toplum düzeyinde faaliyetlerin de aynı oranda var olageldiğini ifade ediyor. İslâm Dîni'nin ana kaynaklarında da yoksulların korunmasına ve gözetilmesine yönelik çok sayıda düzenlemenin bulunduğunu söyleyen Topal, bu düzenlemelerin İslâm toplumları tarafından dikkate alınıp uygulandığını vurguluyor.

    Hülya Alper, tevhit ilkesinden hareketle İslâm'da yoksulluğun önünü kesme fonksiyonu taşıyan infak üzerinde duruyor. İnsanın tasarrufuna verilen malı ihtiyaç sahipleriyle paylaşmasının, imanına işaret eden önemli bir unsur olduğunu vurguluyor.

    Cemal Ağırman, makalesinde yoksulluğun bir kader olmadığı, çalışıp kazanmanın önemi, israftan kaçınmanın gerekliliği ve kanaatin değeri üzerinde duruyor. İsrafın, İslam'ın değerler manzumesinde uygun görülmeyen bir tüketim tarzı olduğunu ifade ediyor ve buna karşı en güçlü silah olarak kanaati öne çıkarıyor. Ağırman'a göre, İslamiyet ferdi mülkiyeti tanımış olmakla beraber, Müslüman'a kendi malını dilediği gibi harcama konusunda sınırsız özgürlük vermemektedir.

    Ali Murat Yel'e göre, fakirliğin ortadan kaldırılması tarih boyunca pek mümkün olmamışken küreselleşme ve liberalizmle birlikte ticaret hayatının yaygınlaşmasıyla fakirlik de küresel bir problem teşkil etmiş ve çözümü için de küresel aktörlerin rol alması gereken bir süreç başlamıştır. Fakirliğin ortadan kaldırılması sadece ekonomik tedbirlerle değil, aynı zamanda toplumsal dayanışma ile mümkün olacaktır.

    Tasavvufi akımların da etkisiyle ideal bir dinî yaşantının ancak yoksulluk durumunda mümkün olabileceğine olan inancın günümüzde değişerek, yoksulluğun dinî yaşantı açısından olumsuz bir durum olduğu fikrinin ortaya çıktığını savunan Vejdi Bilgin, yalın bir ahlaki bakış açısıyla, kişinin bir takım dini mükellefiyetleri yerine getirdikten sonra ortalama hayat standardından sapmasının dinî açıdan problemli olduğunu ileri sürüyor.

    Murat Çiftkaya, "varoluşsal yoksulluk" kavramını öne çıkardığı makalesinde bunun, insanın Rabbini tanımasına ve aynı zamanda insanın diğer insan ve varlıklarla kardeşçe ve eşit bir ilişki kurmasına, onlara şefkat duymasına vesile olduğunu ifade ediyor.

    Ali Seyyar, yoksulluğun toplum ve devlet için sosyal risk oluşturduğunu, bu riski ortadan kaldırmak için sosyal devlete büyük görevler düştüğünü ifade ediyor. Özellikle mutlak yoksulluğun ortadan kaldırılmasında ve önüne geçilmesinde kamusal sosyal yardımın önemini vurguluyor. Seyyar, kapsamlı makalesinde, yoksullara yönelik sosyal politikaların temel esaslarını belirledikten sonra, Türkiye'de yürürlükte olan kanunlar çerçevesinde uygulanmakta olan kamusal sosyal yardımın etkinliği üzerinde duruyor ve yoksulluğa karşı kısa ve orta vadede hayata geçirilmesi gereken sosyal politikalar öneriyor.

    Lütfullah Cebeci, dünya kaynakları yeterli olmakla birlikte, zulmün ve sömürünün insanların ekserisini yoksulluğa mahkum ettiğini, bunun sorumlusunun da Batı olduğunu savunuyor. Cebeci'ye göre, buna engel olabilecek yegane alternatif güç İslam'dır.

    Necdet Subaşı, yoksulluk, dindarlık ve aile merkezli tartışmalara değindiği makalesinde, dindarlık ve yoksulluğun kesiştiği ailelerde ortaya çıkan gerilimleri inceliyor.

    İlknur Türe, makalesinde, kapitalizmin insan nefsini kötü yönde nasıl harekete geçirdiğini ve insanı sonunda nasıl bir manevi boşluk içine soktuğunu; bu manevi boşluğun ise İslamiyet'e sarılmakla giderilebileceğini anlatıyor.

    ***

    Sizleri dergimizle baş başa bırakırken, 89. sayımızla yeniden buluşmayı diliyoruz.