Köprü Anasayfa

Bitmeyen Esaret: Yoksulluk

"Güz 2004" 88. Sayı

  • Kur'an'a Göre Yoksulluk

    Poverty in the Qur'an

    Bitmeyen Esaret: Yoksulluk

    Dr., Harran Üniversitesi öğretim üyesi.

    Allah insanı sosyal bir varlık olarak yarattığı için bir toplum içinde yaşamak zorundadır.1 Çünkü bir insan kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Bu yüzden başka insanların yardımına muhtaçtır.2 Yiyeceği ekmeği, giyeceği elbiseyi, oturacağı evi yapabilmek için bile diğer insanlara gereksinim duyar. Toplum fertleri yaşadıkları ülkelerde ürettiklerini "mübadele" ederler. Bu değiş-tokuş insanlığın ilk dönemlerinde üretilen mal ile olurken, daha sonraları üretilen malların paraya çevrilmesi ve ihtiyaç duyulan nesnelerin bu parayla alınması şekline dönüşmüştür. Bu bir nevi yardımlaşmadır. Ancak toplum halinde yaşayan insanların bu muamelelerinde bazen haksızlıklar, zulümler olabilmektedir. Hırs, başkalarını yönetme, kendini herkesten üstün görme gibi yönlerini ön plana çıkaran insanlar, toplumun diğer fertlerine haksızlık ve zulüm yapabilmektedir. Bu da zaman içerisinde feodaliteyi, tekelleşmeyi doğurmakta, bazı insanların haksız yere servetlerini çoğaltmalarına, bazılarının da yoksul bir hayat sürmelerine sebep olmaktadır. Duyguları ve kuvvetleri kontrol altına alınmadığı takdirde insan zalimlikte, haksızlık yapmakta sınır tanımaz. Bu yüzden Kur'an insanda sonsuz bir zulmetme meylinin olduğunu bildirmekte ve onu "zalûm" olarak nitelemektedir.3 Kur'an-ı Kerim bu zulmü önlemek, insanların serbest iradeleriyle hür bir ortamda çalışmaları sonucunda elde ettikleriyle mutlu bir şekilde yaşamalarını temin etmek amacıyla bazı kurallar getirmektedir. Bu kurallar öz olarak insanlığın yaratılışından itibaren gönderilen bütün dinlerde de vardır.

    Kur'an'a göre insanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır.4 Her toplumda fakirler de vardır, zenginler de.5 Esasen toplumun ahenkli işleyişi için bu farklılık bir bakıma da gerekmektedir. Çünkü herkes aynı ekonomik güce sahip olsaydı toplumda insanların faydalanacağı bir çok işleri yapan çıkmayacak, bu durumda da insanın yaşaması zorlaşacaktı. Bu açıdan bakılacak olursa, önemli olan insanların ekonomik olarak farklılığı değil, çalışmasıdır. Kur'an'da insana çalıştığının karşılığının verileceği bildirilmekte ve çalışmaya teşvik edilmektedir.6

    Allah insana bir rızk takdir etmiştir, bunlardan bir kısmı "zaruri rızk"dır ki, insanın ölmeyecek derecede yaşaması için lüzumlu olan ihtiyaç maddeleridir. Bu ihtiyaçların en önemlilerinin, olmazsa olmazlarının "yemek, içmek, ev, elbise ve evlilik" olduğu söylenebilir. Allah yarattığı bütün canlıların rızıklarını vereceğini taahhüd etmiştir.7 Yani rızık "taahhüd-ü Rabbani" altındadır.8 Örneğin, insan gibi irade sahibi olmayan bitkilerin rızıkları onların ayaklarına gelmektedir. Allah onlara ummadıkları yerden rızık göndermektedir. Yeni doğmuş bütün insanî ve hayvanî yavruların tıpkı bitkiler gibi aciz olduklarından onların rızıkları da anneleri vasıtasıyla hiç ummadıkları bir yerden gönderilmektedir. Ancak bebekler büyüdükçe bu rızık kesilmekte ve çalışılması gerekmektedir. Bu yüzden rızk-ı helal, güçle, iktidarla, zekayla ters orantılıdır. Hayvanlar büyüdükçe avlanarak rızıklarına kavuşurlar, insanlar da çalışarak… Dünya bir hikmet dünyası olduğundan insanın rızkını elde etmek için de sebeplere başvurması, yani çalışması gerekmektedir. Tembelliği alışkanlık haline getirenlerin kendileri için takdir edilen helal rızka kavuşma noktasında büyük zorluklarla karşılaşacakları bir realitedir. Bu yüzden insanları gerçek anlamda yoksulluk sınırının altına düşüren, açlık sınırında yaşatan şeyin tembellik olduğunu söyleyebiliriz. (Bazı ülkelerde insanların aşırı yoksul olmaları ise, servetin adaletsiz dağıtımından ileri gelmektedir. Bir çok toplumda bir kısım insanlar aşırı lüks içinde yaşarlarken, bir kısım insanlar yiyecek ekmeği zor bulabilmektedir.) Özellikle günümüzde insanlar, bürolarda masalarda oturup yüksek maaş almayı umuyorlar. Böyle bir iş olmazsa çalışmayacaklarını söylüyorlar. Bir insan ister üniversite mezunu olsun, ister ilkokul mezunu böyle düşündüğü sürece aç kalmaya, yoksul kalmaya mahkumdur. Rızkı kazanmak için en tabii yol ticaret, zenaat ve ziraattir. Çok az sermaye ile bile bu işleri yapmak mümkündür. Tabii ki, bütün bunlar için sabırlı olmak, kanaatkar olmak gerekir. Bir anda zengin olma hevesi, insanları gerçek rızık kaynakları olan bu gibi temel işleri yapmaktan uzaklaştırmaktadır. Dünya Allah'ın Hakim isminin tecelli ettiği bir yer olduğundan, Allah tarafından takdir edilen rızkın temin edilebilmesi için çalışmak gerekmektedir.

    Eli-ayağı tutan her insan yapacak bir iş bulabilir. Bir kişi bir mesleği kendi zeka seviyesine göre bir ila üç sene içerisinde öğrenebilir. Bu kadar sene karın tokluğuna çalışsa bile, daha sonra o mesleği yapabilecek, helal rızkını daha iyi şartlarda elde edecek bir duruma gelebilir. Önemli olan bu anlayışa sahip olmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus asla hırs peşinde koşmamaktır. Hırs her zaman hasarete sebep olmuştur. İnsanın rızkını elde etmesi onun çalışmasıyla yakından alakalıdır. Fakat her çalışan insan da zengin olmayabilir. Çünkü Kur'an'da Cenab-ı Hakk, dünyada dilediği kimselerin rızkını açacağını, genişleteceğini, dilediğinin rızkını da daraltacağını bildirmektedir.9 Bunun sebeplerinden birisi de insanın bu dünyaya imtihan için gönderilmesidir. Allah insanı bazen zenginlikle sınadığı gibi, bazen de malda, canda ve ürünlerde noksanlıklarla sınar.10 Bu yüzden kimisi az çalışır çok kazanır, kimisi çok çalışır az kazanır. İnanan bir insan, çalıştıktan, sebeplere başvurduktan sonra Allah'ın kendisine takdir ettiği rızka "kanaat" etmek durumundadır. Kanaat şükrün önemli unsurlarından birisidir. Kanaat eden bir insan mutlu bir insandır. Kendisini zenginlerle değil, yoksullarla kıyaslayan insandır. Peygamberimiz kanaatin tükenmez bir hazine olduğunu bildirmekle, gerçek zenginliğe işaret etmiştir. Gerçek zenginlik insanın gönlünün tok olmasıdır. Ama ne yazık ki, ayetler ve hadisler insanın mala karşı çok hırslı olduğunu göstermektedir.11 İnsan kendisine bir vadi dolusu altın verilse, bir ikincisini isteyecek kadar hırslıdır. Bu insan ise görünüşte zengin olmasına rağmen, aslında yoksul bir kimsedir. Yoksulluk ve zenginliğin bu anlamda da rölatif olduğunu söylememiz mümkündür.

    Yaratılıştan insanlar arasında var olan gelir farklığı, insanların Kur'an'da ve diğer kutsal metinlerdeki "zekat, sadaka" gibi yardımlaşma düsturlarına uymamasıyla gittikçe artmaktadır. Özellikle son iki asırdır bilimin pozitivist yorumunun etkisiyle bazı toplumlar Allah inancından ve bütün kutsal dinlerden uzaklaşmaya başlamışlar, zayıfın yok olmasını, güçlünün ayakta kalmasını öngören sosyal Darwinizmi benimsemişlerdir. Böylece bütün kutsal dinlerde var olan ve İslam dininde de en mükemmel şekilde bulunan "muavenet" prensibi yerine, bireysel menfaat ön plana çıkmıştır. Çoğu toplumlarda diğergamlıktan uzak bu bencil yaklaşımın benimsenmesinden dolayı, fıtraten var olan zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe açılmıştır ve hâlâ da açılmaya devam etmektedir. Bugün en gelişmiş ülkelerde dahi, yoksul insanların nispeti % 25'ler civarındadır. Örneğin, bunu Amerika için söylemek mümkündür.

    Türkiye gibi işsizlik oranının yüksek olduğu Müslüman ülkelerde bazı Asya ve Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi bir isyan görülmüyorsa, bunu da insanların İslam inancından kaynaklanan "yardımseverlik" özelliklerinde aramak gerekir. Bunların istisnaları olmakla birlikte toplumumuzda ekonomik olarak çok zor durumda olan insanlara, yakın akrabaları ya da komşuları yardım elini uzatmaktadır. Bu da insanların birbirlerini daha iyi tanıdıkları küçük yerleşim bölgelerinde daha çok olmaktadır. Bu açıdan bir İslam ülkesinde insanların irtica yaftalarıyla İslam'ın değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılması bu toplumsal yardımlaşma fikrini azaltan bir unsur olmaktadır. Yarım hurma ile bile olsa sadaka vermeye teşvik eden dinin prensiplerini bilen insanlar, ellerinde var olanı başkasıyla paylaşma ahlakını edinmektedir. İslam dinini ilerlemeye engel olarak göstermek isteyenler, ya İslam'ın çalışmaya ve yardımlaşmaya teşvik eden ayetlerini bilmiyorlar ya da art niyetli insanlardır.

    Kur'an, yoksulluğu, fakirliği önlemede çok önemli kurallar getirmektedir. Kur'an'a göre yaşanırsa, hiçbir toplumun fertleri açlık ve yoksulluk içinde olmaz.. Kur'an-ı Kerim'in zekat vermeyi zenginlere farz kılan12 ve faizi haram kılan13 iki mevzudaki ayetleri bile insanlığı yoksulluktan kurtarmaya yeter.14 Örneğin, Türkiye aslında kaynakları kendisine yetecek kadar zengin bir ülkedir. Ama kaynakların çeşitli sebeplerle adaletsiz paylaşımı nüfusun % 20'sini çok zenginleştirmiş, %80'ini ise muhtaç duruma düşürmüştür. Bu yüzde seksenin önemli bir kesimi de geçimlerini çok zor şartlarda temin etmeye çalışan yoksul, fakir insanlardır. Bu ülkede dinin emirlerini yerine getirecek kadar inançları sağlam kişiler çoğunlukta olsa, en azından herkes orta derecede varlık sahibi olur. Çünkü zengin insan, zenginliğin sadece kendi çalışması sonucunda el ettiği, kendi yeteneğiyle kazandığı bir şey olmadığını bilir, Allah'ın kendisine bu rızıkları ihsan ettiğinin şuuruna varır. Bu da kendisinin rızkın sahibi değil, emanetçisi olduğu, muhtaç olan insanların bu servette haklarının bulunduğu bilincinin gelişmesine sebep olur. Çünkü bilir ki, bu mal kendisine bir imtihan için verilmiştir. Bunun bir hesabı olacaktır. Bu yüzden etrafındaki fakir insanlara Allah emrettiği için zekat verir, hatta daha fazla miktarlarda sadaka verir. Böylece toplumdaki yoksul olan insanlar Allah'ın kendilerine zenginler eliyle verdiği helal rızıkları sayesinde insan onuruna yakışır bir şekilde hayatlarını şükür içinde sürdürürler. Böylece zenginlerle fakirler arasında sevgi, şefkat ve saygı bağları kuvvetlenir. Kur'an zenginlerde fakirlere karşı şefkat duygusunu oluştururken, fakirlerde de zenginlere karşı saygı meydana getirir. Kur'an'a inanan bir insan, Kur'an anlatılan çok zengin Karun kıssası gibi kıssalardan ibret alır, kendisinden zekat istenildiğinde parayı, malı kendi yeteneğiyle elde ettiğini söyleme gafletinde bulunmaz. Zenginle fakir arasındaki uçurum böylece ortadan kalkar. Yoksulların bu yardımlaşma sayesinde nasıl normal varlıklı insanlar haline geldiğinin en güzel örneği İslam tarihinde hicret sonrasında yaşanmıştır. Bütün varlığını Mekke'de bırakarak Allah rızası için Medine'ye hicret eden muhacirlere, ensarın yaptığı yardımlar, aralarındaki sevgi ve kardeşlik bağlarını zirveye ulaştırmıştır. Muhacirlere göre daha varlıklı olan ensar, Müslüman kardeşlerin yoksul yaşamalarına izin vermemiş, onların da kendileri gibi insan onuruna yaraşır bir hayat yaşamalarına zemin hazırlamıştır. Hatta ensardan bazılarının durumları iyi olmamasına rağmen, kendi ihtiyaç duydukları maddeleri bile Mekke'den gelen kardeşleriyle paylaştıklarını görüyoruz. Bunun sırrı sevdikleri şeylerden infak ederek gerçek imana erişme arzusudur. Böylece insan araç olan para gibi, mal gibi cansız varlıkları değil, halife-i arz ve eşref-i mahlukat olarak yaratılan insan gibi Allah'ın muhatap aldığı insanları sevmeyi tercih ettiğini göstermiştir. Aslında bu örnek, dünyada insanlığı yoksulluktan kurtarmanın da denenmiş bir reçetesini oluşturuyor.

    Diğer taraftan aynı sağlam inanca sahip olan, malı, parayı bir amaç haline getirmeyen insanlar, çalıştırdıkları insanların çobanları olduklarını idrak eder, onları "çalışan fakirler" olmaktan çıkarır. Böylece zenginler, komşusu aç iken tok yatan bir komşu, bir akraba, bir patron olmaktan kurtulmuş olurlar.

    Farz olan zekatın ve sünnet olan sadakanın verilmemesi zenginle fakir arasındaki uçurumu derinleştirdiği gibi, faiz de aynı fonksiyonu icra eder, toplumdaki dengeyi zenginler lehine bozan bir diğer unsur da faizdir. Kur'an faizin her türlüsünü haram kılmıştır. Böylece toplumlarda var olması muhtemel "sen çalış ben yiyeyim" düşüncesini kökünden söküp atmıştır. Kur'an'ın bu düsturu bütün insanlığı mutlu edecek bir formül olmasına rağmen, kapitalizmin menfaatperest insanları bu formülü görmezden gelmekte ve insanların ekseriyetini sömürmektedir. Kur'an muhtaç olan insanları iflasa sürükleyen faiz yerine, "karz-ı hasen" denilen bir toplumsal kurumu önermektedir.15 Bu, ihtiyaç sahiplerine borç vermektir. Karşıdaki insan eğer borucunu ödeyemeyecek durumda ise, onun borcunun silinmesi bile tavsiye edilmektedir.

    Zekatın yaygınlaştığı, faizin kalktığı, karz-ı hasen kurumunun yaşatıldığı bir toplumda zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe kapanır, cemiyet mutlu ve huzurlu olur. Bu yüzden bugün dine bütün kurumlarıyla karşı çıkan insanlar aslında bir bakıma da insanların çoğunluğunun mutluluğuna karşı çıkan insanlardır. Halbuki zekatın verildiği, faizin olmadığı, karz-ı hasenin yaygınlaştığı bir toplumda kin ve düşmanlık yerine, sevgi, saygı ve şefkat vardır. Buraya kadar anlatılan hususlar, "absulute poverty" denilen gerçek yoksulluğu ortadan kaldırmayla ilgili Kur'an'ın önerileridir.

    Yoksulluğun bir de rölatif yönü vardır. Bu da kişinin gerçekten yoksul olmadığı halde kendisini yoksul sayması, yoksul hissetmesi ya da hissettirilmesidir. Bu da insanı sadece "tüketen" bir varlık olarak değerlendiren günümüz medeniyetinin zaruri olmayan ihtiyaç maddelerini, tiryakilik ve görenekle zaruri hale dönüştürmesinden kaynaklanmaktadır. Said Nursi, mimsiz diye nitelendirdiği medeniyetin dayattığı bu anlayışın "mecazi rızk" kavramını ortaya çıkardığına dikkat çekmektedir.16 Nursi'ye göre insan bedeviyette dört şeye muhtaç iken, günümüzde yirmi şeye muhtaç oluyor. Bu mecazi ihtiyaçları giderebilen insanların oranı ise çok düşük olduğundan, günümüz medeniyeti insanı "çok fakir ediyor." İşte bu mecazi rızkın, zaruri olmayan rızkın peşine düşen insan, zulme, haram kazanmaya sevk ediliyor. Esasen insanlığın mutsuzluğunun altında da bunun sonucunda meydana gelen zengin fakir arasındaki uçurum yatıyor.17 Nursi'ye göre, insanın dünyayı ahirete tercih etmesinin altında da mecazî, yani zaruri olmayan rızkın peşinde koşması yatıyor.18 Günümüzde insanların mecazi rızıklara yönelmesi yada zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri imiş gibi telakki etmesi nasıl oluyor? Bazı Batılı yazarlar bunu "reklam"la açıklamaya çalışıyor. Erich Fromm bu görüşü taşıyanlardan sadece birisi. Ona göre tüketime teşvikin önemli bir aracı olan reklam sayesinde insanlara gerçekten ihtiyaçları olmayan şeyler ihtiyaçmış gibi gösteriliyor.19 İnsanlar her yeni çıkan ürünü bir ihtiyaç olarak algılamaya başlıyor. Özellikle yakın akrabalar ve komşular varlıklarını reklamların etkisinde kalarak harcıyorlarsa bu onları da etkiler. Kadınların kocalarını komşularda ya da akrabalarda gördüklerini almaya, şu anda ihtiyaçlarını gören ve daha birçok sene görmesi muhtemel olan malları değiştirmeye teşvik eder. Böylece toplumun normal bir ferdi görenek belasıyla aslında temel ihtiyaçlarını giderecek kadar varlıklı iken bir anda kendisini yoksul hissetmeye başlar. Böyle bir harcama mantığı, -ki, Kur'an'da buna "israf" denmektedir- çalışmayla elde edilen paranın zaruri olmayan, ama zaruri hale getirilen ürünlere kifayet etmemesine sebep olur. Bu durumda çalışan koca başka yollardan bunları giderme yoluna gider. Lüks yaşama tutkusu, hayatını medeniyet fantaziyeleriyle geçirme arzusu, onu haram yollara iter. Çoğu zaman kadın da bu tuzağa düşer. Bu bakımdan medeniyet insanı göreceli bir yoksulluğa itmiştir. Toplumda şans oyunlarına yönelmenin, rüşvetin, dolandırıcılığın, hortumculuğun yaygınlaşmasının altında yatan en önemli sebep budur.20

    Diğer taraftan insan görenek gibi tiryakiliği de "zaruri ihtiyaçlar" kategorisine dahil etmektedir. Her gün sigara içen, içki içen bir insan buna alıştığı için bunların zaruri olduğu zannına kapılmaktadır. İçki ve sigara masrafları bir çok ailenin bir aylık mutfak masrafı kadar harcamayı gerektirmektedir. Şu bilinmektedir ki, tiryakilik gibi bu tür alışkanlıkları edinen kimseler, kısmen varlıklı da olsalar kendilerine yoksul varsaymaktadırlar. Bu alışkanlıklar, aile fertlerinin gerekli besin kaynaklarından yoksun kalmalarına sebep olmaktadır. Bir de tüketim toplumu insanları lokantalarda yemek yemeye, kafelerde çay-kahve, meşrubat içmeye teşvik ediyor. Bu da bir ailenin bir aylık mutfak masrafının birkaç gün içinde tükenmesine sebep oluyor. Bu aile de bu tür harcamaların yanlışlığını düşünmeden kendisine yoksulluk damgasını vurmakta, her zaman hayatından şikayetçi olmaktadır. Ayağını yorganına göre uzatmasını bilmeyen, tüketim medeniyetinin ve Süfyan çağının israf tuzağına düşen insanlar, bankalardan yüksek faizle borç almaya, kredi kartıyla yüklü miktarlarda harcama yapmakta, bu da kısa süre sonra o ailenin ocağına incir ağacı dikmekte, ailenin dağılmasına sebep olmaktadır. Bu israf medeniyeti, insanları kazandıklarından çok tüketmeye sevk ederek onu "human consumer" haline getirirken adeta yoksullaşmasına sevinmekte, Kur'an medeniyeti ise insanı bu çıkmazdan kurtaracak formüller sunmaktadır.

    Kur'an'a göre Allah iştahlı bir mide verdiği insana dünyada sayısız rızıklar ihsan etmektedir.21 Bu ihsan ve ikramları Allah'ın yarattığı varlıkları ve özellikle de insanı sevdiğini göstermektedir. Cenab-ı Hakk insanların bu nimetlerden istifade etmesini, ama asla israf etmemesini istemekte, israf edenleri de sevmeyeceğini bildirmektedir.22 Çünkü israf insanı yoksullaştırmaktadır. Bu sebeple Kur'an insanın harcamalarında bile cimrilik ile israf ortasında bir yerde olmasını istiyor.23 Çünkü eli çok açık bir insan, bir gün muhtaç duruma gelebilir, mahzun olabilir.24 Bu konudaki ayetlerden Kur'an'ın insanı "veren el" konumundan "alan el" konuma düşürmek istemediği anlaşılıyor.

    Sonuç olarak, Kur'an insanların yoksul bir hayat yaşamalarını istemiyor ve bunu önlemek için de bir dizi tedbirler öngörüyor. Kur'an'ın bu yöndeki tavsiyeleri, emirleri ve yasakları insanın eşyayı, malı-mülkü, parayı, altını, tarlayı-bahçeyi, nefsini putlaştırmasının önüne geçmesini kolaylaştırıcı unsurları ihtiva ediyor. Zaten bütün sorun da insanın bu unsurları birer idol haline getirmesinden kaynaklanıyor. Son iki asırda insanların bir tek Allah inancından ve dinden uzaklaştırılmasının en önemli sonuçlarından birisi, Allah ve ona bağlı olarak insan sevgisi yerine, eşya, mal, para, zevk, eğlence sevgisinin ön plana çıkmasıdır. Allah'ı tanımayan, bilmeyen, O'nun ceza ve mükafat vereceğine inanmayan insanlar, tek yaşam yerlerinin bu dünya olduğunu düşündüklerinden bu dünyayı kendilerine cennet gibi yapmaya çalışırken başkalarına cehennem haline getirmekten kaçınmazlar. Bu da sağlam inançtan mahrum olduğunda zalimlikte sınır tanımayan bazı kişilerinin diğer bir kısım insanları yoksullaştırmasına ve yoksulları da sömürüp ezmesine yol açıyor. Yoksulların neredeyse dünyanın yarı nüfusuna erişmesi, medeniyetin israf ve tüketim politikasıyla insanları gerçek ve rölatif bir yoksulluğun içine sürüklemesi, onları mutsuzlaştırması insanlığın Kur'an'ın iki dünyada da mutluluk getirici formüllerine ne kadar muhtaç olunduğunu gösteriyor. Sosyal Darwinizmin, kapitalizmin toplumsal bir varlık olan insanı bireyselliğe sürüklediği, yardımlaşma prensibi yerine güçlünün zayıfı, zenginin fakiri ezmesine sevk ettiği çok acı tecrübelerle anlaşılmıştır. İnsanın çoğunluk olarak mutsuzluğuna sebep olan bu durum, Kur'an'ın yardımlaşmayı esas alan ve insanın toplumsallığını esas alan yoksulluğun ilacı olan zekatın emredilmesi, faizin ve israfın yasaklanması ve karz-ı hasen'in tavsiye edilmesi gibi prensipleriyle ortadan kaldırılabilir. Bu yüzden içerde ve dışarıda İslam'ı teröre destek veren bir din gibi göstermek isteyenler, aslında bu faaliyetleriyle İslam'ın toplumsal sorunlara sunduğu köklü çözümleri de örtbas etmiş oluyorlar.

    ***

    Öz

    İnsanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Her toplumda zenginler de vardır fakirler de… Aslında toplumun ahenkli işleyişi için bu farklılık bir bakıma da gerekmektedir. Çünkü sosyal bir varlık olarak yaratılan insanların birbirleriyle ilişki içinde olmaları, yardımlaşmaları ancak bu farklılıkla mümkündür. Diğer taraftan insanların bazısı zenginliği, kimisi de fakirliği ile sınanmaktadır. Öte yandan herkes helal rızkını elde etmek için çalışmak zorundadır. Allah kiminin rızkını genişletir, kiminkini de daraltır. Ancak zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu kapatmak için de varlıkların fakirlere "zekat" vermesini farz kılmış, faizle onları sömürmelerini de yasaklamıştır. Bu formül ile hem yoksullar onurlu bir hayat seviyesine ulaşabilir, hem de iki tabaka arasındaki çatışma potansiyeli, sevgi, şefkat, saygı ve kardeşliğe dönüşür. Kur'an'ın bu çözümü dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldıracak kadar etkili bir yoldur.

    Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Gerçek Yoksulluk, Göreceli Yoksulluk, Rızık, Zekat, Karz-ı Hasen, Faiz, Sosyal Darwinizm, Tüketim

    Abstract

    People were not created equally in economic terms. There are rich and poor people in every society… Indeed, this difference is necessary for the equilibrium of society. Hence, the interaction and mutual assistance of the human being, a social creature is only possible with this difference. On the other hand, some people are examined through his wealth, whereas some with his poverty. Another aspect of the issue is that everybody should work in order to earn his legitimate income. God gives to some people more than others. But in order to close down the gap between the rich and poor people, He orders rich people to give to the poor devotion. God also prohibited the exploitation of poor ones through interest. Thanks to this formula the poor ones can reach an honorable life-standard. Furthermore, it helps to transform the potential conflict between these two groups into love, compassion, respect and brotherhood. This solution of the Qur'an is an efficient means to eliminate poverty in the world.

    Key Words: Poverty, Real Poverty, Relative Poverty, Sustenance, Devotion, Beneficial Debt, Interest, Social Darwinism, Consumption

    Dipnotlar

    1. Adler, Alfred, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev: Kamuran Şipal, Say Yayınları, 1981, s. 45.

    2. Güngör, Erol, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, Ötüken Yayınevi, İst., 1998, s. 99.

    3. Ahzab: 33/72

    4. Nahl: 16/71 Bu ayette Cenab-ı Hakk, insanların rızk bakımından farklı şekillerde yaratıldıklarını beyan etmektedir. Nisa suresinde ise "Allah'ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri vardır, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah'tan O'nun lütfunu isteyin: Şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir." buyurarak, insanların ekonomik olarak farklı şekillerde yaratıldığını beyan etmektedir. (Nisa: 4/32) Ayrıca, İsra suresinde, "Çünkü Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir. Şüphesiz ki, o, kullarından haberdardır, onları çok iyi görür." buyurmaktadır. (İsra: 17/30) Zemahşeri ayetin tefsirinde, rızkı bol vermenin ya da az vermenin onun hikmet ve maslahata tabi olduğunu, bunun hazineler yanında olan Allah'ın "emri", yan işi olduğunu bildiriyor. (Zemahşeri, Ebu'l-Kasım, Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabî, Beyrut, 1997,II, 621.) Bu insanı çalışmaya teşvik etmekte, ancak kazancının tamamen Allah'ın elinde olduğunu ifade etmektedir. İnsan çalışmasının sonunda elde ettiğine kanaat göstermeli ve hırs sahibi olmamalıdır.

    5. Nisa: 4/135.

    6. Necm: 53/39.

    7. Hud: 11/6.

    8. Said Nursi, Lem'alar isimli eserinde taahhüd altında bulunan bu hakiki rızkı insanın, "beşerin su-i ihtiyarı karışmazsa her halde bulabileceğini", bunun için dini, namusunu ve izzetini feda etmeye mecbur olmayacağını ifade ediyor. (Nursi, Said, Lem'alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 132.)

    9. Ra'd: 13/26.

    10. Bakara: 2/155.

    11. Adiyat: 100/8.

    12. Bakara: 2/43, 83, 110, 177, 277; Nisa: 4/77, 162.

    13. Bakara: 2/275.

    14. Zekatın farz kılınmasının ve faizin haram kılınmasının zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu nasıl kapattığıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Nursi, Said, İşaratü'l-İ'câz, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978, s. 47-49.

    15. Karz-ı Hasen kavramı ile ilgili bkz: Maide: 5/12; Hadid: 57/11, 18; Tegabün: 64/ 17; Bakara: 2/245; Müzzemmil; 73/20.

    16. Nursi'ye göre, mecazî rızk, su-i istimalat ile, gayr-i zaruri rızk, zaruri rızk hükmüne geçmekte, insan bu gerçekten zaruri olmayan hususlara görenek belasıyla tirkyaki olup terkedemiyor. Ona göre bu nevi rızk, Rabbanî taahhüt altında değildir. Bu yüzden bu rızkı tahsil etmek çok pahalıdır. (Nursi, Said, Lem'alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 132.)

    17. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası II, Sinan Matbaası, İstanbul, 1959, s. 99. Nursi, Tarihçe-i Hayat isimli eserinde de bu medeniyetin insanı "fakir, sefih ve ahlaksız" yapmasından yakınıyor. (Nursi, Said, Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 72.)

    18. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası II, s. 214.

    19. Erich Fromm bu konuyu ciddi bir şekilde tartışmaktadır. Ona göre hakim olan ekonomi ilkesi, daha çok üretmekse, tüketici daha çok istemeye, yani tüketmeye hazır hale getirilmelidir. Bu durumda sanayi, tüketicinin daha çok meta alması için kendiliğinden istek duymasına umut bağlamaz. Modası geçmek deyimini otaya atar. Eskiler daha uzun süre dayanacakken, tüketiciyi yeni bir meta almaya zorlar. Ürünlerin, giysilerin, dayanıklı eşyanın, hatta yiyeceğin bile şekillerinde değişiklikler yaparak kişiyi, istediğinden fazlasını almaya zorlar. Sanayici üretimi artırmak ihtiyacındadır. Bu ihtiyacı da tüketicinin isteğine güvenerek değil, büyük ölçüde tüketicini ne istediğine karar verme hakkına büyük bir saldırı olan reklama güvenerek belirlemiştir. (Fromm, Erich, Umut Devrimi, Çev. Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, İst., 1995, s. 50-51.)

    20. Bkz, Yargıcı, Atilla, "Kur'an'ın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü", Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, s. 14. Bu çalışmada tüketimin insanı düşürdüğü durum şu şekilde ifade edilmektedir: "Kazandığı para, zarurî olmayan ama, alması gerektiği empoze edilen tüketim mallarına yetmeyen veya hiçbir sınır tanımadan herkesin her istediğini yapabilmesini sağlayan faydası ve zevk ahlakına uyan kimseler, başkalarına ve kendilerine zarar verir duruma gelmişlerdir. Yapılan bu haksızlıklar içinde soygunlar, cinayetler, tecavüzler ve uyuşturucu ticareti gibi zararlı yollar sayılabilir. Evrensel olarak ahlakın temeli kabul edilen, 'kendine yapılmasını istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma' prensibi, artık büyük ölçüde hükmünü kaybetmiştir."

    21. Maide: 5/ 88; En'am: 6/142; Enfal: 8/26; Bakara: 2/172.

    22. En'am: 6/141; A'raf: 7/31

    23. Bakara: 25/67.

    24. Bu konuda İsra suresinde, "Eli sıkı, cimri olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın." buyurmaktadır. İsra: 17/29.