Köprü Anasayfa

Bitmeyen Esaret: Yoksulluk

"Güz 2004" 88. Sayı

  • Yoksulluk, Din ve Sivil Toplum

    Poverty, Religion and Civic Society

    Osman Güner

    Doç. Dr., O.M.Ü., İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi

    Yoksulluk, çağlar boyu insanlığın ortak kaderi olmuş toplumsal bir sorundur. Bu sorun, kimi zaman sermayenin haksız paylaşımından kaynaklandığı durumlarda önemli sosyal krizlere ve toplumsal düzeni temelden sarsacak kadar tehlikeli boyutlara ulaşabilmiştir. İşte bu nedenle milletler, kendilerine özgü çeşitli yol ve yöntemleri kullanarak bu hayatî sorunu çözmek için büyük uğraş vermişlerdir. Kimi toplumlar yoksulluğu bertaraf etmek için sosyal devlet ilkesine, kimileri sosyal güvenlik sisteminin yaygınlaştırılmasına, kimileri de işsizlik sigortasının uygulanmasına vurgu yapmışlardır. Bizatihi dinî müesseseler ve sivil toplum kuruluşları, yoksullukla mücadelede içtimaî dayanışmayı sağlamak suretiyle etkin bir rol oynayabilecek konumdadırlar. Zira her şeyden önce din, sosyal hayatın güçlendirilmesi için ön gördüğü yüce prensipleri sayesinde, zenginlerle yoksullar arasında bir katalizör görevi görebilecek güç ve etkinliğe sahiptir.

    Sahip olduğumuz medeniyetin öteden beri ortaya koyduğu anlayış ve uygulama, yukarıda söz konusu edilen çözüm yollarını bünyesinde barındırmış olmakla birlikte, esasen tüm bu anlayışları aşan kendine özgü bir yaklaşımı da öngörmektedir. Söz konusu bu anlayışın temeli, tabii olarak her insanın yaşadığı ülkenin zenginliklerinden faydalanma hakkının bulunduğu ve bu hakkın toplumsal bir yükümlülük olarak her hak sahibine verilmesi gerektiği esasına dayanmaktadır.1 Toplumda çeşitli nedenlerle ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun duruma düşmüş kimselere yardımdan kaçınmanın dinen büyük bir günah olduğu ve ahirette de cezayı gerektirdiği yönündeki dinî uyarılar,2 bu dinin müntesiplerini ve sorumluluk sahibi yöneticilerini yoksullukla mücadele konusunda kalıcı önlemler almaya sevk etmiştir. Bu önlemler, yalnızca varlıklı insanların insaf ve merhamet duygularına bırakılmayıp, bir dizi hukukî yaptırımlarla donatılan toplumsal mekanizmalar şeklinde devreye sokulmuştur. Söz konusu maddî-hukukî müeyyidelerle desteklenen bu müesseselerin başında, zekat ve fıtır sadakası gibi dinî-malî vergiler, bazı suç ve ihlallere karşı belirlenen maddî kefaretler, yakınlara verilmesi öngörülen nafakalar, adaklar, kurbanlar ve sadakalar gibi yükümlülükler gelmektedir.3

    İslam'ın dışındaki diğer ilahî dinler de yoksulluk sorununun giderilmesi konusunda benzer mesajlar vermişlerdir. İlahî dinlerin sorunun giderilmesi için öngördüğü bu yöntemler ve uyarılar sosyal hayatta yeterince dikkate alınmış olsaydı, muhtemeldir ki, yaşadığımız dünyada yoksulluk sorunu önemli ölçüde çözüme kavuşturulabilirdi. Zira dünyamızda insanların ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli düzeyde kaynak ve servet birikimi, potansiyel olarak zaten mevcuttur. Yeter ki, bu kaynak, haksızlık ve nankörlük yapılmadan elde edilsin ve insanlar arasında da adaletli bir şekilde dağıtımı yapılsın. Bu ancak, toplumda sosyal dayanışmayı ve yardımlaşmayı ayakta tutacak gönüllü sivil toplum kuruluşlarının bu yönde işlev görmesi ve organize olmasıyla mümkün olacaktır.

    Sivil toplumu, "kendi iradesiyle örgütlenmiş sosyal hayat alanı" şeklinde tanımlayacak olursak,4 toplumlardaki dinî müesseseleri de bir tür sivil örgütlenme veya sivil toplum hareketi olarak tanımlamak mümkündür. Nitekim Batıdaki kilise teşkilatı, günümüzde birer sivil toplum örgütü olarak işlev görmekte ve sosyal hayatın pek çok alanında muhtaç durumdaki insanlara gönüllü hizmetler sunmaktadır. Bu konuda gözleme dayalı olarak yapılan bir araştırmanın verilerine göre, kilise teşkilatının hizmet ürettiği alanlar arasında, dil ve uyum sorunu çeken yabancılara ücretsiz kurs verip dil öğretmek, yargıda sorunu olanlara karşılıksız avukatlık hizmeti vermek, evinde kullanacak eşyası olmayanlara eşya yardımı sağlamak, tamir ihtiyacı olan araçların ücretsiz bakımını yapmak, doğum yapacak kadınların hastane masraflarını karşılamak, yardım sandıkları kurarak muhtaç kimselere yiyecek ve giyecek yardımı yapmak ve yaz aylarında halka açık kır gezileri düzenlemek gibi gönüllülük esasına dayalı sosyal yardım aktiviteleri dikkat çekmektedir.5 Bu yönüyle Batıdaki kilise teşkilatının, toplumdaki yardımlaşma duygusunu harekete geçiren ve yardıma muhtaç olanlarla yardım etmek isteyenleri buluşturan bir sivil inisiyatif olarak görev yaptığı söylenebilir.

    Gönüllülük esasına dayalı olarak kurulan ve yoksullarla paylaşmayı ve yardımlaşmayı amaç edinen sivil toplum kuruluşları, kendi medeniyetimizde de öteden beri önemli bir işlev görmüş ve aynı toplumda yaşayan bireyler arasında gelir-servet dağılımının dengelenmesi açısından toplum ve devlet hayatımızda derin izler bırakmıştır. Genelde İslam toplumlarında sivil toplumun bulunmadığı şeklindeki oryantalist söylemin dayanaktan yoksun bir iddia olduğunu söylemenin ötesinde, şunu da ilave edebiliriz ki, Avrupa'nın doğusunda kalan bütün siyasal ve toplumsal organizasyonların tek bir model ya da tek bir kavrama indirgenmesinin ve dolayısıyla bunun dışında kalanları yok saymanın tarihsel ve sosyal gerçeklikle bağdaşmayacağı açıktır.6 Geçmişte toplumumuzdaki "dinî cemaat ve tarikatların devletin dışında basit (gündelik) insanî ihtiyaçları karşılayan sivil örgütlenmeler olduğu; dinin de, bu sivil örgütlenmelerin tutkalı ve bir direnç hattı oluşturduğu; dolayısıyla toplumsal alanın (bu dönemde) dinsel kisve ile tezahür ettiği" gerçeği, vakıayı tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.7

    Sözgelimi, Osmanlı Devleti günümüz modern devletleriyle kıyaslandığında, devletin yalnızca klasik kamusal hizmet alanlarında işlev gördüğü, bununla birlikte sivil toplumun ekonomik, kültürel ve sanatsal alanlarda belli bir özerkliğe sahip olduğu görülür. Özerklik söz konusu olduğunda bu bağlamda karşımıza, ilhamını dinin evrensel insanî yardımlaşma ve dayanışma ilkelerinden alan ve yalnızca sivil alanda topluma hizmet üretmeyi gaye edinen vakıf sektörü çıkmaktadır ki, böylesi bir organizasyonu, Osmanlı ve daha önceki İslam toplumlarında sosyal hayatın inşa edilmesinde önemli görevler üstlenmiş, Doğu'ya özgü bir sivil toplum kuruluşu olarak görmek mümkündür. Zira Osmanlı toplumunda vakıflar, tüm eğitim kurumları, sağlık hizmetleri ve bilumum sosyal tesislerin kurulması ve yaşatılmasını üstlenmiş devlet dışı kuruluşlardır. Osmanlıda, dinsel alan da kamusal alandan ayrılarak vakıflara bırakılmış ve dolayısıyla din hizmetleri de bu özerk kuruluşlar olan vakıflar aracılığıyla yürütülmüştür.8

    Günümüzde görevlileri devlet tarafından atanan, okudukları hutbeler ve vaazlar bizzat merkezî bir teşkilat tarafından belirlenen ve dolayısıyla birer kamusal alan haline getirilen cami ve mescitler, geçmişte tam anlamıyla birer sivil toplum kuruluşu olarak işlev görmüştür. Osmanlı döneminde çoğu külliye halinde olmak üzere vakıflarca inşa edilen, sonrasında bakım ve onarımı bağlı bulundukları vakıflar tarafından karşılanan camiler, imamların önderliğinde yoksullar ve muhtaçlarla dayanışmanın sembolü haline gelmiştir. Özellikle mahalleli ve köylülerin sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kıldıkları mescit ve camilerin, imamın önderliğinde mahalle veya köyün yoksul, hasta, güçsüz, sakat ve öksüzlerini koruma altına alması; kurulan avarız vakıfları ve çeşitli sandıklar (günümüz tabiriyle fonlar) sayesinde, savaş, yangın, deprem ve benzeri tabii afetler nedeniyle devlet tarafından talep edilen vergilerin halk adına ödenmesi, kimsesiz veya yoksulların cenazelerinin kaldırılması, evlenme çağına gelmiş gençlerin düğün masrafları karşılanarak evlenmelerinin sağlanması gibi toplumsal hizmetler, böylesi bir sivil örgütlenme tarafından gerçekleştirilmiş dikkate değer uygulamalardır.9

    Dolayısıyla, ilhamını dinin yüce değerlerinden alan kimi sivil toplum kuruluşlarının, 'yoksullukla mücadele' gibi sosyal açıdan son derece hayatî öneme sahip bu sorunun çözümüne katkı sağlaması, hem dinin emrettiği bir görev ve hem de mevcut konumumuz açısından yerine getirilmesi gereken toplumsal bir yükümlülüktür. Sivil toplum kuruluşlarının, böylesine önemli sosyal bir problemin çözümüne katkı sağlaması, dinin ve sivil toplumun sosyal işlevini güçlendirmenin yanı sıra, dinî müesseselere bağlılığı ve bunların saygınlığını da artırmış olacaktır. Sivil toplumun bu organizatörlüğü sayesinde yoksulluğun ülke insanı için bir tehdit ve tehlike olmaktan çıkarılması yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Hiç şüphesiz yoksulluğa karşı en etkili ve en kalıcı çözüm, yoksul insanlara başkalarına muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürecekleri daimi bir iş imkanının sağlanması ve onların da kendi ellerinin emeğiyle geçimlerini sağlama hazzına kavuşmalarını temin etmektir. Ancak ülkemiz kaynaklarının kullanımıyla ortaya çıkarılacak böylesi istihdam alanları oluşturuluncaya kadar, acil destek ve yardım bekleyen insanlarımızı, sivil toplumun hizmet üretmesini sağlayacak çeşitli projelerin hayata geçirilmesiyle ivedi olarak desteklemek, yapılması gereken insanî ve dinî bir görevdir.

    ***

    Öz

    Bu makale, yoksullukla mücadelede dinin önemli bir direnç noktası olabileceği ve etkin bir sivil inisiyatif olarak bu alandaki mücadeleye katkı sağlayabileceği tezi üzerine kurgulanmıştır. Tarih boyunca İslam dünyasında yoksulluğun giderilmesi yönünde önemli roller üstlenmiş olan İslam, günümüzde yaşanan yoksulluk sorununa da önemli katkılar sağlayabilecek sosyal ve kültürel birikime sahiptir.

    Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Din, İslam, Sivil Toplum

    Abstract

    This article deals with the importance of religion in terms of fighting against poverty and its contribution to solving this crucial problem as an effective civic initiative. Islam, which has played an important role in the eradicating of poverty in Muslim world throughout the history, has a tremendous social and cultural accumulation that can contribute to the solving the question of poverty even in our time.

    Key Words: Poverty, Religion, Islam, Civic Society

    Dipnotlar

    1. Bkz. Kur'an, Tevbe, 9/60: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir."

    2. Bkz. Kur'an, Fecr, 89/17-24: "Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz. Ama yeryüzü parça parça döküldüğü, Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır). O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! (İşte o zaman insan:) "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!" der." Konuyla ilgili diğer ayet ve hadisler için bkz. Yâsîn, 36/47-9; Enfâl, 8/41; Ra'd, 13/22; Şûrâ, 42/38; Hâc, 22/35; Bakara, 2/177,267; İbrahim, 14/31; Buhârî, Edebu'l-Müfred, 61; Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, Edeb, 61; Müslim, el-Câmiu's-Sahîh, Zekât,13; Birr, 199.

    3. Bk. El-Karadâvî, Yusuf, Müşkiletü'l-Fakr ve Keyfe Âlecehâ'l-İslâm, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1987. 37 vd.; Yaman, Ahmet, "Üç Kutsal Kitabın Yoksulluk Tasavvuru ve Aldığı Önlemler", Yoksulluk Sempozyumu II, Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, 31 Mayıs-01 Haziran 2003, İstanbul, s. 216 vd.

    4. Öztürk, Nazif, "Yoksulluk ve Sivil Toplum Kuruluşları", Yoksulluk Sempozyumu I, Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, 31 Mayıs-01 Haziran 2003, İstanbul, s. 13.

    5. Köylü, Mustafa, "Günümüz Misyonerlik Faaliyetlerinde Bazı Metodik Yaklaşımlar (A.B.D. Örneği)", Diyânet İlmî Dergi, C:35/2, Nisan-Haziran 1999, Ankara, s. 41-50.

    6. Öztürk, age., s. 10.

    7. Bkz. Türköne, Mümtaz'er, "Sivil Toplum Tanrısı Öldü mü?", Yeni Türkiye, Yıl: 3, S: 17-8, Kasım-Aralık 1997, s. 23.

    8. Öztürk, age., s. 12-3.

    9. Öztürk, age., s. 13.