Köprü Anasayfa

Bilim ve Din

"Kış 2005" 89. Sayı

  • I. Masa: Davranış Bilimleri ve Din

    II. National Congress of Risale-i Nur - "Science and Religion" [Final Declarations]

    [Sonuç Bildirisi]

    II. Ulusal Risale-i Nur Kongresi
    “Bilim ve Din”
    Risale-i Nur Enstitüsü
    26-27 Mart 2005 / İstanbul

    İnsanlık tarihi çeşitli inanç sistemlerinin varlığını gösterir. Totemden minyatür tanrılara, ateş tanrısından gök ve yer tanrılarına kadar çeşitlilik kazanan inanç sistemleri; insanın bir dayanak noktası ve bir sığınağa olan mutlak ihtiyacına işaret eder. Mutlak Varlık olan Allah'ı kendi istediği şekilde tanıma ve bilme isteği göstermeyen insanlar, imgelem, yani hayal dünyalarında bir nevi plastik tanrı imgeleri oluşturarak, varoluşlarına dayanak noktaları bulmak istemişlerdir.

    Modernite ise günümüz insanının önüne başka bir açmazı koymuştur. Modern paradigmalar insanı kendini dayanak noktası yapması için zorlamaktadır. İnsan kendini merkeze koyarak; kendi kendine yeterli olabilmek için güçlü, her şeyi kont-rol edebilen, yönelimini çıkarına odaklamış bir varolma halini idealize ederek, benliğini şişirmeye çalışmaktadır. Modern paradigmalar böylece başka bir şekilde insanı sakatlamıştır. Risale-i Nur, benliği, "Cenab-ı Hakk emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir miftah (anahtar) vermiş ki; alemin bütün kapılarını açar" ve "Hallak-ı Kainatın künuz-u mahfiyesini onunla keşfeder" şeklinde tarif etmesiyle; hem benlik şişmesinin önüne geçebilmemizin yolunu açmış, hem de benliği marifetin ve marifetullahın temel anahtarı yapmıştır.

    Modern hayatta başka bir anarşi biçimi egemendir. Bir kayıt altına girmeme, sınır ve otorite tanımama, yıkıcılık, kargaşa olarak anarşi, adalet duygusunu zedeleyerek erdemliliği tehdit etmektedir. Bugünkü toplumsal hayatta bir kelime olarak dahi anlaşılması zorlaşmış olan hürmet ve merhamet ancak, Yaratıcı adına ve dolayımıyla öteki ile kurulacak ilişki ile imkan bulur. Bu ilişki biçimi ötekine varoluşsal bir ilgi, onaylama, onun varlığına saygı duyma ve karşılıklı bir yükümlülük ve sorumluk bağı içinde varolma bilincine bizi taşır.

    Dayanak noktası ve sığınma olarak Mutlak Varlığı reddeden birey, kendini yalnız, yabancılaşmış, çaresiz hisseder. Risale-i Nur bizi kendi ontolojik azciyetimiz ile devamlı yüzleşmeye çağırır. Bizi, kendimizle başbaşa kalma bedbahtlığından kurtararak, acz ve fakr ve zaafımızdan doğan sıkıntı ve anksiyeti Onun Mutlak Varlığının hissettirdiği mutlak güven duygusu ile yatıştırır. Dahası, Esma-i Hüsna'nın kainattaki tecellilerinin tanığı olduğumuzun farkına vardırarak, kendimiz ve hayatla olan bağımızı güçlendirir.

    Bilgi, kainattaki yaratılmışlık halinden çıkardığımız bir soyutlamadır. Bu soyutlama Mutlak Varlığı tanımaya yönelik ise, artık marifetullahtan bahsederiz ki, bu da bizi muhabbetullaha götürür. Böyle bir bilgi anlamlı, köklü ve derinliklidir. Gerçekte her bilgi parçacığı da doğru okunduğunda bu işlevi içinde taşımaktadır. Mana-yı ismi, mana-yı harfi, nazar ve niyet gündelik hayatımızda nesnelerle kurduğumuz ilişkinin dilini Kur'ani bir temel üzerinden nasıl yürütebileceğimiz konusunda önemli ipuçları vermektedir.

    Ayrıca insan, diğer varlıklar ve Yaratıcı ile kuracağı ilişkide kendini iki ayrı şekilde konumlandırır. Birincisi; insanın kendini merkeze yerleştirmesidir. Bu şekildeki bir konumlandırma bencillik, milliyetçilik, dini ayrımcılık gibi sorunlara yol açarak ötekini aşağılamaya, dışlayıcı bir tutuma sebebiyet verir. İnsanın kendini değil de Yaratıcıyı merkeze aldığı bir ilişki biçimi ise; hem kendilik bilgimizin inşasını, hem de diğer varlıklar ile olan ilişki tarzımızın adil, dayanışmacı ve bilgece olmasını sağlar.

    Her toplumsal sistem, kendi yapısına ve işleyişine uygun kişilik örgütlenmesini ve kendi kültürünü -yani, normlarını, temel kabullerini, deneyimlerini örgütleme tarzlarını- sosyalleştirici kurumlar aracılığıyla üretir. Hâkim sistem, bir bakıma, sosyalleştirici kurumlar aracılığıyla bireyi kendi gereksinimleri doğrultusunda şekillendirir. Bir bakıma her çağ ve toplum kendi özgün kişilik biçimini ve patolojisini üretmiş olur. Modern çağın bireysel ve toplumsal sorunlarını üreten anlayışın tüketim ekonomisi ve kapitalist hayat anlayışı arasında karşılıklı bir sebep sonuç ilişkisi vardır.

    Modern kapitalist toplumda üretim giderek toplumsallaşmış, karmaşık bir hal almıştır. Teknolojik ilerleme beraberinde üretimde bolluğu getirmiş ve emeğin üretim içindeki rolünü değiştirmiştir. Sistem açısından bireyin kendi olarak bir değeri yoktur; birey değil, sistem ön plandadır. Sistemin gereksinimleriyle ilgisiz veya çatışan her nitelik, her gereksinim ve istek değersizleştirilmektedir. Ne olduğumuz, gerçekte ne hissettiğimiz veya ne düşündüğümüz, ne yaşadığımız ve gerçekten neye ihtiyaç duyduğumuz değil; nasıl göründüğümüz, ne kadar tükettiğimiz, neye sahip olduğumuz öne çıkarılmaktadır.

    Risale-i Nur bir yandan iktisat, kanaat, şükür gibi kavramlar ile kapitalizm ve tüketim ekonomisinin arzuları kışkırtıcı tuzaklarına karşı kişiyi dirençli tutmaya çalışmakta; öte yandan da görünmek yerine varolmanın değerini ve anlamını vurgulamaktadır.

    Yine Risale-i Nur zulüm, adaletsizlik, yabancılaşma, şiddet, tahakküm, hedonizm, yolsuzluk, sefahat, sefalet gibi sorunlarla malul günümüz insanının eline; merhamet, şefkat, dayanışma, yardımlaşma, diğergamlık, emniyet, empati, ötekini anlayabilme, dinleyebilme, muhabbet, huzur, sükunet, sekine, tebessüm gibi kavramları vermektedir.