Köprü Anasayfa

Bilim ve Din

"Kış 2005" 89. Sayı

  • Türkiye'de Din Eğitimi

    Religious Education in the Turkey

    Yasin Yılmaz

    Eğitimci-Tarihçi

    Giriş

    Bilim, teknik, sanat ve genel anlamıyla kültür bir toplumun bilincidir. Eğitim bu bilinci meydana getiren ve nesillerden nesillere aktaran çalışmalar olarak adlandırılır. Bir milletin varlığı, başarısı, birlik ve beraberliği kültürel değerlerinin gücü ve eğitimindeki başarısıyla ölçülür. Tarih boyunca her toplumda eğitim, ferdî, sosyal, kültürel ve siyasî amaçların odak noktasında bulunmuştur. Çünkü yeni bir ideoloji veya görüşü yerleştirmenin en kolay ve en kalıcı yönü eğitimle olabilir. İslâm Peygamberine tebliğden önce "ıkra" emriyle eğitimin emredilmesi bunun açık bir göstergesidir.

    İnsanlar, yaratılış özellikleri, yetenekleri ve eğilimleriyle birbirinden farklıdırlar. Bu farklılıklara ilâve olarak insanların; dil, din, etnik menşe, değer hükümleri, örf ve âdetleri, bilgi birikimi, teknolojik gelişmişlik, üretim tarzı ve diğer alanlarda dünya görüşleriyle farklılıklar göstermesi, insanlık âleminin temel özelliklerinden biridir. Eğitim, doğrudan doğruya bu farklılıkları besleyen, geliştiren, yatay ve dikey olarak yaygınlaştırıp derinleştiren bir süreç olarak görülmüştür.1

    Eğitim, kişide istenilen yönde kalıcı davranış değişikliği meydana getiren olgudur. Eğitimin hammaddesi insandır ve doğumdan ölüme kadar onunla devamlı iç içedir. Zaten insan bu dünyaya öğrenerek mükemmele ulaşmak için gönderilmiştir.2 Aynı zamanda insan sosyal bir varlık olmasından dolayı, sosyal bir çevre içinde yaşamak zorundadır. İnsanın kendisini yaşadığı çevrenin etkisinden kurtarması mümkün değildir. Dolayısıyla insan, çevresinden gelen etkilere karşı tepkiler geliştirerek devamlı girişimlerde bulunmakta veya onun etkilerini kabul etmektedir. Bunun sonucunda insanın, çevresinde kendini kuşatan olgulardan gerek aktif, gerekse pasif etkileşme sonucunda yeni bilgiler, beceriler ve tavırlar kazanarak davranışlarında değişmeler meydana gelmektedir. Bu durum kişinin hayatının sonuna kadar devam eder.

    İnsanın doğuştan getirdiği özelliklerini değiştirmede eğitimin rolü tartışılsa da yeteneklerin geliştirilmesinde, eğilimlerin yönlendirilmesinde, bilgi birikiminin aktarılmasında, eğitimin gücü ve etkisi inkar edilemez. Eğitimin böyle bir güce sahip olması, bütün toplumlarda onu, devlet siyasetinin temel unsurlarından biri haline getirmiştir. Toplumları yönetenler, tarih boyunca yönetim tarzının adı ne olursa olsun, kendi düşüncelerine uygun bir toplum hayatı şekillendirmeyi siyasetlerinin en temel amacı olarak görmüşler, bunun gerçekleşmesi için de eğitim ve öğretim imkanlarını öncelikle kullanmışlardır. Yani günümüz tabiriyle eğitimi bir bakıma "toplum mühendisliği" yaparak toplumu istedikleri şekilde yönlendirmişlerdir.

    Cumhuriyet Dönemi’nde millî devletin oluşmasında, eğitimin gücünden azâmî ölçüde yararlanıldığını görmekteyiz. Çünkü bu dönemde eğitim alanında köklü ve müşahhas çalışmalara girilmiş, ilköğretimden yüksek öğretime kadar bütün örgün eğitim-öğretim kurumlarında yeniden yapılanmaya gidilmiştir. Toplumu laik yapılanmayı esas alan bu çalışmalarla fert ve toplumun hayatı yeniden farklı bir şekilde dizayn edilmiştir. Toplum hayatındaki bu yapılanma çalışmaları da, toplumdaki tepkileri asgariye indirmek için tedricen yapılmıştır. Çünkü toplumlarda iyi olsun, kötü olsun yeni gelişmelere karşı bir reaksiyon her zaman olagelmiştir.

    Cumhuriyet Dönemi’ndeki eğitimin özellikle de din eğitimi ve öğretiminin tarihî gelişimine eleştirel olarak baktığımızda, bu dönemde eğitim alanında yapılan reformların toplumun beklentilerine cevap verdiğini göremiyoruz. Bundan dolayı modern çağın şartlarına göre eğitim alanındaki müfredat ve metotlar güncelleştirilip geliştirilerek, eğitimde ulaşılan bilgi birikimi, yeni anlayışa ilave edilemediğinden, Cumhuriyet Dönemi eğitim tecrübeleri de özellikle din eğitimi açısından istenilen seviyede olmamıştır.3

    Bu çalışmamızda fertler, toplumlar ve milletler için önemi büyük olan din eğitiminin, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki gelişimini tarihî gerçekler ile ortaya koyacağız. Ayrıca Hz. Peygamberin asırlar önce ortaya koyup uyguladığı eğitim metotlarını, günümüzün pedagoji biliminin verileri ile ne kadar örtüştüğünü belirteceğiz. Bu doğrultuda din eğitimcilerinin nelere dikkat etmeleri gerektiğini, neyi, ne zaman, nasıl vermeleri gerektiğini ortaya koyacağız.

    A. Türkiye'de Din Eğitiminin Kurumsal ve Müfredat Açısından İrdelenmesi

    Osmanlı Devletinin mirası üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarından itibaren eğitim programları, tek tek derslere göre değil, bir bütün olarak geliştirilmiştir. Bu sebeple din öğretimi programlarını Cumhuriyet dönemi eğitim felsefesi ve uygulamalarından ayrı tutmak ve değerlendirmek mümkün değildir.4 Bu doğrultuda, din dersi programlarının Cumhuriyet dönemi laiklik anlayışına ters düşmeden, din-devlet, din-siyaset ilişkileri sebebiyle diğer derslerden farklı yorumlandığını ve şekillendiğini unutmamak gerekir. Cumhuriyet’in kurucuları lâik eğitimi sisteminin bilimsellik, bilginin uygulanması, millîlik, yerellik, evrensellik ve herkese eğitim gibi ilkeler etrafında geliştirirken5 din eğitimine de farklı bir yaklaşım getirmişlerdir. Din eğitimi ve din eğitimi veren kurumların bu farklı yaklaşım içerisindeki durumunu tarihî gelişim içerisinde gözden geçirelim.

    1. Cumhuriyetin Başından 1950'ye Kadar Din Eğitimi

    a. Din Eğitimi Veren Kurumların Durumu

    Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine tekke, zaviye ve medreseler kapatılarak 3 Mart 1924 yılında "Tevhid-i Tedrisât Kanunu" çıkarılmış ve Türkiye dahilinde bütün ilmiye ve tedrisiye müesseseleri veya yeni deyimiyle Türkiye'deki bütün eğitim ve öğretim kurumları Maarif Vekaleti’ne, yani Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.

    Tevhid-i Tedrisât Kanununun 4. maddesi ile İmam ve Hatip Mektepleri’nin ve İlahiyat Fakültesi’nin açılması hususunda Milli Eğitim Bakanlığı’na görev verilmiştir. Bunun üzerine 1923-1924 öğretim yılı itibariyle 29 yerde öğretim yılı 4 sene olan İmam ve Hatip Mektepleri açılmıştır. Ancak bunlar açılışlarının daha birinci yılının sonunda 5 tanesi kapatılmış, 2 ayrı yerde yenileri açılmıştır. 2. yılının sonunda 8 tanesi kapatılmış, iki ayrı yerde yenileri açılmıştır. 3. yılının, yani 1925-26 öğretim yılının sonunda ise, İstanbul ve Kütahya'da bulunanların dışında bütün İmam ve Hatip Mektepleri kapatılmıştır. Bu iki yerdeki İmam ve Hatip Mektebi de, yapılan araştırmalarda zamanın şartlarına göre yeterince öğrenci bulunmasına rağmen,6 1929-1930 öğretim yılında "öğrenci bulamamaları" gerekçesiyle kapatılmıştır.7 Bunun sebebi de mezunlarına hiçbir şekilde istikbal vaat edilmemesi, yani resmî bir görev verilmemesidir. Hatta 15.12.1927 tarih ve 846 sayı ile "Şûra-yı Devlet"in (Yargıtay) aldığı bir kararla, din görevliliği "memurîn" sınıfından sayılmamış ve bütün elemanlar görevlerinden ihraç edilmişlerdir. Artık devlet onlara maaş vermemiş ve İmamlık ve Hatiplik gibi görevler tamamen fahrî olarak yürütülmeye başlanmıştır. Diğer yandan bazı camiler ibadete kapatılmış, bazıları ise yıkılmış veya satılmıştır. Böylelikle İmam ve Hatip Mektepleri’nden mezun olacakların önü kesilmiştir. Ama buna rağmen bu mekteplere ilgi devam etmiştir. Bu sefer de ek tedbirlere baş vurulmuştur.

    İmam ve Hatip Mektepleri 4 yıllık bir ortaokul seviyesinde tutulmuş, lise kısmı açılmadığı için mezunlarının yüksek tahsil yapmaları söz konusu bile olmamıştır. Hatta aynı yıllarda açılmış olan Dârülfünûn İlahiyat Fakültesi’ne dahi gitme imkanından mahrum bırakılmışlardır.8

    İmamlık ve Hatiplik hor ve hakir görülmüştür. Bu görevi yapanlarla alay edilmiştir. Öğrenci ve mezunlarına ve dolayısıyla din görevlilerine sosyal baskı uygulanmıştır. Bir tespite göre "İmamlık ve Hatiplik ülkede rağbet gördüğü halde, bazı düzenleme ve uygulamalarla önemsiz ve adeta süflî bir meslek gibi gösterilmiştir."9

    Hiçbir millet dinsiz yaşamaz gerçeğini teyit eden olayların ortaya çıkmasıyla ve büyük talepler üzerine 1949 yılında Bakanlığa bağlı, öğretim süresi on ay olan imam hatip kursları açılmıştır.10

    İlk ve ortaöğretim kurumlarda olduğu gibi yüksek öğretim için de, Tevhid-i Tedrisât Kanunu’nun 4. maddesi gereği, 1924 yılında İstanbul'da Dâru'l-Fünûn'a bağlı bir de İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Öğretim süresi 3 yıl olarak belirlenen bu fakülteye de tıpkı İmam ve Hatip Mektepleri gibi alınan birtakım tedbirlerle yaşama şansı tanınmamıştır.

    Çünkü bu fakülte mezunlarına da istikbal vaat edilmemiş ve görev verilmemiştir. 1933 yılında Dâru'l-Fünûn "İstanbul Üniversitesi"ne çevrilirken İlahiyat Fakültesi "öğrencisizlik" gerekçesi ile kapatılmıştır.11

    b. Devlet Okullarında Din Eğitimi Müfredatı

    Cumhuriyet ilân edildikten sonra, eğitim sistemindeki köklü değişikliklere paralel olarak ilkokul programlarında da bazı değişikliklere gidilmiştir. Yeni dönemin ilk programı da 1924 tarihli "İlk Mekteplerin Müfredat Programı"dır ve bu programla aynı tarihte toplanan "II. Heyet-i İlmiye" kararlarına göre, Osmanlı eğitim sistemindeki devreler ortadan kaldırılmış, ilkokul öğretim süresi 6 yıldan 5 yıla indirilmiştir, erkek ve kız öğrenciler için ayrı ayrı ders dağıtım çizelgeleri düzenlenmiştir. Ancak bazı farklı yönleri olmasına rağmen bu programın 1914 tarihli "Mekâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı"nın12 bir tekrarı gibidir. Çünkü yeni müfredatta, öncekinde bulunan yabancı dil dersi dışında bütün dersler mevcuttu.

    1924 programında "Kur'ân-ı Kerim ve Din Dersleri", 2. sınıftan itibaren yer almakta ve 2, 3, 4 ve 5.13 sınıflarda haftada ikişer saat okutulmaktadır.14

    Cumhuriyetin ilk yıllarında, lise birinci devre denilen orta okullar müfredat programlarına, II. Heyet-i İlmiye'nin çalışmaları sonucunda ulaşılmış ve bu programda kız ve erkek sınıflarına din dersleri için 1. ve 2. sınıflarda haftada birer saat15 ayrılmıştır.16 Lise ikinci devre programında ise din derslerine hiçbir sınıfta yer ayrılmamıştır.17

    1926 yılında "İlk Mekteplerin Müfredat Programı" yeniden değiştirilmiş ve 5 yıllık ilkokullar, ilk üç yılı birinci devre, son iki yılı ikinci devre olarak eğitim vermeye başlamıştır. Yeni müfredat programında din dersi 3. sınıftan itibaren haftada birer saat olarak yer almıştır.18

    İlk mekteplerde 3. sınıftan itibaren öğretimi yapılan din dersinin muhtevasında ise; cami, bugünkü Türklerin dini, Hz. Peygamberin hayatı, Allah'a iman, İslâm dininin esasları, hayırlı insan olmak, çalışmak, tevekkül, şükür, hoşgörü, taassup, riyâ, aklın her şeyden üstün olduğu, Allah ile kul arasında vasıta olmadığı ve İslâm'a en fazla hizmet eden millet Türkler olduğu gibi konuların yer aldığını görmekteyiz.19

    1926 ilkokul programında 3., 4. ve 5. sınıflarda birer saat olarak okutulan din derslerinin, "Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye Heyeti"nin 30.11.1929 tarihli kararında, önce şehir İlkokullarında "Müfredat programlarında din derslerinin okutulacağı, fakat öğrencilerin imtihana tabi tutulmayacakları" ifadesi yer almış, daha sonra 28.10.1930 tarihinde de Bakanlıkça, "ilkokul programları içerisindeki müfredatın ancak arzu eden 5. sınıf öğrencilerine perşembe günü öğleden sonra yarım saat okutulabileceği" kararı alınmıştır.20

    1936 yılında yürürlüğe giren ilkokul programında, şehir ilkokullarında, ne program dışı ne de isteğe bağlı olarak din derslerine yer verilmemiştir.21

    1927 köy ilkokullarındaki düzenlemede din dersi, program içinde yer almıştır. 1930’da ise "Köy Mektepleri Müfredat Programı"nda din derslerine yer verilmiştir.22 Şehir ilkokullarında 1936 yılında kaldırılan din dersleri köy ilkokullarında, program dışı olarak 1938'e kadar okutulmuştur.23 Ancak 1939 yılında yapılan düzenlemede din dersinin artık hiçbir programda yer almadığı görülmüştür.

    Lise birinci devre yani ortaokullarda ise din dersi 1927'den sonra yapılan program geliştirme çalışmalarında, orta okul programından çıkarılmıştır.24 Diğer yandan 1929 ile 1931 yılları arasında kademeli olarak öğretmen okullarının programlarından da din dersleri çıkarılmıştır.25

    Bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti eğitim sistemi içerisinde ne din eğitimi ve öğretimi ne de bunları verebilecek eğitim kurumları kalmamıştır.

    1948 İlkokul Programı’nda din dersleri, yer almamış ancak, MEB Talim ve Terbiye Heyeti'nin 25.11.1948 tarih ve 232 sayılı kararı ve Bakanlık Özel Kalem'inden çıkan I/II/1949 tarih ve 70/54-26 sayılı yazı ile ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına 15 Şubat 1949 tarihinden itibaren konulmuştur. Bundan dolayı okullara yeni karar ek olarak bir tamimle valiliklere bildirilmiştir.26

    Tamime göre zikredilen tarihten itibaren ilkokulların 4.ve 5. sınıflarına din dersi, ihtiyarî olarak haftada birer saat, program dışı fakat okul içinde programı aksatmayacak şekilde, isteyen okul öğretmenleri tarafından, sınıf geçmeye etkisi olmaksızın ve öğrenci velilerinden çocuklarının bu derse devamını isteyenlerin vereceği yazılı belge ile okutulmaya başlanmıştır.27

    1924'ten 1950'ye gelinceye kadar kademeli olarak Türkiye Cumhuriyeti eğitim sistemi içerisinde din eğitimi ve öğretimi veren okullar ile okul programları içinde dini bilgilerin yer aldığı ders bırakılmamıştır. Laik devlet sistemi oturdukça Türk eğitim sistemi tamamen dinden ve dini unsurlardan uzak tutulmuştur. Diğer yandan din derslerinin müfredattan kaldırılmasıyla kalınmayarak İslâm Dini ve Hz. Peygamberle ilgili olumsuz fikirler de yaymaya çalışılmıştır.28

    Cumhuriyetin başından itibaren baktığımızda, din dersinin amacının İslâm sevgisini çocukların kalbine yerleştirmek, batıl fikirlerden İslâm'ı arındırmak, çocukları taassuptan uzak tutmak, dünyayı hakir görmemek, memleketin müdafaası amacıyla kurulmuş olan yardım kurumlarına sadaka ve zekâtın verilmesini teşvik olduğu görülür. Bu arada halkın geri kalmışlığını ortadan kaldırmak için, dinî anlayışın etkin olduğunu bilerek, bireyin dinini kendi dilinden öğrenmesini sağlamak için çalışmalar yapılmıştır.29 Ancak bu konuların ne kadar verildiği ve müfredatın ne kadar etkili olduğunu bilemiyoruz.

    Ancak, örgün eğitimde 1930'ların başına gelindiğinde sadece program dışı yarım saat köy ilkokullarında din derslerine yer vermekle bu kararlılığı koruyamamıştır. Hatta 1939'dan itibaren köy ilkokullarında da artık din derslerine örgün eğitimde yer verilmemiştir.

    Ancak 1940'lı yıllardan itibaren ülkede namaz kıldıracak ve cenazeleri kaldıracak elemanların bulunamaması,30 bundan dolayı halkın tepkisinin artması31 ve batıl inanç ve tarikatların ortaya çıkması üzerine din eğitim ve öğretimi veren yerlerin -yeterli olmasa da- açılmasına karar verilmiştir.

    1946 yılından itibaren yeni bir döneme girilmiştir. Çünkü bu dönem din öğretimi açısından yeni bir başlangıç olmuştur. Fakat bu dönemden sonra da devletin lâik sistemi göz önüne alınarak din öğretimi, din-devlet ve din siyaset ilişkileri içerisinde kalmış ve doğru İslâm'ı öğretecek ve yaşatacak programlar hazırlanmamıştır.

    Başlangıca bakıldığında belki iyi niyetle yola çıkılmış ve din öğretiminin isteğe bağlı, mezhepler üstü, mümkün olduğu kadar Türkçe olarak her türlü bâtıl fikirlerden uzak ve sade bir biçimde ayrıntıya girilmeden, özellikle ahlâk ve irademizi güçlendirecek bir biçimde işlenmesi amaçlanmıştır. Ancak siyasîler tarafından belirlenen genel amaçlar, hedeflenen davranışlara dönüştürülememiş, öğretim stratejileri açık bir şekilde belirtilmemiş ve ölçme ve değerlendirme ile ilgili yeterli açıklamalar yapılmamıştır. Muhteva açısından ise toplumsal amaçları gerçekleştirecek şekilde düzenlenmiş olmasına rağmen, bireysel amaçları uygulamada yeteri kadar doyurucu olmamıştır. Daha çok bir ilmihal kitabı görünümündedir. Ferdin gerek kendi yaşamında gerek toplumsal yaşamında din ile ilgili karşılaştığı problemleri göz önünde bulundurmayan, bilişsel, duyuşsal, toplumsal ve ahlâkî gelişim basamaklarına dikkat edilmeksizin hazırlanmış bir muhteva görünümündedir.32 Ayrıca Allah'ın varlığı, birliği, isimleri ve sıfatları gelişen bilimsel metotlarla incelenmemiş ve öğrenci diğer derslerde aldığı bilgilerle inkara kadar gitmiştir.

    Sonuç olarak 1950'ye kadar olan süreçte din öğretimi programları "nasıl bir din öğretimi" yapalım sorusu yerine "niçin din öğretimi", "dinin ve din öğretiminin bilimsel veriler arasında yeri olabilir mi" tartışması yapılmıştır. Bu da daima din öğretimi programlarında bilimsel görüşlerin değil, siyasî görüşlerin ön plâna çıkmasına sebep olmuştur. Bu tavır da o dönem itibariyle ülkemizin içinde bulunduğu sosyal yapıya uygun bir din eğitimi-öğretimi programı geliştirilmesini engellemiştir.33

    2. 1950'den Günümüze Kadar Din Eğitimi

    a. Din Eğitimi Veren Kurumların Durumu

    14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimlerde büyük çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti, dinî hayat ve eğitimi açısından halkın beklentilerine cevap vermeye başlamış ve ilk olarak 18 seneden beri Türkçe okutulan ezanı aslına çevirmiştir. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı "Müdürler Komisyonu" kurulmuş ve bunlara yetki verilerek, 13 Ekim 1951 tarih ve 601 sayıyla "İMAM HATİP OKULU" açılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda Adana, Ankara, Isparta, İstanbul Kayseri, Konya ve Maraş'ta yedi adet İmam Hatip Okulu açılmış ve bunlar 17 Ekim 1951 tarihinde eğitim ve öğretime başlamışlardır.

    Bu İmam Hatip Okulları’nın açılması, Türkiye'de din eğitiminin yeniden başlaması açısından çok önemli bir başlangıçtı. Onun için 17 Ekim 1951 tarihi, Türk halkı için dini öğrenmede yeni bir ümit olmuştur. Açılan yedi İmam Hatip Okulu’na 1958'e kadar 12 okul daha ilave edilerek sayıları 19 olmuştur.

    27 Mayıs 1960 ihtilalinin etkili olduğu yıllarda kurulan hükümetler döneminde (1962) yedi adet İmam Hatip Okulu daha açılmıştır. 1966-1970 yılları arasında 46 yeni İmam Hatip Okulu açılmış ve sayıları 72'ye ulaşmıştır.

    12 Mart 1971 askerî muhtırası üzerine bir süre duraklayan İmam Hatip Okullarının 1974'den itibaren peş peşe kurulan koalisyon hükümetleri döneminde çok sayıda yenileri açıldı ve 1980'e gelindiğinde İmam Hatip Okulu/Lisesi sayısı 374'ü buldu.

    12 Eylül 1980 ihtilaliyle bu okulların sayısı bir müddet dondurulmuştur. Ancak 1994-1995 öğretim yılına gelinceye kadar, 391'i klasik, 4'ü de Çok Programlı Liseleri’n çatısı altında olmak üzere toplam okul sayısı 395'e ulaştı.

    Bu arada 1985 yılında İstanbul Kartal'da Almanya'daki Türk işçilerinin çocuklarının eğitim görmeleri için Almanca eğitim yapacak ilk Anadolu İmam Hatip Lisesi açılmıştır. 1989 yılında aynı okulun İngilizce eğitimi yapan bölümü de açılmıştır. Daha sonraları Anadolu İmam Hatip Liseleri’nin sayısı 55'i bulmuştur.34 Bunlardan altısı bağımsız, 49'u da klasik İHL müdürlüklerinin yönetimindedir.

    Türkiye'de günümüzde yüksek din eğitimi/öğretimi üniversitelerin İlahiyat Fakülteleri’nde verilmektedir. Bu fakültelerden ilki Ankara Üniversitesi bünyesinde 1949 yılında açılmıştır. Türkiye'de bu fakülteleri açma fikri, bugünkü anlamı ile modern üniversiteler kurma fikri ile birlikte doğmuştur. Çeşitli bilimlerin, bu yeni üniversitelerde, daha düzenli ve yepyeni metotlarla öğretilmesi ihtiyacı "dinî ilimler" alanında da hissedilmiş ve medreselerin yerini alacak olan üniversitelerde İlâhiyat Fakülteleri’nin açılması düşünülmüştür. Bu konu ilk adım, 1912'te İstanbul Dâru'l-Fünûn'da "Ulûm-u Şer'iyye" bölümünün açılması ile atılmıştır. Bu bölüm 11 Ekim 1919 yılında çıkarılan bir kanunla kaldırılmıştır.

    1924 yılında, TBMM'nde eğitim-öğretim meseleleri görüşülürken, İlâhiyat Fakültesi açılması hususu yeniden gündeme gelmiş ve 21 Nisan 1924'te çıkarılan ve İstanbul Dâru'l-Fünûn'unda hükmi şahsiyetini taşıyan kanunun birinci maddesiyle öğretim süresi 3 yıl olan bir İlâhiyat Fakültesi’nin açılması karalaştırılmıştır.

    Ancak 1933 yılına kadar eğitim veren bu fakülte, Dâru'l-Fünûn'un İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilmesi üzerine kapatılmıştır.35

    1949 yılında Ankara Üniversitesi Senatosu bir İlâhiyat Fakültesi açmayı karalaştırmış, karar TBMM'ne sunularak kanunlaşmış ve fakülte 1949-1950 ders yılında öğretime başlamıştır. Bu fakültede 1972-73 öğretim yılına kadar dört yıllık eğitim ve öğretim programı uygulanmıştır.

    b. Din Eğitimi Veren Kurumlar ile Devlet Okullarında Din Eğitimi Müfredatı

    Türkiye'de yeniden başlayan dinî eğitimin ilk kurumları daha önce de belirttiğimiz gibi İmam Hatip Okulları’dır. Bu okullar kuruldukları ilk yıllarda 4 yılı ortaokul, 3 yılı da lise kısmı olmak üzere 7 yıllık idi. 1972-73 öğretim yılından itibaren ise 3+4=7 yıllık bir ortaöğretim kurumu haline getirilmiştir.

    İmam Hatip Okulları/Liseleri’nin başladığı günden beri yaklaşık %40 meslekî (dinî), %60'da kültür ve fen derslerine göre programlandığı görülmektedir. Kuruluşundan günümüze kadar birkaç defa programları değişmesine rağmen hep bu denge korunmuştur.

    İmam Hatip Liseleri dersleri ve bu derslere ait müfredat, diğer ortaöğretim kurumları gibi MEB "Talim ve Terbiye Kurulu" tarafından hazırlanmakta ve yürürlüğe girmektedir. Meslekî olsun kültür olsun bütün ders kitapları yine bu kurum tarafından onaylandıktan sonra okutulmaya başlanmaktadır. Bu liselerin öğretim kadrosu da yine devlet tarafından istihdam edilmekte ve maaşları da devlet tarafından ödenmektedir.

    Yürürlükteki son müfredat programına göre İmam Hatip Liselerinde okutulan dersler:

    Üç farklı program uygulanan İmam Hatip Liseleri’nde meslekî dersler, ders saatleri farklığı olmasına rağmen hemen aynıdır. Hazırlık sınıflarında, Arapça(15),36 Kur'ân-ı Kerim(8), Temel Dinî Bilgiler(2),37 Yabancı Dil(15),38 9. sınıflarda Kur'ân-ı Kerim(4), Arapça(4) ve Siyer(2), Temel Dinî Bilgiler(2), 10. sınıflarda Kur'ân-ı Kerim (4), Arapça(4), Hadis(2), Fıkıh(2), İslâm Tarihi(2), Tefsir(2) ve Psikoloji(2), 11. sınıflarda Kur'ân-ı Kerim(4), Arapça(4), Kelâm(2), Hitabet ve Meslekî Uygulama(4), Karşılaştırmalı Dinler Tarihi(2) ve Sosyoloji(2) dersleridir. Bu liselerden klâsik olanın haftalık meslekî ders saati 71, Süper ve Anadolu İmam Hatip Lisesi kısımlarının ise 65 saattir.

    Ancak okutulan derslerin kitaplarının öğrencinin dinî anlama ve yaşamada yeterli olduğunu söylemek biraz zordur. Çünkü kitaplarda İslâm'ın temel bilgileri verilmesi gerekirken, öğrencinin seviyesi gözetilmeden, akademisyenler arasında tartışma konusu olan meselelerin kitaplara girmesiyle, onu şüpheye düşürecek bilgiler verilmektedir. Öğrenci henüz olayları değerlendirecek bilgi birikimine sahip olmadan, bu meselelerle karşılaşınca, zihninde birtakım şüpheler oluşmaktadır.

    İmam Hatip Liseleri dışında devlete bağlı İlköğretim ve Liselerde ise din dersleri yine 1950 yılından itibaren tekrar başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 7.11.1950 tarih ve 2-2064 2949 sayılı kararı ile valiliklere bir genelge gönderilerek, din dersleri haftada bir saat olmak üzere eğitim müfredatı içine alınmıştır.39

    1953 yılı şubat ayında Ankara'da toplanan Beşinci Maarif Şurası'nda din derslerini incelemek üzere kurulan komisyon raporunda din dersinin içeriğinde yer alan bazı konuların nasıl öğretileceğinin yanı sıra "ihtiyarî olan bu dersler için not taktiri lüzumlu görülmüş, fakat bunun sınıf geçmede müessir olmaması" esası kabul edilmiş,40 ancak komisyonun bu kararı Şurada kabul edilmemiş ve din derslerinin sınıf geçmede etkili olması kararına varılmıştır.41

    1948 yılında kabul edilip 1968'e kadar ilkokulun 4. ve 5. sınıflarında okutulan din dersleri programında yer alan konular ise; "besmele, imanın şartları, İslâm'ın şartları, Hz. Peygamberin hayatı ve İslâm ahlakı"dır.42

    13 Ağustos 1956 tarihinde Bakanlar Kurulunun 7805 sayılı kararı43 ve Talim ve Terbiye Dairesi’nin 19.9.1956 tarih ve 428644 sayılı genelgesi ile resmî orta okullarda ve bunlara denk diğer ortaokulların 1. ve 2. sınıflarında din dersleri konulması kararlaştırılmıştır.

    Bu genelgeye göre, isteyen Türk öğrencilere verilecek olan bu derslerde, İslâm'ın iman, ibadet ve ahlak ile ilgili esasları öğretilecektir. Veliler bunun için öğretim yılı başında okul idaresine bir dilekçe ile başvurmaları gerekiyordu. Bu dersi alan öğrenciler için din dersleri mecburî ve sınıf geçmede etkili olacaktır. Bu derslerin öğretiminde terimler mümkün olduğu kadar Türkçe olacak, konular her türlü bâtıl fikirlerden uzak ve sade bir şekilde, özünü kaybetmeden ayrıntıya gidilmeden işlenecektir.

    MEB Talim ve Terbiye Dairesi’nin 21.9.1967 tarih ve 343 sayılı kararı ile 1967-1968 öğretim yılı başından itibaren liselerin ve bunlara denk öğretim kurumlarıyla lise derecesindeki meslek okullarının 1. ve 2. sınıflarına, Anayasanın laiklik ilkesine ve isteğe bağlılık kaydına uyulmak şartıyla, normal ders saatleri dışında haftada birer saat din dersi konulması kararlaştırılmıştır.45 Karar bir genelge ile valiliklere bildirilmiş ve ortaokullarda olduğu gibi din dersleri isteğe bağlı, laiklik ilkesine uygun olarak normal ders saatleri dışında İlahiyat Fakültesi veya Yüksek İslâm Enstitüsü mezunları tarafından verilecektir. Eğer bu fakülte mezunları bulunamazsa, konuya yatkın kimseler tarafından okutulacaktır.

    Din dersleri ortaokul ve lise programında 1976 yılında tekrar ele alınmış ve Talim ve Terbiye Kurulu’nun 23.9.1976 tarih ve 345 sayılı kararı ile 1976-1977 yılından itibaren orta okul ve liselerin bütün sınıflarında din dersleri yaygınlaştırılmıştır. Bu kararda Din Bilgisi Anayasanın 19. maddesi hükümlerine dayalı olarak, Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 12. maddesine göre isteğe bağlı olarak verileceği bildirilmiştir.46

    12 Eylül 1980 askerî ihtilali ile yeniden hazırlanan anayasanın 24. maddesi ile Türkiye'de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu hale getirilmiştir. İlköğretim okullarında haftada iki saat, lise ve dengi okullarda ise haftada bir saat olmak üzere bütün sınıflarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri İlahiyat Fakültesi mezunları tarafından okutulmaktadır.

    İmam Hatip Liseleri’nin müfredat olarak bu şekilde yapılandırması, öğrencinin hem din ilimlerini hem de günün şartlarına göre gelişme gösteren fen derslerini takip etmelerine imkân sağlamıştır. Bunun sonucunda bazı yerlerde öğretmenlerin, öğrencileri siyasî emellerine alet etmelerine rağmen, öğrencinin sadece din ilimleri okuyarak taassup içerisinde kalmasının önlendiği gibi sadece fen ilimleri okuyarak da inanç boşluğuna düşmesi önlenmiştir.

    Ancak ilköğretim ve liselerde verilen din dersleri çok yetersiz kalmış ve istenilen hedefe ulaşılamamıştır. Çünkü bu derslerin hem haftalık program içerisindeki saatinin az hem de kendini dinî alanda yetiştirmiş liyakatli kişiler tarafından verilmediğinden dolayı öğrenciler bu dersleri angarya olarak görmüşlerdir. Nihayet son yıllarda İlâhiyat Fakülteleri’nin de bilimsel yaklaşımıyla yeni programlar hazırlanmıştır. İlköğretimin 4. sınıfından itibaren 5., 6., 7. ve 8. sınıflarında haftada iki saat mecburi olarak İlâhiyat Fakültesi mezunları tarafından okutulmasına karar verilmiştir.

    3. Günümüzde Din Eğitimi Müfredatı

    Son yıllarda Türkiye'de eğitim alanında ulaşılan hedeflerde, din eğitimi alanının da bundan hiç de geri kalmadığını görülmektedir. Din eğitimi verilen okul ve fakültelerin hem fizikî hem de müfredat olarak kısmen de olsa çağın normlarını yakaladığını söyleyebiliriz.

    a. İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri

    İmam Hatip Liseleri, günümüzde üç ayrı program halinde eğitim vermektedir. Bunlardan birincisi klasik denilen ve kurulduğu ilk yıllardan günümüze kadar devam İmam Hatip Lisesi, ikincisi Anadolu Liseleri gibi hem öğrencileri hem de öğretmenleri sınavla seçilerek alınan Anadolu İmam Hatip Liseleri ve üçüncüsü de ilköğretim başarısına bağlı olarak alınan Yabancı Dil Ağırlıklı Süper İmam Hatip Liseleri’dir.

    Farklı üç program halinde eğitim veren İmam Hatip Liseleri’nin hepsinde ders dağılımı %40 meslek ve %60 kültür dersleri şeklinde olmuştur. Yani bu liseler, hem mesleğe hem de yüksek öğrenime hazırlayan kurumlar olduğu için meslek dersleri yanında pozitif bilimleri de okumaktadırlar.

    14.10.1999 tarih ve 40-3588 sayılı kararla MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü öncülüğünde "İmam Hatip Gelişim Modeli" başlatılmıştır. Bu modele göre İmam Hatip Liseleri’nde öğrenme teknolojisi, öğrenci nitelikleri, toplam kalite yönetimi ve okul modeli uygulanmaya başlanmıştır.47

    Bu modele göre, İmam Hatip Liseleri’nin Hz. Peygamberin "İlim öğrenmek beşikten mezara kadar, her Müslüman kadın ve erkeğe farzdır" anlayışıyla hareket eden, "Kültürel mirası değerlendirebilen, yaşanan hayatı yorumlayabilen ve problemlere çözüm üretebilen bireyler yetiştirmek" vizyonuna48 ve "Öğrencilerimizin zihninde insana, düşünceye, özgürlüğe, ahlâka, kültürel mirasa saygıya dayanan bir din öğretimi anlayışına katkıda bulunmak" misyonuna49 sahip olan bir öğretim kurumları olmaları hedeflenmiştir.

    Ayrıca gelişim modeli içerisinde İmam Hatip ve Anadolu İmam Hatip Liseleri öğrencisine, "seçme ve kendi başına düşünme yeteneği ile hayatın anlamını keşfetmeyi, inancını aklıyla bütünleştirmeyi ve eleştirel zihniyeti kazandırarak, insana, düşünceye, hürriyete, ahlâkî olana ve kültürel mirasa saygı" anlayışıyla bir din öğretimi veren, öğretim kurumları olması hedef alınmış ve İmam Hatip Liseleri’nde;

    Sağlıklı bir din anlayışının, Türkiye için gerekli zihniyet gelişmesinin gerçekleşmesine yardımcı olabileceğine inanan,

    Düşünen, sorgulayan, inancını aklıyla bütünleştiren öğrencilerin yetişmesine hizmet edecek metotların geliştirilmesine çalışan,

    Ezberci ve baskı altına alıcı bir yaklaşımı değil, konuları çözümleyici ve yorumlayıcı bir yaklaşımı benimseyen,

    Dinin birleştirici, huzur verici ve barışı sağlayıcı gücünü ortaya çıkarmaya çalışan,

    Şekilcilik ve sloganları değil, ahlâkî öğretilerin felsefesini benimseyen,

    Din öğretiminde kavram kargaşası ve kavram belirsizliği oluşturmayan,

    Sağlıklı bir anlayışının kaliteli bir eğitim-öğretim sürecinden geçtiğine inanan,

    Din öğretiminde meselelere aceleci çözümlerle yaklaşmaya çalışmayan,

    Din öğretiminde oku, düşün ve anla prensibini benimseyen,

    Niteliğin, nicelikten üstün olduğuna inanan ve enerjisini olumlu alanlarda ve insanlığa hizmet için harcayan,

    Din öğretiminde, yönetici-öğretmen-öğrenci-veli (aile) ilişkisinde güven ortamı oluşturan hususları temel değerler olarak kabul etmiştir.50

    Fakat bunlar amaçlanırken öğrencilerin bu anlayış içerisinde yetiştirildiğini söylemek çok zordur. Çünkü öğrenci aldığı eğitimin farkında olmadığından, onu içselleştiremiyor. Halbuki yaratılışın en yüksek gayesi ve neticesi Allah'a iman O'nu tanımak ve O'na karşı sevgi beslemektir.51 Ancak ders kitaplarında imanî konuların öğrencilerin anlayacağı şekilde verilmemesinden dolayı öğrenci câmi cemaati gibi derste aldıklarını kişisel ve sosyal hayatta kullanmadığından hemen unutmaktadır. Bundan dolayı da konuların daha etkin olarak öğrenciyi ikna edecek şekilde işlenmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmek için de öncelikle müfredatın içinin iyi doldurulması ve öğrencileri şüpheye düşürecek konulardan uzak durulmalıdır. Konuların fen bilimlerinin verileriyle desteklenerek verilmesi, öğrencinin imanî konuları anlamasını sağlar. Çünkü vicdanın ışığı din ilimleri, aklın ışığı da fen ilimleridir.52 Bu iki yön ile talebe inkar ve taassuptan kurtulabilir. Nursî, 1939 yılında Kastamonu'da yanına gelerek "Öğretmenlerimiz bize Allah'tan bahsetmiyorlar. Bize Allah'ı anlat" diyen öğrencilere; "Siz onları değil, okuduğunuz fenleri dinleyiniz. Çünkü her fen kendi alanında Allah'ın varlığını ve birliğini ispat etmektedir" demiştir.53 Diğer yandan öğrenciyi, sosyal bilimlerin metotlarından da yararlanarak, sosyal hayata hazırlayacak, bilgilerle donatmak gerekmektedir.

    İlahiyat Fakülteleri ise ortaöğrenimden sonra lisans, yüksek lisans ve doktora programları doğrultusunda öğretimi veren yüksek öğretim kurumlarıdır.

    Bu fakültelerden ilki Ankara Üniversitesi bünyesinde 1949 yılında açılmıştır. Türkiye'de bu fakülteleri açma fikri, bugünkü anlamı ile modern üniversiteler kurma fikri ile birlikte doğmuştur. Çeşitli bilimlerin, bu yeni üniversitelerde, daha düzenli ve yepyeni metotlarla öğretilmesi ihtiyacı "dinî ilimler" alanında da hissedilmiş ve medreselerin yerini alacak olan üniversitelerde İlâhiyat Fakülteleri’nin açılması düşünülmüştür. Bu konu ilk adım, 1912'de İstanbul Dâru'l-Fünûn'da "Ulûm-u Şer'iyye" bölümünün açılması ile atılmıştır. Bu bölüm 11 Ekim 1919 yılında çıkarılan bir kanunla kaldırılmıştır.

    1924 yılında, TBMM'nde eğitim-öğretim meseleleri görüşülürken, İlâhiyat Fakültesi açılması hususu yeniden gündeme gelmiş ve 21 Nisan 1924'de çıkarılan ve İstanbul Dâru'l-Fünûn'unda hükmi şahsiyetini taşıyan kanunun birinci maddesiyle İlâhiyat Fakültesi’nin açılması karalaştırılmıştır.

    1933 yılına kadar eğitim veren bu fakülte, Dâru'l-Fünûn'un İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilmesi üzerine kapatılmıştır.

    1949 yılında Ankara Üniversitesi Senatosu bir İlâhiyat Fakültesi açmayı karalaştırmış ve karar TBMM'ne sunularak kanunlaşmış ve fakülte 1949-1950 ders yılında öğretime başlamıştır. Bu fakültede 1972-73 öğretim yılına kadar dört yıllık eğitim ve öğretim programı uygulanmıştır. Bu öğretim yılında itibaren ise öğretim yılı beş yıla çıkarılmış bunun ilk üç yılı temel İlâhiyat eğitimine, son iki yılı da ihtisaslaşma eğitimine ayrılmıştır. 1982 yılına kadar devam eden bu süreçte "Tefsir ve Hadis Bölümü" ile "Kelâm ve İslâm Felsefesi Bölümü" adlı iki alanda eğitim-öğretim yapılmıştır.

    1982 yılında YÖK'ün kurulması ile MEB'e bağlı olan Yüksek İslâm Enstitüleri’nin de İlâhiyat Fakültesine dönüştürülmesiyle, bu fakültelerde bir yıl hazırlık eğitiminden sonra dört yıl olmuştur. Bu çerçevede İlahiyat Fakülteleri iki bölüm halinde öğretim vermeye başladı. Bunlar;

    I. Temel İslâm Bilimleri Bölümü: Bu bölüm içerisinde;

    1. Tefsir Anabilim Dalı

    2. Hadis Anabilim Dalı

    3. İslâm Hukuku Anabilim Dalı

    4. Kelâm Anabilim Dalı

    5. İslâm Mezhepleri Anabilim Dalı

    6. Tasavvuf Anabilim Dalı

    7. Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı

    II. Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü: Bu bölüm içerisinde;

    1. Felsefe Tarihi Anabilim Dalı

    2. İslâm Felsefesi Anabilim Dalı

    3. Dinler Tarihi Anabilim Dalı

    4. Din Sosyolojisi Anabilim Dalı

    5. Din Psikolojisi Anabilim Dalı

    6. Din Eğitimi Anabilim Dalı

    7. Din Felsefesi Anabilim Dalı

    8. Mantık Anabilim Dalı

    III. İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Bölümü:

    1. İslâm Tarihi Anabilim Dalı

    2. Türk-İslâm Sanatları Anabilim Dalı

    3. Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim Dalı

    4. Türk Din Musikisi Anabilim Dalı

    Uzmanlık alanları farklı olmasına rağmen bu fakültelerden mezun olan öğrencilerin, İslâmî ilimler alanında kendilerini yeterli düzeye getirebilmeleri için en az bir master yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. Türkiye'de din eğitiminin yüksek kademesinde bulunan kişilerin farklı düşünceleri öğrencileri etkileyerek, onların dine, dini ilimlere karşı güvenini azaltmaktadır.

    b. İlköğretim ve Ortaöğretim Kurumlarında Din Öğretimi

    Günümüzde din eğitimi veren kurumlar dışında yani ilköğretim ve ortaöğretimde din öğretimi, 1982 Anayasa'sının 24. maddesine göre zorunlu olarak İlâhiyat Fakülteleri mezunları tarafından verimliktedir. İlköğretimin 4. sınıfından itibaren 5., 6., 7. ve 8. sınıflarında haftada ikişer saat, ortaöğretimde ise 9., 10. ve 11. sınıflarda birer saat olarak verilmektedir.

    İlköğretimde okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredatının daha önceki yıllardan farklı olmadığını görüyoruz. Ortaöğretimde ise lise birinci sınıfta okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, İslâm dini bilgisi vermekten daha çok, dinler kültürü vermektedir. Halbuki öğrencinin öncelikle kendi dinini tam anlamıyla öğrenmesi gerektiği bir vakıadır. Çünkü kendi dinini tam olarak öğrenemeyen kişinin zihninin batıla düşeceği gerçektir. Lise ikinci sınıfta okutulan ders ise ahlak ağırlıktadır. Üçüncü sınıfta da müfredata felsefî anlayışın hakim olduğunu görmekteyiz.

    İlk ve ortaöğretim kurumlarındaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitapları da yukarıda bahsettiğimiz ve olması gereken müfredat ve konulardan mahrum olduğu için öğrenci nazarında pek ilgi çektiğini söylememiz mümkün değildir. Çünkü halkımızda özellikle de gençlikte iman buhranı ve zaafı varken, o konularda onları takviye ve ikna etmemiz gerekirken, verilen eğitimle öze inilmemektedir. Nursi, eserlerinde hep bunu vurgulamıştır ve o bir aksiyon adamı olduğundan gerçek reçeteleri sunmuştur. Türkiye'nin ve özellikle de din eğitiminin durumu "temelleri yıpratılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak"54 olarak değerlendirmektedir. Temelleri çürümüş olan bir binanın odalarını tamir etmek, o binanın yıkılmaması için ne denli fayda vereceğini düşünmek gerekir.

    Bu konu ile ilgili olarak kişisel gelişim uzmanı Doğan Cüceloğlu'nun şu sözleri çok dikkat çekicidir: "Ben Amerika'da yirmi beş yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.

    "Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu da yoktur….."55 Cüceloğlu, tespitinde gerçekten haklıdır, ancak okumuş ve şehirleşmiş kesimin bu hâle gelmesindeki en önemli faktöre değinmemiştir. İşte burada unuttuğumuz husus, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye'de yapılan eğitimin tek taraflı olması hem de din eğitimindeki muhteva eksikliğidir. Çünkü dinî ilimler almamış bir kimse doğru İslâmiyet'i bilmediği gibi İslâm'a ait doğruluğu da yaşayamaz ve devamlı dünya hayatını düşünerek, haram-helal hissi de olmayınca hedefine ulaşmak için Makyavel gibi her türlü vasıtayı meşru görerek acımadan dilediğini yapmıştır ve yapmaktadır.

    4. Din Eğitimi Ne Zaman Başlamalıdır?

    İslâm'a göre insan, iyi ve kötüyü ayırabilme potansiyeline sahip olarak dünyaya gönderilmiştir. Ancak çevre etkenlerini kendi lehine çevirebilmesi için belli bir yönlendirmeye sahip olması gerekir. Bunu da ancak içinde bulunduğu toplum, çevre etkileşimi ve alacağı eğitimle sağlayabilir. Bundan dolayı İslâmî nasslar, insan hayatının beşikten mezara kadar,56 bu etkileşim içerisinde devam ettiğini bildirmektedir.

    Allah'ın insanı, ana karnından hiçbir şey bilmeyen bir varlık olarak57 yaratması, konuşmaya başlayınca anne ve babalarının etkisiyle Yahudi, Hıristiyan veya Mecusî olması58 insanın bilgisiz doğup çevre etkileri karşısında edindiği bilgilerle yönünü tespit ettiğini göstermektedir.

    Bundan dolayı çocuğun eğitimi, her zaman öncelikli olarak ele alınması hassasiyetle üzerinde durulması gereken ilk meselelerden birisidir. Günümüzde de, sadaka-i câriye olan hayırlı çocuk yetiştirmeyi59 her anne baba kendisine öncelikli bir görev bilmelidir.

    Ülkemizde de Freud'dan etkilenen, özellikle dinî değerlerden tamamen uzak eğitimcilerş "çocuğu serbest bırakın, her istediğini yapsın, hevesi kalmasın, hiç azarlamayın ve sadece sevgi verin" diye diye günümüzün serseri ruhlu, sabırsız, saygısız, sorumsuz ve ahlaksız neslinin yetişmesine öncülük ettiler. Bunun sonucunda sınır tanımayan bir gençlik haline geldiler ve ne otobüslerde, dolmuşlarda, metroda yaşlılara ve çocuklu hanımlara yer veriyorlar ne de hayatı anlamlı hâle getirecek davranışlarda bulunuyorlar. Bilakis çok yakın bir geçmişte 12 Eylül 1980'den önce olduğu gibi her tarafı kan gölüne çevirerek yabancı güçlerin elinde, onların oyuncağı haline gelmişlerdir. Bütün bunlar içerikli din eğitimi verilmemesinden kaynaklanmaktadır.

    Bu kadar önemli bir konu olan çocuk eğitimini, Kur'ân ve sünnete göre incelemeye çalışacağız.

    a. Konu ile İlgili Âyet ve Hadisler

    Kur'ân'ın ilk açıklayıcı ve uygulayıcı olan Hz. Peygamber'e göre insan, rûh, akıl ve cesediyle ayrılmaz bir bütündür. Birisi için diğeri feda edilmez. Bundan dolayı insan, her üçünü de beraber olgunluğa ulaştırmak zorundadır. Çünkü her birisine karşı görevlerin âdilâne bir denge içerisinde yerine getirilmesi İslâmî gelişimde esastır.

    Bu doğrultuda Hz. Muhammed nefsin kişi üzerinde hakkı olduğunu60 belirttiği gibi, aklın terbiyesine de önem vermiş ve bunun vâsıtası olan ilim istemeye de ısrarla teşvik etmiştir. Kur'ân-ı Kerim "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?",61 "Allah'tan kulları içerisinde ancak âlimler korkar",62 "De ki, Rabbim! Benim ilmimi artır"63 âyetleriyle aklî terbiyenin vasıtası olan ilim öğrenmeye insanları yönlendirmiştir.

    Hz. Peygamber de, "Âlimler, peygamberlerin vârisleridir",64 "Âlimin âbid üzerine üstünlüğü, benim sizden birinize üstünlüğüm gibidir",65 "Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde âlim kılar",66 "Bir din âlimi (fakîh), şeytana bin âbidden daha ağır gelir",67 "İlim istemek için yola çıkana, Allah cennetin yolunu açar",68 "Kıyametin alametlerinden biri de ilmin kalkmasıdır"69 ve "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım"70 gibi pek çok hadislerinde aklî terbiyenin en geçerli vasıtası olan ilim ve onun öğrenmenin önemini vurgulamıştır.

    Buna paralel olarak Hz. Peygamber'in mesajında âhiret hayatı için dünya hayatını hafife almak, ihmal etmek ve beşerî görevlerini terke giden bir yola girmeye de yer yoktur. Kur'ân-ı Kerim bu konuyla ilgili olarak da şöyle demiştir: "Allah'ın sana verdiği nimetlerle âhiret yurdunu gözet (cenneti ara), dünyadan da nasibini unutma!"71 Hz. Peygamber de âyete paralel olarak "Hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecek gibi de âhiret için çalış!"72 demiştir.

    Şu halde bütün bunları, kişinin gerek dünyevî ve gerek uhrevî, gerek kendisinin ve gerekse toplumun mutluluğu için kazanması gerekmektedir. İşte bu kazancı gerçekleştirecek, faaliyetlerin tümüne kısaca terbiye denilmektedir.73 Ayrıca terbiye mikro plânda çocukta kişiliği inşâ faaliyeti, makro plânda da yarınki cemiyeti kurma çalışmasıdır.74

    Bahsettiğimiz mezkur esaslar Ebû Hureyre'den nakledilen bir hadisle örtüşmektedir. Hadiste şöyle denilmektedir: "Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri, güzel isim koyması ve biri de güzel ahlâk sahibi yapmasıdır…"75

    Yine Kur'ân-ı Kerim'de, "Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun"76 âyetiyle babalara emredilen korumanın te'dib, tehzib, güzel ahlâkı öğretmek, kötü arkadaşlardan korumak, zevk için yemeye alıştırmamak, süs ve konforu sevdirmemek gibi terbiye faaliyetler olduğu belirtilmiştir.77 Başka bir âyette de "Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınızdan bir kısmı size bir nevi düşmandır, o halde onlardan sakının. … mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir fitnedir…"78 denilerek babalar için çocukların imtihan olduğu belirtilmiştir. Bu imtihanı kazanmanın tek yolu, onlara karşı görevleri yapmak, ahlâkını güzelleştirmek, onları hayata en iyi şekilde hazırlamaktır.

    Kur'ân'ın muhtevası ile Hz. Peygamberin genel anlayışına baktığımızda çocuğa din eğitiminin erken yaşlarda ve hatta konuşmaya başlarken verilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü öncelikle İslâmî emir ve kuralları yerine getirmesi için küçüklükten itibaren yatkınlık kazanması onun geleceği için önemlidir.

    b. İslâm Alimlerinin Görüşleri

    Hadislerin bildirdiğine göre babaların çocuklarına hem kendileri, hem çocuklar hem de toplum için gerekli olan güzel ahlâkı kazandırması istenmektedir. Hatta İbn Kayyim, "Çocukların çoğundaki bozukluğun sebebi babalardır, onlar, babalarının ihmali, dinin farz ve sünnetlerini öğretme işini terk etmeleri yüzünden bozulmuşlardır"79 demektedir. İbn Kayyim çocuklardaki problemleri babaların onlara küçüklükten itibaren İslâmı yaşamaya alıştırmamaları, yani dinî eğitimi vermemelerine bağlamaktadır.

    İmâm Gazâli de çocuğun anne-babanın yanında bir emanet olduğu belirterek, onun temiz kalbinin her çeşit nakış ve suretten hâli, saf ve kıymetli bir cevher olarak niteler. Bundan dolayı çocuğun her nakşa uygun olduğu gibi, meylettirilen her şeyi almaya da yetenekli olduğu, hayra alıştırılır, hayır öğretilirse, hayır üzere büyüyeceği ve dünya ile ahirette mutlu olacağını ortaya koyarken,80 onların temiz kalplerinin küçük iken doldurulması ve Allah'ı tanımaya yönlendirilmesi üzerinde durur.

    Bediüzzaman da çocuğa terbiyenin özellikle de imânî terbiyenin çocuklukta verilmesi gerektiğini şöyle belirtmektedir: "…Çünkü bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imânî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imânın erkanlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayri Müslim birisinin İslâmiyet'i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanîlik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip, çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur."81 Bu ifadelerden çocuğa eğitimin, özellikle de din eğitiminin küçük iken verilmesi gerektiğini ortaya koyan Bediüzzaman, daha sonra yani büyüdüğünde ona güzel ahlâkın gerekleri olan dinî esasları benimsetmenin, gayri Müslim birisinin Müslüman olması gibi zor olacağını belirtilmektedir. Babaların bu konuda hassas olması çocuğa dünya ve ahiret mutluluğunu getirecek dinî, ahlâkî ve sosyal esasların eğitimini küçük iken vermeleri gerekmektedir.

    Diğer yandan bazı anne ve babaların çocuklarına iyilik zannıyla kötülük yaptıklarını ve onların ebedî hayatını yok ettiklerini de yine Bediüzzaman, veciz olarak şöyle belirtmektedir: "O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. Oğlum paşa olsun diye bütün malını verir, hâfız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor, cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, ahirette şefaatçi olmak lâzım gelirken davacı ediyor. O çocuk "niçin benim imânımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?" diye şekvâ edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam alamadığı için, vâlidesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder"82

    c. Dünyada ve Bazı Batı Ülkelerinde Temel Eğitim ve Din Eğitimi

    Temel eğitim, çocukların konuşma, davranış geliştirme ve çevresi ile ilişkiler kurabilme yeteneklerinin ortaya çıkarılabilmesi için ailede başlatılıp, okulda devam ettirilen yetişme, yetiştirme ve sosyal hayata hazırlama, okuma yazma öğretimi ve faaliyetlerini ifade eder.

    Temel eğitimin genel bir çerçevesini çizdikten sonra bazı Batı ülkelerindeki zorunlu temel eğitim uygulamaları ile din eğitimi hakkında kısa bilgiler verelim:

    Amerika Birleşik Devletleri: ABD'de temel eğitim, eyaletten eyalete bazı farklılıklar göstermekle birlikte genellikle 4-6 yaş arası anaokulu dönemidir. Temel eğitim ise 6 yıldır.83

    ABD'de yeryüzünde mevcut her ırktan, her dilden ve dinden insanın bir arada yaşamasından dolayı devlet okullarında din dersleri verilmemektedir. Ancak bu işi mezheplerin, dinî kuruluşların ve özellikle kilise teşkilatlarının üstlenerek yerine getirdiğini görülmektedir.84

    Almanya: Almanya'da 1819'dan beri temel eğitim, 6-16 yaşları arasında zorunludur.85 Almanya'da, resmi devlet okullarında din dersleri zorunludur ve her okulun programında daima ilk sırayı alır.86 Öğrenciler, 8 yıl boyunca haftada 4 saat din dersi alırlar. Ayrıca haftada birer saat da dinî ayinleri vardır. Böylelikle haftalık süre 5 saate çıkar.87

    Avusturya: Avusturya'da temel eğitim mecburi ve 6-16 yaşları arasıdır. Din dersi ise ilkokul birinci sınıftan başlayarak, 16. yaşa kadar haftada 2 saat olarak okutulur.88

    Belçika: Temel eğitime 7 yaşında başlanarak 18 yaşına kadar devam eder ve zorunludur. 18 yaşına kadar ilkokul ve ortaöğretim boyunca din eğitimi zorunludur.89

    Fransa: Fransa'da ilköğretim, ilk defa 1793 yılında zorunlu hale getirilmiş olmakla beraber, 1802'de bundan vazgeçilmiştir. Ancak 1881-1882 öğretim yılında itibaren ise ilköğretim yaygın bir şekilde zorunlu olarak uygulanmaya başlanmıştır.90

    Fransa lâikliği benimsemiş olmasına rağmen, klâsik okulların yanında kilise okullarının açılmasına da izin vermiştir. İlkokul müfredatında bulunan ahlak dersi tamamen dinî temele dayanır. Özel okulların hepsi dinî kuruluşlara bağlıdır.91

    Hollanda: Bu ülkede temel eğitim 8 yıldır. 4. ve 5. sınıfları anaokulu, 6 yıllık kısmı ise ilkokullardır. Hollanda'da 16 yaşına kadar eğitim zorunludur.92

    Hollanda'da din eğitimi anaokullarından başlar ve temel eğitim boyunca devam eder.93

    İngiltere: İngiltere'de ilköğretim 1876'da zorunlu 1891'de ise ücretsiz-zorunlu hale getirilmiştir.94

    Din eğitimi ise, 1991-1992 öğretim yılına kadar, eğitimin yalnızca ilk üç safhasında, yani 5-14 yaşlar arasında kanun gereği zorunlu idi. 1991-1992 öğretim yılından itibaren 5-18 yaşlar arasında zorunlu hale getirilmiştir.95

    Türkiye'de ise temel eğitim 6 yaşında başlamakta ve sekiz yıl sürmektedir. Din eğitimi ilköğretimin 4. sınıfından itibaren başlamaktadır. Hatta son çıkan kanunî düzenlemeye göre 12 yaşından küçüklere din eğitimi verilmesi yasaklanmıştır. Bu durum dahi Batı ülkelerinden geri kaldığımızın bir göstergesidir.

    Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri, Hz. Peygamber’in sözleri ve İslâm bilginlerinin değerlendirmelerine göre din eğitiminin küçük yaştan itibaren verilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü eğer din eğitimi bu dönemde verilmezse, büyüyünce din eğitimi verilemeyeceği, hatta dinî emirleri yerine getirmesinin ve kabullenmesinin, gayri Müslimin, Müslüman olması kadar zor olacağı bin gerçektir.96

    5. Din Eğitimi Verecek Olanların Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar

    Dini davette, dinî bilgilerin öğretilmesinde diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi bazı metotlara uyulması gerekmektedir. Çünkü o dinin tutunabilmesi, bir bakıma davet metoduna bağlıdır. Bundan dolayı Yüce Allah Kur'ân'da Peygamber’ini yönlendirmek için, "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et!"97 demektedir. Bu güzel öğrenme ve çağrı yolunu belirten bazı metotları Kur'ân'ın yönlendirmesi ve Hz. Peygamber’in ifadeleriyle din eğitimi verecek olanların dikkat etmesi gereken hususlar:

    a. İnsanların psikolojik, sosyal ve kültürel seviyelerini göz önünde bulundurarak, din eğitimini sevdirerek, zorlaştırmadan, nefret ettirmeden kolaylaştırarak ve müjdeleyerek öğretmeyi hedef edinmelidir.98

    b. Din eğitimi veren kişi aynı zamanda Hz. Peygamber’in görevleri arasında yer alan davet, eğitim ve öğretim işi zor olmasından dolayı, karşı karşıya kalınan güçlük, eza ve cefalara sabretmelidir.99

    c. Din eğitimi veren kişi, eğitim ve öğretim çalışmalarını hedef kitleyi zorlamadan yumuşaklıkla yapmalıdır.100

    d. Dinî eğitimde insanlara öğüt vermenin, usanmadan devam etmenin ve tekrar tekrar hatırlatmanın önemini göz ardı etmemelidir.101

    e. Din eğitimini açık ve net şekilde yapmalıdır.102

    f. Eğitim ve öğretimi kişilerin anlayacağı seviyede yapmalıdır.103

    g. Eğitim ve öğretimde muhatapları düşünmeye yöneltmelidir.104

    h. Yapılan eğitim ve öğretimde samimi olmak, yani yapılacak olan hususlarda önce kişinin kendisinin örnek olması ve yapmadığı şeyleri söylememesi gerekir.105

    Diğer yandan din öğretimi büyük ölçüde sözlü davet ve takrire dayanmaktadır. Bir bakıma din, Hz. Peygamber'in de belirttiği gibi nasihatten ibarettir.106 Şüphesiz dinin benimsetilmesi ve öğretilmesi, ancak Kur'ân'ın çizdiği medeni çerçeve içinde sunulması sonucunda mümkün olabilir. Ancak bu davetin bir Peygamber'in şahsiyet gücünden büyük bir canlılık ve etki kazandığını unutmamak gerekir. Belirlenen metotlar doğrultusunda Hz. Peygamber'in öğretim yöntemini din eğitimi verenlerin çok iyi bilmesi gerekmektedir. Çünkü aksi halde din eğitimi veren kişinin kişisel tutumundan dolayı çocukların dine ve dinî değerlere düşman olma ihtimali vardır. Bundan dolayı din eğitimi veren kişilerin Hz. Peygamberin uyguladığı hoşgörüye dayalı öğretim metotlarını uygulamaları kaçınılmazdır. Bu doğrultuda Hz. Peygamberin yaşayarak ortaya koyduğu yani önce kendisinin uyguladığı metotları eldeki mevcut kaynaklar doğrultusunda şöyle değerlendirebiliriz:

    a. Hz. Peygamber bir şeyi anlatırken yavaş yavaş, açık ve net bir şekilde konuşur ve söylediklerinin anlaşılması için önemli noktaları üç kere tekrar ederdi.107

    b. Hz. Peygamber öğretim sırasında soru sorulmasını teşvik ederdi. Abdullah b. Ömer, mescitte bir adamın ayağa kalkarak soru sorduğunu ve Hz. Peygamber'in de ona cevap verdiğini rivayet eder.108 Ebû Hureyre de şu olayı nakletmektedir: "Bir toplantıda Hz. Peygamber, bize çeşitli konularda bilgi verirken bir Bedevî sokulup 'Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Hz. Peygamber sözünü bitirdikten sonra bedevînin sorusuna cevap verdi."109 Bazen de dinleyenlerin dikkatini çekmek ve ilgilerini artırmak için kendisi soru sorardı.110

    c. Hz. Peygamber konuşmasında dinleyicilerin eğitim, kültür ve zihin seviyelerini dikkate almıştır. Bu doğrultuda eğitim ve öğretim görevinde bulunanlara şu tavsiyelerde bulunmuştur: "İnsanlara Rablerinden bahsettiğiniz zaman anlamayacakları dilden konuşmayınız."111

    d. Öğrencilerin ilgi ve isteklerini göz önünde bulundurarak dersleri onların dikkatle takip edebilecekleri bir program içerisinde vermiştir.112 Bu konuyla ilgili olarak Abdullah İbn Mes'ûd, şöyle demiştir: "Sizi bıktırmaktan çekiniyorum. Hz. Peygamber de böyle bir endişeden dolayı belirli zamanlarda nasihat ederdi."113

    f. Hz. Muhammed, dersin daha iyi anlaşılması için bazen konuyu hikayelerle dramatize etmiştir. Bir sohbet sırasında bir mağarada kapalı kalan üç kişinin, Allah rızası için yaptıkları çalışmalardan dolayı oradan nasıl kurtulduklarını anlatmıştır.114

    g. Gerektiğinde konuyu bir takım çizgilerle şematik olarak anlatmıştır.115

    h. Anlattığı konuyu benzetme ve örneklerle açıklardı. Bir defasında namazın manevî etkisi şöyle anlatmıştır: "Düşünün ki, bir kimse her gün beş kere evinin önünden akan bir nehirde yıkansa, onda kirden pastan bir şey kalır mı? Huzurundakiler, 'Hayır kalmaz' dediler. İşte beş namaz da böyledir. Allah bunlarla hataları yok eder."116

    6. Din Eğitiminin Gayesi Nedir?

    İslâm dünyasında mevcut olan bütün eğitim kurumlarının başta gelen sorumluluğu öğrencilerde, Allah tarafından insanlığa hediye edilen peygamberlik kurumunu takdir etme hissini yaymaktır. Çünkü ilahî rehber ve öğretmen olan peygamberler olmasaydı, insanlık için huzur ve mutluluk hayaldi. Cehalet, irtidat, işgaller ve ihtilâller ile paramparça olmuş bir dünyada bütün eğitim kurumlarının sosyal, siyasî, ahlakî ve tatbikî alanlarda kötülere karşı mücadele etmesi gerekmektedir. Müspet olarak yani bilimsel alanlarda nebevî düşünce ve fiilleri göstererek, mazlumları cehaletten ve ezilmekten kurtarmaktadır.

    Aslında eğitimin kendisi bizzat gaye değil araçtır. Gaye, hedeftir. Batılı ilim adamlarının çoğu da insanların kültürel ve entelektüel mirasını gelecek nesillere aktarabilmenin ve onları gayeleri doğrultusunda yönlendirmenin ancak eğitimle mümkün olacağını kabul etmektedirler.117

    Analar-babalar genellikle çocuklarını, hayatlarını kazanmalarını ve iyi bir iş sahibi olmalarını sağlamak için eğitirler. Bazıları ilim elde etmeyi eğitimin gayesi olarak görür. Bir takım kimseler ise topluma hizmet veya iyi bir vatandaş olmayı eğitimin gayesi olarak düşünürler.

    Nursi'nin eserlerinin genel durumuna baktığımızda onun din eğitimi verilmesi ile, gayesinin imanı elde etmek, taklidi olanı tahkikîye yükseltmek olduğu anlaşılmaktadır. İmanda öncelikte Allah'ın varlığına ve birliğine sarsılmaz bir şekilde inanmaktır. Yine eserlerinde ortaya koyduğu gibi imanın diğer erkanının yani meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere inanmanın, Allah'a iman gerçeğiyle yakından ilgili olduğunu belirtmektedir. Nursi'nin bu tespiti klâsik dönem İslâm âlimlerinden farklıdır. Çünkü onların döneminde imana gelen tehlikeler bilgisizlikten gelmekteydi ve ikna edilmeleri kolaydı. Günümüzde ise imanın esaslarına ve İslâm'ın özüne, köküne tehlikeler ve saldırılar bilimden gelmektedir. Bundan dolayı imanî eğitime acil ihtiyaç vardır.118

    a. Eğitimin Gayesi: İslâm'da eğitimi gayesi, Allah'a itaat eden, hoşgörülü, insanlara sevgi besleyen ve bütün varlıklara karşı merhametli bir kul haline gelmektir. Eğitim, öğrencilerin tabi eğilimlerini doğru yöne çevirmeli119 ve onların aklî, fizikî ve ahlakî yönlerden Allah'ın iyi kulları olmalarını sağlamalıdır. İslâmî eğitim anlayışında kişi hayatını kazanmak, iyi bir iş sahibi olmak, ilim elde etmek ve topluma hizmet gibi hususlarda kendini yetiştirir. İslâmî eğitim kişiyi bunlardan tecrit etmemektedir. Bilakis öğrencinin bu hususlardaki düşüncelerine etki ederek en mükemmele ulaşması için teşvik etmektedir. Çünkü İslâm'ın hedefi kişiyi hem bu dünyada hem de ahirette mutlu etmektir.

    Sonuç olarak, İslâmî eğitimin gayesini şöyle formüle edebiliriz: Küfür karanlığında olan insanları aydınlığa; cehalette olanları ilme, irfana ve medeniyete; sapıklıkta olanlara kitap ve hikmeti öğreterek hidayete çıkarmaktır.

    b. Eğitim Hakları: Eğitim hakları denilince hemen akla kadınların eğitimi gelmektedir. Sanki İslâm'da kadınların eğitim hakkı yokmuş gibi algılanmakta ve öyle bir kanaat oluşmaktadır. Halbuki İslâm'da kadın, eğitimi ve öğretim konusunda erkekle aynı haklara sahiptir. Hz. Peygamber, "İlim öğrenmek kadın erkek her Müslüman'a farzdır" diyerek bunu açık olarak belirtmiştir. Böylece İslâm, öğrenme hakkını eşit olarak dağıtmış ve hatta onu cinsiyet ayırımı yapmadan farz olarak nitelemiştir.

    Bununla birlikte İslâm, kadının eğitiminde İslâmî kurallardan taviz verilmesini uygun görmez. Çünkü faziletli bir toplum oluşturmayı hedef alan İslâm, bu gayeyi ortadan kaldıracak hususlara fırsat verilmesini istemez. Ahlaksızlığa, fuhşa ve diğer kötü durumlara zemin hazırlayan etkenlerden uzak durulmasını öğütler. Hz. Peygamber, kadınların eğitimi ile o derece ilgilenmiştir ki, sözlerinin kadınlar tarafından işitilmediğini hissettiğinde yanlarına giderek tekrarlamıştır.

    Günümüzde Türkiye'de verilen din eğitiminin bunları tam olarak karşılamadığını görmekteyiz. Bunun sebebi de yukarıda da değindiğimiz gibi, din eğitimi müfredatlarının yetersizliğidir.

    B. İslâm Eğitim Sisteminin Temel Özellikleri ve Amaçları

    İslâm eğitim sisteminin temel özellikleri ve amaçlarını Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sözleriyle formüle edebiliriz:

    a. İlmin elde edilmesi: İslâm'ın temel bilgileri her Müslüman'a farzdır. Bundan dolayı İslâm'ın ilk emri "oku"120 olmasıyla ilme verilen önem vurgulanmaktadır.

    b. İlmi öğretmek: İslâm'da ilmi öğrenmek farz olduğu gibi öğretmek de farz olmuştur. Büyük önem arz eden ilmin, İslâm'a göre nazariyede kalmaması, insanların öğretmesi İslâmî nasslarda açık olarak emredilmiştir. Ancak İslâmî nassların sadece dinî ilimleri değil, insanlık için faydalı olan her türlü ilmin öğrenilmesi gerektiğini emretmesini de unutmayalım.

    c. Ahlakî değerler: İlim öğrenirken veya öğretirken ruhî ve ahlakî değerler üzerinde hassasiyetle durulmuş ve bunlara büyük önem verilmiştir.

    d. Allah rızası ve kamu yararı: İlim hiçbir maddî karşılık beklemeksizin, fakat toplumun iyiliği ve Allah rızası için öğrenilir.

    e. İlim arzusunun yaygınlaştırılması: Bütün insanlar, çocuklar, yetişkinler, okur-yazar olanlar ve olmayanlar ilim öğrenmeye aramaya teşvik edilmişlerdir.

    f. Öğrencinin durumuna göre eğitim: Allah'ın elçisi "kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz"121 diyerek kişinin durumuna göre eğitim verilmesini belirtmiştir.122

    g. Kişiliğin gelişmesi: Her öğrencinin yetenek ve maharetinin gelişmesi ve topluma yararlı hale gelmesi için geniş fırsatlar verilir ve her çocuğun Allah'ın bir emaneti olduğu kabul edilir.

    h. Fiil ve sorumluluklara büyük önem vermek: İslâmî eğitim sistemi, her öğrenciyi, ferdî, ailevî ve toplumsal sorumlulukları Allah'ın ve Peygamberinin emirleri doğrultusunda yerine getirecek şekilde terbiye eder.

    Kur'ân'ın bildirmesi ve Hz. Peygamberin yönlendirmesiyle Türkiye'de din eğitiminden istenilen gayenin hasıl olması için yukarıda verilen kriterleri göz önüne alarak, şuurlu bir şekilde vermek gerektiği kaçınılmazdır.

    C. Türkiye'deki Din Eğitimi ile İlgili Bazı Öneriler

    Zamanın ve eğitim metotlarının gelişmesiyle her alanda olduğu gibi din eğitimi alanında da temelde sistemde program ve içerik değişikliğine gidilmesi gereklidir. Bunun için;

    1. Türkiye'de mevcut şartlar içerisinde örgün din eğitimi veren kurumlar olan İmam Hatip Liseleri ile İlahiyat Fakülteleri’nin alan belirleme yöntemiyle tekrar yapılandırılması gerekmektedir. Fakültelerin sayısının artırmak değil, liyakatli, ehil, halktan kopuk olmayan ve onların dini yaşantılarına saygı gösteren kişilerin yetişmesi önemlidir. Diğer yandan bir bakıma yaygın din eğitimi yapan Diyanet İşleri Başkanlığı da kendi içerisinde değişikliklere giderek, orasının devlet kurumları içerisinde rantiyel bir kurum olmaktan çıkarılmalıdır. Orada çalışacak kişilerin din eğitimi veren kurumlardan seçilerek, liyakatine göre istihdam edilmesi gerekmektedir.

    2. İslâm'ın iyi öğrenilememesinden ya da öğretilememesinden dolayı kendi bünyesinde veya dinin mensupları arasında bazı yanlış anlayışlar ortaya çıkmaktadır. Hatta bu kişiler arasında bilgisizlikten dolayı bazı fikrî çatışmalar olmaktadır. Bunun sonucunda üzülerek görmekteyiz ki, eğitim eksikliğinden ya da yanlış eğitimden dolayı bu gün Türkiye'de her ikisinden de dine zarar gelen iki grup insan bulunmaktadır.

    Bir kısmı dini konularda hassas, fakat dini iyi öğrenemediğinden, hâla asırlar öncesinin yorumlarına bağlı kaldığından ve akıl-mantık ölçülerinden mahrum olduğundan, dindeki hoşgörünün sınırlarını da daraltarak diğer insanların yaşam biçimine tahammül edemiyor. Daha doğrusu bunlar İslâm'ı dar kalıplar arasına sokmuşlar ve sanki Allah'ın engin rahmetini ipotek altına almışlardır. Her şeyin siyasî olarak düzeleceğini zannederek, bu saf düşüncelerinden rant elde etmek isteyenlerin oyununa gelmişlerdir. Bu düşünce ve yaşantı tarzı İslâm'ın ruhuna aykırı ve yanlıştır. Çünkü İslâm bütün siyasî mülahazaların üstünde bir değer yargısına sahiptir.

    İkinci kısmı oluşturan diğer gurup ise, görünüşte kendisini medenî zannediyor ve dinî yaşamda lakayt, fakat kendi düşünce ve yaşam biçimi dışındakilere hayat hakkı tanımak istemiyor. Mutlaka benim düşündüğüm gibi düşüneceksin ve benim yaşadığım gibi yaşayacaksın anlayışı içerisindeler. Bu düşünce, bırakın dinî açıdan, hem demokrasi hem de insan hakları bağlamında dahi kabul edilemez.

    İşte bu iki gurup arasını uzlaştırmak ve arada İslâm'ın da arzuladığı barışı sağlamak için sağlam bir din eğitimine ihtiyaç vardır. Çünkü biz, Nursi'nin ifadesiyle doğru İslâm’ı yaşasak, diğer dinlerin mensupları da guruplar halinde İslâm'a girerler.123 Bu düşüncelerin imanı temel alarak hem yaygın hem de örgün din eğitimi ile giderilmesi gereklidir.

    3. İslâm'ın her türlü batıl inanç ve hurafeler ile akıl ve mantık dışı yorumlardan uzak tutulması gerekmektedir. Bu da ancak doğru İslâm'ı öğrenmek ve öğretmekle olabilir. Ayrıca "İsrailiyyât" denilen İslâmî öğretilerin özüne ters düşen yorumlardan da uzak duran, yine sağlam ve bilimsel olarak yapılan bir din eğitimine ihtiyaç vardır.

    4. Din eğitiminde istenilen amaca ulaşmak için de;

    a. Din eğitimi en az üç yaşında başlamalıdır ve bu eğitimde iman konusu, ilk yıllardan itibaren özenle vurgulanmalıdır.

    b. İlköğretim ve ortaöğretimde mecburi olan din eğitimi müfredatının yeniden gözden geçirilerek imanı şuuru kazandıracak şekilde yeniden düzenlenmesi elzemdir. Bu düzenlemede din eğitimi programları fen bilimleriyle desteklenmeli, sosyal bilimlerin metotları ile psikoloji ve pedagojinin verilerinden azami ölçüde istifade edilmelidir.

    c. Üniversitelere de bilimsel verilerle desteklenmiş müfredata dayalı seçmeli din dersi konulmalı ve üniversite gençliğinin de din eğitiminden istifade etmesi sağlanmalıdır. Özellikle sınıf öğretmeni yetiştiren fakültelerin öğrencileri din eğitimine tabi tutulmalıdır.

    d. İlköğretim ve ortaöğretimde din eğitimi verecek kişilere akademik eğitim verilerek bunların İslâm'a bakış ufku genişletilerek, muhatap olduğu çevre ile iletişiminin pozitif olması sağlanmalıdır.

    e. Dinî hizmetlerde halkla doğrudan muhatap olan vâizlerin de, dine sokulan hurafeleri ve halk arasında yaygın olan bâtıl inançları bilmeleri, ifrat ve tefritten uzak durmaları, terhip ve tergibe girmemeleri gerekmektedir.124 Geçmiş asırlardaki alimlerin hangi makamda söylediklerini bilmeden, her hangi bir konuda aynı bilgiyi vermemeleri elzemdir.125 Ayrıca kendilerine sorulan kavramları günümüzün insanının anlayacağı şekilde net olarak açıklamalıdırlar.

    f. Din adamlarının dindeki akla, mantığa ve ilme ters düşen rivayetleri ve yorumları bilmeleri sağlanmalıdır.

    g. Din eğitimi verilirken dinde ifrat ve tefritin zararları açık olarak belirtilmelidir.

    h. Herkesin malı olan ve her şeyin üstünde olması gereken dinin maddî çıkar, rant ve siyasî yükselme malzemesi gibi kullanılmasının hem dine hem de Müslümanlara zararları anlatılmalıdır.

    ı. Din eğitimi veren kişilerin, Müslümanların doğru İslâm'ı öğrenmeleri ve yaşamaları sağlanarak, oluşturulmak istenen barış, huzur ve kardeşlik ortamına katkıda bulunmalıdırlar.

    Sonuç

    Eğitimimizi, Osmanlılarda yenileşmenin başlamasından beri bir sisteme oturtamadık. O günden günümüze kadar, kalıcı olmayan ya da çağın gelişimine göre güncelleştiremediğimiz metotlarla eğitimimiz aksak topal devam etmektedir. Bilimin baş döndürücü şekilde hızla ilerlediği bir çağda, mevcut eksiklikleri göz önüne alarak eğitimimizi yeniden yapılandırmamız gerekmektedir.

    Sisteminin temeli ve hareket noktası yanlış olunca, bu çarpıklıktan eğitim verilen bütün kurumlarda etkilenmektedir. Din eğitiminin de bu çarpıklıktan hissesini aldığını görmekteyiz.

    İnsan için bu kadar önemli olan din eğitimi ve öğretimi faaliyeti, ilk peygamber olan Hz. Âdem ile başlamıştır. Peygamberleri, getirdikleri ilahî mesajla beraber birer eğitimci ve mukaddes görevlerini de birer eğitim programı olarak ele alabiliriz. Bu bağlamda bizim dinimizin tebliğcisi Hz. Muhammed de bir eğitimci olarak gönderilmiş ve insanları mutlak cehaletten ilme, bedevîlikten medeniyete, huzur, mutluluk ve barışa kavuşturmuştur.

    Bugün din eğitimi, genel eğitim ve öğretim içinde vazgeçilemeyecek bir yere sahiptir. Din eğitiminin gereksiz olduğu düşüncesinin, ne kadar yanlış ve hatalı olduğunu zaman göstermiş ve bu tür düşüncelerin savunulduğu yıllar geride kalmıştır. Artık günümüzde yapılması gereken en önemli görev, dinin asıl kaynaklarına dayalı, hurafelerden uzak bir din eğitimi ve öğretiminin temellerini hazırlamaktır.

    Hiçbir milletin dinsiz yaşayamayacağı gerçeğini göz önünde bulundurarak, ihmal edilen din eğitiminin tekrar gözden geçirilip, bilimsel anlayışla hazırlanan müfredata modern eğitim metotlarını katarak etkin bir şekilde verilmesi için gerekenin yapılması elzemdir.

    Öz

    Osmanlı'nın yıkılmasından (yıkımından) ve yerine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, insanlar değişmeye ve hayatlarını her alanda modernleştirmeye başladılar. Eğitim, diğer değişimlere göre yeni bir şekil almaya başlayan bu alanlardan biriydi.

    Genel eğitimin bir parçası olan Din Eğitimi, "Tevhid-i Tedrisat" kanununa uygun olmak kaydıyla hükümetin iradesine bırakılmıştı. Ancak zamanla Din Eğitimi yavaş yavaş ortadan kaldırıldı. 1950'de, Dini Kültürün anlamı ve önemi toplum tarafından farkedildi, böylece insanlar Din Eğitimini okullarda öğretmek amacıyla birçok dernekler kurdular. Bugün Türkiye'de Din Eğitimi ne kurumsallaşma ve ne de okul müfredatı bakımından yeterli değildir. Bu yüzden, yeni bir Eğitim sistemine ve bu alanda reformlara ihtiyacımız vardır.

    Anahtar Kelimeler: Din, bilim, eğitim, Türkiye Cumhuriyeti, din eğitimi, İmam Hatip

    Abstract

    By the demolition (destruction) of the Ottoman and the foundation of the Turkish Republic instead.

    People began to change and modernize their lives in every field. Education was one of those fields which started to have a new shape according tothe other changes.

    Religious Education which was a part of the general education, was left to the will of the government to be treated in the case of "The law of Education Union". However by the time Religious Education has been gradually cancelled. In the 1950, the significonce (the importance of the Religious Culture has been recognized by the society so people established many assocoations to teach Religious Educiation at schools. Today, in Turkey Religious Education is not enough either in terms of institulization and school curriculums. So, we need to have a new Religious Education system and reforms in this field.

    Key Words: Religion, science, education, Turkish Republic, religious education, Imam Hatip

    Dipnotlar

    1. Halis Ayhan, "Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimine Genel Bir Bakış", Evin Okula Yakınlaşması ve Değişen Anne-Baba Rolleri (Eğitimin Temelleri ve Din Eğitimi) Birinci Kitap, Ankara, 2003, s. 28

    2. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Germany, 1993, s. 286

    3. Halis Ayhan , a.g.m. s. 29

    4. Recai Doğan, "1980'e Kadar Türkiye'de Din Öğretimi Anlayışları (1924-1980), Din Öğretiminde Yeni Yöntem Arayışları (Uluslararası Sempozyum) Bildiri ve Tartışmalar (28-30 Mart 2001 İstanbul), Ankara, 2003, s. 628

    5. MEB, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, Milli Eğitim Basımevi, 1983, s. 257-285

    6. Mustafa Öcal, Kütahya (Eski) İmam ve Hatip Mektebi Mezunlarından Ebezâde Şerif Ahmed Efendi ile bir Mülakat ve Bazı Belgeler, Diyanet Dergisi, 1991, C.27, s. 125-146

    7. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, V, 1742

    8. Bkz. Tahiru'l-Mevlevî, Matbuât Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, Nehir Yay. 2. Baskı, s. 198

    9. İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye'de Din Eğitimi, MEB Yay. İstanbul, 1966, s. 25

    10. İsmet Parmaksızoğlu, a.g.e. s. 29

    11. Osman Ergin, a.g.e., III-IV, s. 1243, aynı eser, V, s. 1961-1963

    12. Osmanlıda savaş yıllarında yapılan ancak pek uygulama imkanı bulunamayan 1914 programındaki Din derslerinin saatleri için bkz: Mekâtib-i İbtidaiye Müfredatı, Maarif-i Umumiye Nezareti, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1330; Faik Reşit Unat, Maarif Düsturu, C. I, Millî Matbaa, İstanbul, 1927, s. 279.

    13. Din Dersi, 2. sınıfta Kur'ân-ı Kerim'in elifbâsı gösterildikten sonra Kur'ân-ı Kerim'in tedrisine başlanacak ve Amme cüzüne kadar devam edilecek. 3. sınıfta, Kur'ân-ı Kerim'e tahsis edilecek ve yeri geldikçe öğretmen Hz. Peygamber'in ve sahabelerin hayatlarından bahsedecektir. 4. sınıfta Kur'ân okunmasına devam edilecek, öğretmen yeri geldikçe İslâm'ın ve İmanın şartlarını açıklayacak, Hz. Peygamber'in ve sahabelerin hayatlarından bahsetmeye devam edecektir. Ayrıcı namazda okunan sureleri de ezberletecektir. 5. sınıfta Kur'ân-ı Kerim tilâvetine devam edilecek, bunun yanında abdest, namaz ve oruç hakkında bilgileri takviye edilecektir. (İlk Mekteplerin Müfredat Programı, Maarif Vekâleti İlk Tedrisât Dairesi, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1341 (1925), s. 13-14)

    14. İlk Mektepler Müfredat Programı (1924), s. 13-14; İlk Mekteplerin Müfredat Programı, Maarif Vekâleti İlk Tedrisât Dairesi, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1341 (1925), s. 13-14

    15. Lise Birinci Devre Birinci Sınıf Müfredat Programı haftada birer saat okutulmakta ve şu konuları ihtiva etmektedir: Mebâni-i İslâm, namaz, oruç, hac, zekât ve ibadetlerdeki müşterek faziletler. Lise Birinci Devre İkinci Sınıf Müfredat Programı haftada bir saat ve şu konular okutulmuştur: Peygamberimiz, Risâlet ve nübüvvet peygamberi Mekke Devri, Medine Devri.(1924) Lise birinci devre birinci ve ikinci sınıf din derslerinin programı müfredata uygun olarak Darulfünun İlâhiyat Fakültesi muallimlerinden ve İstanbul Kız Muallim Mektebi Din Dersleri muallimi Yusuf Ziya (Yörükan) tarafından yazılan Din Dersleri İman ve İbadet adlı kitapta mevcuttur. Din Dersleri İman ve İbadet, (Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye dairesinin ve mütehassıs komisyonun 11 Ağustos 1926 tarih ve 1285 numaralı kararıyla liseler ile muallim mekteplere kabul olunmuştur.) Kanaat Ktp. İstanbul, 1926.

    16. Hasan Ali Yücel, Türkiye'de Ortaöğretim, Devlet Basımevi, Binici Basımı, İstanbul, 1938, s. 172

    17. Hasan Ali Yücel, a.g.e., s. 171

    18. Bkz. İlk Mekteplerin Müfredat Programı (1926), T.C. Maarif Vekâleti, İkinci Tab' , Devlet Matbaası, 1927, s. 3-4

    19. İlk Mekteplerin Müfredat Programı (1926), s. 46-49

    20. Bu programda sadece 5. sınıf öğrencilerine okutulacak din dersinin müfredatında şu konular yer almaktaydı: İslâm Dinin Esasları, hayırlı insan olmak, çalışmak, İslam dinide tevekkül her türlü tedbirlerden sonra caizdir, İslâm dininde şükür asıldır, İslâm hüsn-i muaşeret demektir, İslâmlık taassubu men eder, din sahtekârlığına riyâ namı vereler, İslâm dininde akıl her şeyin fevkindedir, İslâm dininde Allah ile kul arasında vasıta yoktur, Türklerden ve Araplardan başka İslâm dinine salik olan milletler de vardır. İlkmektep Müfredat Programı (1930), T.C., Maarif Vekâleti, Devlet Matbaası, İstanbul, 1930, s. 229

    21. İlkokul Programı (1936), T.C. Kültür Bakanlığı, İstanbul, 1936, s. 35

    22. 1930 yılında köy ilkokullarında sadece 3. sınıfta Perşembe günleri bir saat okutulan din dersi müfredatının ana konuları şunlardır: Cami, bugünkü Türklerin dini, İslâm dinini insanlara öğreten zât, İslâm dininde tevekkül her türlü tedbirden sonra caizdir, İslâm dininde şükür asıldır, İslâmlık iyi geçinmek demektir, İslâmlık taassubu men eder ve din sahtekârlığına riyâ namı verilir. Köy Mektepleri Müfredat Programı (1938), T.C. Kültür Bakanlığı, İstanbul, 1938, s. 9, 74-77

    23. Köy Mektepleri Müfredat Programı (1938), T.C. Kültür Bakanlığı, İstanbul, 1938, s. 9, 74-77

    24. Hasan Ali Yücel, a.g.e., s. 173-175; İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye'de Din Eğitimi, İstanbul, 1976, s. 55-57

    25. Bkz. Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişimdeki Etkileri, Ankara, 1978, s. 279; Hasan Cicioğlu, Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Ortaöğretim -Tarihi Gelişim- AÜ-EBFY. II. Baskı, Ankara, 1985, s. 96.

    26. İlk Okul Programı, T.C., Maarif Vekâleti, İstanbul, 1956, s. 299-302

    27. Recai Doğan, "1980'e Kadar Türkiye'de Din Öğretimi Programı Anlayışları 1924-1980"), Din Öğretiminde Yeni Yöntem Arayışları, (Uluslar arası Sempozyum-Bildiri ve Tartışmalar, 28-30 Mart 2001-İstanbul), s. 618

    28. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, C. I-V, Eser Matbaası, İstanbul, 1977, s. 1745; Beyza Bilgin, Türkiye'de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri, Emel Matbaacılık, Ankara, 1980, s. 49

    29. Recai Doğan, a.g.m. s. 628

    30. Ahmet Hamdi Akseki, Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında Bir Rapor, Sebilürreşat Mecmuası, C. V, S. 104, Haziran, 1951, s. 52

    31. Tahsin Banguoğlu, Kendimize Geleceğiz, Derya Dağıtım Yay. İstanbul, 1984, s. 97

    32. Recai Doğan, a. g. m. s.629

    33. Recai Doğan, a. g. m. s. 630

    34. MEB APK Dairesi Başkanlığı, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü; Mustafa Öcal, İmam Hatip Liseleri ve İlk Öğretim Okulları, s. 59-60

    35. Bkz: Ahmet Hamdi Akseki, "Din Tedrisâtı ve Dinî Müesseseler Hakkında bir Rapor", Sebilürreşad Dergisi, s. 67

    36. Süper ve Anadolu İma Hatip Lisesi programlarında Arapça haftada 9 saat okutulmaktadır.

    37. Süper ve Anadolu İma Hatip Lisesi programlarında Temel Dinî Bilgiler dersi 9. sınıfta okutulmaktadır.

    38. Klasik İmam Hatip Lisesinin hazırlık sınıfında Yabancı Dil dersi okutulmamaktadır.

    39. MEB Tebliğler Dergisi, C.13, S. 617, 20 Kasım 1950, s. 116

    40. Beşinci Milli Eğitim Şurası (5-14 Şubat 1953), T.C. Maarif Vekâleti, ME Basımevi, (Tıpkı Basım)İstanbul, 1991, s. 354.

    41. Beşinci Milli Eğitim Şurası, s. 453-455

    42. İlkokul Programı, T.C. Maarif Vekâleti, Maarif Basımevi, İstanbul, 1956, s. 299-302

    43. T.C. Resmî Gazete, S. 9406, 13 Eylül 1956

    44. Maarif Vekâleti Tebliğler Dergisi, 17 Eylül 1956, C. 19, S. 921, s. 147-148

    45. MEB Tebliğler Dergisi, 16 Ekim 1967, C. 30, S. 1474, s. 363

    46. MEB Tebliğler Dergisi, C. 39, S. 1900, S. 338, 27 Eylül 1976

    47. Bu modelle ilgili olarak bkz: İmam Hatip Gelişim Modeli Rehber Kitapçığı, MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, Ankara, 2001

    48. İmam Hatip Gelişim Modeli Rehber Kitapçığı, s. 6

    49. İmam Hatip Gelişim Modeli Rehber Kitapçığı, s. 6

    50. İmam Hatip Gelişim Modeli Rehber Kitapçığı, s. 7

    51. B.S.Nursi, Mektubât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 218

    52. B.S.Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, 1991, s. 127

    53. B.S.Nursi, Asâ-yı Mûsâ, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1994, s. 23-26

    54. B.S.Nursi, Sözler, s. 705

    55. Doğan Cüceloğlu, Altınoluk, S. 202, (Aralık 2002), s. 11

    56. Bkz; Aclûnî, Keşfü'l-Hafa ve Muzîlu'l-İlbâs, Beyrut, 1351

    57. Nahl, 16/78

    58. Buhârî, Kitabu't-Tefsir, 6/20; Müslim, Kitabu'l-Kader, IV, s. 2047, 2048; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, s. 315, 346

    59. Ebû Dâvud, Sünen, Vâsâyâ, 14; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., V, 269

    60. Buharî, es-Sahih, Savm, 51 (3, 50)

    61. Zümer, 39/9

    62. Fâtır, 35/28

    63. Tâhâ, 20/114

    64. Ebû Dâvud, Sünen, İlim, I, (3, 317, 3641)

    65. Tirmizî, Sünen, İlim, 19, (7, 327, 2686)

    66. Tirmizî, a.g.e., 2647

    67. Tirmizî, a.g.e., 2683

    68. Tirmizî, a.g.e., 2680; Ebû Dâvud, a.g.e, İlim, ı (3, 317, 3641)

    69. Müslim, es-Sahih, İlim, 12 (4, 2057, 1672)

    70. Müslim, a.g.e, Zikir, 73 (4, 2088, 2722)

    71. Kasas, 28/77

    72. Münâvî, Feyzü'l-Kadir, Beyrut, 1972, II, 12

    73. İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara, 1980, s. 30

    74. İbrahim Canan, a.g.e., s. 44

    75. Münavî, Feyzü'l-Kadir Şerhu'l-Camii's-Sağir, Beyrut, 1972, II, 538

    76. Tahrim, /6

    77. İmâm Gazâli, İhyay-ı Ulûmi'd-Din, III, s. 72

    78. Tegabun, 64/14-15

    79. İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu'l-Mevdûd bi-Ahkâmi'l-Mevlûd, Bombay, 1961, s. 136

    80. İmam Gazâli, İhya, III, s. 72

    81. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, I, s. 39

    82. B. S. Nursî, Lemalar, s. 201-202

    83. A. Lauwerys- Fatma Varış- Kenneth Neff, Mukayeseli Eğitim, II. Baskı, AÜEBF Yay. Ankara, 1979, s. 151

    84. MEB Din Öğretimi Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 6 Şubat 1981, s. 40

    85. Hayrullah Duman, Alman Okul Sistemi Hakkında Özet Bilgiler, T.C. Berlin Başkonsolosluğu Eğitim Ateşeliği, 1988, s. 9

    86. Bkz: Örgün ve Meslekî Teknik Eğitim (Din Eğitimi) Özem İhtisas Komisyonu Raporu, T.C. Başbakanlık DPT. Mayıs 1971, s. 5-6; Kemal Aykaç, Federal Almanya'da Okul Sistemi, Ankara, 1979

    87. Hakkı Maviş, Almanya, Avusturya ve Türkiye'de Din Eğitimi, İstanbul, 1970, s. 30,32, 52-53

    88. Hakkı Maviş ,a.g.e, s. 53

    89. Abdullah Sevinç, "Çocukta Din Eğitiminin Başlama Yaşı", MEB Din Öğretimi Dergisi, Ankara, 1993, S. 38, S. 64

    90. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, AÜEBF Yay. Ankara, 1989, s. 173

    91. MEB Din Eğitimi Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 6 Şubat, 1981, s. 40

    92. Frans Weber, Hollanda Eğitim Sistemi, Eğitim ve Bilim Bakanlığı, Amsterdam, Kasım 1990, s. 8

    93. Frans Weber, a.g.e, s. 8

    94. Yahya Akyüz, a.g.e, s. 173

    95. 27 Ocak- 10 Şubat 1991 tarihleri arasında Teftiş Kurulu Başkan vekili İrfan Berker, Başmüfettiş Abdullah Çelik, Saim Erdem, Ahmet İnce, Fevzi Mutlu, Cemil Öncü ve Müfettiş Üal Azerhan'dan oluşan Komisyon İngiltere'de (London ve Campridge'de) bu ülkenin eğitim sistemi ile ilgili tespitlerini bir rapor haline getirerek 12.2.1991 tarihinde 8714/1 sayılı Teftiş Kurulu yazısı olarak Bakanlığa sunmuşlardır.

    96. B.S. Nursî, Emirdağ Lahikası, I, 39

    97. Kur'ân-ı Kerim, Nahl, 16/125

    98. Kamer, 54/17, 22, 32, 40; Buhârî, Cihad, 164

    99. Enfâl, 8/46; Tâhâ, 20/130; Secde, 32/24

    100. Yunus, 10/99; Tâhâ, 20/44

    101. Zâriyât, 51/55; Tûr, 52/29

    102. Nahl, 16/35, 82

    103. Buhârî, İlim, 49

    104. Kur'ân bu hususu genellikle âyet sonlarında defalarca vurgulayarak, insanı düşünmeye çağırmaktadır.

    105. A'râf, 7/176; Yunus, 10/24; Haşr, 59/21

    106. Buhârî, Sahih, Kitabu'l-İman, 42; Müslim, Sahih, İman, 95

    107. İbn Kayyim el-Cevzî, Zâdu'l-Mead, I, 46

    108. Buhârî, Sahih, İlim, 53

    109. Buhârî, İlim, 53

    110. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, Kahire, 1352-1353, I, 155-156

    111. Kettanî, et-Teratibu'l-İdâriyye, Fas, h.1346, II, 316

    112. Buhârî, İlim, 11

    113. Buharî, İlim, 12; Müslim, Kıyamet, 19

    114. Müslim, Rikâ, 27

    115. Buhârî, Rekâik, 3

    116. Tirmizî, Sünen, Edeb, 80

    117. Afzalurrahman, "Davet ve Tebligatın Esasları", Siret Ans., İstanbul, 1996, II, 255

    118. B.S.Nursi, Asâ-yı Mûsâ, s. s. 20-21; Nursi, Kastamonu Lahikası, 1991, s. 10; Nursî, Sözler, s. 15-16

    119. Nursi, Muhakemât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 46

    120. Alak, 96/1

    121. Buharî, Cihad, 164

    122. Buharî, İlim, 49

    123. B.S.Nursî, Hutbe-i Şâmiye, İstanbul, 2000, s. 24

    124. B.S.Nursî, İçtimai Reçeteler, İstanbul, 2000, I, s. 95,

    125. B.S.Nursî, İçtimai Reçeteler, I, s. 95