Köprü Anasayfa

Sivil Toplum & İletişim

"Bahar 2005" 90. Sayı

  • III. Masa: Demokrasi Kültürünün Oluşması

    I. Research Conference - "Civil Society" [Final Declarations]

    [Sonuç Bildirisi]

    I. Arama Konferansı
    “Sivil Toplum ve Bediüzzaman'ın Yaklaşımı”
    Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi
    19-20 Mart 2005 / Ankara

    Demokrasi, "halkın rızasına dayalı bir sistem" olarak tanımlanabilir. Demokrasilerde halk ne diyorsa, o olacaktır. Demokrasi, sadece bir hakimiyet değildir. Üç unsuru taşıması gerekir:

    1- Herkes eşit olacaktır.

    2- Çoğunluğun dediği olacaktır.

    3- Azınlık, çoğunluğun baskısına karşı korunacaktır.

    Bu çerçevede baktığımızda, insani değerlerin paydasında bireyin hakları karşılanmakta ve sosyal mutabakat mümkün olmaktadır.

    Said Nursi'nin "ref-i imtiyaz lazım" ifadesi, milletin birliği için imtiyazın, yani ayrıcalığın ortadan kalkması gerektiğini söyler.

    Bediüzzaman, yatay iletişimi benimser. Emredici ve manevi baskıya dönüşen dikey tavır ve tutumları tasvip etmez. Nitekim öğrencileri ile kendisi arasındaki münasebete, "peder ile evlat, şeyh ile mürit mabeynindeki vasıta değildir." der.

    "Fikren müsavat-ı hukuk prensibini kabul edenlerdenim." diyerek hukukta eşitlik prensibini savunur. Bu durumda "şah ile geda birdir." der. İmtiyazlı grupların ve seçkin zümrelerin grup demokrasisi yerine herkesin katılımcı olduğu demokratik yapıdan yanadır.

    ***

    Demokrasi tarihimiz, 1837'de seçim esasına dayalı ilk eyalet sistemi ile başlar. 168 yıllık bir birikimi taşımaktadır.

    Gerçekte ise İslam inancının meşveret ve şura prensibine dayanan toplumun bütün katmanlarına yerleşmiş bir tarih ve muhtevaya sahiptir.

    Meşveret ve şuranın hakim olduğu dönemler, toplumun izzetinin ve mutluluğunun güçlü olduğu dönemlerdir. Buradan çıkacak sonuç, Bediüzzaman'ın ifade ettiği gibi "Asya'nın bahtının miftahı, meşveret ve şuradır", yani kendini yönetme iradesi olan demokrasidir.

    Köklü bir geçmişi olan demokrasimiz, I. ve II. Meşrutiyet dönemlerini yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile kapalı ve kesintili dönemlerine rağmen, belli aşamalar kaydederek bu günlere gelmiştir.

    Bu demokrasi zemininde emeği geçen her akl-ı selim sahibini takdirle yad etmek gerekir. Bu değer sisteminin teşkilinde Bediüzzaman'ın ciddi gayret ve mücadelesini görmekteyiz.

    Bediüzzaman, millet hakimiyetini esas alır. "Meşruiyet ünvanı ile telakki ve telkin ediniz." der.

    Tek Parti Döneminde halkın değerleri ile çatışan yapıya karşı, halkın taleplerini seslendiren, izzetini ve onurunu koruyan demokratik bir tepkiyi ortaya koymuştur.

    Demokrasi kültürünün oluşmasında katkılarını en üst düzeye kadar yansıtmıştır.

    Burada Bediüzzaman'ın yazdıklarından daha etkili; yaptıklarını görmekteyiz. Özellikle taşradaki insanları bir kıvama getirip, çok partili döneme taşımıştır. Türkiye'yi bir yere getirmeyi başarmıştır.

    İradeli duruş ve halkı şuurlandırmasına karşılık, maruz kaldığı sıkıntılardan asla yılmamıştır. Sonuçta 1946'da halkın önüne konan tercihte ciddi rol oynamıştır.

    Nitekim, Tek Parti Döneminin daha sonraki hiçbir dönemde halktan tasvip görmemesi demokrasi kültürüne yaptığı en büyük katkıdır.

    Bu anlamda, kaynakları meşru ve halkın taleplerine dayalı bir sistemin savunucusu olmuştur.

    Demokrasi, nihayetinde insanlığın mutluluğu ve refahı için etkin bir yöntemdir.

    ***

    Demokrasi, yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkinin, yönetenlerin tek taraflı olarak belirlediği keyfi, zulüm üreten bir ilişki olmaktan çıkarılması amacıyla belirli bir tarihsel dönemde ve belirli bir toplumda ve coğrafyada üretilmiş pratik bir çözümdür.

    Demokrasi teorisi, başlangıcında Batı toplumlarında yöneticinin erkini sınırlandırmak, yönetimi değiştirilebilir kılmak üzere geliştirilmiş bir düşünce sistemidir.

    Bu yapısıyla demokrasi, evrensel bir probleme getirilmiş tarihsel bir cevaptır. Gelinen noktada seçime dayalı temsili demokrasi, fikirleri temsil edilemeyen kitlelerin söz ve müdahale haklarını tam olarak siyasete yansıtamadığı için katılımcı demokrasi denilen yeni sürece ihtiyaç duyulmuştur.

    Katılımcı demokrasi ile sivil toplumun gücü baskı ve çıkar grupları olarak siyasete yansıtılmaya çalışılmıştır.

    Sivil toplumun taleplerini kamu erkine taşıma iradesi, İslam'ın yüksek değerleri ve insan temel haklarına verdiği değer sistemi içindedir. İnsanın Yaratıcı dışında kimseye kul olmama ve sadece ona ibadet etme istiğnası, demokrasinin varması gereken nihai hedefin çok ilerisinde bir seviyenin ufkunu vermektedir.

    Bediüzzaman'ın "insaniyet-i suğra" dediği beşeri ve medeni gelişmelerin, evrensel boyutta insanlığa getireceği müspet bir hayat ve mutluluğun ileri aşamasının "insaniyet-i kübra" olarak tanımladığı İslamiyetle taçlanacağını söyler.

    Medeniyetler buluşmasının bu ileri aşamasında "Asya'nın ve Rumeli'nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadime hayata başlamış." diyerek, ortak medeniyet havzasının beşeriyeti sulh ve sükunete kavuşturacağını söyler.

    Bu aşamada, her türlü baskıya dayalı totaliter sistemler ve rejimlerin, ne adına olursa olsun reddedilmesi gerektiğini vurgular. İslamiyet'i "istibdata müsait görme" anlayışı, hem İslam dünyasındaki yanlış uygulamalardan, hem de Batının yanlış algılamalarından kaynaklanmaktadır. İslam'ın özüne ait değildir.

    ***

    Demokrasi, sürekli kendisini geliştiren ve yenileyen bir sistemdir. Toplumumuzun demokrasiyi geliştirmesi ve problemlerini çözümde tek yöntem olarak benimsemesi, geleceğin parlak ufukları içinde ilham vermektedir.

    İslam toplumlarının onur, refah ve mutluluğu öncelikle demokrasiyi geliştirme ve yerleştirme yeteneklerine bağlı görülmektedir.

    Türkiye'nin bu anlamda tecrübesi ve gücü İslam toplumları için emsal oluşturmakta, hem de bir öncülük sorumluluğunu omuzlarımıza yüklemektedir. Bu sorumluluğu yerine getirecek olan da doğrudan doğruya sivil toplumdur.

    Ülkemizin demokrasi tecrübesini her alanda bir sivil toplum gücüne dönüştürmesi gerekmektedir. Hükümetlerin ve uluslararası örgütlerin dışında devlet dışı aktörler ve bunlar dışında sivil toplum girişimleri giderek aktif hale gelmektedir.

    Modern toplum, örgütlü toplumdur. Ulusal ve uluslararası her alandaki gelişmelerde sivil toplum öncü ve belirleyici olmalıdır.

    Bediüzzaman, "Medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharri-i hakikat, muhabbet iledir." beyanında, diyalog kurmanın ve sivil toplum olmanın, medeni ve gerçeği araştırmada, sevgi unsurunu aşılayan bir tarzın ortaya konulmasını söyler.

    Hükümet dışı organizasyonlar olan NGO'lar, yani sivil toplum örgütlerinin, gönüllü ve meşru zemindeki faaliyetleri ile Bediüzzaman'ın düşünceleri telif edilirse, kuvvetle önümüzü aydınlatır. Topluma bu örgütlenme ve ihtiyaçlarını karşılama serbestliği içinde sağlıklı bir aktivite imkanı verilirse, insaniyete açılan geniş açılımlı organizasyonlar gerçekleştirilebilir.

    Bediüzzaman, uluslararası ölçekte diyalogu belirlerken, "Gayr-i müslime karşı hareketimiz, ikna iledir; zira onları medeni biliriz ve İslamiyeti mahbup ve ulvi göstermektir." ifadeleriyle, tarzını ortaya koyar.

    Sivil toplumu olan sosyal toplum, şikayetçi olduğu konuları çözmeye çalışır. Eleştirdiğimiz konuların çıkış noktası sivil toplumdur. Halkın rızası saptırılıyorsa, sivil toplumun düzeltmesi gerekir.

    Demokrasi kültürünün oluşması ve geliştirilmesi bu dinamik yapıya bağlıdır.

    Eğer sosyal toplumu kurabilir ve demokrasi kültürü ile yeşertebilirsek, siyasal kültürün kaçınılmaz olarak kendi içinde değişimini ve katılımcı demokrasiye geçişini hızlandıracaktır.

    Bediüzzaman, "hayat-ı içtimaiye-i beşeriye" için "muhabbete en layık şey muhabbettir; ve husumete en layık sıfat husumettir" düşüncesini bizzat uygulayarak, Türkiye'nin kaotik ve toplumsal uzlaşmasının sekteye uğramasına müsaade etmemiştir. Bugün demokrasi zemininde Müslüman ülke olmanın faklılığını taşıyorsak, bunu davası uğruna hayatını feda ederek "biz muhabbet fedaileriyiz" diyen insana borçluyuz.

    Bu yaklaşım, sosyal hayata sevgi aşısı yaparak, birliğimizi demokrasi kültürünün faklılıkları içinde kabullenme ve saygı duyma ekseninde değerlendirmeyi ve uzlaşmayı kolaylaştırmaktadır.

    ***

    Demokrasi siyasal özgürlüklerin maksimizasyonudur. Yönetenlerin, şiddete başvurulmadan değişebildiği yönetim biçimidir. Değiştirilemeyen, demokrasi değildir. Anlaşılabilir ve uygulanabilir olması gerekir.

    Batı demokrasisi, birey üzerine inşa edildi. İslam toplumlarında ise birey henüz gelişmedi. Türkiye gibi kısmi gelişme gösteren ülkeler var. Birey merkezli demokrasi yerine, kabile, kan bağı veya benzer ilişkilere dayalı grup iradeleri var.

    Bireyin oy kullanmasında kendi iradesi ortaya çıkmamakta, bireyin öne çıkması zorlaşmaktadır. İslam dünyasında bu sıkıntı yaşanmaktadır.

    Paris Şartı ile insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü öne çıkaran Avrupa, ırk üstünlüğüne dayalı ilişkinin yerine hukuku idame etti. Çok yüksek insani değerleri seslendirmeye başladı. Avrupa'nın sermayesi, hukukun üstünlüğü ile geliyor.

    Bediüzzaman, "insanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar" prensibini belirttikten sonra hürriyeti, "ne kendisine, ne de başkasına zarar vermemek" olarak tanımlar.

    "Hürriyet, imanın hassasıdır" der. İmanlı bir insan başkasına tahakküm etmeyeceği gibi, tezellül de etmez. Minnetsiz yaşamanın ve kula kul olmamanın idraki ile özgür bireyleri yetiştirebiliriz.

    Demokrasi kültürü, bireyin emek, fazilet ve sorumluluklar ile donanmış potansiyelinden beslenir.

    "Hürriyete Hitap" balıklı makalesinde, hürriyet için "sen olmasa idin, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedi ile tebşir ediyorum." ifadelerini kullanır.

    Said Nursi, hürriyetlerin korunması ve demokratik zeminin sağlamlaşması için önemli bir uyarıda bulunur: "Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın ve müteaaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın."

    Medeniyeti, "beşere menfaati olan iyilikler" olarak tanımlar. "Meydan-ı medeniyette fen ve sanat" ile "kabe-i kemalata" koşmamızı önerir.

    Demokrasi kültürünün kalıcılığı, fertlerin maddi ve manevi donanımları ve sahip oldukları kıymetlerin gücü ile mümkündür.

    Burada Bediüzzaman'ın teşvik edici mesajlarını görmekteyiz. Geleceğimizi inşa edeceğimiz medeniyet sarayında, "fikr-i icada, teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikri hürriyete" vurgu yapar.

    ***

    AB sürecinde, tercihini "müspet Avrupa"dan yana yapan Bediüzzaman, değerler Avrupası'nın katkılarını önemser ve demokratik kültürün güçlenmesi babında AB'yi mahiyet olarak destekler.

    Gelecekte, insanlığın gerçeği araştırma arzusunun, insaf ve hürriyet isteğinin öne çıkacağını belirten Bediüzzaman, "Medeniyet, fazilet ve hürriyet alem-i insaniyette galebe çalmaya başladığı" müjdesini vererek, ümitsizliği kansere benzetir ve bu mazlum milletlere moral verir.

    İnsanımızın kendi değerleri ve inanç sistemi ile en medeni ve Müslüman olabileceğinin prensiplerini ve çözümlerini ortaya koyarak, demokrasi kültürünü anlamlandıran bir amaca yönlendirmiştir.

    Müzakereci demokrasinin temellerini, yaklaşık yüz yıl önce Doğuda "kaide-i suali" onlara öğreterek başlatmıştır. Gürültülü münakaşa ortamında dinleyicilere "içinizde bir iki zeki adamı intihap ediniz, ta size vekil olarak müşteri olup, sual etsin. Siz de dinleyiniz" pratiğine kadar ortak fikirleri, müzakereyi ve fikir teatisini benimsemiştir.

    ***

    Son bir nokta, ABD'nin ve dolaylı destekçileri Batılıların, İslam coğrafyasına reva gördükleri işgal, zulüm ve baskıların, "demokrasi getiriyoruz" bahanesine sığmayacak kadar tahripkar ve gayr-i insani olduğunu da belirtmek gerekir.

    Demokrasi, kendi iç talepleri ve halkın rızasına bağlı olduğuna göre, dışarıdan bir müdahaleyi Bediüzzaman şiddetle ret eder. "Biz fereç isteriz, kafirlerin kılıncı ile değil." diyerek, meşru çözümlerin toplumun kendi içinde olmasını doğru bulur.

    Sonuç olarak;

    Demokrasi, eşitlik içinde bir rekabeti ve çoğunluğa dayalı bir karar mekanizması ile birlikte azınlıkların haklarını güvence altına alan bir yapıdır. İnsanın kalitesi ile orantılı gelişeceğinden, Bediüzzaman'ın dünyasında ferdin tekamülü, inancı ve olgunluğu kadar hürriyetlerin de gelişeceğini belirtir.

    Medeni dünyanın hukuk üstünlüğüne ve insani değerlere dayalı, ülkelerin ortak kültürü haline gelmiş faydalı ve meşru sonuçlarını, yaşamaya ve yaşatmaya, geliştirerek insanlığa örnek olmaya dinimizin daha kâmil anlamda müsait olduğunu fark ettiğimizde, gereksiz komplekslerden ve reddiyelerden de kurtuluruz.