Köprü Anasayfa

Hidayet: Dine Yöneliş Zamanı

"Yaz 2005" 91. Sayı

  • Hidayet Kavramına Kur'anî Yaklaşım

    A Koranic Approach to the term of Guidance (Hidayath)

    Atilla YARGICI

    Dr., Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.

    Hidayet, lügatte lütuf ile yol göstermek, rehberlik yapmak demektir.1 Hidayet aynı zamanda hakkı hak bilmek ve ona uymak, batılı da batıl bilip ondan kaçınmak demektir. Kur'an'da yüzden fazla ayette hidayet ve hidayet ile ilgili kavramlar ve kelimeler zikredilmektedir. Kur'an'da hidayet kavramını incelemek çok uzun bir çalışmayı ve zamanı gerektirir. Biz bu yüzden Kur'an-ı Kerim'de hidayet ile ilgili bazı ayetlerin tefsirlerini inceleyerek hidayetin ne olduğunu Allah'ın hidayet vermesi ve dalalete düşürmesinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız.

    A. "İhdina" Kelimesi Tefsirlerine Göre Hidayet

    Kur'an-ı Kerim'de, Fatiha suresi 6. ayet-i kerimede, "İhdina's-Sırata'l-Müstakîm" buyruluyor. Bu ayette zikredilen "ihdina" fiili, "hidayet ver, rehberlik et, yol göster" manalarına geliyor. Tefsirlerde hidayet kavramı bu ayetin izahlarında ele alınıyor. Bu yüzden biz de bazı tefsirlerimizin bu konuya yaklaşımına temas etmek istiyoruz.

    Taberi, tefsirinde "ihdinassıratelmüstakim" ayetini, İbn-i Abbas'a dayandırarak, "Bizi sırat-ı müstakimde sabit kalmaya muvaffak kıl, bize hidayete götüren yolu ilham et" şeklinde tefsir ediyor. Ona göre hidayet, tevfik anlamına geliyor. "Allah zalim kavmi hidayete eriştirmez" ayetinin anlamı, "Onları hidayete muvaffak kılmaz" demektir. Ona göre "ihdina" cümlesini, "hidayetimizi artır" şeklinde tefsir edenler de bulunmaktadır. Taberi bu ve benzeri rivayetleri naklettikten sonra kendisinin, bu ayeti "Geçmişte kendilerine nimet verilen kullarını muvaffak kıldığın gibi söz ve davranış olarak razı olduğun şeyler üzere sabit olmaya bizi muvaffak kıl" şeklinde tefsir etmeyi tercih ettiğini ifade ediyor. Çünkü Allah peygamberleri, sıddikleri, şehidleri İslam'ı, peygamberleri ve kitapları tasdik etmeye, Allah'ın emirlerini yapmaya muvaffak kılmıştır. İşte bu da hidayettir. Yani hem iman esaslarını tasdik etmek, hem de Allah'ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak hidayet anlamına gelmektedir.2

    Fahreddin Razi, ayetteki "ihdina" ifadesinin hidayet talep etmek olduğunu beyan ediyor. Ona göre hidayetin elde edilmesi iki yolla meydana gelebilir: Bunlardan birincisi, delil ve hüccet ile marifet istemektir. İkinci yol da, batını tasfiye etmek, temizlemek ve riyazettir. Allah'ı tanıma, istidlal yolları ise sınırsızdır. Kainatta bulunan her bir zerre onun kemaline, izzetine ve celaline işaret ediyor. Her bir zerrede Allah'a şahitlik eden deliller vardır.3

    Zemahşeri, "İhdina"nın hidayet talep etmek olduğunu, bunun da, hidayete erenler için "daha fazla hidayet talebi" olduğunu, bir de "bizi sabit kıl" anlamına geldiğini bildiriyor. Ona göre bu bir dua cümlesidir. Dua cümlesi ile emir cümlesi aynıdır. Çünkü her ikisi de taleptir.4

    Beydavi, hidayetin lütufla hayır, iyilik hususunda yol göstermek olduğunu zikrediyor. Ona göre Allah'ın hidayeti çeşitli şekillerde olabilmektedir. Bunlardan birincisi, Allah'ın insana onu maslalahatlarını anlamasına sebep olacak akıl kuvvesi gibi kuvveler, batıni ve zahiri duygular vermesidir.

    İkincisi, hak ile batıl arasında, salah ve fesad arasındaki ayırıcı delilleri insanın aklının önüne sermesidir. "Ona iki yolu gösterdik."5 ve "biz onlara hak ile batılı gösterdik, onlar da körlüğü hidayetin üzerine tercih ettiler"6 ayetleri bunun delilini oluşturuyor.

    Üçüncüsü, resuller göndermesi ve kitaplar indirmesi ile yol göstermesi, hidayet etmesidir. "Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik."7 ve "şüphesiz ki bu Kur'an, en doğru yola iletir"8 ayetleri de bunun delilini oluşturuyor.

    Dördüncüsü, kalplerde sırların keşfolmasıdır. Vahiy, ilham ve sadık rüyada olduğu gibi Allah'ın insana bazı şeylerin hakikatlerini göstermesidir. Peygamberler ve evliyaların hidayeti bu şekilde olmaktadır. "Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza hidayet edeceğiz"9 ayeti de bunun delilini teşkil ediyor. Beyzavi'ye göre ihdina'daki hidayet, daha fazla hidayet talebinde bulunmak, hidayet üzerine sebat ya da mertebeler kat'etmeyi istemektir.10

    Said Nursi ise, buradaki ihdina'nın hidayettten müştak olduğuna dikkat çektikten sonra, bunun çeşitli anlamlara geldiğini bildiriyor. Bir grup insana göre "Bize sebat ver", bir grup insana göre "Bizdekini artır", diğer taifeye göre, "Bize tevfik ver" anlamına geldiğine işaret ediyor. Ona göre, "Allah her şeyi yarattı ve hidayet etti" ayetindeki "heda" kavramı zahiri ve batıni duyguları vermekle hidayet ihsan etti anlamına gelir. Sonra Allah, afaki ve enfüsi delilleri serdetmekle de hidayet etmiştir, yol göstermiştir. Sonra da hakkın üzerindeki perdenin kaldırılmasıyla da en azam olan hidayeti nasip etmiştir. Bu sayede hak hak olarak, batıl da batıl olarak tezahür etmiştir.11

    B. "Huden" İfadesi Çerçevesinde Hidayet

    Zemahşeri'ye göre Bakara suresi ikinci ayetteki "hüden" ifadesi, delalet, yani yol göstermek, rehberlik yapmaktır. Bu da amaca ulaştıran bir rehberlik manasını ifade ediyor. Ona göre "hüden", "hadi" anlamına da geliyor. Hadi de yol gösterici demektir.12

    Buradaki "hüden" tabirini Razi de, Zemahşeri gibi "delalet" yani yol göstermek, rehberlik etmek anlamında kullanıyor. Bu, "amaca ulaştıran bir rehberlik" anlamını ifade ediyor. Ona göre "hüden" kelimesinin zıddı, "idlal"dır. Yani saptırmaktır. O halde "hüden" de, yol göstermek anlamına gelmektedir.13

    Beydavi, "hüden" kelimesinin delalet olduğunu tekrar ettikten sonra, hidayetin hem kâfir hem de mümin için olabileceğini, fakat ancak müttakilerin Kur'an'dan yararlanabileceğini ifade ediyor. Bu itibarla, Kur'an başka ayetlerde de bildirildiği gibi, bütün insanlar için bir hidayet rehberidir. Fakat Beydavi, ancak aklını; ayetleri tefekkür, mucizeleri düşünme, peygamberleri tanıma yolunda kullanan insanların Kur'an'dan yararlanabileceğini bildiriyor. Uygun gıdalardan istifade etmek, ancak sağlıklı bir insan için mümkündür. Kur'an'dan istifade etmek için de mümin olmak gerekir. Bir ayette, Kur'an'ın müminler için bir şifa olduğu beyan edilmektedir.14 Kur'an'dan istifade edip iyilikleri yapıp kötülüklerden uzaklaşmak da kulluk görevini yerine getirmek anlamında gerçek hidayete ermeyi ifade eder ki, bunun da başlangıcı iman esaslarını kalben tasdik etmektir.

    Said Nursi ise, ayeti, "Doğru yola irşad ediyor. Muttakilere doğru yolu gösteriyor." şeklinde yorumluyor. Ona göre ismi fail olan "hadi" yerine, mastar olan "hüden" kullanılması hidayet nurunun cisimleştiğine ve hidayetin Kur'an'ın kendisi olduğuna delalet ediyor. Burada müttakiler için bir hidayet olduğunun söylenmesi, hidayetin meyvesini ve tesirini göstermek içindir.15 Bu konudaki bazı yorumlar da hidayetin takvayı netice vereceğini, takvanın da hidayeti artıracağını ifade ediyor.16

    C. Allah'ın Hidayete Erdirmesi

    Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde Allah'ın dilediğini hidayete erdireceği17 bazı ayetlerde de Cenab-ı Hakk'ın zalimleri,18 kâfirleri,19 fasıkları20 hidayete erdirmeyeceği beyan ediliyor. Bu ayetler arasında görünüşte bir zıtlık varmış gibi anlaşılsa da durum tam tersidir. İkinci grupta zikredilen ayetler, birinci grupta yer alanları tefsir ediyor. Bunu daha iyi anlamak için Ragıp el Isfahani'nin hidayet tarifinden yola çıkalım.

    Ragıb el Isfahani'ye göre hidayet tarif edici, yol gösterici birisini ve tarif edilen yolu kabul etmeyi gerektirir. Bu ikisi ile hidayet tamam olur. Yol gösterilmiş, rehberlik yapılmış ama bu gösterilen yol kabul edilmemişse buna hidayet denmez. Yol gösterilen kişi için de "hidayete erdi" ifadesi kullanılmaz. İsfahani'ye göre "Allah kâfirleri hidayete erdirmez, fasıkları hidayete erdirmez" ayetlerini bu şekilde anlamak gerekir. Yani Allah herkese yol gösteriyor. Allah'ın herkese düşünebilecek, hak ile batılı birbirinden ayırt edebilecek bir akıl ihsan etmesi, hak ile batılı gönderdiği kitaplarla ve peygamberlerle insanlığa bildirmesi, onun bütün insanlara hidayet yolunu gösterdiğini, rehberlik ettiğini gösteriyor. Bu hidayetin başlangıcıdır. Ragıp ahirette Cennete gitmenin de hidayet olduğuna işaret ediyor.21

    O halde Allah akıl, irade vermekle, kitaplar ve peygamberler göndermekle insanları doğru yola hidayet etmektedir. Yani onlara doğru olan yolun hangisi olduğunu, hidayetin nerede olduğunu göstermektedir. İnsan ise kendi iradesiyle bunlardan birisini seçiyor. Bu seçimi yapan insandır. İyi yolu seçerse, kabul ederse bu durumda o kişi için "hidayete eren kişi" deniliyor. Kötü yolu seçerse de onun için "dalalete düşen kimse" ifadesi kullanılıyor. Ancak insandaki hidayeti kabul etme gücünü ya da dalalete düşme gücünü, o yollarda yürüme gücünü yaratan ise Allah'tır.

    Hidayete ve dalalete aslında insanın kendisi sebep oluyor. Nitekim "Allah fasıkları hidayete erdirmez" ayeti bunun delilerinden birisini oluşturuyor. O halde Allah'ın kâfirleri, zalimleri, fasıkları hidayete erdirmeyeceği ayeti temel olarak kabul edilecek, "Allah dilediğine hidayet verir" gibi ayetler de tevil edilecektir. Çünkü fasık insan kendi iradesiyle fıskı seçmiş, doğru yoldan, hidayetten, Kur'an yolundan uzaklaşmıştır. Allah bu kimseye o hiçbir gayret sarf etmeden hidayeti verirse, bu takdirde bir ikrah, bir zorlama söz konusu olacaktır. Bu da Allah'ın adaletine uygun düşmez22 ve dünyanın bir imtihan yeri olması gerçeğiyle bağdaşmaz. Allah bir kimse kendi iradesini olumlu yönde kullandıktan sonra onu hidayete erdirir. Nitekim, Ebu Talib, Hazret-i Peygamberin ısrarlarına rağmen yine de imana gelmedi. İnen ayette "Sen sevdiğin kimseleri hidayete erdiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete erdirir"23 buyruluyordu. Bu da gösteriyor ki, Allah'ın bir kimseye hidayet vermesi Hazret-i Muhammed de olsa bir peygamberin zorlaması ile olmayacağı gibi Allah'ın zorlaması ile de değildir.

    Elbette Allah isterse, bir insanı, o insan istemese de hidayete erdirme gücüne ve yetkisine sahiptir. Ama bu, dünyanın bir hikmet ve bir imtihan yeri olmasına muvafık düşmediğinden Cenab-ı Hakk, kulun cüz'i iradesini hesaba katıyor. Kendi külli iradesini ve kudretini ondan sonra devreye sokuyor. Bu, özellikle insanın davranış ve tutumları ile ilgili konularda böyle oluyor. İnsanın iradesini gerektirmeyen konularda ise Allah'ın iradesi ve kudreti doğrudan doğruya taalluk ediyor. İnsanın yaratılışı, vücudun şekli-şemali, hücrelerin çalışması, ölmesi, dirilmesi, yenilen yemeklerin sindirilmesi ve vitaminlerin vücudun gerekli yerlerine sevkiyatı insan iradesinin müdahalesi olmayan, Allah'ın dileme ve kudretiyle meydana gelen olaylardır. Zaten burada bir hidayet, yani bir yol gösterme, hakkı kabul ya da reddetme gibi bir durum söz konusu değildir. Ama söz konusu insanın aklı, iradesi, duyguları, hakkı kabul veya red, batılı kabul veya red gibi konular olunca o zaman durum tamamen farklılaşıyor. Cenab-ı Hakk bu durumda insanın temayül ve temayülünün etkilediği iradesini hesaba katıyor. Ona göre külli iradesini ve kudretini devreye sokuyor. Yani o insanın yöneldiği iyi ya da kötüyü yapacak güç ve kudreti ona irade ve kudretiyle sağlıyor. Eğer Allah o insana iyiye ya da kötüye yönelme gücü vermese elbette insanın elinden hiçbir şey gelmez. Bu anlamda hidayeti de dalaleti de Allah yaratıyor. Ama insan iradesiyle ikisinden birisini seçiyor.

    Nitekim, "Hayır öyle değil. Bilakis onların yaptıkları kötülükler kalplerini paslandırmıştır",24 "Onlar yoldan sapınca Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez",25 "Onlar Allah'ı unuttu, Allah da Onları unuttu" gibi ayetler, kulun kendi iradesini kötüye kullandığını, ondan sonra Allah'ın hidayet vermemesinin devreye girdiğini gösteriyor.

    Said Nursi, İşaratü'l-İ'caz isimli tefsirinde, hidayeti terk edip dalaleti almanın nifakı seçmiş olanların fıtratının gereği olmadığını, kendi iradeleriyle olduğunu bildiriyor. Ona göre Allah, insana sermaye olarak uzun bir ömür vermiştir. Ruhlarda da kemalat kabiliyetlerini bırakmıştır. Hidayet-i fıtriyenin çekirdeğini de saadeti alabilmek için her insanın vicdanına dikmiştir. Halbuki nifakı seçen insanlar, saadeti bırakıp fani lezzetleri, dünyevi menfaatleri alıyorlar. Bu da gösteriyor ki, iradelerini kötüye kullanarak dalalet mesleğini hidayet mesleğine tercih etmiş oluyorlar. Bunun neticesinde de hidayet-i fıtriyelerini bozmuş ve sermayelerini zayi etmiş oluyorlar. Bunun için ayette "hidayeti bırakıp dalaleti satın almışlardır" ifadesi kullanılıyor.27

    Sonuç

    Hidayet lütuf ile yol göstermek, rehberlik etmek, Allah'ın hak ile batıl, salah ile fesat arasında ayırıcı delilleri yaratması, resuller, kitaplar göndermesi ile yol göstermesi, iman esaslarını tasdik, hakkı hak olarak kabul edip ona uymak, batılı batıl olarak kabul edip ondan kaçınmak anlamlarına geliyor. Kur'an herkes için bir hidayet rehberidir. Ancak aklını ve ayetleri tefekkür, mucizeleri düşünme ve peygamberleri tanıma yolunda kullanan insanlar Kur'an'ın bu hidayetinden istifade ederek gerçek hidayete erişirler. Allah'ın dilediğini hidayete erdirmesi insan istese de istemese de mümkün olan bir durumdur. Elbette Allah dilediğini yapmakta özgürdür ve ondan bunun hesabını da kimse soramaz. Ancak dünyayı bir imtihan ve hikmet yerine olarak yaratan Allah, hidayeti de dalaleti de insanın iradesine bağlamıştır. Cenab-ı Hak, iradesini kötü yolda kullanan ve iradesiyle küfrü, şirki, zulmü ve fıskı seçen insanları hidayete erdirmiyor. İradesiyle imanı, İslam'ı, hakkı seçen insanları hidayete erdiriyor. Yani onların kendi iradeleriyle seçtiği hidayet ve dalalet yolunda gidecek güçlerini, kuvvetlerini yaratıyor. Eğer insan iradesini dalaleti istediği halde Allah bunu yaratmamış olsa, o zaman insanların bu dünyaya bir imtihan için gönderilmelerinin bir anlamı kalmıyor. O halde hidayetin ve dalaletin Allah'tan olması kulun iradesini dışlayan bir anlam ifade etmiyor.

    Öz

    Hidayet, lügatte lütuf ile yol göstermek, rehberlik yapmak demektir. Hidayet aynı zamanda hakkı hak bilmek ve ona uymak, batılı da batıl bilip ondan kaçınmak demektir. Kur'an'da yüzden fazla ayette hidayet ve hidayet ile ilgili kavramlar ve kelimeler zikredilmektedir. Bu makalede Kur'an-ı Kerim'de hidayet ile ilgili bazı ayetlerin tefsirlerini inceleyerek hidayetin ne olduğunu Allah'ın hidayet vermesi ve dalalete düşürmesinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız.

    Anahtar Kelimeler: Hidayet, dalalet, hak, batıl, cüz'i irade, külli irade, kafir, zalim, fasık, hidayet-i fıtriye.

    Abstract

    Hidayath means to show the right way with grace, or to guide. Hidayath also means to recognise the right as the right and to obey it, and to recognise the false as the false and to avoid it. There are more than 100 verses in Koran related to Hidayath and relevant concepts. In this article, we will examine interpretations of some verses of Koran and try to understand what Guidance (Hidayath) means, and try to understand the meaning of God's grace and disgrace.

    Key Words: Guidance (Hidayath), Heresy, Truth, Free Will, God's Will, Unbeliever, Oppressive, Sinner, Natural Guidance

    Dipnotlar

    1. el Isfahani, Ragıb, Mu'cemu Müfretadi lielfazi'l-Kur'an, Darü'l-Fikr, Beyrut, s. 536.

    2. et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu'l-Beyan an-Te'vili Ayi'l-Kur'an, www.altafsir.com.

    3. Razi, Fahruddin, Tefsiru'l-Kebir, www.altafsir.com.

    4. Zemahşeri, Ebu'l-Kasım Mahmud b. Ömer, Keşşaf, I, s. 57.

    5. Beled, 90/10

    6. Fussilet, 41/17

    7. Enbiya, 21/73

    8. İsra, 17/9

    9. Ankebut, 29/69

    10. Beydavi, Nasirü'd-Din Ebi Said Abdullah b. Ömer, Envarü't-Tenzil ve Esrarü't-Tevil, Haşiyetü Şeyh Zade Kenarında, Hakikat Kitabevi, İstanbul, 1994, I, s. 44-45

    11. Nursi, Said, İşaratü'l-İ'caz fi Mezanni'l-İ'caz, Mihrab Werlags GmbH, Köln, tarihsiz. s. 22.

    12. Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 77-78

    13. Razi, Fahru'd-Din, Tefsiru'l-Kebir, www.altafsir.com.

    14. Beydavi, Envarü'l-Tenzil, Haşitü Şeyh Zade Kenarında, I, s. 76

    15. Nursi, İşaratü'l-İ'caz, s. 39-40

    16. Musa, Dr. Mustafa Yusuf, el-Kur'an ve'l-Felsefe, Darü'l-Maarif, Kahire, 1982,s. 169.

    17. Fatır,35/8

    18. Bakara, 2/258; Ali İmran, 3/86.

    19. Maide, 5/67; Tevbe, 9/37

    20. Maide, 5/108;Tevbe, 9/24.

    21. el Isfahani, s.538.

    22. el Cevziyye İbn-i Kayyim, el-Fevaid, Beyrut, 1986, s. 152, 153.

    23. Kasas, 28/56.

    24. Mutaffifin, 83/14.

    25. Saf, 61/5.

    26. Tevbe, 9/67.

    27. Nursi, Said, İşaratü'l-İ'caz, s. 108.