Köprü Anasayfa

Hidayet: Dine Yöneliş Zamanı

"Yaz 2005" 91. Sayı

  • İslâm'ın İlk Yıllarında Hidâyet Olgusu ve Mühtedi Yahudi ve Hıristiyanlar

    The Notion of Guidance (Hidayath) in the Early Years of Islam and Converted Jews and Christians

    Özcan HIDIR

    Yrd. Doç. Dr., Rotterdam İslâm Üniversitesi

    İslâm'ın ilk yıllarında hidâyet/ihtidâ eden ve isimleri Yahudi-Hıristiyan kültürünün genel olarak İslâm'a ve özelde de tefsir, tarih ve hadis kitaplarına intikali iddialarında öne çıkarılan Abdullah b. Selâm, Kâ'bu'l-Ahbâr, Vehb b. Münebbih gibi Sahâbî ve Tâbiîlerle ilgili bilgi ve rivayetlerde, onların hayatlarındaki fikrî, ruhî ve dinî değişimden sözedilip, bir anlamda hidâyet psikolojileri üzerinde -az da olsa- durulmuştur.1 Bunun yanında İslâm'ın ilk yıllarında hidâyete erenlerin, tamamen tabii bir süreçte yeni katıldıkları dinî ortama, önceki kültürel birikimlerini kattıkları iddia edilerek, bu katkıların daha sonra hadis, tarih, tefsir kaynaklarına yansıdığı yönünde iddialar bulunmaktadır.2 Bu iddiaların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı bir yana, İslâm'ın ilk yıllarında yaşanan hidâyetlerin dinî, siyasî, sosyo-kültürel ve psikolojik yönlerinin incelendiği çalışmalara3 şiddetle ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu itibarla, hidâyet sürecinde hidâyete erenin (mühtedi), kendi şahsında yaşadığı dinî ve kültürel değişimin boyutları ile önceki dînindeki öğretileri ne oranda yeni dînine taşıyabileceği, tefsir, tarih ve hadis kaynaklarındaki geçmiş kültürlere ait bilgilerin kaynağını tespit açısından oldukça önem arzeder.

    Kavram olarak bir inanç sisteminden diğerine geçiş tecrübesini tanımlamak için kullanılan "hidâyet/ihtidâ",4 gerek bu anlamı, gerekse günahkâr olduktan sonra tevbekâr olma mânasında, Kur'an'da -ve hatta ilk İslâm kaynaklarında- kullanılmamıştır. Buna karşılık aynı olguyu ifade için, "esleme=Müslüman oldu" kelimesi kullanılmıştır. Asr-ı Saâdet'te Yahudilik, Hıristiyanlık ve putperestlik başta olmak üzere, değişik din ve kültürlerden pek çok kimse Müslüman olmuş; İslâm'dan da irtidat hadiseleri yaşanmıştır. İlk bakışta her ikisi de mahiyet itibariyle din değiştirme gibi görülen bu iki olguyu İslâm, birbirinden ayırmış ve özellikle İngilizce literatürde kullanılan "conversion"5 kelimesinde olduğu gibi bir tek kelimeyle izah etmemiştir.

    İslâm'ın teşekkül dönemi göz önüne alındığında, Müslüman olanların tamamını birer mühtedi olarak değerlendirmek mümkündür. Zira İslâm'ın gelişiyle birlikte onu kabul edip etmeme, yani Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen Allah'ın mesajını benimseyip benimsememe önem kazanmış; bu mesajı ya doğru kabul veya reddetme söz konusu olmuştur. Ne var ki "din değiştirme", farklı sonuçları doğuran değişik şekil ve şartlarda gerçekleşebilir. Bir kimse samimi ve içten bir motivasyonla kendi toplumunun dinî değerlerini reddederek başka dinlerde gerçeği arayabileceği gibi, psikolojik, sosyolojik, antropolojik, coğrafî, siyasî ve kültürel sâiklerle de dinini değiştirebilir. Bu itibarla mühtedileri din değiştirmeye sevkeden sosyo-kültürel dinamiklerin neler olduğu; ihtidanın hangi şart, zaman ve zeminde gerçekleştiği; sosyolojik, siyasî ve kültürel olarak ihtidanın arka planındaki gerçeklerin neler olduğu önem kazanır. Mesela, Hz. Peygamber döneminde Müslüman olanların İslâm'ı seçmesinin sebepleri, modern zamanlardaki hidâyet/ihtida hareketlerinden tarihî, ilmî, siyasî ve sosyo-kültürel ve herşeyden önemlisi Hz. Peygamber'in hayatta olması gibi bazı önemli farklılıklar gösterir. Bu itibarla Asr-ı Saâdet'te, başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere diğer din ve kültürlerden İslâm'a ihtidâ edenlerin pek çoğu, samimi olarak İslâm'ı seçip yeni katıldıkları İslâm toplumunda büyük oranda kabul görmüştür. Ancak daha sonraki asırlarda ihtida edenler arasında tamamıyla dinî sâiklerle hareket etmeyip zaman zaman siyasî, sosyo-kültürel vb. sebeplerle İslâm'ı kabul edenler de olmuştur.6

    Şu halde dinî ve sosyo-kültürel arka planı ne olursa olsun, İslâm'ın teşekkül dönemindeki mühtedilerin dinî-kültürel geçmişlerinin, hidâyet sonrası hayat telakkîlerini, fikirlerini, dinî anlama ve yorumlamalarını ne derece etkilediği önem arzeder. Tabiî olarak önceki kültürün hidâyete erme ile birlikte tamamen terkedilemeyeceği ve şuuraltında yerleşmiş önceki bilgilerin zaman zaman ortaya çıkabileceği söylenebilirse de, İslâm'ın ilk yıllarındaki mühtedilerin, zihinlerindeki önceki telakki ve değer yargılarını yeni katıldıkları dine sunmalarında esasen tabiîlik ve gayr-i şuurîlik söz konusudur. Zira bu mühtediler olabildiğince yeni dinlerine ittibaya gayret etmiş; ancak tamamen tabiî olarak ve kasıtlı olmaksızın önceki duygu, düşünce ve telakkilerini yeni dinlerine taşımışlardır.7 Dinin tahriften korunması konusunu işlerken Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî, (ö. 1762/1176) milletlerin/dinlerin, ayırdedilemeyecek şekilde birbirlerine karışmasını tahrife götüren bir sebep olarak görmüş ve şöyle demiştir:

    "Bir insan herhangi bir dine inanır ve kalbi mensup olduğu zümrenin din bilgisiyle dolar. Sonra İslâm'a girer, ancak kalbinde hâlâ o eski diniyle ilgili bilgiler mevcuttur ve onlara karşı sürekli bir meyli bulunur. Bunun sonucunda, eski diniyle ilgili bilgilere İslâm'da -zayıf ya da uydurma bile olsa- bir yer bulmaya çalışır. Bu sebeple, hadis uydurma ve mevzû hadisleri rivayet etmeyi câiz gördüğü bile olur."

    Dihlevî daha sonra İbn Mâce ve Dârimî'nin Sünen'lerinde yer alan bir hadisi8 bu görüşüne delil olarak zikreder ve dinimize sokulanlar arasında, isrâilî haberler, Câhiliye dönemi hatiplerinin öğütleri, Yunan felsefesi, Bâbil kalıntıları, Pers tarihi ile ilgili bilgilerin bulunduğunu söyler. Ona göre, huzurunda Tevrat nüshası okununca Resûlullah'ın (a.s.m.) kızması ve Hz. Ömer'in (r.a.) Dânyâl'ın kitaplarını arayan kimseyi dövmesi, başta isrâilî haberler olmak üzere zikri geçen diğer dinî-kültürel bilgi ve rivayetlerin mühtediler kanalıyla İslâm'a sızmamasına yönelik bir tedbirdir.9

    Ehl-i kitap mensubunun hidâyete ermesiyle müşrik olan birinin Müslüman olması, hidâyet sürecini yaşayışları, bu süreçte rol oynayan faktörler ve hidâyet sonrası hayatları açısından ayrı ayrı telakkî edilmelidir. Aynı şekilde Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi ilâhî kaynaklı dinler ile ilâhî kaynaklı olmayan dinlerden ihtida edenler de, farklı değerlendirilmelidir. Zira kişinin, hidâyete erdiği yeni dininin, önceki diniyle temel bazı referanslar ile dinî-kültürel yönelişlerin bir kısmında uyuşması, ilk anda olmasa bile, bir müddet sonra mühtedinin geçmiş din ve kültürüyle yeni dininin bazı inanç ve uygulamalarını mukayese edip, zaman zaman önceki dinine atıfta bulunması sonucunu doğurabilir.10 Bu itibarla İslâm'ın ilk yıllarında özellikle Yahudi asıllı Sahâbî ve Tâbiîlerin ihtida etmelerinin, isrâilî haberlerin yaygınlaşması ve genelde İslâm kaynaklarına özelde de tefsir, tarih ve hadis kitaplarına girmesiyle yakından ilgisi olduğu görüş ve iddiaları, Şarkiyatçılar ile İslâm dünyasındaki bazı araştırmacılar11 tarafından dile getirilmektedir.

    Reşîd Rıza (ö. 1935), Yahudilik'ten ihtida eden Kâ'bu'l-Ahbâr'ı, özellikle tefsir ve tarih olmak üzere İslâm kaynaklarındaki asılsız ve çarpıtılmış isrâilî haberlerin en önemli taşıyıcısı olarak görür.12 Ahmed Emîn (ö. 1954), Yahudi-Hıristiyan kültürünün Müslümanlar arasında yayılmasında en kayda değer hususun, Yahudilik'ten ihtida eden, özellikle de Yemen kökenli Kâ'bu'l-Ahbâr, Vehb b. Münebbih vb. kimseler olduğunu söyleyerek, Yahudi-Hıristiyan kültürünün bu yolla İslâm kaynaklarına olan etkisine dikkat çeker.13 İslâm fetihleri neticesinde çeşitli din, kültür ve milletlere mensup kimselerin köle olarak elde edildikten sonra Müslüman olup Araplar arasına karıştığını söyleyen Ahmed Emîn, Müslüman olan bu kimseler arasında şiir, edebiyat, hikmetli söz ve darb-ı meseller konusunda mâhir kimseler bulunduğunu belirtir. Ona göre ayrıca bu kimseler, tedvin edilmiş ilim ve kitaplara sahiptirler ve İslâm'da kabul gördükten sonra, ilmî metotlarını tatbike koyulmuşlardır. Ahmed Emîn daha sonra, akîde de dâhil, İslâmî ilimlerin, Müslüman olan bu kimselerin etkisinde kaldığını ileri sürerek sözlerini şöyle sürdürür:

    "Zanneder misiniz ki, Müslüman olan İranlı ile Bizanslı, Suriyeli bir Hıristiyan veya bir Kıptî mühtedi, asırlar boyu baba ve atalarından tevârüs ettiği itikad ve inançlarından bir anda vazgeçmekte ve İslâm'ı, İslâm'ın öngördüğü şekilde anlamaktadır. Asla! Zira bu, her şeyden önce psikolojinin verilerine aykırıdır."14

    Ahmed Emîn'e göre bir İranlının ilah anlayışı ile Bizanslı bir Hıristiyanın ilah anlayışı aynı olmadığı gibi; Cennet, Cehennem, melek, şeytan, âhiret ve peygamber anlayışları da dinlere göre farklı ve birbirine muhalif anlamlara sahiptir. Ona göre samimi ve ihlâslı olanlar dâhil, diğer din ve milletlerden İslâm'a giren bu kimseler, İslâm'ı Araplar'ın anladığı gibi değil, eski dinî anlayış ve alışkanlıklarını da katarak anlamıştır. Ayrıca onlar, yeni katıldıkları İslâm'daki dinî terimleri eski dinlerindeki anlamlara yakın bir manada algılamışlardır.15 İslâm-Yahudi polemiği denince akla ilk gelen isimlerden olan Moshe Perlmann da Ahmed Emîn'in görüşleri ile paralellik arzeden iddialarda bulunmuştur. Ancak Perlmann, mühtedilerin İslâm'a dahil ettiği kültüre bir tepki olarak, Hicrî I. asırdan sonra Yahudiliğe ve Yahudi kültürüne karşı İslâm âlimleri tarafından polemik türü eserlerin kaleme alınmaya başlandığını belirtmiştir.16

    Ahmed Emîn'in iddiaları, yukarıdaki değerlendirmeler ışığında ele alınacak olursa, esasen onun, hidâyet psikolojisinin bir yönüne işaret ettiği anlaşılır. Zira bir fenomen olarak hidâyeti inceleme konusu yapan çalışmaların da gösterdiği üzere, samimi ve bilinçli olarak hidâyete eren kimsenin, hidâyetini anlamlandırması için her şeyden önce ve titizlikle ihtida ettiği dinin gereklerini öğrenip uygulamaya çalışacağı muhakkaktır. Bu anlamda Ahmed Emîn'in, "Samimi olarak Müslüman olanların bile İslâm'ı Araplar'ın anladığı gibi bütün yönleriyle anlamadığı ve onu eski inanç ve alışkanlıkları ile birlikte anladığı" iddiasının kayıtsız olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Zira siyasî, iktisadî ve psiko-sosyal nedenler gibi değişik amaçlarla İslâm'ı benimseyenler bulunabilir ve bunlar, zaman zaman geçmiş dinî-kültürel birikimlerini Müslüman olduktan sonra dile getirebilirler. Ancak isim zikredilmeden genel bir ifadeyle ileri sürülen bu görüş, mevâlîden17 sayılan, başta Selmân el-Farisî (ö. 36/656), Suhayb er-Rûmî (ö. 38/658) ve Bilâl el-Habeşî (ö. 20/640) gibi Sahâbîler olmak üzere pek çok Tâbiî ve Tebe-i tâbiîyi zan altında bırakır. Aynı şekilde bazı Şarkiyatçıların, bu ve benzeri mühtedi Sahâbîlerin, çoğunlukla Hz. Peygamber ile birlikte bulundukları ve O'nunla (a.s.m.) aralarındaki konuşmaların genelde Yahudi-Hıristiyan kültürü ile Tevrat ve İncil etrafında döndüğü yönündeki iddiaları18 da, ciddi delillere istinad etmedikçe kabul edilemez.

    Diğer taraftan Tayyip Okiç, Yahudi ve Hıristiyanlara ait mukaddes kitaplardan alınan birtakım sözlerin hadis diye ortaya atıldığının bilindiğini belirttikten sonra, "Yahudilik ve Hıristiyanlık'tan ihtida edenlerin bu husustaki mühim rollerini de biliyoruz" diyerek, Yahudi ve Hıristiyan mühtedilerin sözü edilen süreçteki rolüne dikkat çekmekte ve bu yolla kaynaklara girdiğini düşündüğü bazı hadisleri sıralamaktadır.19 T. Okiç'in bu kanaate, özellikle Yahudi asıllı meşhur Şarkiyatçı Ignaz Goldziher'in (ö. 1921) görüş ve iddialarından hareketle vardığı referansından anlaşılıyorsa da, asıl itibariyle onun, bu konunun ehemmiyetini gündeme getirip tetkik edilmesi ve dolayısıyla uluorta konuşmaktan kaçınılmasının lüzumuna işaret ettiğini düşünmekteyiz. Yine E. I. J. Rosenthal, İslâm'ın ilk yıllarında hidâyete erenlerin oldukça önemli olarak gördüğü rollerine işaret eder.20 Hicrî I. asırda, özellikle Yahudilerin dinî merkezleri durumundaki Irak bölgesinde, gözle görülür ve hissedilir oranda yeni dine girişlerin (hidâyet) olduğunu belirten Rosenthal, bu mühtedilerin daha sonra Talmud hukuku ve halakhah'ı İslâm hukuku ve diğer İslâmî ilimlerle mukayese ettiklerini söyler. Ayrıca o, Hz. Peygamber'in, Yahudi öğretilerini Kitâb-ı Mukaddes, Talmûd ve Midraş okuyarak değil, o dönemde İslâm'a ihtida eden Sahâbîler sayesinde elde ettiğini iddia eder.21 Rosenthal isim vermese de, onun, Abdullah b. Selâm vb. Sahâbîleri kastettiği açıktır. Ona göre bu mühtediler, sadece Yahudiliğe ait hukukî öğretileri İslâm'a taşımalarıyla değil; pek çok folklorik bilgi, rivayet ve kıssaların yanında Kitâb-ı Mukaddes'te ismi geçen kimselerle ilgili efsanevî haberlerin naklinde de rol oynamışlardır.22 Gordon Daniel Newby, İslâm'ın teşekkül döneminde ihtida edenlerin önemli bir kısmını Yahudilerin oluşturduğunu belirttikten sonra, İslâm'ın ilk döneminin en popüler kıssalarını bu kimselerin yaydıklarını söyleyerek görüşlerini şöyle sürdürmüştür:

    "Bir dinin ne olması gerektiği şeklinde Müslümanların beklentilerini oluşturan moral motivasyon ve ruh, İslâm'ı kabul eden bu kimseler tarafından kazandırılmıştır. Dolayısıyla İslâm'ın oluşumunda Yahudi örneğinin önemli bir rolünün olduğunu söyleyebiliriz."23

    Meseleyi aynı doğrultuda ele alan Bernard Lewis ve Steven Wasserstrom da, isrâiliyyâtın İslâmîleştirilip İslâm kaynaklarında revaç bulmasında, ilk mühtedilerin rollerine işaret etmişlerdir.24

    Bu görüş ve iddialar doğrultusunda, Müslüman olduktan sonra Kâ'bu'l-Ahbâr'ın, Hz. Ömer'in huzurunda İslâm'a uygun düşen bilgi ve rivayetleri Ehl-i kitap'tan nakledip Hz. Ömer'in, onun kalbinin İslâm'a ısınması için anlattıklarını dinleyerek hoşlandığını belirten haber25 önem arzeder. Bu haberi naklettikten sonra İbn Kesîr (ö. 774/1372), Hz. Ömer'in bu tavrını göz önüne alarak pek çok Sahâbî ve Tâbiînin, Kâ'b'ın aktardığı bu haberlerin naklini câiz addettiklerini, halbuki onun -daha sonraki yıllarda- aktardığı bu tür haberlerinin çoğunun hatalarla dolu olduğunu söyler26 ki, isrâilî haberlerin meşrûiyet kazanmasına bu haberlerin zemin hazırladığı söylenebilir. Hadis rivayetindeki taharrî ve tesebbütü bilinen ve isrâilî nitelik arzeden nakillere karşı son derece titiz olan Hz. Ömer'in huzurunda gerçekleşen bu hâdisede Ömer (r.a.), yeni ihtida etmiş Kâ'b'ın psikolojik durumunu göz önüne alarak kalbini İslâm'a ısındırmak için, naklettiği isrâilî haberlere tepki göstermemiş, onun bu tür haberlerin naklinden vazgeçmesini zamana bırakmıştır. Hz. Ömer'in bu tavrı, isrâilî rivayetlerin zararlı sonuçları açısından mahzurlu olsa da, neticede Kâ'b'ın gönlünü kazanma amacına yönelik bir tebliğ metot ve stratejisi olarak da değerlendirilebilir.

    Sonuç

    Bir inanç sisteminden diğerine geçiş tecrübesini tanımlamak için kullanılan "hidâyet/ihtidâ" olgusu, günümüzde olduğu gibi Hz. Peygamber dönemi ve İslâm'ın ilk yıllarında da oldukça önem arzetmiştir. İslâm'ın ilk yıllarında hidâyet olgusu ve mühtedi Yahudi bilginlerinin geçmiş kültürlerin İslâm'a intikalindeki yolunu ele aldığımız bu çalışmamızda sonuç olarak şu hususların altını çizmek mümkündür:

    1. İslâm'ın ilk yıllarında yaşanan hidâyet hadiselerinin dinî, siyasî, sosyo-kültürel ve psikolojik yönlerinin incelendiği çalışmalara şiddetle ihtiyaç vardır. Bu çalışmalarda ihtidası sürecinde mühtedinin, kendi şahsında yaşadığı dinî ve kültürel değişimin boyutları ile önceki dinindeki öğretileri ne oranda yeni dinine taşıyabileceği üzerinde durulmalıdır. Böylece İslâm kaynaklarındaki isrâilî bilgilerin kaynağını tesbiti de mümkün olacaktır.

    2. İslâm'ın teşekkül dönemi söz konusu olduğunda, Müslüman olanların tamamı birer mühtedi olarak değerlendirilebilir. Zira İslâm'ın gelişinden sonra onu kabul edip etmeme önem kazanmış; bu mesajı ya doğru kabul veya reddetme söz konusu olmuştur.

    3. "Hidâyet", farklı sonuçlar doğuran değişik şekil ve şartlarda gerçekleşebilir. Buna göre bir kimse samimi ve içten bir motivasyonla kendi dinini terkedip başka dinlerde gerçeği arayabileceği gibi, psikolojik, sosyolojik, coğrafî, siyasî ve kültürel sebeplerle de dinini değiştirebilir. Bu itibarla mühtedileri din değiştirmeye sevkeden dinamiklerin neler olduğu, ihtidanın hangi şart, zaman ve zeminde gerçekleştiği, sosyolojik, siyasî ve kültürel olarak ihtidanın arka planındaki gerçeklerin neler olduğu iyi tespit edilmelidir. Bu açıdan meseleye bakılırsa Hz. Peygamber döneminde Müslüman olanların, İslâm'ı seçmesinin sebepleri, modern zamanlardaki ihtida hareketlerinden tarihî, ilmî, siyasî ve sosyo-kültürel ve herşeyden önemlisi Hz. Peygamber'in hayatta olması gibi bazı farklılıklar gösterdiğini söylemek mümkündür.

    4. Hidayete erenlerin, ihtida ile birlikte önceki kültürlerini tamamen terketmedikleri ve şuuraltında yerleşmiş önceki bilgilerinin zaman zaman ortaya çıkabileceği söylenebilir. Ne var ki, İslâm'ın ilk yıllarındaki mühtedilerin, zihinlerindeki önceki telakki ve değer yargılarını yeni katıldıkları İslâm'a intikal ettirmelerinde esasen tabiîlik ve gayr-i şuûrîlik söz konusudur. Zira bu mühtediler olabildiğince yeni dinlerine ittibaya gayret etmiş; ancak tamamen tabiî olarak ve kasıtlı olmaksızın önceki duygu, düşünce ve telakkilerini yeni dinlerine taşımışlardır. Ancak İslâm âlimleri bu bilgileri tespit ve teşhis edip açıklamışlardır.

    5. Ehl-i kitaba mensup birinin hidâyete ermesiyle, bir müşriğin Müslüman olması, ihtida sürecini yaşayışları, bu süreçte rol oynayan faktörler ve ihtida sonrası hayatları açısından ayrı ayrı ele alınmalıdır. Yine Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi ilâhî kaynaklı dinler ile böyle olmayan dinlerden ihtida edenleri de, farklı değerlendirmek gerekir. Zira kişinin, ihtida ettiği yeni dininin, önceki diniyle temel bazı referanslar ile dinî-kültürel yönelişlerin bir kısmında uyuşması, ilk anda olmasa bile, bir müddet sonra mühtedinin geçmiş din ve kültürüyle yeni dininin bazı inanç ve uygulamalarını mukayese edip, zaman zaman önceki dinine atıfta bulunması sonucunu doğurabilmektedir. Bu durumu günümüzde hidâyet edenlerin hayatlarında da gözlemlemek mümkündür ve Roger Garaudy'nin ihtida sonrası hayatı ve görüşleri, bu anlamda iyi bir örnektir.

    6. Bir fenomen olarak ihtidayı tetkik konusu eden çalışmalar da göstermektedir ki, samimi ve bilinçli olarak ihtida eden kimseler, ihtidalarını anlamlandırmak için titizlikle ihtida ettiği dinin gereklerini öğrenip uygulamaya çalışmaktadırlar. Bu anlamda "Samimi olarak Müslüman olanlar bile İslâm'ı Araplar'ın anladığı gibi bütün yönleriyle anlamadılar ve onu eski inanç ve alışkanlıkları ile birlikte anladılar" şeklindeki özellikle Şarkiyatçılar tarafından ortaya atılan iddiaların kayıtsız ve genelleme yapılarak kabulü mümkün değildir.

    Öz

    Bir inanç sisteminden diğerine geçiş tecrübesini tanımlamak için kullanılan "hidâyet/ihtidâ" olgusu, günümüzde olduğu gibi Hz. Peygamber dönemi ve İslâm'ın ilk yıllarında da oldukça önem arzetmiştir.

    Dinî ve sosyo-kültürel arka planı ne olursa olsun, İslâm'ın teşekkül dönemindeki mühtedilerin dinî-kültürel geçmişlerinin, hidâyet sonrası hayat telakkîlerini, fikirlerini, dinî anlama ve yorumlamalarını ne derece etkilediği önem arz eder.

    Bu makalede, İslâm'ın ilk yıllarında hidâyet olgusu ve o dönemdeki mühtedilerin geçmişlerinin dinî anlama ve yorumlamalarındaki etkisi tartışılmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: İslam, hidayet, mühtedi, Yahudi, Hıristiyan, kültürel değişim, israiliyat

    Abstract

    The notion of guidance/conversion, which is used to describe the experience of transition from one system of belief to another, had a great importance in Prophet Mohammed's (pbuh) presence and early period of Islam, as well as it has today.

    No matter what religious and socio-cultural background there was, it is important how much religious and cultural backgrounds of the converted Muslims in the early period of Islam affected their understandings of life, their thoughts, their understanding and interpretation of religion after the conversion.

    In this article, the notion of guidance and how the backgrounds of the converted Muslims affected their understanding and interpretation of the religion in the early years of Islam are disputed.

    Key Words: Islam, Guidance (Hidayath), Converted, Jewish, Christian, Cultural Change, Israiliyyat

    Dipnotlar

    1. İbn Kesîr, Ebü'l-Fidâ İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve'n-nihâye, thk. Ahmed Abdülvehhâb Füteyh, Kahire 1414/1993, I, 17.

    2. Bu tür görüşler için bk. Rosenthal, E. I. J., Judaism and Islam, London-New York 1961, s. 8, 9; Newby, Gordon Daniel, The Making of the Last Prophet, Columbia 1989, s. 10-11; Ebû Reyye, Advâ'ün ale'sünneti'l-Muhammediyye, s. 118. Ayrıca krş. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, I, 121.

    3. Bir dinden diğerine geçişle ilgili sosyolojik ve psikolojik ağırlıklı çalışmalara, bugün Batı'da oldukça önem verilir. Bu anlamda W. M. Watt'ın "Conversion to Islam at the Time of the Prophet" (JAAR, XLVII/4 -Thematic issues-, 1980, s. 721-31) adlı çalışması konumuz açısından, Türkçe'ye Neden İslâm'ı Seçiyorlar (İstanbul 1997) ismiyle çevrilen ve yetmiş civarında İngiliz mühtedinin ihtidalarının arka planının araştırıldığı Ali Köse'nin İngilizce Conversion to Islam (Londra 1996) ismiyle yayımlanan doktora çalışması da genel ihtida psikolojisi açısından önem arz eder.

    4. "Din değiştirme" veya "dinî değişim (religious conversion)", bir kavram olarak oldukça geniş bir alanı içine alır. Mensubu bulunduğu dînin kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları yerine getiremeyen bir kimsenin bu tavrından vazgeçmesi; kendisini "inançsız" olarak niteleyen bir kişinin kendi toplumunun dinî kurallarını kabul ederek dindarlaşması; veya bir dîni reddedip bir başka dîne inanması, "ihtida" olarak tanımlanır (bk. Köse, Neden İslâm'ı Seçiyorlar?, s. 5.)

    5. "Conversion" kelimesinin tanımları için bk. Köse, a.g.e., s. 5.

    6. Mikdâd, Mahmûd, el-Mevalî ve nizâmu'l-velâ, Dımeşk 1408/1988, s. 149. Nitekim Bağdat'lı bir Yahudi olup önce Filistin, daha sonra da Mısır'da yerleşen Yakup b. Killis'in (ö. 381/991) ihtidasının böyle olduğu belirtilmektedir (bk. İbn Haldûn, Kitâbü'l-İber ve dîvânü'l-mübtedei ve'l-haber, Beyrut 1399/1979, II, IV, 9, 16, 55; V, 546.

    7. Aydınlı, Abdullah, Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Hadis, İstanbul 1986, s. 71-72.

    8. İbn Mâce, Mukaddime, 8; Dârimî, Mukaddime, 17.

    9. Şâh Veliyyullâh ed-Dihlevî, Hüccetüllâhi'l-bâliğa, tlk. Muhammed Şerîf Sükker, Beyrut 1410/1990, I, 352.

    10. Roger Garaudy'nin hidâyete erdikten sonra ortaya koyduğu görüşler, bu anlamda dikkat çekici özellikler arz etmektedir. Bu itibarla Garaudy'nin özellikle hidâyet sonrası hayatı sözünü ettiğimiz açıdan tetkik edilmelidir.

    11. Edlibî, Salahuddîn, Menhecü nakdi'l-metn ınde ulemâi'l-hadîsi'n-nebevî, Beyrut 1403/1983, s. 64.

    12. Reşîd Rıza, Tefsîru'l-Menâr, Dâru'l-Fikr, yy, I, 9; VIII, 356, 449; IX, 190, 472-76; X, 328.

    13. Ahmed Emîn, Duha'l-İslâm, Kahire ty, I, 350.

    14. Ahmed Emîn, Fecrü'l-İslâm, Kahire ty, s. 94.

    15. Ahmed Emîn, a.g.e., s. 94.

    16. Perlmann, "Polemics Between Islam and Judaism", Religion in a Religious Age (Cambridge 1974), s. 104. Perlmann ayrıca, Yahudiliğe karşı yazılan polemiklerin, ihtida edenlerin verdikleri bilgiler ile Hıristiyanların Yahudiliğe karşı kaleme aldıkları polemiklerden beslendiğini iddia eder (bk. a.g.m., s. 106).

    17. "Mevâlî" ile "Arap olmayan Müslümanlar" kastedilmektedir (bk. Hammâş, Necdet, el-İdâra fi'l-asri'l-Ümevî, Dımeşk 1980, s. 338). Mevâlî özellikle Emevîler'in son dönemlerine doğru İslâm toplumunun ilmî, idarî ve siyasî hayatında önemli görevler icra etmiştir (bk. Lümeylim, Abdülazîz Muhammed, Vadu'l-mevâlî fi'd-devleti'l-Ümeviyye, Beyrut 1993, s. 84, 85-86.).

    18. Bu yöndeki iddialar için bk. Sâdık el-Emîn, Mevkıfu'l-medreseti'l-akliyye, s. 487.

    19. Okiç, Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, s. 232 vd.

    20. Rosenthal, Judaism and Islam, s. x.

    21. Rosenthal, a.g.e., s. 8, 9.

    22. Rosenthal, a.g.e., s. 10.

    23. Newby, The Making, s. 10-11.

    24. Lewis, Bernard, The Jews of Islam, Princeton 1984, s. 70; Wasserstrom, Steven M., Jewish Pseudepigrapha in Muslim Literature", Tracing the Threads, Atalanta 1994, s. 90, 91.

    25. İbn Kesîr, Bidâye, I, 17.

    26. İbn Kesîr, a.g.e., I, 17. Bu rivayeti İbn Kesîr farklı lafızlarla fakat aynı mânayı destekleyecek tarzda Tefsir'inde de nakleder (bk. Tefsîru'l-Kur'âni'l-azîm, Beyrut 1408/1988, IV, 19).