Köprü Anasayfa

Adalet

"Güz 2005" 92. Sayı

  • Adalet Kavramının İçeriği ve Mutlaklığı ve Değişmezliği

    The Content of the Concept of Justice, its Absoluteness and Constancy

    Hüseyin HATEMİ

    Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi.

    1- Adalet kavramı ilk bakışta normlar alanını ve dolayısı ile davranış felsefesini ilgilendirir. Fakat bu alanın bütün normları gibi sağlam bir temele dayandırılmalıdır. Oysa hukuk felsefesi alanında düşünürlerin birçoğu adalet normunun gerçek yargılarına değil, sadece uzlaşımlar alanına dayanan bir norm olduğu, şu halde adalet kavramının içeriğinin aslında boş olup, değişen çağ ve yörelerde uzlaşımlara göre doldurulduğu görüşünü savunurlar. Kanaatimce bu görüş "Hukuk Devleti" ve "İnsan Hakları" öğretileri açısından son derece sakıncalı ve aynı zamanda akli apaçıklıklar açısından da yanlış sayılması gereken bir görüştür. Niçin?

    2- Çünkü, estetik yargıları ile değer normlarını, diğer bir deyişle ahlak normlarını karıştırmamak gerekir. Estetik yargıları alanında dahi ortak asgari ilkeler bulunmak gerekirken ahlak yargıları alanında değişkenliğin ve göreceliğin hakim olduğunu ileri sürmek tutarlı bir muhakemeye dayanamaz. Niçin?

    3- Çünkü, felsefe alanında varlık sorunu ilk sorundur. Bu sorun da ayrıntılı bilgi felsefesi konularına başvurmayı gerektirmeksizin doğrudan doğruya akli bir apaçıklık ile başlar. Bu akli apaçıklık varlık ilkesidir. Varlık karşısında mutlak bir yokluk mevcut olamaz. Mutlak varlık ilkedir.

    4- Bu mutlak varlıktan yine sezgi ve duygu yolu ile ve iç tecrübelerimizle varlığından şüphe etmediğimiz sevgiden başka, sevgi ile çelişen bir değer yargısı kaynaklanamaz. Mutlak varlık aynı zamanda mutlak sevgidir. Bu mutlak sevgiden insanlar arasında ve insanlar ile diğer canlıların ve çevrenin ilişkisi alanında adalet normu ilk kaynaklanan normdur. Sevgiden ahlak alanına adalet normu somutlaşarak geçilmiş olur. Bu temel normun uzlaşımlara dayanmasına, insanların uydurduğu ve içeriğini doldurduğu bir kavram olmasına veya mutlak varlık tarafından içi boş bir kavram olarak belirlenmiş olmasına imkan yoktur.

    5- Adaletin iki boyutu vardır. İlk boyutu istisnasız ve potansiyel boyut olan eşitlik adaletidir. Eşitlik adaleti insan hakları açısından ve dolayısı ile insanlık değeri açısından dil, din, cins, ırk gibi ve bunların dışında hiçbir gerekçe ile ayırımcılık yapılmamasını gerektirir. (Anayasada da yer alan istisnasız eşitlik ilkesi)

    İkinci boyutu da kinetik boyutudur. Somut olay adaleti de diyebiliriz. Her somut olayda herkese somut olayın özelliğine göre: Emeğinin karşılığını, suçunun cezasını, liyakatinin uygun olduğu görevi verebilme adaletidir.

    6- Bu boyutlara da dayanan iki adalet ilkesine ve bunun üst kavramı olan genel adalet ilkesine karşı ileri sürülen bütün çıkarcı, pragmatist maskesi altında oportünist ve rölativist görüşlerin mesnedi olmadığı gibi; aynı zamanda evrensel hukuk alanında "İnsan Hakları" ve "Hukuk Devleti" öğretilerinin yerleşmesine engel olan zararlı görüşlerdir. Hukuk felsefecilerinin bu alanda ve bu noktada bir uzlaşıma varmaları temenni edilir.

    7- Ulpianus, "lustittia est constans et perpetua voluntas lus suum cuique tribuendi" ibaresi ile "adalet"i tanımlar: Adalet, herkese hakkını verme konusunda müstekar ve kesintisiz bir iradedir.

    Herkese hakkını, istihkakını verme; "Equite" (hakkaniyet, hak ve nasfet)ye riayet etme demektir ki, işte bunu insan toplumlarında gerçekleştirebilme, asıl güç olandır. "İnsanlık onuru"ndaki eşitlik ilkesini herkes kağıt üzerinde ve nazari olarak kabul edebilir. Ne var ki, iş somut olay adaletinin sağlanmasına gelince, "potansiyel eşitlik" ilkesinde uzlaşabilen insanların, hele kendi çıkarları söz konusu olduğunda, Equite'ye, 'hakkaniyet'e uygun davranmadığını görürüz. Hele "sandık başında oy eşitliği"ni yapabilecekleri fedakarlığın son haddi olarak kabul eden kimseler, iş "herkese insanlık onuruna yaraşan bir hayat seviyesi sağlama" sorununa gelince, çağdaş devletin ve toplumun böyle bir ödevi olmadığını, "sosyal adalet" kavramının adalet ve hukuk devletinin özünü bozduğunu, hatta sosyal adalet düşüncesinin "totalitarizmin Troya atı, yarı-dini bir batıl itikat, bir hurafe" olduğunu ileri sürebilirler. Bu, son derece yanlış ve tehlikeli bir "liberalizm" anlayışıdır. Bu yönde gidilirse, DDR'in ortadan kalkması ile Federal Alman Cumhuriyeti vatandaşı olan kimselerin "Biz adalet istiyorduk, hukuk devleti bulduk" şeklinde ifade ettikleri hayal kırıklığı kaçınılmaz olur. Aslında "adaletsiz hukuk devleti" olamaz; hukuk devleti, adalet devleti demektir. Hukuk devleti (Rechtsstaat) terimi Alman hukuk çevresinde doğmuştur ve buradaki "Recht", hukuktan çok, bizim "hak ve nasfet" (Recht und Billigkeit) teriminin başında olan anlamı ile "hak-hakkaniyet" anlamındadır.

    8- Adalet, ahlak ve hukuk felsefesinin sevgiden kaynaklanan ilk değeri ve ölçütüdür. Sevgi temeli ile bağı kesilirse anlamını yitirir ve doğru anlamı ile gerçekleşmesi mümkün olamaz. Bunun içindir ki, DDR'den BRD vatandaşlığına intikal eden kimseler, önce de "adalet"ten ve ayrıca "hukuk devleti"nden yoksun olduklarını "Adalet arıyorduk, hukuk devleti bulduk" şeklinde ifade etmekte idiler. Adaleti bulmadan hukuk devletini bulmaya da imkan olmadığına göre, "hukuk devleti bulduk" demelerinin anlamı, "adaletin sosyal boyutunu elde edemesek, bulamasak dahi hiç değilse klasik anlamda insan haklarını bulduk" demektir.

    9- Ancak; "klasik insan hakları" ve "sosyal haklar" ayırımı başlı başına bir aldatmacadır. "Adaleti arıyorduk, adaleti ve adalet devletini bulduk" diyebilmek için, sosyal boyutu ile de adaleti bulmuş olmak gerekir.

    10- Bu adalet kavramı izafi (relatif, görece) değildir. Hukuk devleti anlayışı relatif bir temele oturtulamaz. Adalet "izafi" olursa hukuk devleti de izafi olur. Kavramları "izafi" olan "hukuk felsefesi"nin de bir boş vakit eğlencesi olarak bile anlamı kalmaz.

    11- Adalet doğru anlamından ayrılırsa, çok yanlış adalet anlayışları, bir "hikmet" vecizesi imiş gibi, "fiat lustitia, pereat mundus" gibi "absurde" söylemlere yol açar. (Adalet gerçekleşsin, dünyanın yıkılması pahasına da olsa!) Oysa bu söz, gerçek anlamda "adalet" için değil ancak yanlış anlamda, dolayısı ile zulmün bir türü için kullanılan "adalet" terimi söz konusu olduğunda geçerli olabilir. Yoksa dünya adaletin gerçekleşmesi ile değil, gerçekleşmemesi ile yıkılır.

    12- Tabii "hukuk"un temel kavramı ve değeri olan adalet de "tabii hukuk"un tüm değerleri gibi değişmez ve evrenseldir. Ayrı ayrı İslam, Hıristiyan ve Müslüman vs. tabii hukuk türleri yoktur.1

    13- Adalet konusunda bir konuya daha değinmek istiyorum: Ben, daha önce Merhum Bediüzzaman'ın "adalet-i mahza" ve "adalet-i izafiye" ayrımı ile, eşitlik adaleti ve somut olay adaleti (adl ve kıst) ayırımı yaptığı kanaatinde idim. Fakat Risale-i Nur'u daha iyi ve dikkatle inceledikten sonra şu sonuca vardım:

    Merhum Bediüzzaman, çok doğru olarak, gerçek anlamı ile "adalet"in izafi olamayacağı kanaati ile, bu kavram için "adalet-i mahza" terimini kullanmaktadır. "Adalet-i izafiye"den kastettiği, adaletin izafi olabileceği görüşünü savunanların yanlış görüşü olup, bu yanlış görüşü adlandırabilmek için adalet-i izafiye terimini kullanmıştır. Kendisinin tercihi, "adalet-i mahza" yönündedir. Adaletin iki boyutundan birisi olan "hakkaniyet, somut olay adaleti" (kıst, equite); adalet kavramını izafi kılmaz, sadece somut olayda, statik adalet ölçütünün, diyalektik değişime tabi bir süreçte dinamik olarak maharetle hayata geçirilebilmesini, uygulanabilmesini sağlar. Bunun için de "ulema-i kaimen bil-kıst"a ihtiyaç vardır. "Adalet-i izafiye" yanlış görüşü ile "hakkaniyet" (kıst) ölçütü arasında hiçbir ilişki yoktur. Kıst, değişken ve hareketli bir alanda değişmez değerlerin uygulanabilmesini, adalet-i izafiye ise oportünistlerin savundukları bencil çıkarlara göre çifte ölçüt kullanabilmelerini amaçlar. Bediüzzaman "adl ve kıst" tarafındadır, oportünizm ve Makyavelizm tarafında asla değildir.

    Öz

    Bu makalede, normlar alanını ve dolayısı ile davranış felsefesini ilgilendiren Adalet kavramının, bu alanın normları gibi, sağlam bir temele dayandırılmasının gerekliliği ifade edilmektedir.

    Adaletin boyutları üzerinde durulurken "adalet", "herkese hakkını verme konusunda müstekar ve kesintisiz bir iradedir." şeklinde tanımlanmakta ve herkese hakkını, istihkakını vermenin insan toplumlarında gerçekleştirilebilmesinin güçlüğüne dikkat çekilmekte ve "insan hakları, hukuk devleti ve sosyal adalet" kavramları irdelenmektedir.

    Son olarak Bediüzzaman'ın "adalet-i mahza ve adalet-i izafiye" kavramlarına yüklediği anlam tartışılmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: Adalet, hukuk felsefesi, hukuk devleti, sosyal adalet, insan hakları, adalet-i mahza, adalet-i izafiye

    Abstract

    This article discusses the necessity of the predication of the concept of justice, which is concerned by the normative realms and thus by the philosophy of behavior, upon a substantial basis, as the norms of this subject.

    While expressing about the dimensions of justice, it has been defined as the "uninterrupted and consistent will to give everybody what s/he deserves". The author draws then the reader's attention to the difficulty in the human societies to give every person what he deserves. Then the concepts of "human rights, constitutional state and social justice" are explained.

    At the end, the author discusses the meaning attached to the concepts of "ultimate justice and relative justice" by Bediüzzaman.

    Key Words: Justice, philosophy of law, constitutional state, social justice, human rights, ultimate justice, relative justice

    Kaynakça

    Felix Senn, De la Justice et du Droit, Paris 1927.

    Arthur Kaufmann, Rechtsphilosophie, 2. Auflage, München 1997.

    Bernd Reüthers, Das Ungerechte an der Gerechtgkeit, Zürich 1991 (Müsbet anlamda yararlanılmamıştır).

    Ist der Rechtsstaat auch ein Gerechtigkeitsstaat? Helbing&Lichtenhann, Basel-Genf-München 2000.

    Salzburger Hochschulwochen 2000 Tyrolia Verlag, Innsbruck-Wien 2000.

    Dipnotlar

    1. İslam hukuk felsefesi açısından, 31 Ağustos-6 Eylül 1996 tarihleri arasında Didim'de düzenlenen "Uluslararası Müslüman Hukukçular Konferansı"nda "Adalet kavramının mutlaklığı ve rölativizmin kabul edilmezliği" konusunda bir tebliğ sunmuştum. Bu tebliğ, İstanbul Hukuk Dergisi, Yıl 1, Sayı:2, 2002'de yayımlandı. Konu ile ilgilenenler için bu tebliğe atıf yapmakla yetiniyorum. Aşağıda bu ikinci tebliğde yararlandığım bazı kaynaklar da anılmaktadır.