Köprü Anasayfa

Ahlak

"Yaz 2006" 95. Sayı

  • Kapitalist, Hümanist ve Semavi Ahlak Öğretilerinde Bediüzzaman Yorumu: "İhlas Ahlakı"

    Bediüzzaman's Comment in the Capitalist, Humanist and Religious Ethical Teachings: 'Sincerity Ethics'

    Nevzat TARHAN

    Prof. Dr., (İDER) İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı-Psikiyatrist

    Giriş

    Ahlaki davranışın oluşumunda biyolojik eğilimlerin sosyal öğrenme ile şekillendirilmesi söz konusudur. Temel biyolojik eğilimler yemek, içmek, cinsellik, saldırganlıktır. Bu eğilimler insan ve hayvanın doğasında mevcuttur. İnsanda farklı olarak yüksek biyolojik eğilimler ve ihtiyaçlar söz konusudur. Sevmek sevilmek, güvenmek güvenilmek, değer verilmek, kendini gerçekleştirmek, zengin, güçlü, tanınmış olmak, takdir edilmek, övülmek… gibi biyopsikolojik eğilimlerimiz vardır.

    Kapitalist sistem, kutsal değer olarak para, güç, çıkarı hedefledi. Hümanist ahlak dürtüleri serbest bırakmayı ve insanın kendisini sevmesini kutsallaştırdı. Semavi ahlak öğretileri ise vicdanı ön plana çıkarır. İç denetim, iç disiplin, bir iç hukuk olarak vicdani sorumluluğu önemser. Kapitalist ve hümanist ahlak iç sorumluluğu önemsememektedir. Ahlak ihtiyacımız yoktur, ahlak bilimsel bir kategori değildir, kapitalist sistemin tezi olmuştur. Hatta neoklasik iktisatçılardan Adam Smith ve Menger'in "Ahlak ve iktisat birbirine zıttır. İnsanın motivasyonu çıkardır. İnsan mekanistik bir varlıktır" tezi halen iktisat fakültelerinde okutulmaktadır.

    Ekonomide toplumun ahlak dokusunun önemli bir belirleyici olduğu kesindir. Kapitalistlerin "Toplum kendi çıkarlarını güden bireylerden oluşur, niyetlenmemiştir ve kendiliğinden oluşmuş bir düzendir, akılcılık davranışların tek belirleyicisidir" görüşü toplumların ahlak dokusunu değiştirmiştir. Ahlak temelli yapının ekonomide işlem maliyetini artıracağı, rekabeti yavaşlatacağı, para kazanma, kar etme, çıkar peşinde koşma eğilimlerini frenleyeceği kaygısı ile ahlak kavramı dışlanmıştır. Ahlaklı davranan bireyin toplum içindeki faaliyetinin daha maliyetli hale geleceği öngörüşü kapitalistlerce bilimsel olarak öngörülmüştür. Kapitalist ahlakı kişilerin ahlaki tercihlerini değiştirmiştir. Böylece dürüstlüğü, alçak gönüllülüğü, yardımlaşmayı, tutumluluğu; tüketimi yavaşlatacağı, üretim maliyetini artıracağı için dışlamıştır. Kapitalist ahlakın insanı çıkarların peşinde koşan bireyler olarak algılamak sonucu aldatan, borcunu inkar eden, senedini zamanında ödemeyen, sözünde durmayan, böylece zenginleşen kişilere karşı hiçbir müeyyide üretememiştir. Hümanistik yaklaşımda da canının her istediğini yapan, sadece kendini düşünen, zevklerinin peşinde koşan, üretmeyen ama tüketmek için yaşayan kişilere, yasalara takılmadıkça hiçbir sınır getirememiştir.

    Semavi öğreti ise, vicdan öğretisi ile iç hukuk oluşturmuştur. Modernite hukuku kanunların koruduğu menfaat olarak tanımlarken; dinler, hukuku hem vicdanların hem kanunların koruduğu menfaat olarak tanımlar. Özellikle İslam ahlakı anlayışında iç hukukun sınırları kul hakkı tanımlaması ile çizilmiştir.

    Modernizm kendi ahlakını oluşturmadı. Piyasa kurumlarının etkili bir şekilde işlemesi için toplumun ahlak dokusunun önemi ahlak çöküntüsünün kötü sonuçlarının görülmesi ile anlaşıldı.

    Bediüzzaman bu çerçevede "Sen çalış, ben yiyeyim" düşüncesinin tembelliğe götürdüğünü görerek faizi yasaklayan Kur'an hükmünü çözüm olarak sundu. Diğer taraftan "Başkası açlıktan ölse bana ne" düşüncesi ile bencilleşen insanlara karşı zekat zorunluluğunu hatırlattı.

    İhlas Ahlakı

    Ahlaki davranışta merkezi rol oynayan ego benlik (ego) kavramıdır. İyi ahlaklı benlik nasıl olur? Bu temel soruya Freud: "İnsan benliği ile toplum bir çatışma halindedir. İnsanda haz ilkesi doğrultusunda cinsel zevkler vardır. Bu zevkleri tatmin etmek için uğraşır. Toplum bu zevkleri baskılar ve süper ego (üstben) oluşur. Yargılayıcı hiper egoda psikolojik hastalıklara neden olur" demiştir. Süper egosu çok baskılayıcı olan kişilere karşı dürtüleri serbest bırakmayı öneren Freud'un görüşü, hümanistler tarafından yasalara ters düşmedikçe özgürce zevklerin peşinde koşması önerilmiştir. Benlikle toplumun sürekli mücadele içinde olması ve yaşam amacının zevk alma olması ilkeleri, bu ahlakın çirkin sonuçları ile bizi yüz yüze bırakır. Boşanmalar arttı, insanlar yalnızlaştı, depresyon ve intihar salgınından söz edilmeye başlandı. Utanma ve acıma duygusu olmayan insanların işlediği suçlar artık okul çocukları arasında bile arttı.

    Bediüzzaman bu çağı, enaniyet ve medeniyet fantezilerine düşkünlük çağı olarak tanımlayarak İslamiyet'in iki temel esası olan ihlas ve şefkati ön plana çıkardı.

    "Bilmecburiye enaniyeti terk etmek lazımdır… Mesleğimiz şefkat, tefekkür, acz ve fakrdır…" düşüncesini eserlerinde sık sık vurguladı.

    İlahi rıza dışında hiçbir şeyi hedeflememeyi, izzetini koruyabilmek için zekat, hediye almamayı, insanların teveccühünün peşinde koşmamayı, Sahabelerin isar hasletini anlatan İhlas Risalesi isimli eserini talebelerine 15 günde bir okumayı tavsiye ederek iyi ahlaklı bireyler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Eserlerinde pek çok yerde ihlas ve samimiyet vurgusu yapması ahlakta ihmal edilmiş olan niyetlenmiş davranışa özel bir öncelik tanımıştır.

    Üç Psikolojik Kuvvet Görüşü

    İnsanda şehevi (zevki), gadabi (saldırganlık) ve ahlaki kuvvetler olduğu görüşü ve bu görüşlerin ifrat ve tefrit seviyesinde olması Bediüzzaman'ın ahlaki öğretisinin önemli bir öğesini oluşturur.

    Cinsellikte vasatı önermesi önemlidir. Ruhbanlık seviyesinde şehvetten arınması veya haram-helal düşünmeden şehvetperest olma yerine kontrollü, iffetli cinselliği savunmuştur.

    Çalışma ahlakında maddeperestlik ve zevk yerine şevki koyması, merak ve hayreti zevk kaynağı olarak öne sürmesi ilginçtir.

    Çileciliği tefrit, hazcılığı ifrat görerek vasat olan kanaat ve iktisadı önermiştir.

    Nefsini sevme (narsisizm), nefsine eziyet etme (sadamozohizm) yerine her şeyi Allah için sevme prensibini öne çıkarmıştır.

    Haksızlık karşısında şiddete başvurma veya pasif tutum takınma yerine sivil itaatsizlik olan aktif sabrı önermiştir.

    "Muhabbete en layık sıfat muhabbettir. Husumete en layık sıfat husumettir" diyerek insanlar arasında kavga yerine barışçıl yaklaşımları teşvik etmiştir.

    Psikolojinin Bugünü

    İnsan ruhunun derinliklerini ve zenginliğini tanıma çabası, insanın var oluşundan beri vardır ve var olmaya devam edecektir. Psikiyatri ve psikoloji insanı ele alan diğer bilim dallarından farklı olarak ruh ve beden ilişkisinin getirdiği çelişkiye çözüm aramak zorunda kalmıştır. Son yıllarda doğa ve genetik bilimindeki gelişmeler fizyolojik psikolojinin beyin işlevlerinin neler olduğunun daha fazla bilinebilir olması insanı etkilemek isteyenlerin çok dikkatini çekmiştir. İnsan beyni nöron denilen hücrelerden oluşur. Bilgisayarlar silikonlardan oluşur. "Bir model geliştirerek beyindeki bilgileri bilgisayara, bilgisayardaki bilgileri beyne nakledebilir miyiz?" sorusu hayal olmaktan çıktı. İnsan beynine mikroçip koysak onu yönlendirebilir miyiz? Bir ilaç versek onun davranışlarını değiştirebilir miyiz? soruları akademik araştırma konularıdır.

    Gelecek Bilimi

    Bilim dünyasının yeni projesi "Beyin projesidir." Genom projesi tamamlandı ve evrenin sırları konusunda önemli bir adım atıldı. Beyin projesi için 30 yıllık bir süre belirlendi. "Nasıl düşünüyoruz" sorusuna cevap vermek insanlığın sırlarının anlaşılmasında önemli bir hedef olmuştur.

    "World Future Society" (Dünya Gelecek Derneği) öğrenmenin gelişmesi, okul eğitimi ve onunla yakından ilişkisi olan IQ zekası konusunda ilginç görüşler öne sürmektedir.

    1- Şimdiye kadar yapılmış en büyük makine olan "internet" giderek büyüyecek ve önem kazanacaktır.

    2- Beden gücünün yerini mekanik makineler aldı. Bilgisayarlarda zihinsel çalışmaların yükünü azaltacaktır.

    3- Bilgi teknolojisi dünyanın her yerine yayılacak, aletleri küçülecek, herkes taşıyabilecek. Hatta bedeninize yerleştirilebilecektir. Ürünleri tanıtmak için bedava bile verilecektir.

    4- Dünya kültürü oluşacak, kültür ve dillerin çoğu yok olacaktır. Bu, beklenmedik olaylara ve tehlikelere neden olabilecektir.

    5- Akıllı evler oluşacak, büro gökdelenler gereksizleşecektir. İnsanların çoğu kırsal kesime, tatil yörelerine yerleşecek, bilgi teknolojisi ile işlerini yürütecektir. Evler çok çekici olacak, dışarı çıkmak istemeyen insan yeni bir yalnız yaşam türü oluşturacaktır.

    6- Yeni yaşam türü insanı antisosyalleştirecek, suç davranışlarında artışlar oluşacaktır.

    7- Klasik zekaya dayalı klasik okul eğitimi şekil değiştirecek, her alanda paketlenmiş eğitim yardımları alınabilecektir.

    Okul eğitimi bebeklik çağından başlayacak "yaşam boyu" eğitim düşüncesi yaygınlaşacaktır. "Uzaktan eğitim" bütün dünyaya yayılacaktır.

    8- Okul sınıfları çok farklı, yetenek ve ilgileri olan öğrencileri bir araya getirecek daha çok sanal gerçekler konuşulacaktır.

    9- Depolanmış bilgi kaynakları genç kuşağın daha kolay ulaşacağı hale gelecek, daha çok bilgi sahibi olmak yerine daha az bilecek, ancak bilgiye istediği anda ulaşacak.

    10- İnsanlığın bugüne kadar edindiği bütün bilgilerden kendi çalışmaları için yararlanabilecektir.

    11- Eğitim kişisel tempoya göre tamamlanabilecektir.

    12- Disiplinli, ama eğlenceli eğitim felsefesi yerleşecek, öğretmenlik görevi öğrencilerdeki yıkıcı ve oyuncu eğilimleri denetleme önceliğine dönüşecektir.

    13- Gerçekler yerine sanal dünyada yaşanacak; bencillik, kumar, kişisel çıkar tutkunluğu daha büyük toplumsal sorun haline gelecektir.

    Genel Sistemler Kuramı

    İnsanın var oluşunun anlaşılma çabaları evrenin somuttan soyuta genel bir sistem bütünlüğü içerisinde olduğu tezini güçlendirmektedir. Madde-enerji toplulukları ve yer zaman sürekliliği aşamalı (hiyerarşik) bir düzen içerisindedir. Subatomik parçacıklar, atom, hücre, insan, aile, toplum, dünya, evren şeklinde birbiri içinde daireler şeklindeki sistemde yerimiz nerededir? Somut sistemle soyut sistemlerin sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor? Descartes "Düşünüyorum öyleyse varım" diyerek duyguları önemsememişti. Zeki ama başarısız, bilgili ama ahlâksız insanların çoğalması duyguların eğitimini ön plana çıkardı. Duyguların eğitimi şansa bırakılmamalıydı.

    Klasik psikanaliz ve 20. yüzyılın başındaki baskın psikolojik görüş Freudiyen görüştü. Bu görüşlere göre baskı, gerilim ve zorlama ruhsal bozukluklara yol açıyordu. Bu sebeple temel psikolojik ihtiyaçların giderilmesi için hoşgörülü eğitimle çocukların dürtülerinin boşalımına imkan sağlanmalıydı. Genç beyinler fazla bilgilerle yüklenmemeliydi. Cinsel doyum erken yaşlardan itibaren sağlanmalıydı. Böylece insanların ruh sağlığı daha iyi olacaktı.

    Ancak psikolojik gözlem, psikiyatrik bulgular yukarıda saydığım beklentilere karşı tam tersi sonuçlar elde etti. Örneğin, en ağır ruhsal bedensel zorlamaların yükü altında kalmış İkinci Dünya Savaşı sürecinde nevrotik ve şizofrenik dediğimiz ruhsal bozukluklarda artış olmadı. Sadece savaş stres reaksiyonları yaşandı. (Genç, 1981) Buna karşılık savaşı izleyen yıllarda toplumlar istenilen refah düzeyine eriştikçe depresyonlarda, varoluş nevrozlarında artış oldu. Emeklilik depresyonu arttı. Yaşamın anlamsızlığından kökenini alan yeni ruhsal bozukluklar ortaya çıktı. (Alexander, 1960) Çağdaş insan toplumdan kopuyordu. İntihar olayları artıyordu. Bazı insanlar anlamsız gelen yaşama heyecan katmak için suç işliyorlardı, uyuşturucu kullanıyorlardı.

    ABD dünya nüfusunun %5'i olduğu halde dünya kaynaklarının %25'ini kullanıyor. Zengin dünyalılar aya giderken yoksul dünyalılar açlıkla ölüm savaşı veriyor. Buna karşı zengin dünyalılar bilgili, ama mutlu değiller. O halde ruh sağlığı politikaları yeniden düzenlenmeliydi. Freud hayatının son yıllarında "Uygarlığın karşılığı nevrozla ödenir." derken bu gidişi vurgulamaya çalışmıştı.

    Duygular Mantıklı Olmak İçin Gereklidir

    Bir insan hayatında önemli kararlar verirken, yatırım yaparken, evlenirken duyguları ile de hareket eder. Bir ülkede karar mekanizmasının başında bulunan kişiler korkularının etkisi altında ise çok adaletsizlikler yapabilir.

    Duyguların biyolojik temelleri

    Korku, öfke, mutluluk, sevgi, şaşkınlık, kıskançlık, kuşku, düşmanlık, tiksinme, üzüntü, temel duygular beyin beden ilişkisinde farklı sonuçlar doğurur. Öfke anında kalp atışı hızlanır, çevik hareket edecek güçte enerji açığa çıkar. Korku anında kan kaçmayı kolaylaştıracak şekilde bacaklara toplanır, yüz solar. Mutluluk anında bazı beyin alanlarında metabolizma artışı yaşanır. Sevgi duygusu ile parasempatik sistem harekete geçerek vücutta gevşeme oluşur. Üzüntü anında beyinde enerji azalması yaşanır. Uzun süren üzüntü depresyona yol açma durumunda metabolizma yavaşlar. Geri çekilme yaşanır. Bu durum organizmanın sonuçları değerlendirmek, yeni başlangıçlar yapmak için kendini güvende hissedeceği içe dönüklüğe gidişinin işaretidir. Kaygı durumunda korkuya benzer tepki oluşur, beynin duygularla ilgili alanında enerji artışı yaşanır, sempatik sistem uyarılır. Vücut "savaş-kaç-yaklaşan tehlikeye odaklan" şeklinde dikkatini arttırır.

    Ahlâkın biyolojik temelleri

    Bilimsel çalışmalar; sinir sistemi, sinir iletileri ve beyin kimyası ile dini ve ahlâki deneyimlerin arasında bağlantıyı bulmaya çalışıyorlar. Bilimle din arasında köprü kurabilecek bu çalışmalar önemli bulgular elde etti. Pennsylvania Üniversitesi'nden Prof. Andrew Newberg Tanrı'nın beynin sabit bir parçası olduğunu öne sürdü. SPECT beyin haritalama yöntemi ile yaptığı çalışmalarda Tibetli Budistlerin derin transa geçtikleri sırada radyoaktif boya şırınga ederek yaptığı deney sonunda beynin belli bölgelerinin değişime uğradığını saptadı. "İnsanlar ruhani deneyimler geçirirken evrenle bütün olduklarını hissederler ve kendileri olma duygusunu kaybederler. Bunun nedeni, beynin o bölgelerinde neler olduğu ile ilgilidir. O halde o bölgeyi belirler ve bloke ederseniz, kendimizle dışımızdaki dünya arasında sınır kalkar."

    Milyonlarca insan dini inançlarının hayatlarını değiştirdiğini söylerken herhalde beyinlerinde bazı programların değiştiğini söylüyorlar. (Hürriyet, 18.06.2001)

    İngiliz Doğa bilimci Edward O. Wilson "Atlantic Monthly" dergisi Nisan 1998 sayısında bir makale yayınladı. "Ahlakın Biyolojik Temelleri" (The Biological Basis of Morality) isimli makale dinin sadece sosyal hayata ait bir olgu olmadığını aynı zamanda genlerimizde yazılı bir gerçek olduğunu iddia etti. 6 Temmuz 1998 tarihinde Newsweek dergisi konuyu sorgulayan iki araştırma yayınlıyor.

    Edward Wilson Harvard Üniversitesi'nde de mukayeseli zooloji müzesinde çalışıyor. Ömrünü karıncaların hayatını inceleyerek geçiriyor. Tezi bilimsel metodolojiyi değiştirecek bir tez. Bilginin birlikteliği (Consilience, Knopf yay.) kitabında tartışılacak görüşleri var.

    Ahlaki değerlerin dini veya din dışı da olsa, aşkın, yani insan aklında üstün bir yerde olduğunu savunuyor. Sosyal olguların sinir sisteminin anlaşılması ile çözülebileceğini, sinir sistemi genetik bilimi, genetik bilim biyokimyayı, biyokimya da insan davranışını açıklıyor. Böylece her şey doğa bilimlerine indirgeniyor.

    Wilson insanoğlunun genetik uyaranlarını dinlediği zaman ahlâki öğretilere uygun davranacağı ve kendi menfaatini koruyacağını savunuyor.

    Wilson'ın bu görüşü Antonio Domasio ve Le Doux'un görüşleri birbirini destekliyor. Bütün bilgiler psikososyal yaşantılar beyinde belli bölgelerde kimyasal harflerle yazılıdır. Bütün bunları yöneten yönetici (Executive) bir gen mi var. "Doğa üstü güç beyni nasıl etkiliyor?" sorularına dikkati çekiyor. Dinin biyolojik bir ihtiyaç olduğu, ruhsal deneyimlerin insanda huşu duygusu uyandırmasının biyolojik temeli olduğu görüşleri gittikçe doğrulanmaktadır. Yaşamı ayakta tutan her şeyin biyolojik temeli olduğu Din ve Tanrı ihtiyacının da biyolojik temeli olduğu tezini savunanların bir kanıtı da tarihte dine karşı yapılan eylemlerin uzun vadede daha çok dindarlaşma sürecini hızlandırma olgusudur. Hangi din ve inanç olacağı kültürel yapının öğretisine bağlıdır.

    Sosyal bilimlerle uğraşanlar genleri dikkate almak zorundalar. Toplumda psikolojik müdahaleler yapmak isteyenler de artık genleri göz önüne almak zorundalar.

    Küreselleşme ve Ahlâk

    Şu anda dünyada 1 milyar 300 milyon insan açlık sınırında bulunuyor, önlem alınmazsa, 2020 yılında bu sayı 3 milyarı bulacak. Dünyanın bir köşesinde umutsuzluk, şiddet, adaletsizlik, açlık, yoksulluk; diğer tarafında bolluk içerisinde müreffeh bir hayat. Dünya nüfusunun %20'si olan Batı toplumları dünya kaynaklarının %80'ini tüketiyorlar.

    Haçlı seferleri dini seferler olarak biliniyordu, gerçekte ise o bir kılıftı. O tarihlerde Batı'da açlık, sefalet, yoksulluk vardı. Doğu zengindi. Seferlerin ekonomik ve siyasi gerekçeleri vardı. Şimdi Doğudan Batıya göç başladı. Tırların altında ve kum motorları ile insanlar Batıya göçmeye devam ediyor. Önlem alınmazsa vize ve silahlar bu göçü durduramayacak.

    İletişim teknolojisi sayesinde sade insanlar yaşanan adaletsizliği, haksızlığı daha fazla görmeye başladılar. Önceleri kader diye sineye çekilen durumlar, artık insanlarda öfke ve isyan fırtınaları oluşturuyor.

    Batı'da da durum çok farklı değil. 15 Eylül'de CNN Int'de 6 yaşındaki kız çocuk soruyor: "Kuleler neden bombalandı, bu insanlar bizden neden nefret ediyorlar?"

    Ya Adalet, Ya Şiddet

    İnsanlık tarihinde hep adaletsizlik oldu. Feodal düzende zengin azınlık; surlar, şatolar arkasında yaşarken sefil çoğunluk kaderine razı yaşıyordu. Bu yüzyılda insanlık uyandı, sade insanlar her şeyi görebilir oldular. Toplumsal talep arttı. HABİTAT II toplantısında sivil toplum örgütlerinin hükümetlerin ortağı olması, hesap sorması ve sorgulaması benimsendi.

    İnsanlık uyanmışken ve insaniyetin güzelliklerini tatmışken, bunu güzel yaşamak için adaletli bir global düzene ihtiyaç vardır.

    ABD dünyanın tek büyük gücü oldu. Batı değerleri dünyaya hakim oldu. Bakalım dünyaya asgari mutluluğu sağlayabilecek mi? Hiç olmazsa hayatın yaşamaya değer olduğunu gösterebilmek için bir yorum, bir inanç insanlara kabul ettirebilecek mi? Toplumsal barış ve bireysel mutluluğu sağlamak için kendi değerlerinin yetersiz olduğunu görüp Doğu değerlerinden yaralanacak mı?

    Batı değerleri hep aklı rehber aldı. Doğu değerleri duyguları ön planda tuttu. Batı akılcılığı ve Doğu ahlâkı ortak zemininde buluşup küresel mutluluğu sağlayabilir.

    İnsanların barış içinde beraber yaşayacağı küresel bir düzen için seküler ahlâki öğretilerin ve bütün dinlerin uzlaştığı insani değerlere ihtiyaç vardır. Işık hızını geçme gayretleri iyi insanların elinde olmazsa tarihin sonu felakettir. İyi insanlar-kötü insanlar mücadelelerinde küresel ahlâk, şiddet içermeyen kültür, insanlık bilinci, adil ekonomik düzen, paylaşma ahlâkı çoğunluğun kabul ettiği altın standart olmazsa küresel barış olamayacaktır.

    Küresel Narsisizm

    Narsisistik (özsever) kişinin temel özellikleri şunlardır: Gururlu ve kibirlidirler, kendilerini özel ve önemli görürler, övgüyle beslenirler, menfaatçidirler. Kendi çıkarları için kuralları değiştirirler. Beklentileri karşılanmazsa sinirlenirler, eleştiriye hiç tahammül edemezler. İnsanları çok iyi kullanırlar ve sömürürler. Başkalarının duygu, düşünce ve ihtiyaçlarına empati duymazlar. En çok kafa yordukları konular zenginlik, güç, şöhret, başarı, güzellik, aşk gibi konulardır. Son derece kıskanç, kinci ve nankördürler. Çıkarları biten insanı bir anda unuturlar, vefa duygusu beslemezler.

    Egosu büyük ama her şeyi küçük olan bu kişiler sevilmezler. Kendilerini o kadar güçlü hissederler ki, başka bir şeye ihtiyaç duymazlar. En akıllı, en yetenekli, en iyi insan olarak kendilerini görürler. Sıradan olmaktan korktukları için çok çalışırlar.

    Rekabeti çok kullanırlar, sanat, spor, bilim, ticaret gibi konulardaki keşifler bunların işidir.

    Diğer insanlar narsisistik kişinin yaptığı işlerden hoşlanır, fakat kibirli hallerinden nefret ederler.

    Liderler arasında narsisistik kişi çoktur. Liderliğin bittiği yerde narsisizm başlar.

    En büyük Narsisist Hitler'di!

    Sezarların çoğu, Napolyon, Mussolini, Kleopatra, Nemrud, Firavun, Stalin hepsi heykeli dikilecek narsisistlerdi. Bunlardan Hitler Darwin'den etkilenerek kendi ırkının üstünlüğünü, diğer ırkların değersizliğini doktrin haline getirdi (Nazizm). Bunu halkına inandırdı ve insanlık tarihinin en kanlı savaşının çıkmasına neden oldu.

    Narsisistik kişiler çoğalıyor mu?

    Teknolojik başarı, insanlığın eski çağlara göre daha zengin olması, insanların egolarının kabarmasına neden oldu. "Tanrıya ne gerek var" diyen insanlar çoğaldı ve bunu bilim adına ifade etmeye başladılar. Eski çağlarda değer vermemek ve inançsızlık eğitimsizlikten geliyordu. Bugün bilim ve teknoloji adına dine gerek olmadığı ve hesap vereceğimiz doğaüstü güç olmadığı duygusu gelişti. Bir insan düşününüz, kendisi narsisistik özellikte ve yaptıklarından hesap verme duygusu taşımıyor. O kişi kendi çıkarı için her şeyi yapabilir. "Beni inorganik maddeler yarattıysa, ona hesap vermeyeceğime göre canımın istediğini yaparım" felsefesi gelişti. Bireysellik bencilliğe dönüştü. Kendi çıkarını kutsallaştıran insan başkalarına neden yardım etsin ki!

    "Kuvvetliysem zayıfı yok etmek hakkımdır. Ben özel ve önemliyim, başkası açlıktan ölse bana ne, ben tok olduktan sonra" anlayışı bu kişilerin ego idealleri oldu. Zayıf insan ve milletleri çalıştırıp sırtlarından beslenmek onların doğal haklarıydı.

    Böyle bireyler insanlık tarihinde hep oldu. Semavi mesajlar da bu kişilere karşı zayıfları korudu ve yol gösterdi. Haklarını doğru yöntemlerle savunmayı başaran zayıflar ezilmekten kurtuldu ve toplumsal barış sağlandı.

    Peki günümüzde ne olacak? Narsistik bireyler eski çağlara göre daha çok ve ellerinde teknolojik güçler var. İşte küresel narsisizme karşı küresel bir faaliyet gerekiyor. Ahirzaman dininin bu küresel tehlikeye bir çözümü olmalı.

    Bediüzzaman'a göre formüller Kur'an-ı Kerim'de vardı. İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ını, Abdülkadir-i Geylani'nin Fütuhu'l-Gaybi'sini nefis terbiyesi için okuyor. Fakat nefsi ikna olmuyor. "Ulum-u felsefiyenin vekaleti namına nefsim dedi ki…." diyerek bu asrın nefsi özelliklerine uygun eserlerini yazmaya başlıyor. Bu durumu "Tevhid-i kıble et!" diyerek doğrudan Kur'an-ı Kerim'den yorumlar çıkararak yapıyor. (Yirmi Altıncı Lem'a)

    Machiavelli'nin Derin Etkisi

    Niccolo Machiavelli (1489-1527) "Hükümdar" isimli kitabı ile siyaset biliminin kurucusu olarak anılır. Machiavelli'nin kitabını Hitler, Napolyon, Mussoline, Stalin hep başucu kitabı olarak bulundurdular. Siyasetçilere ilham kaynağı olan bu kitap aslında siyasi ahlâkı tanımlıyordu.

    Kitabın ana fikri şudur. "Devlet menfaatleri uğruna her şey mübahtır. Devlet hayatı ile özel hayatın ahlâki ölçüleri birbirinden farklıdır". "Gayenin vasıtayı meşru kılacağı" herkesin bildiği görüşüdür. "Zalimlik; bir hükümdarın tebasını birlik halinde ve itaatkâr tutabilmek için kullandığı silahlardan biridir. Bir-iki ibretli örnekle kan döken hükümdar sonunda daha büyük kan dökülmesine yol açacak kadar yumuşaklık gösteren birinden daha merhametli olacaktır. Hükümdarın şiddeti fertlere zarar verir. Hükümdarın gereksiz yumuşaklığı devlete zarar verir", "Hükümdarın korkutucu olması sevilmesinden daha emniyetlidir."

    "Dürüstlük övgüye değerdir. Fakat siyasi iktidarın muhafazası için hilekârlık, ikiyüzlülük, yalan yere yemin zorunludur. İnsanların hepsi iyi olmadığı için hükümdarın da iyi olması gerekmez. Hükümdar sözünde durmamayı izah için her zaman makul bir sebep bulur. Sizin nasıl göründüğünüzü herkes görür, ama nasıl olduğunuzu pek az kişi bilir."

    Machiavelli eserinde olması gerekeni değil, olanı ele aldığını söylüyordu. Machiavelli'nin hararetli okuyucular listesinde bugün dünyayı yönetenlerin olduğunu gördükçe küreselleşmeyi savunanların Machiavelli'de çok faydalı öğütler bulduklarını söylemeleri toplumsal barış için büyük tehlikedir. Kişileri siyasi başarıya götürebilir, fakat uzun vadede toplumsal ahlâkın bozulması ve barışın zarar görmesi, bir kazanıp on kaybetmektir. I. ve II. Dünya Savaşlarında Machiavelli'nin büyük ahlâki sorumluluğu vardır. Despotizmi savunanlar bu fikirlerden çok yararlandı. Doğu despotizminde de bu ahlâkın eserlerini görüyoruz. Emevi saltanatı bunun bir örneğiydi.

    Küresel Tehlike ve Duygusal Zeka

    İngiltere'de intiharla ölümler trafik kazalarından fazla, Norveç'te uyuşturucu ile ölümler trafik kazalarından fazla. Her yüz ABD'liden 3'ü şiddet içeren bir suçun kurbanı. ABD'de de kadınların %65'i, erkeklerin %80'i abartılı derecesinde alkol kullanıyor. 1999 yılında boşanma oranı %75'e çıktı. Çocuk suç çetelerinin 750 bin üyesi var. SAMHSA raporunda 3 milyon gencin ölümü düşündüğü belirtiliyor. ABD'de son 10 yılda ölüm cezasına çarptırılan mahkum sayısı %57 arttı. (Psychology Today, Haziran 2002)

    New York Times'ın haberine göre Norveç'te 1999'da doğan çocukların %49'ü evlilik dışı. Bu oran İzlanda da %62, İngiltere de %38, Fransa da %41. En dindar olarak bilinen İrlanda da ise 1999'da doğan 100 çocuktan 31'i evlilik dışı. Cinsel suçların kurbanlarının %71'i 17 yaşının altında çocuklar.

    Yukarıdaki rakamlar Batılıların duygusal profillerinin iyi olmadığını gösteriyor. Evlilik, toplumsal yaşam gibi duygusal paylaşım gereken konularda başarılı olamıyorlar.

    Bir sinir bilimci olan Antonio R. Damasio "Descartes'ın Yanılgısı" isimli kitapta duygu, akıl ve insan beynini araştırırken beynin duyguları yöneten hücrelerini tanımladı. Duyguların eğitimini şansa bırakmakla hata yapıldığını itiraf etti.

    Daniel Goleman "Duygusal Zeka" isimli kitabının girişinde şöyle diyordu: "Son on yılda ailemizde, çevremizde ve toplum hayatımızda duygularla baş edememe, umutsuzluk, tahammülsüzlük, evlilik içi şiddet arttı. İnsanlar 'İyi günler' yerine 'gel boyunun ölçüsünü al' diyorlar." der.

    Ahlâka Aykırılık Ölçeği

    New York Üniversitesinde Psikiyatri Doçenti Dr. Michael Welner belki insanlık tarihinde ilk defa "ahlâka aykırılık ölçeği" geliştirdi. Gerekçesi de adi suçların cinayetlerin artması. Sadist, kana susamış, hor gören insanların fazlalaşması kendinden başkasını düşünmeyen insanların hızla artması karşısında psikiyatrinin kötülüğü tanımlama yeteneğini belirlemekti.

    Duygusal zeka nedir?

    1- Öz bilinç: İnsanın kendisini tanıması.

    2- Öz denetim: İnsanın kendisini yönetmesi. Hedefini belirleme, kendisini harekete geçirme, dürtü ve isteklerini kontrol edebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, ruh halini düzenleyebilme.

    3- Empati kurabilme: Diğergamlık, başkasının istek ve ihtiyaçlarını anlayabilme.

    4- Uzlaşma yeteneği: Sorunlar karşısında ben merkezci davranmadan uzlaşma odaklı çaba içinde olma. Kavga ve mahkeme arayışından vazgeçme

    5- Umut besleyebilme:

    İşte ABD'liler Semavi Ahlâk'ta geçen sabır, tevekkül, affedicilik, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeme, alçak gönüllü olma, verici olma gibi özelliklere deneme-yanılma yolu ile geldiler.

    Küresel Ahlâk İlkeleri

    Dünya Dinleri Parlamentosu 1993 yılında Chicago'da kabul ettiği Küresel Ahlâk Deklarasyonu'nda başlıca şöyle diyor.

    1- Küresel ekonomi, küresel siyaset ve küresel çevre büyük krizdedir.

    2- Küresel ahlâk olmadan küresel düzen olamaz.

    3- İnsanların barış içinde bir arada yaşayacağı bir bakış gerekiyor.

    4- Küresel ahlâk yeni bir ideoloji veya yani bir din değildir.

    5- Küresel ahlâk bütün dinlerin ve seküler ahlâkın öğretilerinin uzlaştığı değerlere dayanır.

    6- Hiç kimse dini, rengi, düşüncesi, cinsiyeti yüzünden dışlanmamalıdır.

    7- İstisnasız her insana insanca muamele yapılmalıdır.

    8- Kimse kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamalıdır.

    9- Irksal, cinsel, bireysel, sınıfsal her türlü egoizm reddedilmelidir.

    10- Hayata saygılı, şiddet içermeyen bir kültür benimsenmelidir.

    11- Sadece insan değil, yeryüzündeki her şey saygıdeğerdir.

    12- Adil ekonomik düzen olmadan küresel barış olmaz.

    13- Ekonomik ve siyasi güç, vahşi üstünlük kavgalarına değil insanlığın hizmetine yöneltilmelidir.

    14- Açgözlülük insan ruhunu öldürür. Alçakgönüllülüğe değer verilmelidir.

    15- Gazeteci, bilim adamı, doktor, her meslek kendi etik kurallarını geliştirmelidir.

    16- İnsan bilinci gelişmeden dünya asla iyiye götürülemez. (Aksiyon, Ekim 2001)

    Bediüzzaman'ın Tezi İki Dehşetli Hal

    Milyonlarca dini kitabın neşrine set çekildiği, insanları dini faaliyetten vazgeçirmek için sistemli çalışıldığı bir dönemde Nur Risalelerinin çoğu el yazması ile yaygınlaşmasının ve okunmasının sırrı sorulduğunda Bediüzzaman bu zamanın iki dehşetli durumundan söz etmektedir.

    Birincisi: Hissiyat-ı insaniyenin akıl ve fikre baskın geldiği fikri. Hedonizm olarak da tanımlayacağımız zevkçiliğin, dünya sevgisinin insanın hayatında birinci plana çıkmasını dehşetli bir durum olarak öne sürüyor. Böylece insanlar kısa vadeli zevkle meşgul olup ölüm ve ötesini düşünmüyorlar, Allah'ı akıllarına ve gönüllerine getirmiyorlar. Hoşça vakit geçirip mutluluğu yakalayacaklarını düşünüyorlar.

    Bu Hedonistik hissiyatın modern insanın günlük yaşamını doldurduğu düşüncesine karşı geliştirdiği yöntem ise şudur. Modern insanın lezzet olarak gördüğü şeyin içerisinde elemi gösterip aklını devreye sokmaktır. Allah'ın istemediği tarzda yaşamanın ve maddi zevkler peşinde koşmanın elem verici, ürkütücü neticeleri ile onları yüzleştirmek.

    "Günahların, haram lezzetlerin içinde manevi elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi manevi lezzetler bulunduğunu ispat ediyor."

    "Risale-i Nur bu dünya da manevi cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevi bir cennet bulunduğunu ispat ediyor" (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 8) gibi görüşlerle duyguların denetimini, kişinin kendini yönetmesini akıl rehberliğine veriyor. Akıl yürütme yöntemleri ile zevk tuzaklarına insanların düşmemesini, dini yaşantının insanı bu dünyada da mutlu ettiğini kanıtlama yolunu seçiyor.

    Böyle akıl yürütme yöntemleri kullanılarak toplumdaki ahlâki yozlaşmanın önünün alınacağını, bireylerin Kur'an ahlâkına uygun yaşamanın güzelliklerine ikna edilmesini anlatmanın bir "tecdid" olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır.

    İkinci dehşetli hal olarak şu tezi savunuyor: "Eskiden fen ve ilim ile dalalete girip, inad ve temerrüd ile iman hakikatlerine karşı çıkana nispeten şimdi yüz derece ziyade olmuş." (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 10) Bu tespitten sonra yazdığı eserlerde fen ve ilim kullanılarak imani gerçekleri kanıtlama yolunu seçiyor. Allah'ın varlığını tartışmaya açıyor, akıl yürütme yöntemleri ile (vacibü'l-vucud) olması gerektiğini savunuyor. Öldükten sonra dirileceğimiz ve ikinci bir hayatın varlığını ispatlıyor. (Haşir Risalesi) Kadere inanmanın mantık ve muhakeme ölçülerinde açıklamasını yapıyor. (26. Söz) Naturalizme karşı Mistizmin tezini Tabiat Risalesi'nde mantıksal yargılama yöntemleri ile ifade ediyor. Tesettürün ve Ramazan orucunun insanın psikolojik doğasına uygun olduğunu delillendiriyor. Bir seyyahı evrende gezdirerek ağaçlar, kuşlar, yağmur, yıldızlar, insan vücudu ve kan hücrelerini konuşturarak bilimsel verileri delil olarak anlatıyor. Peygamber ahlâkına uygun olarak yaşamanın insanı mutlu edeceğini, sağlıklı yapacağını, hastaneleri, hapishaneleri çeşitli maddi hastalıkları delil olarak belirtiyor. Hapishanede yazdığı mektuplarla zehirli bal hükmündeki gençlik lezzetlerine aldanmayarak sonsuz gençlik lezzetine bilet olan Peygamber yoluna gençleri davet ediyor. 5-10 senelik gençliğin meşru daire dışındaki lezzetlerinin gam ve keder çektirdiğine, "meşru dairedeki keyfin keyfe kafi geldiği"ne gençleri ikna ediyor.

    İki Ahlâkın Karşılaştırılması

    Bediüzzaman 12. Sözde Kur'an ve felsefe ahlâklarını şöyle karşılaştırıyor. "Kur'an-ı Hakimin hikmeti, hayat-ı şahsiyeye verdiği terbiye-i ahlâkiye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvazenesi:

    "Felsefenin halis bir tilmizi bir firavundur. Menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelildir. O …. dinsiz şakird cebbar, mağrurdur… Gaye-i himmeti nefs ve batnın ve fercin hevesatını tatmindir….

    "Amma Hikmet-i Kur'an'ın halis tilmizi ise bir abddir. Hem cennet gibi azam menfaata olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir. Hem mütevazidir. Rıza-ı ilahi, fazilet için amel eder, çalışır…

    "Amma hikmet-i felsefe ise hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstur-u hayatı cidal tanır. Cemaatlerin rabıtasını unsuriyet, menfi milliyet tutar. Semeratı ise hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin hacat-ı beşeriyeyi tezyiddir.

    "Amma Hikmet-i Kur'aniye ise nokta-ı istinadı, kuvvete bedel hakkı kabul eder. Gayede menfaate bedel gaye ve rıza-ı ilahiyi kabul eder. Hayatta düsturu cidal yerine düstur-u teavünü esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarını unsuriyet milliyet yerine rabıta-i dini ve sınıfı ve vatani kabul eder. Gayatı hevesat-ı nefsaniyeye sed çekip ruhu malayaniyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder."

    İki ahlâk öğretisinin şahsi hayata verdiklerini ve toplumsal hayata sağladıklarını şöyle yorumlayabiliriz.

    Seküler ahlâk öğretisinin kişiye verdiği ego ideali menfaattir. Çıkarı için çalışan insanlar güçlerini o yönde kullanacaklar. Güçlü olan zayıfa zarar verecektir, böylece çatışma çıkacaktır. Dini ahlâkın kişiye verdiği ego ideali "fazilet ve rıza-yı İlahi"dir. Erdemli yaşamayı onurlu yaşamak olarak algılayan insan ilkeleri için çıkarını ikinci plana atacaktır. Dini ahlâk insanın ilkeleri yaşamasını önerdiği için ilkeli insanlar daha kolay anlaşma sağlayıp uzlaşabileceklerdir.

    Seküler ahlâkın dayanak noktası kuvvettir. Çözümlenmesi gereken konularda güç, para, sosyal statü kullanılarak sorun çözülmeye çalışılır. Güç, para ve sosyal konumu ilkesizce şahsi çıkarı için kullanan insanlardan oluşan bir toplumda kavga, şiddet, saldırı bitmeyecektir.

    Dini ahlâkta dayanak noktası "kuvvet yerine kak"tır. Haklı olanın güçlü olması, güçlü olanın haklı olmamasını benimseyen insanlardan oluşmuş toplumda ortak yaşam kolay olur

    Seküler ahlâkta yaşam prensibi "mücadele"dir. Darwin'den etkilenir sosyal bilimciler. Yarışmacılığı, rekabetçiliği barışçıl olmayan bir tarzda önerdiler. İşletmelerde başkasını düşünmeden başarılı olmayı ilke olarak benimsedi. Böylece üretkenlik arttı. Fakat insanlar arası yardımlaşma azaldı. İnsanlar zengin oldular, ama yalnız kaldılar.

    Dini ahlâkta yaşam prensibi olarak "yardımlaşma" önerildi. "Kendi iyiliğin ve başarından önce toplumun iyiliği ve başarısı gelir" ilkesi ile paylaşma ahlâkı "infak" gerçeği olarak önerildi. Kendisinden önce komşusunu düşünmek, başkasına, zayıflara, hastalara yardım etmek kutsal davranış olarak övüldü.

    Seküler ahlâkta topluluklar arası bağ olarak ırk, soy bağı önerildi. Milliyetçilik duyguları şovenizm ölçüsünde teşvik edildi. Ulus devlet ideoloji olarak benimsendi. Ulusçuluğu kutsallaştıran yaklaşım başkalarını yutmakla beslenen "şovenizm" akımlarını doğurdu. İnsanlık tarihinin en büyük savaşları 20. yüzyılda bunun için yaşandı. Dünya barışı zarar gördü.

    Dini ahlâkta insanlar arası bağ olarak "din, vatan, sınıf bağı" ön plana çıkarıldı. İnsanların değiştirilebilir bağlarının olması sevgi duygusunu güçlendirici etki yapar. Bir insanın kendi ırkından olmayan bir insanı sevebilmesi, küçük görmemesi, savundukları ortak değerlerin daha çok olması toplumsal kardeşlik ve dostluk duygularını arttırıcı etki yapar.

    Seküler Ahlâkın Sonuçları

    1- İnsanların zevk tuzaklarına düşmesi, zevklerini doyurmak için bencilleşmesi.

    2- Narsisistik bireylerin artması: Başkalarını küçümseyen, kendi çıkarı için her şeyi kullanan, eleştiri kabul etmeyen, yardımlaşmayı kendisine yardım olarak düşünen, kinci, kıskanç, nankör, övgüyle beslenen küçük firavunların çoğalması. Basit, rutin günlük işler onu mutlu etmediği için küçük şeylerden zevk alamaz. Onu mutlu edecek şey para, güç, şöhret ve cinsel doyumdur.

    3- İnsanlığın ihtiyaçlarının artması: Daha çok kazanmak, daha rahat yaşamak, para, güç, şöhret sahibi olmak duygularının abartılması ekonominin felsefesi oldu. Tüketim teşvik edildi. İnsanların beklenti düzeyi yükseltildi. Moda ve merak gibi duygular abartıldı. 1-2 şeyle mutlu yaşam sürebilecek insan 20-30 şeye muhtaç duruma düştü. Ulaşmadığı için kendini kötü hissetmeye başladı.

    4- Yalnızlık psikososyal sorun oldu. Kendi çıkarını kutsallaştırmış, zorluklar karşısında zevk aldığı başka konuya yönelen insan özgür ve birey olmak isterken kendisini yalnız, güvensiz hissetmeye başladı. Kendi rahatını, zevkini, eğlencesini amaç edinen birey evlilik yaşamında, aile içi iletişimde gerekli olan empatik iletişimi sağlayamadı. "Biz" diyemeyen bir insan hep "Ben" demenin sonucu yalnızlığı, köpeklerle arkadaşlık kurmayı tercih etti.

    5- Güven duygusu azaldı. Kendisini sevmenin medeniyet olarak sunulduğu bir ahlâkta başkalarını sevme duygusu zayıfladı. Başkalarını sevmeyen insan onların dost olmadığını düşünmeye başlar. Böyle insan kendisini tehdit altında hisseder. Her an zarara uğrayacağı duygusu ile korku içerisinde yaşar. Kendi çıkarı için yalan söyleyebilen bir insan herkesin yalan söylediğini düşünmeye başlar ve güvensizlik daha da artar.

    6- Saygı duygusu zarar gördü. Ben merkezci yaklaşımlar kutsal değer olarak bireyin isteklerinin doyurulması zevklerinin karşılanmasını önerir. Böyle durumlarda otorite rolündeki kişilere karşı kızgınlık gelişir. İsteklerini sınırlandıran güce karşı saygısızlık, kurallara önem vermeme, itaatsizlik duyguları ön plana çıkar. Başkasının hakkına saygı duymak gibi bir kaygı, merhametli olmak, seküler ahlâkı benimsemiş insan için gereksizdir.

    Yaptıkları işlerde bir yaratıcıya hesap vermeyeceğini düşünen insan yasalara yakalanmadıkça her şeyi yapabilirim düşüncesine sahip olur. Başkasına zarar vermenin, hayvanlara, doğaya zarar vermenin vicdani kaygısını hissetmez. Kendisine doğrudan zarar vermeyen şey onun umurunda değildir.

    Zengin, bilgili ama mutlu olmayan bireyler seküler sistemin meyveleri olarak önümüzde duruyor.

    Dini Ahlâkın Sonuçları

    1- Somut zevkler yerine soyut zevklerle doyum sağlayan insanlar oluşur. Zevk alma ve sevme duygusunu rutin günlük işlerinde bulabilir. Eşiyle, ailesiyle, toplumsal rolüyle mutluluğu yakalayabilir. Para, güç, şöhret, cinsel doyum yaşamında ve egosunda ideal olmaz. Toplumun iyiliğinden zevk almayı başarabilir. Küçük şeylerden mutlu olmayı başaran birey ortaya çıkar.

    2- İç güdüleri dizginleyerek psikolojik enerjisini toplumsal üretkenliğe yöneltir. Amaç erdem olarak insanları sevmek, doğrulara bağlılık, dürüst olmak, sözünde durmak, adil olmak, hoşgörülü olmak, barışçıl olmak, yardımsever olmak, içten, samimi, iyi niyetli olmak, şefkatli olmak, alçak gönüllü diğergam olmak benimsenir.

    Araç erdem olarak: Çalışkan, düzenli, dikkatli, disiplinli, cömert, cesaretli, esnek, yumuşak olmak, başkalarını incitmemek gibi özellikleri benimser. Böylece psikolojik enerjisi kişisel zevklere değil toplumsal zevklere yönelterek mutluluğu yakalamaya çalışır.

    3- Hodgamlık yerine diğergamlığın yerleşmesi sağlanır. Her olay ve durumda kendi çıkarı için sonuçlar çıkaran birey yerine her olay ve durumda toplumun ve diğer insanların menfaatini düşünebilen bireylerin çoğalması gerçekleşir. Böylece toplumsal barış için gerekli zemin oluşur.

    4- Uzlaşma kültürü gelişir. Kendisi için istediğini başkası için isteyen, kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapmayan bireyler çoğalır.

    "Güçlüler yapacağını yapar, zayıflara katlanmak düşer." tarzındaki uzlaşmayı yok eden seküler ahlâk yerine "güçlü ve zayıf hukuk önünde eşittir" evrensel ahlâkı benimsenir.

    "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölmüş bana ne" veya "sen çalış ben yiyeyim" tarzındaki acımasız ben merkezcilik yerine yardımlaşmaya ibadet kutsallığı vererek toplumsal barışa katkı sağlanır. (İktisat Risalesi)

    5- Ölüm korkusundan kurtulur. Hesap verme duygusu taşımayan, kendi çıkarını kutsallaştırmış bir insan ölüm gerçeği ile yüzleşmemeye çalışır. Ancak kaçınılamayacak bu gerçek onu ruhsal acılara iter. Varoluş amacını sorgulayan, ona uygun yaşamaya çalışan bir insan ego ideallerini kendisini tatmine değil Yaratıcısını memnun etmeye göre düzenleyecektir. Ölüm o kişi için bir kavuşmak olacaktır. Sevdiği kişiye kavuşma aşkı kalıcı ve devamlı bir lezzettir. Baki, sonsuz, sınırsız güç sahibine döneceğini bilen bir insan içindeki sevgi ateşini sürekli yakacaktır. Sevgi ateşinin yandığı yerde korkular buharlaşıp gider.

    Sevilmek, istenmek, takdir edilmek insanın temel içgüdüleridir. (Maslow) Bu içgüdülerin yönünü yaratıcıya yönelten insan iki yaşamında da mutluluğu yakalar. Görüldüğü gibi Bediüzzaman seküler ahlâkla dini ahlâkın ortaya çıkardığı sonuçları göstererek tezini ifade etmiştir.

    Bediüzzaman'ın Kullandığı Yöntem

    Bediüzzaman eğitimli olan ve olmayan takipçilerini nasıl ikna etti? Savunduğu teze nasıl inandırdı? Bediüzzaman gibi formal eğitim almamış bir kişinin oluşturduğu etki sosyolojik bir inceleme konusudur. Oluşturduğu etkinin dayandığı temelleri ve kaynakları iyi analiz etmek gerekiyor.

    Onun kişiliğinde buluşan etkiler nelerdi, kullandığı özel bir yöntem var mıydı, sübjektif paradigmaları nelerdi?

    Kişiler kendi kültürleri içerisinde özel bir yol ararken Bediüzzaman nasıl bir kültürel yol haritası geliştirmişti?

    Bütün bu sorular akademik bir ilgi alanı olarak kafa yorulması gereken sorulardır.

    1- "Tebliğ değil temsil zamanı" demesi

    Şualar 302. sayfada Risale-i Nur'un mesleğini şöyle ifade eder:

    1- İhlas-ı tam ve terk-i enaniyet,

    2- Zahmetlerde rahmeti, elemlerde baki lezzetleri hissedip aramalı,

    3- Fani ayn-ı lezzet-i sefihanede elim elemleri göstermek ,

    4- İmanın şu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını,

    5- Hiçbir felsefenin eli yetişemediği noktaları ve hakikatleri ders vermek.

    Bu ifadelerde özetlendiği gibi Bediüzzaman düzeltmeye kendisinden başlamıştır. Eserlerinde mektupları "Ey nefsim" diyerek başlamıştır. Kendisi söylemlerini, peygamber ahlâkını kusursuz yaşamıştır. Her şeyden feragat, hediye almamak, dünya malına değer vermemek gibi özellikleri tavizsiz uygulaması bu asrın Mevlana'sı gibi yaşamayı başarması O'nun aleyhindeki propagandaya rağmen güven duygusunu azaltmamış artırmıştır. "Biz ahlâk-ı İslamiyenin ve hakaiki imaniyenin kemâlatını ef'alimizle izhar etsek sair dinlerin tabileri elbette cemaatle İslamiyet'e girecekler" sözü Bediüzzaman'a aittir. İnsanlığın uyandığını, ilim ve araştırma meyli içinde olduğunu, doğru nerdeyse er geç bulacağını, "Uyanmış beşerin başka şansı yok" diyerek savunuyordu. Bediüzzaman'ın en yakın bir talebesi Zübeyr Gündüzalp "Hizmet için değil, nefsimi ıslah için çalışmalıyım" diyordu. (Nefis Muhasebesi, 1997) Örnek olmaya dayalı yöntemi kullanması Asr-ı Saadet Müslüman'ı bilincini geliştirdi.

    2- Müsbet hareket ilkesi

    Başkasının kusurlarını dile getirmeden sürekli kendi doğrularını anlatmış. Siyasi bir talep içine girmemiş. "En büyük siyaset siyasetle ilgilenmemektir" diyerek iman ve ahlâk vurgusundan taviz vermemiştir. Tahrik edici yaklaşımlara hep sessiz kalmış, kendi doğrularına sarılarak model insan yetiştirerek cihat edilebileceğini savunmuştur. "Taş atana ekmek at" tasavvuf ilkesini yaşantısında göstermiştir. Böylece kavgacılığı, boğuşmayı, düşmanlık duygularının gelişmesini önlemiştir. Bu tavrıyla çağımızın Mevlana'sı oluyordu.

    3- Din ve bilim uzlaşmasını savunmuş

    Sadece din ilimleri ile meşgul olmanın taassuba; sadece fen ilimleri ile meşgul olmanın hile ve şüpheye götüreceği, ikisinin beraberliğinden akıl ve duyguların aydınlanmış olacağı tezini ısrarla savundu. 21. yüzyılda postmodernizmin geldiği noktayı 80-90 yıl önce görmüş oldu. Böylece bilgili çalışkan ve nitelikli insanların yetişebileceğini tekrarla ifade etti.

    4- Kişisizleştirme çabasındaydı

    Osmanlı ve Ortaçağ sisteminde şeyh-mürit ilişkisinde kişisel bağlılık mekanizmaları ile irşat faaliyeti sürüyordu. Modern çağda "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir, sanattır." düşüncesi en önemli vurguydu. Modern dünyada önermeci araçlar kişisel ilişki tarzı yerine araştırmaya dayalı araçları öneriyordu. Herkes fikir üreterek, kafa yorarak doğruyu bulmalıydı. İncelemeden kimsenin arkasından gidilmemeliydi.

    İşte Bediüzzaman kişisel rehberliği reddedici yaklaşımlar görüyoruz. "Beni ziyaret etmek isteyenler Risale-i Nur'u okusun, Said yoktur, konuşan yalnız hakikattir."

    Kur'an'da konulan normları, geleneksel Müslüman davranış ve kişisel ilişki tarzını, gelişen sanayii ve kitle iletişim toplumuna yeniden sokacak biçimde yenilenmiş (tecdit) olması çağdaş Türkiye'de oluşturduğu etkidir. (Şerif Mardin, 1992)

    5- Doğu despotizmi ile mücadele etti

    "Sorma, düşünme, itaat et." tarzında geleneksel sosyal yapının modern çağla birlikte başladığını Meşrutiyet Döneminde gördü. Sorgulayan, özgür düşünen, bağımsız davranan bireylerin insanlığın geleceğinde yer alacağı tezini savunan din alimi olarak ilginç bir öngörü içinde olduğunu söyleyebiliriz.

    Ortodoks Osmanlı ulemalarının kesinlikle kabul etmeyeceği bu tezi Meşrutiyet Döneminde yazdığı kitaplarında açıkça ifade etti. "Alemdeki terazinin hürriyet gözü ağır geldiğinden, birdenbire terazinin öteki gözündeki vahşet ve istibdadı kaldırdı."

    İstibdatın Emevilerle birlikte girdiği İslam'ın özünde olmadığı özel hayatta, medresede, ülke yönetiminde istibdadın yerinin olmadığını karıncaların cumhuriyetçiliğini örnek vererek anlatması canlandırılmış İslami modernleşmenin Kur'ani bir yorumu olarak nitelendirilebilir.

    6- Sevgi yerine şefkati meslek olarak seçti

    Mesleğin dört esasında "acz, fakr, şefkat, tefekkür"ü sayarken insanlar arası bağda şefkatin sevgiden daha üstün olduğunu savundu. Şefkat, koşulsuz bir sevgi olarak tanımlanırsa, içerisinde menfaat izi olmayan bir sevginin savunulması; hatta bunun için İmam-ı Rabbani'ye hafif bir muhalefette bulunması ilginçtir.

    Yakup Peygamber'in oğlu Hz. Yusuf'a ilgisini şefkat, Züleyha'nın Yusuf'a ilgisini aşk olarak tarif ediyor. Aşk ve muhabbetin ücret ve karşılık istediğini; fakat şefkatin karşılıksız sevgi olduğunu savunarak insanlar arasında koşulsuz sevgiyi önermesi başka bir yaklaşımdır.

    Takipçileri arasında sevginin karşılık beklemeden verilmesini savunduğu İhlas risalelerini 15 günde bir okunmasını istemesi dikkati çekmektedir.

    7- Ev okulları uygulaması

    Değişen dünya şartlarında din ve fen bilimlerini birleştirerek geliştirmeye çalıştığı projeleri hayata geçirilemeyen Said Nursi ilginç bir yol izledi. Yazdığı kitapların evlerde okunup tartışılmasını ve kendisine mektuplar yazılmasını hararetle destekledi. Dört büyük kitabını bu mektuplara verdiği cevaplar oluşturdu. Şualar isimli kitabını doğruları savunmaya, Sözler, Lem'alar… gibi eserleri tezini anlatmaya, lahikalar isimli (Emirdağ, Barla, Kastamonu) kitaplarında uygulanacak yöntemlere yer verdi.

    Anadolu'da bir gelenek vardır, "sıra geceleri" olarak tanımlanır. Akşamları aileler oturup çeşitli kitaplar okurlar, sohbetler yaparlardı. İşte Bediüzzaman bu sosyolojik veriyi çok iyi gözlemledi ve kitaplarının kabulünde bu yasal yolu kullandı. Peygamber ahlâkına uygun yaşamanın, sünnete uymanın bir edep olduğu, bu evlerde hayata geçirildi. Psikolojik karmaşa yaşayan, tereddüt ve arayış içerisindeki insanlar kafalarındaki sorulara bu evlerde cevap buluyorlardı.

    8- Umudu ayakta tutmayı başardı

    Eserlerinde, lahika mektuplarında sık vurgulanan bir konudur. Küfrün bel kemiğinin kırıldığı, istikbal inkılapları içerisinde en gür sedanın İslam sedası olacağı, her ziyaretine gelene vurguladığı görüşler olmuştur. "Fikri hürriyet, meyl-i taharri-i hakikat nev-i beşerle başladı… Su-i ahlâkın çirkin neticelerinin görülmesi ile hakikatlerin önü açılacak. Hakiki medeniyet, maddi terakki ve hakkaniyetin manevi katkıları ile düşmanlar mağlup olup dağılacak." gibi motivasyonu arttırıcı vurguları sürekli yapmıştır. Hatta kendisi ile görüşmek isteyenlere; ümit duygusunu destekleyen yeisi en dehşetli hastalık olarak tanımlayan, insanlığın fıtri gidişinin Kur'an'a doğru olduğunu anlatan "Hutbe-i Şamiye" isimli eserini okumayı tavsiye etmesi çarpıcı bir uygulamaydı.

    Sonuç

    Bediüzzaman'ın insanların kendi dinlerini ve kültürlerini koruyarak modernleşmesinin mümkün olduğu tezini hem teoride hem pratikte kanıtlamış bir fikir ve aksiyon insanı olarak dikkati çekmektedir. Güzel ahlâktan ibaret olarak tanımlanan Kur'an normlarını ve Hz. Muhammed'i model almaya dayalı bir sistemi geliştirdi.

    Zikirlerle, şeyhe kişisel bağlanmayla belirli olan tarikat tarzı yerine kitap okuma, akıl ve kalbi beraber kullanma, kişinin değil, kitapların arkasında gitmeye dayalı nefis terbiyesi yöntemini seçti.

    Sosyokültürel süreçlerde geliştirdiği bu hareket modeli dinler tarihinde subjektif bir paradigmadır. Çizdiği kültürel yol haritası da insanların kendi kültürleri içerisinde yol bulmalarını kolaylaştırmıştır. Kendi kişisel rehberliğini reddetmesi fikirlerinin arkasından gidilmesini pekiştirdi. Hareketin dinamiğinde çağımızın tedirgin insanına, psikolojik karmaşasına, arayışına çözüm sunması önemlidir.

    Diğer taraftan geleneksel ulema kültürü ile halk kültürünü ev okullarında bir araya getirdi. Kendisini de talebe olarak niteledi.

    İnsanın Allah'a erişmesinde "Ulu kişi" imajına gerek olmadan bir yolun bulunabilmesiyle Bediüzzaman'ın iman ve ahlak alanında karizmatik önderliğini gösterdiğini söylemek yerinde olacaktır.

    Bediüzzaman dürtüleri serbest bırakarak ahlaki çöküntüye neden olan modernizme karşı semavi öğretinin tezini; bencilliği terk etmek, şefkatli olmak, ihlas ve samimiyeti ön plana çıkarmak şeklinde özetlenecek biçimde bütün eserlerinde vurgulamıştır. İtidal ahlakı da diyebileceğimiz çilecilik veya zevkçilik yerine iktisat ve kanaati, çalışma ahlakında zevk peşinde koşmak yerine şevk, merak ve hayreti kaynak olarak öngörmesi önemlidir. Haksızlık karşısında şiddet yerine müsbet hareket görüşüyle sivil itaatsizliği savunması nefsine eziyet veya nefsini sevme yerine her şeyi Allah için sevme prensibi ahlak yorumunun temelini oluşturmaktadır.

    Kaynaklar

    Berger P.L: Dinin Sosyal Gerçekliği, İnsan Yayınları, İSTANBUL, 1993.

    Cooper C.L: Stress, Medicine and Health, CRC Press, NEW YORK, 1996.

    Csermely P.: Stress of Life from Molecules to men, Annals of the New York Academy of Sciences, Volume 851, New York, 1998.

    Damasio, A: Descartes'in Yanılgısı, Duygu, Akıl ve İnsan Beyni, Varlık/Bilim Yayınları, Türkçesi Bahar Atlanır, İSTANBUL, 1999.

    DSM IV: Amerikan Psikiyatri Birliği, Diognostic and Statistical Manual of Mental Disorders, New York, 1998

    Duran, Bünyamin: Akıl ve Ahlak, Nesil Yay. İstanbul, 2002.

    Gençten, Engin: Çağdaş Yaşam ve Normaldışı Davranışlar, Maya Yay., ANKARA, 1981.

    Goleman D.: Duygusal Zeka, Varlık/Bilim Yay. Çeviri: Banu Seçkin Yüksel 9. Basım İSTANBUL, 1998.

    Güngör Erol: Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, Ötüken Yay. İstanbul 1995

    Jung C. G.: Psikoloji ve Din, Çeviri: Cengiz Şişmen, İnsan Yay., İSTANBUL, 1975.

    Kutay, Cemal: Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslüman'ı Bediüzzaman Said Nursi, Kur'an Ahlakına Dayalı Yaşama Düzeni, Yeni Asya Yay., İSTANBUL,1980.

    Lipson, Leslie: Uygarlığın Ahlaki Bunalımları, Manevi Bir Erimemi, Yoksa İlerleme mi?, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2003

    Mardin, Şerif: Bediüzzaman Said Nursi Olayı, Modern Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişim, İletişim Yay, İSTANBUL, 1992.

    Micheal, Thomas: Medeniyetler Çatışmasından Diyaloga, Gazeteciler Yazarlar Vakfı Yay. Zaman Gaz.Yay. İSTANBUL, 2000 (6-7 Haziran 1997 tarihli Bildiri).

    Nurbaki, Haluk: İnsan Bilinmezi, 7. Baskı, Damla Yay., İSTANBUL 1999

    Nursi, Said: Risale-i Nur Külliyatı, Kaynaklı-İndeksli 1, 2, 3, ciltler, Yeni Asya Yay. İSTANBUL 1994.

    Spinoza, Etika: Geometrik Düzene Göre Kanıtlanmış, Tercüme, Hilmi Ziya Ülken, Ülken Yay., İSTANBUL (Tarih Yok)

    Öz

    Kapitalist sistem, kutsal değer olarak para, güç, çıkarı hedefledi. Hümanist ahlak dürtüleri serbest bırakmayı ve insanın kendisini sevmesini kutsallaştırdı. Semavi ahlak öğretileri ise vicdanı ön plana çıkarır. İç denetim, iç disiplin, bir iç hukuk olarak vicdani sorumluluğu önemser.

    Bediüzzaman, insanların kendi dinlerini ve kültürlerini koruyarak modernleşmesinin mümkün olduğu tezini savunur. Bediüzzaman dürtüleri serbest bırakarak ahlaki çöküntüye neden olan modernizme karşı semavi öğretinin tezini: bencilliği terk etmek, şefkatli olmak, ihlas ve samimiyeti ön plana çıkarmak şeklinde özetlenecek biçimde bütün eserlerinde vurgulamıştır. İtidal ahlakı da diyebileceğimiz çilecilik veya zevkçilik yerine iktisat ve kanaati, çalışma ahlakında zevk peşinde koşmak yerine şevk, merak ve hayreti kaynak olarak öngörür. Haksızlık karşısında şiddet yerine müsbet hareket görüşüyle sivil itaatsizliği savunması, nefsine eziyet veya nefsini sevme yerine her şeyi Allah için sevme prensibi ahlak yorumunun temelini oluşturmaktadır.

    Bu çalışmada, kapitalist, hümanist ve semavi ahlak öğretilerine yer verilerek bunların sosyal hayattaki yansımaları örnekleriyle gözler önüne serilmekte, bu bağlamda Bediüzzaman'ın ahlak yorumunun temelleri incelenmekte ve yorumlanmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: Kapitalizm, hümanizm, din, ahlak, ihlas, narsisizm, küreselleşme, modernizm

    Abstract

    The capitalist system assigned as sacred value money, power and interest for itself. The humanist moral instincts sacralized setting free and the self-affection of man. On the other hand, the religious ethical teachings emphasize the conscience. It signifies the conscientious responsibility as an inner-control, inner-discipline and inner-low.

    Bediüzzaman argues that it is possible for the people to be modernized while protecting their own religions and cultures. In all of his works, he stressed on the thesis of the religious teaching against the modernism which sets instinct free and causes moral corruption: leaving selfishness, being compassionate, to put sincerity in the foreground. Instead of ascetism or hedonism, he foresees saving and satisfaction which we can call also ethics of moderation; instead of seeking for pleasures in work ethics, he foresees promotion, curiosity and amazement as the source for movement. He defends also the civil disobedience in the case of injustice instead of violence due to his thought of positive movement. To love everything for the sake of the God makes up the foundation of his ethical interpretation instead of the torture or love of the soul.

    This work touches on the capitalist, humanist and religious ethical teachings; and their reflections in ths social life with examaples. In this context, the bases of Bediüzzaman's ethical comments