Köprü Anasayfa

Muhafazakârlık

"Kış 2007" 97. Sayı

  • Bir Zihniyet Tahlili: "Muhafazakâr Müslüman"

    An Analysis of Mentality: "Conservative Muslim"

    Ramazan ALTINTAŞ

    Prof. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi.

    Giriş

    Muhafazakâr, muhafaza (conserve) kökünden gelmektedir. Batı dillerinde muhafazakâr, conservative sözcüğüyle ifade edilir. Siyasî bir kavram olarak Batı dillerinde ve literatüründe kullanılması 19. yüzyılın başlarına rastlar. Bu dönemlerde kavram, kanundan yana olanları, mevcut siyasi düzeni savunanları tavsif etmek için kullanılıyordu. Zamanla, Marksist terminolojiye aşağılayıcı bir kavram olarak adapte edilmiş, “gericilik” anlamında kullanılır olmuştur. Günümüzde muhafazakârlık, daha ziyade kültür alanında eskiyi, yeniyle beraber yaşama ve köklü değer sistemini koruma tavrı olarak kendini göstermektedir. Bu özelliği ona "yapıcı" bir vasıf kazandırmakta, tutuculuğun zararlı ve yanlış katkılarından farklı kılmaktadır. (Sezal, 1981: 89)

    Çağdaş bir tutum olarak Batı'da reform karşısında ortaya çıkmış olan muhafazakârlığın gelişim ve farklılaşması hızlı bir şekilde yaşanmıştır. Bu bağlamda meseleye bakacak olursak, anlam genişlemesine açık olan bu kavramın tek tip bir modeli olmadığı gibi, onu belli bir ideolojiye hasretmek de yanlış olur. Aksine, her din ve ideolojinin bağlıları arasında reformdan yana olanları ve liberal bir duruş sergileyenleri olduğu gibi, muhafazakâr bir tutum sergileyenleri de vardır.

    Muhafazakârlık, bir zihniyet ve tutumun adıdır. Dolayısıyla, muhafazakârlığın alâmet-i farikaları arasında; var olanın korunması, elde tutulması, değişimlere karşı durma, Allah'a inanç, rasyonelliğe karşı ma'kûliyet, sosyal bütünleştirici olarak aile, din, devlet gibi toplumsal kurumlara önem verme, ahlâki dindarlığı yüceltme, geleneğe kuvvetle sarılma, haklardan ziyade vazife şuurunu öne çıkarma, istikrardan yana tavır takınma, geleneği, radikalliğe karşı savunma gibi refleksler sayılabilir. (Akdoğan, 2003: 16-26)

    Muhafazakâr mı, Yoksa Mazbut mu?

    İslam söz konusu olduğunda niteleme babında, "muhafazakâr kavramını mı, yoksa mazbut kavramını mı kullanmak daha doğrudur?" Türkiye'nin toplumsal yapısını ifade etmede belki muhafazakârlıktan ziyade, mazbut oluştan söz edilebilir. Temel sebep, muhafazakârlığın, mazbutluğa göre daha belirsiz oluşudur. (Bulaç, 2006) Çünkü muhafazakârlığa yüklenen anlam, değişkendir; toplumdan topluma, ülkeden ülkeye değişir. Gelişmeye ve geliştirilmeye açık bir kavram olup geleneksel muhafazakârlık, yeni muhafazakârlık, devrimci muhafazakârlık, liberal muhafazakârlık, kültürel muhafazakârlık, İslam muhafazakârlığı gibi birçok türleri vardır. Bu çeşitlerden ayrı olarak siyaset literatürüne bir de muhafazakâr Müslüman tabiri eklenmiştir. Aslında, sadece mazbutluğun değil, aynı zamanda her ne kadar göreceli ve yeni bir kavramsallaştırma olsa da bütün çeşitleriyle muhafazakârlığın din, ahlak, gelenek ve aile gibi değer ve kurumları önemsediği bilinmektedir. Zaten "muhafazakâr Müslümanlık" şeklinde sınırlar belirlendiği zaman, “din ve dini yaşamın ürettiği değerlerlere” bağlılık ön plana çıkar. Bilindiği gibi muhafazakârlık, Batı toplumlarında Aydınlanma düşüncesinin getirdiği krizi aşmak için icat edilmiştir. Eleştirilecek birçok noktası olmasına rağmen bu felsefi düşünce, teolojik köklerden soyutlanmış bir rasyonalizm, duyu-ötesi alanı dışlayan bir bilimcilik, gerçekliğin ölçüsünün insan olduğunu savunan hümanizm, seküler etik gibi görüşlere tepkisel olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka deyimle muhafazakârlık, Aydınlanma düşüncesinin küçümsediği değerlere nefes alma ve yaşama alanı açmıştır. (Vural, 2003: 126).

    Muhafazakâr kavramından dolayı, "Muhafazakâr Müslüman" tabirine karşı çıkmak anlamsızdır. Geçmişte, "aydın kavramını mı, yoksa münevver kavramını mı kullanalım?" tartışmaları yapılmış, münevver kavramının referansı din, (hâlbuki aydın'ın Arapçası) aydınlanma kavramının referansı din-dışılık olduğu için Müslüman sözcüğünün başına “aydın” kavramı getirilerek “Müslüman aydın” tabirinin kullanılması reddedilmişti. Bugün bizim realiteye bakmamız gerekir. Doğrudur, “aydın” kavramının Aydınlanma düşüncesiyle çok yakın bir ilişkisi vardır. Aydınlanma düşüncesiyle ortaya çıkan ve ilk dönemlerde bu kavrama yüklenen anlam elbette mensup olduğu dünya görüşünün özüyle uyuşmaktadır. Ama zaman içerisinde bu kavram bir anlam değişikliği ve genişlemesi yaşadı ve “Müslüman aydın” tabiri kullanılmaya başlandı. Bence muhafazakâr kavramının kaderi de buna benzemektedir. Muhafazakâr kavramını mı, yoksa mazbut kavramını mı kullanalım? tartışması gittikçe anlamını yitirecektir. Artık muhafazakâr Müslüman kavramı halkın dilinde tedavüle çıkmıştır. Günümüzde nasıl ki aydın kavramına sadece Aydınlanma düşüncesinin bir sözcüsü ya da misyoneri olarak bakılmıyorsa, muhafazakâr Müslüman kavramına da kapitalizmin sözcüsü ya da misyoneri şeklinde bakılmayacaktır. Zaten zihniyet planında halk ve aydınlar “muhafazakâr Müslüman” kavramına ayırt edici bir anlam yüklemişlerdir. Yaşadığımız yüzyılda ulusal ve uluslararası basın-yayın organlarında çokça kullanılan bu kavram mütedeyyin, dindar, aile, ahlak, örf ve geleneklerine bağlı, milletinin değerlerini seven, yeri geldiği zaman bu değerlerin korunması uğruna her türlü özveride bulunmaktan çekinmeyen kimseler hakkında kullanılmaktadır. O halde Allah merkezli (teocentric) bir zihniyetin adı olarak kullanılan “muhafazakâr Müslüman” tabiri yerindedir.

    "Muhafazakâr Müslüman" nasıl bir tipolojidir? Bu kavramın açılımı üzerinde durmakta fayda vardır. “Müslüman” sözcüğünün başına sıfat olarak getirdiğimiz muhafazakârlık kavramı, ilk taşıdığı anlamlardan tamamen formatlanmış ve kopmuş değildir. Ama anlamlar dünyasını “Müslüman” zihniyete tefsir ettiğimizde, karşımıza, İslamî anlayış, yorum ve yaşayış biçimleri bakımından birbirinden farklı Müslüman zihniyetleri çıkmaktadır. Bu durum, diğer din mensupları için de geçerlidir.

    Yukarıda da değindiğimiz gibi öteden beri her düşünce, hatta farklı din ve dünya görüşünde liberal, özgürlükçü, yenilenmeden yana olanlar olduğu gibi, geleneksel çizgiye sıkı sıkı tutunan, büyük değişim ve dönüşüm hareketleri karşısında statükonun varlığını sürdürmesinden yana tavır koyan kimseler daima tepkisellik adına karşı kompartımanda yer almışlardır. Burada sözünü ettiğimiz muhafazakâr kavramının anlamını, bütün zamanlar için özünde değişim karşıtlığını besliyor şeklinde görmek doğru bir okuma biçimi değildir. Belki muhafazakâr, daha temkinli hareket eden, köktenci değişimlerden yana olmayan ama tedrici bir değişimi savunan, yerelle birlikte evrenseli yakalamaya çalışan, gelenekten kopmadan modernliğe adım atan bir zihniyetin adı şeklinde okunabilir. Biz bu makalemizde "günlük dilde ve İslamî yenileşme hareketlerinde “muhafazakâr Müslüman” kavramını nereye oturtabiliriz ya da kendi içinde mu'tedil ve aşırı muhafazakâr Müslüman ayrımları yapılabilir mi?" sorularına cevap arayacağız.

    Mu'tedil Muhafazakâr Müslüman

    Muhafazakârlığın temel karakteristiği, gelenekçi oluşudur. Sosyolojik anlamda geleneği, bir toplumun yaşadığı maddi ve manevi değerler bütünü şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu tanımda gelenek aşkınla irtibatlı olduğu için, ürettiği değerlerin de bu kutsalla ilişkisi vardır. Bir anlamlar rezervi olan gelenekten her zaman istifade edilebilir. Çünkü gelenek, bireye belli bir aidiyet hissi verir, onu köksüzlük duygusunun boşluğuna düşmekten korur ve kendi kimliğinin bilincine varmasını sağlar. Aynı zamanda yaşayan ve yaşatılan bir gelenek, toplumsal istikrarın teminatıdır. Gelenek, birey ve toplumu değişmenin yol açtığı belirsizliğin yarattığı güvensizlik hissinden kurtarır. Bundan dolayı muhafazakârlar geleneksel kurumların yerine, akıl yoluyla soyut olarak tasarlanan yenilerini koyma girişiminin beklenmedik zararlı sonuçlar ortaya çıkaracağından endişe ederler. (Erdoğan, 2004: 27).

    Muhafazakâr Müslüman da geleneklerine bağlıdır. Bu gelenek gücünü tevhid inancına dayalı İlahi bir gelenekten alır. Hiç kuşkusuz bu bağlamda gelenek, tevhidin özüyle çatışmayan ve Müslüman toplumların alışkanlık haline getirdikleri eyleme konu olan bir takım davranış kalıplarıdır. Tarihte İslam, özünde tevhide aykırı düşmeyen ve İslam'ın kurucu kaynaklarından olan Kur'an ve sahih sünnetle çelişmeyen kurban kesme gibi sünnet anlamındaki geleneği benimsemiş; hac, umre, telbiye, tavaf, oruç gibi cahiliye döneminde varlığını devam ettiren uygulamaların İslam'a aykırı yanlarını değiştirmek suretiyle devamından yana olmuştur. (Altıntaş, 1995; 166-169) Bütün çeşitleriyle gelenekler, toplumları bir arada tutan bir çimento görevi olarak algılanır. Mensubiyet bilincini içselleştirmiş her toplum yüzyıllar ötesinden gelen geleneğin gücünü koruma konusunda büyük hassasiyet gösterir. İşte günlük dilde muhafazakâr dindar denildiği zaman, yenilikçi İslam anlayışına ikircikli yaklaşan, geleneğe ve mensup olduğu mezhebin metinlerine büyük saygı duyan; ama fanatizme kaymayan, geçmişi koruyucu olmakla birlikte yönünü geleceğe dönen, gündelik hayatında aile ve ahlaki değerlere yürekten bağlı, istikrarı hedeflediği için tercihini daima statükodan yana yapan kimse akla gelir. Öyleyse bu tür zihniyeti, "mu'tedil Müslüman muhafazakâr" şeklinde tanımlamak mümkündür.

    Mu'tedil muhafazakar Müslüman iman esaslarıyla ilgili konularda, âyet ve hadislerde bildirilenlerle yetinip, müteşâbih olanları te'vile giden, Sahabeyi adâlet ve insaf ölçülerinde değerlendirip hepsini hayırla anan, kıble ehlini tekfirden şiddetle kaçınan, özellikle iman-amel ilişkisi konusunda ameli eksik Müslümanları tekfir etmeyen bir itikadı benimser. Davranışlara ilişkin fıkıhla ilgili konularda ise, akla ve aklın hükümlerine başvurmak suretiyle çözümler getirmede yumuşak bir tavır sergileyen, yetkin gördüğü kimselerin içtihatta bulunmasını onaylayan, böylece ümmetin ortaya koyduğu ilim ve irfan geleneğinden kopmadan, İslam'ın farklı yorumlarını benimseyen bir dindarlık akla gelir. Dinde yeniliğe karşı değil, gelenek üzerinden yeniliği inşa etmeyi savunur. Gelenek asıl, yenilik elzemdir. Yerel değerleri önemsemekle birlikte modernliği filtreden geçirerek yaşamak ister. Aydınlanma düşüncesinin soyut akılcılığına karşı, ma'kul olmayı önceler. Dini meselelerin çözümünde aklın rolünü büsbütün inkâr etmez, aklın rehberliğindeki değişme ve ilerlemeye hepten karşı çıkmaz. Sadece aklın toplumsal ve siyasi meselelerdeki olumlu ve iyileştirici rolünün sınırlılığını vurgular. (Erdoğan, 2004: 30). Çünkü akıl, yaratılmış bir olgudur. Yaratılan bir varlık, sınırlılığı beraberinde getirir. Bu sebeple, akıl-nas, vahiy-akıl arasında dönüşümlülüğün esas olduğuna inanır. Kısaca o, kapsayıcı bir Müslümanlık anlayışından yanadır.

    Yeni Muhafazakâr Müslüman Tipolojileri

    Yeni muhafazakârlık kavramı, yöntem olarak yerine göre aktiviteyi öne çıkaran, yerine göre aktiviteyi değil, akideyi öne çıkaran ideolojik bir yapılanma şeklinde tanımlanabilir. Örneğin, ABD eksenli yeni muhafazakârlar denildiği zaman Amerikan değerlerini ideoloji haline getirerek, her türlü gücü kullanmaktan çekinmeden bu değerleri hayata geçirmeye çalışan (Irak örneği gibi); olaya Müslüman eksenli baktığımız zaman inananlar evreninde despotizmini akîde ve fıkıh alanında kullanmak suretiyle “dışlamacı ve dayatmacı” bir tavır takınan Müslüman zihniyetler akla gelir.

    İslam dünyasında itikat ve amel konularında orta yolu takip eden mu'tedil muhafazakâr Müslüman anlayışının aksine, bir de “metinlerin zâhirine bağlanan, metinleri doğmalaştıran” ve aklı kullanma yolunda ikircikli davranan yeni muhafazakar dini akımlardan da söz etmek mümkündür. Aslında bu akımların görüşlerinden önce, böyle bir İslam yorumunu besleyen nedenler üzerinde durmak gerekir. İtidal çizgisinden sapan bu dini akımlar, 19. yüzyılın ortalarında İslam dünyasının büyük bir kısmının Batılı emperyalist uluslar tarafından işgal edilmesine bir reaksiyon olarak ortaya çıkmaya başlar. İki amaç güder. Bunlardan ilki, sömürgeciliğe karşı savaşmada toplumu örgütleme; ikincisi ise, toplumsal ve ekonomik kalkınmada manevi motivasyonunu gerçekleştirme faaliyetinde önderlik yapmaktır. Bu akımların din yorumlarında “dışlamacı/tekfirci” bir yöntem izlemeleri biraz da ülkelerinin içinde bulunduğu mevcut konumla, reel politikle ilgilidir. Dolayısıyla sosyal olayları tek bir nedene indirgemek mümkün değildir. Bu sebeple, İslam dünyasında itidal çizgisinden gittikçe aşırılığa evirilen yeni muhafazakâr Müslüman yorumunun ortaya çıkmasını reel politik şartlar ya da sosyal olgulardan bağımsız değerlendiremeyiz. Burada sorumlu olan sahih İslam değil. Nedir bu sosyal olgular ve reel politik şartlar? Hâlihazır İslam dünyasında cereyan eden fiili işgaller, yeni sömürgecilik biçimleri, ifade özgürlüğünün olmayışı, güvensizlik, belirsizlik, savaşlar, kültürel hegemonyacılık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, halkın siyasal katılım taleplerinin geri çevrilmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmaması, insan hakları alanında sınır tanımaz ihlaller, orantısız güç kullanma, cehalet, eğitimsizlik vb. gibi aşırılığı besleyen olgular örnek verilebilir. Bütün bu faktörler, ister istemez her türlü denge firarisi yaşayan marazlı hareketleri motive ediyor. Çünkü birey, toplumsal eylemin kaynağıdır. Toplum ise, bireyler arasındaki ilişkinin özüdür.

    Öte yandan İslam dünyasında patrimonyal ve dinî monarşilere dayalı yönetim tarzları istibdat olgusunun gelişmesine güç vermektedir. Demokratik çoğulcu sisteme dayalı olmayan yönetimlerin söz sahibi olduğu kapalı bir toplum düzeninde özgürlük ortamından doğan farklı görüşler adına bir şey bulamazsınız. Bu nedenle despotik toplum yapılarında, yönetime ve güce sahip olunduğunda karşıt düşünceleri etkisiz hale getirmede fiziki pek çok tedbir devreye sokulmaktadır. Böyle bir siyaset izleme, “ötekine” düşünce açıklama ve düşüncelerini siyasete taşıma gibi taleplerini olabildiğince kapatma sonucu, toplumun düşünce ve sosyal hayatında içe kapanma, taklitçilik, aşağılanma ve gelecekten ümit kesme gibi kötümser duyguların mayalanmasına yol açmaktadır. Neticede, fizik yasalarının uyumuna aykırı olarak şiddet, şiddete götürmektedir. Her eylem ölçüsünce, kendisine denk eylemi doğuruyor. Çünkü mutaassıp veya fanatik bir kimse, bilimsel düşünceyi, mantık üslûbunu, konuşma ve tartışma dilini gelişmiş çağdaş toplumlarda var olduğu gibi kabul etmiyor. Onun lügatında yok etmek ve yıkmak dilinden başka bir şey bulunmaz. O halde, yapılması gereken yeryüzünde küresel adaletin gerçekleştirilmesi için bu sorunların topyekûn ciddiye alınarak ivedilikle çözülmesidir.

    Yeni muhafazakâr Müslüman görünümünün ilki, kendisini klasik mezhebi metinlere bağlı kalmada gösteriyor. Yeni bir içtihat yapılmasına karşı duruşuyla, kendisini farklılaştırmıştır. Bu anlayışa göre, içtihat kapısı kapanmıştır. Artık içtihada kalkışmak dinde tahrif ve tahripçiliktir. Bu akım, içtihadı savunmadığı için, 1400 yıllık İslam'ın birikimini meşrû saymaz. Dışlamacı bir İslam anlayışına sahip olan bu zihniyete göre bize düşen Kur'an-ı Kerim ve sahih sünneti yeniden yorumlamak değil, sadece bağlı bulunan mezhebin literatürünü okumaktır. Örneğin, avam diye nitelendirilen halk, İslam bilgisini ilmihal kitaplarından, havas diye nitelendirilen entelektüeller -buna ulema da dâhil- fıkıh külliyatından elde edebilir. Çünkü tarihin içinde her şey söylenmiş ve her şeyin çözümü, eski kitaplarda vardır. Buna rağmen, eğer ihtiyaç olursa, fetvâya başvurulabilir. Bu İslam yorumunun Müslüman toplumlarda muhtelif örneklerinden söz edilebilir. Biz burada fâil/özne üzerinde değil, fiil/eylem üzerinde duracağız. Tanımlamaya çalıştığımız bu zihniyet, klasik mezhebi metinlere bağlı, içtihada yer vermeyen, bu nedenle inanırken ve yaşarken tarihsel, sosyal ve kültürel şartları dikkate almayan dar bakışlı bir çeşit dini metinciliği temsil eder. Zahiri metincilik temel olunca, rasyonel düşünce ortadan kalkar. Körü körüne metincilik, daha çağdaş hükümler çıkarma hususunda bütün kapıları kapatır. Yerine göre, örf ve adetler dini kuralların yerini alır. Yeni olan her şeye karşı çıkar. (Büyükkara, 2001: 282-83) Dışlamacı yeni muhafazakâr anlayış, bugünün diliyle değil, tarihteki Berbehari hareketinin bir versiyonu olarak Ortaçağ İslam anlayışının hukuk diliyle konuşur ve toplumu bu metinlerle yönetmeyi önemser. Entegrist bir zihni şablona sahip olan bu akım, geçmişi olduğu gibi bugüne taşımaktan yana bir eğilim gösterir. Bu zihniyetin İslami bakımdan en büyük hatası, kendine özgü bir zihniyet çerçevesinde teşekkül ederken, bu dar çerçevenin dışında kalan namütenahi "mubah alanları" da haram ve yasak kapsamı içine sokmasıdır. (Bulaç, 2001).

    Yeni muhafazakâr Müslüman tipolojisinin bir diğeri de "nasçı muhafazakâr Selefiyye'dir." (Büyükkara, 2006:388) Burada kastettiğimiz selefilik, öncekiler değil, XX. yüzyılın başlarında kendisini gösteren bazı çağdaş selefi eğilimlerdir. Bu akımlar, İslam'ın akılcı yorumuna karşıdırlar. Onlara göre bu din akıl dini değil, nas dinidir. Akla, nasları desteklediği ölçüde yer verirler. Eğitim kurumlarında inancın rasyonel temellerine vurgu yapan Kelam, eleştirel akıl anlayışını motive eden Felsefe (isterse adı İslam ya da Din Felsefesi olsun) ve tevhidi bulandırdığı iddiasıyla Tasavvuf'a yer vermezler. Bu sebeple eğitim kurumlarının hiçbirinde İslam düşüncesinin verimli üç sacayağını temsil eden; Kelam, Felsefe ve Tasavvuf gibi dini ilimler okutulmaz, memnû/yasak ilimler arasında sayılır. Bu eğitim kurumlarında doğmatik kafa yapısına sahip, geleneğin hâfızı diyebileceğimiz bir insan tipi inşa edilmektedir. Önceliği, aktiviteye değil, akîdeye verirler. Din eğitimi alanında tevhid ve şirkle ilgili konuların yanında haber-i sıfatların yorumlanmaması gerektiği üzerinde durulur. Şefaat ve tevessül, kabir ziyaretleri gibi konulara geniş yer ayrılır. Şirke yükledikleri anlam, kendilerinin dışında bütün Müslümanları kapsayacak düzeydedir. (Büyükkara, 2004: 255-269) Bu konularda eserler ve risaleler yazarlar. Fıkıhla ilgili alanda ise, daha çok bid'atlar hakkında, namaz, hac, nikâh, peçe, sakal, misvak, kabir, temizlik, hicap gibi konular üzerinde yazar ve konuşurlar. Monarşik ve oligarşik eğilimlere yakın, sivil demokratik inisiyatiflere oldukça uzaktırlar. (Büyükkara, 2006: 388-89 Bu akımların en büyük iki karakteristiği; hadis merkezli zahiri bir metincilik ve kurtulmuş fırka merkezli dışlamacılıktır. (Hanefi, 2006: 359) Nasçı, dogmatik ve geriye dönük bir bakış açısına sahiptirler. Bu akımlar kendilerini Ehl-i Sünnet-i Hâssa olarak tanımlarlar. Hiç kuşkusuz bu tanımlama, kendilerini, akılcı, eklektik ve ilerlemeci bir bakış açısına sahip olan Ehl-i Sünnet-i Âmmeden (Mâtürîdilik, Eş'arîlik gibi) ayırmak içindir. (Mısrî, 1994: 104-125) İtikadî sahada akılcılığa ve yorumculuğa önem verdikleri için Kelâm mezheplerini kabul etmezler. Onların iddiasına göre, Ehl-i Sünnet'in iki büyük kelâm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî saf İslâm akidesini kelamî deliller kullanmak, felsefi bahislere yer vermek ve aklı nakle hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır. Bundan dolayı farklı yorumlara açık olan müteşâbih âyet ve hadislerin te'vil edilmesine şiddetle itiraz ederler. İstihsan, istislah, mesalih-i mürsele gibi akıl yürütme yöntemleri olan delillere yer veren Fıkıh okullarını da bid'atçılıkla suçlamaktan çekinmezler. (Büyükkara, 2004: 270-71)

    Görüldüğü gibi kapsayıcılıktan ziyade dışlamacı bir yöntem izleyen yeni muhafazakâr Müslümanlık diyebileceğimiz her iki akımın temsilcileri, bazı görüşleriyle İslam imajını sarsmakla kalmamakta, asıl İslam'ın tarihdışı kalmasına hizmet etmektedirler.

    Sonuç

    Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi yeni muhafazakâr akım, tek bir grubun adı değil, itici İslam imajını benimseyen bütün dini akımların ortak şemsiye adıdır. Bu zihniyet biçimi dini anlama konusunda problemlidir. Bunlardan nasçı muhafazakâr Selefilik, İslam'ın 1400 yıllık zengin kültürel birikimini dışlamakta, tahrip etmekte, diğeri ise, bakışları salt dini yorumlardan oluşan fıkhî metinlerin zahirîne zihni sabitleştirerek, İslam'ın kapsamlı bakış açısını daraltmakta ve dışlamacı bir anlayışa sahip olmaktadır. O halde problemli İslam anlayışlarının tedavisi için yeniden İslam'ın insana bakışı ve evrensel dilinin ön plana çıkarılması ve modern dünya ile uyuşma noktasında dini eğitim ve öğretim kurumlarında köklü bir program geliştirmeye ihtiyaç vardır. Bu konuda model olarak bütün bir dünyaya Türkiye'deki İlahiyat Fakültelerimizin eğitim-öğretim sistemi sunulabilir. Çünkü Felsefe, Kelam ve Tasavvuf gibi akla ve dini yenileşmeye yeni ufuklar açacak, fanatizmin yerine hoşgörü ve tolerans kültürünü kazandıracak ilimlerin okutulmadığı ortamlardan ancak bağnaz ve ötekini dışlamacı bir Müslüman tipi yetişir. İslam dünyasında dışlamacı bir çizgi izleyen akımların inanç ve görüşlerinin gerçek İslam'la bağdaşmadığını vurgulamak için çok sayıda "reddiye-eleştiri" kitapları yazılmıştır. (Hudaybi, 1984; Samarrai, 1990; Celi: 1997; Ebu Zeyd, 2002) Bu eserlerde Müslüman bloğu topyekûn dışlamacı/tekfir etmeyi benimsemiş dini akımların argümanları ve bu argümanların eleştirel bir mantıkla yanlışlığı bütün detaylarıyla ortaya konmaktadır. Hâricî zihniyete mensup bir dil kullanan neo-hâricî dinsel söylemin önüne geçmek için Ebu Hanife ve İmam-ı Mâtürîdî gibi İslam bilginlerinin görüş ve düşüncelerine ağırlık vermek gerekir. Bu kelamî söylem dini anlamada çoğulcu ve müsamahakâr bir bakış açısı kazandırmaya hizmet edebilir. Ayrıca, Türk İlahiyatçılarının eserleri mutlaka Arapça ve İngilizceye tercüme edilmelidir. Demokrasi ve İslam, İslam'da Kadın Hakları, Çağdaşlaşma ve İslam, İslam'da Din-Dünyâ İlişkileri, Dindarlık Tipolojileri, Hâkimiyet Kavramı, İslam'ın İnsana Bakışı, İslam'ın Barış'a Verdiği Önem, İslam'ın Algılanması ve Sunulmasında İmaj Sorunu, Dinsel Fanatizmin Hareket Noktaları, Dinde Aşırı Yorumculuğun Çağdaş Versiyonları, İslam'ın Temel Değerleri ve Çağdaş Yaşama Katkısı, Dinsel Hoşgörü, İnsan Doğası ve Mâsumiyeti, İslam'ın Masum Sivillere Karşı Himaye Edici Siyaseti, İslam ve Öteki Kavramı vb. gibi konularda gerek kültürel faaliyetler ve gerekse akademik çalışmalar yaptırılarak İslam'ın mu'tedil görüşü evrensel ölçekte bütün bir dünyaya sunulmalıdır. Umuyorum ki bu takdirde hem İslam imajı zarar görmeyecek ve hem de İslam bir câzibe merkezi haline gelecektir.

    Öz

    Bu makalede tarihsel bağlamda muhafazakâr kavramının ortaya çıkış nedenleri üzerinde durulacaktır. Ayrıca bu düşünce geleneğinin Aydınlanma düşüncesiyle olan ilişkisi tahlil edilecektir. Bunların yanında 'muhafazakâr Müslüman' tabiri ne demektir? Sorusuna cevap aranıp bir tanımlama yapılacaktır.

    Diğer taraftan İslam dünyasında ortaya çıkan ve dışlamacı bir yorum biçimini benimseyen dini akımlar yeni muhafazakâr hareketler olarak adlandırılabilir mi? sorusu tartışılacaktır. İtidal çizgisini kaybeden dini zihniyetlerin nasıl tedavi edilebileceği noktasında görüş ve önerilerde bulunulacaktır.

    Anahtar Kelimeler: Muhafazakâr, Aydınlanma, Gelenek, Ehl-i Sünnet, Muhafazakâr Müslüman, Selefilik, Zahirîye, Matürîdîlik, Eş'arîlik, Avam, Havas

    Abstract

    This article will assert the reasons for the emergence of the concept of conservative in its historical context. Furthermore, its connection with the Enlightenment thought will be questioned. Additionally, this article tries to find a definition by answering the question of what does the concept of conservative Muslim mean.

    On the other hand, this article will discuss whether it is possible to name the newly emerging religious movements in the Islamic world with an exclusionist attitude as new conservative movements. At this point, the author makes some suggestions to heal the extremist religious minds who lost temper in religious issues.

    Key Words: Conservative, Enlightenment, Tradition, Ahl al-Sunna, Conservative Muslim, Salafism, Zahiriyya, Maturidism, Esharism, Common People, Elite

    Kaynakça

    Akdoğan, Yalçın, Muhafazakâr Demokrasi, İstanbul, 2003.

    Altıntaş, Ramazan, Kur'an'da Hidâyet ve Dalâlet, İstanbul, 1995.

    Bulaç, Ali, "Muhafazakâr Dindarlık", Zaman, 28.10.2006.

    Bulaç, Ali, "Taliban Üzerine", Zaman, Kasım 2001.

    Büyükkara, M. Ali, "Bir İnanç ve İmaj Sorunu Olarak İslam'ın Taliban'cası", Günümüz İnanç Problemleri içinde, Erzurum, 2001.

    Büyükkara, M. Ali, "Hasan Hanefi'nin Ehl-i Sünnet Kurtuluşa Eren Fırka mıdır?" başlıklı bildirisinin müzakeresi, Tarihte ve Günümüzde Ehl-i Sünnet Sempozyumu, İstanbul, 2006.

    Büyükkara, M. Ali, Suudi Arabistan ve Vehhabilik, İstanbul, 2004.

    Celi, M. Ali, Çağdaş Haricilik Düşüncesi, (çev. A. Demircan), İstanbul, 1997.

    Ebu Zeyd, Nasr Hâmid, Dinsel Söylemin Eleştirisi, (çev. Fethi Ahmet Polat), Ankara, 2002.

    Erdoğan, Mustafa, "Muhafazakârlık: Ana Temalar", Uluslar Arası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu, İstanbul, 2004.

    Hasan Hanefi, "Ehl-i Sünnet Kurtuluşa Eren Fırka mıdır?", Tarihte ve Günümüzde Ehl-i Sünnet Sempozyumu, İstanbul, 2006.

    Hudaybi, Hasan, İslam Dünyasında Düşünce Sorunları, (çev. B. Eryarsoy), İstanbul, 1984.

    Mısrî, Muhammed Abdülhadî, Ehl-i Sünnet Cemaatının İtikadi Özellikleri, (çev. M. Emin Akın), İstanbul, 1994.

    Samarrai, Abdurrezzak, Tekfir Olayı, (çev. O. Aktepe), İstanbul, 1990.

    Sezal, İhsan, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Ankara, 1981.

    Vural, Mehmet, Siyaset Felsefesi Açısından Muhafazakârlık, Ankara, 2003.