Köprü Anasayfa

Güneydoğu'daki Etnik Problemler Ve Çözüm Arayışları

"Bahar 2007" 98. Sayı

  • Eğitimin Doğu Yakası

    The Eastern Side of the Education:An Actual Medresetü'z-zehra Trial

    Güncel Bir Medresetü’z-zehra Denemesi

    B. Sait ÇİFTÇİ

    Giriş

    Tarih, tecrübelerin yazılı olduğu ve okunması gereken vazgeçilmez, en değerli kitaptır. Tarihin seyrini okuyamayan milletler, içinde bulundukları sürece uygun ve geleceğe ilişkin düşünce geliştirmezler; dinamik olamazlar ve gelecekte var olma isteklerini yerine getiremezler. Geçmiş ve geleceği birden görebilen, olaylara ve düşüncelere bütünsel bakabilen toplumlar gelecekleriyle ilgili önemli stratejiler geliştirme şansına sahiptirler.

    Sosyal psikoloji1 açısından değerlendirildiğinde, geçmişi (mazi) bir "mekteb-i hissiyat" (duygular okulu), geleceği ise (istikbal) bir "medrese-i efkâr"(düşünce medresesi) olarak değerlendirmek mümkündür. İslam tarihini de içine alacak şekilde insanlığın genel tarihine baktığımızda, aydınlanma öncesi dönemlerde ulusların davranış biçimleri duygusaldır. Bu davranış biçimi insan türünü barış yerine savaşlara, anlaşma yerine kavgalara, ikna etmek yerine zorlamaya, tatmin etmek yerine susturmaya itmiştir. İnsan türünün yaratılışına kuşkuyla yaklaşan ve "Yeryüzünde kan döküp fesat çıkaracak bir tür" olarak niteleyen melekler çok da haksız sayılmazlardı hani.

    İnsan türünün geçmişten getirdiği ve onarılması zor olan sosyo-psikolojik özelliklerini Bediüzzaman üç maddede özetlemiştir:

    » Hissiyat Okulu olan mazide kuvvet, heva (Nefsin isteklerini uygulamak), tabiat (doğallık), müyûlat (eğilimler) ve hissiyat (duygular) hâkimdi.

    » Başkasına düşmanlık beslemek kendi mesleğine muhabbet etmekten daha önemliydi. Anlaşmalar, ittifaklar ve anlaşanlar arasındaki birliktelik ve sevgi, başkasına olan düşmanlıktan kaynaklanıyordu.

    » Körü körüne bağlılığı doğuran taraftarlık, gerçeklerin keşfine en büyük engeldi.

    Eğitilmesi böylesine zor olan insan türü, kendi varlığını, bazen kurup bazen yıktığı birlikte yaşama kültürünün temeli olan medeniyetlerle sağlamaya çalışmıştır. Kurması uzun zaman dilimlerinde olan medeniyetleri oldukça kolay bir şekilde yıkan iki neden vardı Said Nursi'ye göre:

    Birisi, ahlaki temelleri olmayan medeniyetler yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü insanların duyguları sınırlandırılmadığı takdirde diğer insanların hukukları tehdit altında kalacaktır. Bu sınırlandırma ise insanın kendi iradesiyle olmalıdır. İnsan ancak iç özgürlüğü ile kendi duygularını sınırlandırabilir. İnsanın kendi iç özgürlüğü dış özgürlüğünü doğuracaktır. Bu da ne kendine ve ne de başkasına zarar vermeme şeklinde görülecektir. Başkalarının özgürlüğünü tehdit etmeyen bir irade insanlara yararlı olacaktır. Aksi takdirde iç esareti, yani nefsin esiri olan insanın hayvani özgürlüklerle sınırsızlaşan sefahati kendi yıkıcı özelliklerine destek verdiğinde ve durum genel toplumsal yaygınlık kazandığında o medeniyetin ayakta kalma şansı olmayacaktır.

    İkincisi, toplumları "ebter (soysuz)" bırakan ve medeniyetleri yıkan diğer konu ise, toplumsal merhamet eksikliğine neden olan duygusal zayıflığın gelir dağılımında da adil olmayan paylaşıma neden olmasıdır. Bu sonuç, ulusların ve dünyanın gelir dengelerinde ve ekonomide bozulmalara ve sosyal çatışmalara ortam hazırlamıştır. Toplumsal çarkın ortaya çıkardığı faydalar yetersiz kalıyor ve zararlar galip geliyorsa, sosyal çatışmalar ve sınıf mücadeleleriyle o medeniyetin ayakta kalması da mümkün olmayacaktır.

    Gerek Doğu ve gerekse Batıda yer alan medeniyetler, coğrafi dağılımdan değil, düşünce, fen ve sanat alanlarında, düşünce ve felsefi konularda birbirlerinden oldukça etkilenmişlerdir. Medeniyetlerin birbirine katkısı kaçınılmazdır.

    İslam dünyası da gelişen ve değişen dünyayı yönlendirmeyi bir yana bırakın, gelişmeler ve değişmelere ayak uydurmada da zorlanmıştır. 1900'lü yılların başından itibaren Osmanlı Devleti'nde oluşan "meşrutiyet, hürriyet ve eşitlik" kavramları ciddi anlamda, istisnalar dışında, sahiplerini bulmamış ve ölü doğmuşlardır. İslam ülkelerinde demokrasi, özgürlük ve eşitlik gibi temel insani değerlerin yer bulamamasının nedenlerine baktığımızda, Müslüman toplumların altı çeşit hastalığıyla karşılaşmaktayız:

    1) Ümitsizliğin kişisel ve toplumsal olarak hayatımıza yerleşmiş olması

    2) Doğruluğun kişisel, toplumsal ve özellikle politik hayatta ölmesi

    3) Düşmanlığı sevmek

    4) Toplumu birbirine bağlayan manevi bağları bilmemek

    5) En küçük birimine kadar, toplumun her kesimine kadar yayılan ve yayılma yeteneği olan diktatörlük

    6) Hayatımızı kişisel çıkarlar üzerine bina etme arzusunun yüksek olması.

    Bu altı hastalık özellikle son üç asır içinde İslam toplumlarında ciddi kaynamalara neden olmuştur. Oysa İslamiyet'in, aklın hükmettiği günümüzde diğer insanlarca benimsenmesini engelleyen ve Müslümanların dünya nüfusu tarafından yanlış tanınan imajını düzeltmek için atılması gereken adımlar şunlardı Said Nursi'ye göre:

    1) Cehalet, vahşet ve taassubun yerine konuşlanan marifet ve medeniyetin İslam aleminde daha fazla gelişmesi gereği.

    2) Tahakküm ve taklidin yerine konuşlanan özgürlük ve gerçekleri araştırma eğiliminin İslam âleminde de yerleşmesi gereği.

    3) İslam alemindeki istibdat ve ahlaksızlığın sonuçlarının toplumu perişan etmesinden dolayı ders alınması gereği.

    4) Fen bilimleri ile din bilimleri arasında olduğu sanılan çatışmanın, aksine İslamiyet'in fenler konusundaki yaklaşımının öğrenilmesiyle düzeltilmesi.

    Dört sebebe bağlı bu dört sonucun insanlık aleminde özellikle fenlerin gelişmesiyle ortaya çıkan "Taharri-i hakikat, insaf ve muhabbet-i insaniyetle" bir şekle girmesi umut verici gelişmelerdir.

    21. yüzyıl silah, kılıç yerine; hakiki medeniyet, maddi terakki, hak ve hukuk kavramlarının insan eksenli yorumlanmasıyla parlayacaktır. Daha fazla demokrasi, daha fazla adalet, daha fazla insanlık… Bu parlamada en önemli rolün özellikle yeniliklere açıklığı ile Türkiye'nin eğitiminde ve eğitime rehberlik yapacak olan eğitim bilimi aydınlarımızda olduğu kanaatindeyim. Bu çalışma, "Medresetü’z-zehra" adıyla anılan yakın tarihe ait bir eğitim kurumu modelinin ve bu modelin temel eğitim yaklaşımının bu ülke gerçeklerine ne kadar uygun ve bu modelin eğitime daha fazla yer vermesi gereken doğunun reçetesi olduğunu gözler önüne sermektedir.

    Medresetü'z-Zehra Projesi

    Medresetü’z-zehra Fikrini Ortaya Çıkaran Ortam

    1900'ler ile 2000'ler arasında, üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen, eğitim açısından İslam aleminde ciddi bir değişim ya da gelişimden söz etmek oldukça zordur. İslam Âlemi, 19. yüzyıla değin, Avrupa'nın yaşadığı gibi devrimleri, iç çatışmaları ya da Reform ve Rönesans türü atılımları yaşamamıştır. Çünkü İslam âlemi 17. yüzyıla kadar, kendi dünyasında bilime, sanata ve medeniyete oldukça önem vermiştir. Bunda din-bilim çatışmasının yaşamamasının da büyük rolü vardır. İslamiyet'in, Hıristiyanlığın aksine, akla, bilime, fenne, tabiat üzerinde düşünmeye, aklı kullanmaya verdiği önem bunu sağlamıştır. Düşünme ve düşünce özgürlüğü vardı İslam dünyasında.

    Avrupa'nın, aydınlanma sonrasındaki gelişimleri, Osmanlıların ortaçağ egemenliğine son veren girişimleri, Osmanlılarda özellikle eğitim alanında yanlış yansımalara neden olmuştur. Bir asker-devlet yapısı olan ve gücünü kılıcından alan bir yaklaşım, modern silahların üretildiği yeniçağ Avrupa'sında yeterli kalır mıydı sizce de? Dar kalıplar içinde kalan ve yenilenmeyi eğitim sisteminde değil de yalnızca askeri alanda gerekli gören bir bakış Osmanlıları yıkılmaktan kurtarabilir miydi hiç! Yaklaşım böyle olunca, eğitime dikkat çeken ve eğitim reformu isteyen Said Nursi'nin yeri de tımarhaneden başka bir yer olamazdı herhalde.

    Osmanlıların son yüzyılında eğitim çatışmalarla doludur. Bu çatışma mektep, medrese ve tekke arasında cereyan ediyordu. Bu çatışmayı yakından izleyen Batılı ülkelerse vuracakları esas hedefi gösteriyorlardı: "Müslümanların elinden Kur'an alınmalıydı. Bunun için ya Kur'an yok edilmeli, ya da Müslümanlar Kur'an'dan soğutulmalıydı."

    Bu sıralarda yüreği Osmanlıyı yıkılmaktan kurtarmak için çırpınan ve bunun için de temel yeniliklerle çarpan ve düşüncelerini devrin etkili insanlarına aktaran ancak muhatabını bulamayan Bediüzzaman Said Nursi ise, eğitim reformuyla2 ilgili görüşlerinde ısrarlıydı. O medrese, mektep ve tekke arasında cereyan eden çatışmalara çözüm öneriyordu. Çözüm din ve fen bilimlerinin birlikte okutulmasıydı. Bu birliktelik onun fen bilimlerini Allah'ın isimlerinin tecelli ettiği varlıkları inceleme alanı olarak almasının, bir gün gelip fencileri Allah'ın varlığına ve birliğine inanmaya götüreceği inancına sahip olmasıydı. Naturalizm, Nihilizm, Materyalizm gibi Allah'ı inkar tezinden hareket ederek, inançsızlığa pozitif bilim adını verenlerden bilimi kurtarmaktı amaç. Böylece Batı'dan gelen inançsızlık akımlarına karşı hem İslam dünyasını ve hem de insanlığı korumak; fenne, akla, düşünceye karşı İslamiyet'in ve onun kutsal kitabı Kur'an'ın kapalı sanılan kapılarını açmaktı Said Nursi'nin amacı. İşte Medresetü’z-zehra fikrinin temel dayanağı da buydu.

    Medresetü’z-zehra'nın Yeri ve Yapısı

    Bediüzzaman'ın Medresetü’z-zehra'sı, "Alem-i İslam medresesi" ve "Mübarek medrese" diye vasıflandırdığı Mısır'daki Câmiü'l-Ezher'in bir kız kardeşi olarak kurulacaktı. Kız kardeşler doğurgan olacak, buradan yetişen nice insanlar gelecekte kendi ülkelerinin başında, yönetimlerinde görev alacak, İslam ve dünya kardeşliğine adım atılacaktı. Nice bilim adamları okul arkadaşlarıyla birlikte çalışacak, dünya bilimine yön vereceklerdi. Nice yöneticiler ülkelerin kardeşliği için çırpınacaklardı. Hem de Camiü'l-Ezher gibi bir tek kıtada değil, kıtaların birleşim yeri olan Bitlis'te, yani Avrupa, Afrika ve Asya'nın coğrafi olarak tam ortasında yer alacaktı. İnsanlığın kardeşliği, barışı ve esenliği, şefkat tohumları atılacaktı bu üniversitede. Bu önemli bir teoridir ve bu okuldaşlık duygularını, bugün en iyi şekilde ABD üniversiteleri kullanmaktadır.

    Bediüzzaman Medresetü’z-zehra'yı bir bütün olarak ele aldı. Yani kendi öğrenci kaynağını kendisinin oluşturduğu bir sistemdi bu. Buna "Mahreç" dedi. Yani ilk ve ortaöğretim de bu okullarda olacak; buradan mezun olanlar Medresetü’z-zehra'ya devam edecekti. Belki de bu Medresetü’z-zehra'nın "bütünsel müfredatına" ya da "disiplinlerarası müfredata" daha uygundu.

    Bediüzzaman Medresetüzzehra'yı önemli bir insan kaynağı olarak gördü. Bu Osmanlının dinamosu olacak yeni bir kuşak demekti. Osmanlıyı yıkılmaktan, arkadan hançerlenmekten ve ihanetlerden koruyacak önemli bir projeydi. Bu bakımdan insan kaynağını yetiştiren bu üniversiteden yetişen beyinlerin sosyal hayatın her alanında hizmet vermesi sağlanacaktı.

    Neden Medresetü’z-zehra İsmi?

    Bediüzzaman, bu projeye "medrese" adını koydu. Gerekçelerini ise bu ismin bilinirliğine ve toplumca kabul edilebilirliğine bağladı. Ayrıca medresenin "cazibeder" ve "şevketengiz" bir itibarının olduğuna atıfta bulundu. Bu ismin "büyük bir hakikati tazammun ettiği"ni açıkladı. Gerçekten de "Nizamiye medreseleri"nin kurucusu ve bu geleneğin başlatıcısı bilge vezir Nizamül-Mülk'ten bu yana, İslam dünyasında bilime, sanata, kültüre yön verenler medrese mahsulüydü. Onun için "mübarek" "cazibedar" ve "şevkengiz"di medrese ismi. Ayrıca o dönemde yeni kullanılmaya çalışılan ve üzerinde çatışmaların yaşandığı "mektep" ismine karşı olası tepkileri önlemekti amaç.

    Medresetü’z-zehra'nın Dili

    Bediüzzaman, Medresetü’z-zehra'nın dili için, "Arabî vacib, Kürdî caiz, Türkî lazım" diyor projesinde. Gerçekten de Bediüzzaman, bugün AB'nin üye ülkelerde zorunlu kıldığı üç dille eğitimi, bir asır önce İslam dünyasında açılacak bir üniversiteye öneriyordu. Osmanlının hala ayakta olduğu ve Arapçanın İslamiyet'in temel dili olduğu gerçeğinden hareket edersek İslam aleminin neredeyse her tarafında hakim dildi Arapça. Üstelik medreselerin kuruluşundan itibaren bir bilim diliydi de. Bu biraz da güçle açıklanabilir. Eğer Osmanlı hakimiyetini devam ettirseydi ve Medresetü’z-zehraların yaygınlaştığını tasavvur etmiş olsaydık, Arapça ve Türkçe dünyada en çok kullanılan dil olabilirdi. Nitekim ortak kültüre sahip ülkelerin en baskın olanı kendi dilini, İngilizce gibi, ortak dil haline getirmiştir.

    Ancak durum bugün böyle değildir elbette. Günümüzde İngilizce dünyada bilim dili olmuş ve hemen her ülkede ikinci dil haline gelmiştir. Gerçekçi düşünürsek, ana dilden başka, bugün dünya için İngilizce gereklidir.

    Ana dilde eğitim bağlamında "Kürtçe" tartışmalarının devam ettiği günümüzde, Bediüzzaman'ın "Kürdi caiz" ifadesi de bir gerçeği yansıtmaktadır. Çünkü o, en büyük düşmanlarımızdan biri olan "cehaleti" Doğu Anadolu'ya "eğitimi, medrese kapısıyla sokmak"la ortadan kaldırmaya niyetlenmiştir. Daha ötesinde ise ırkçılıkla Doğu Anadolu'daki insanların ifsat edilmemesi için de, o insanların anlayacağı dille onlara hitap edilmesini bu üniversite modeliyle teklif etmektedir. Bediüzzaman Türkçeyi de resmi ve siyasî dil olarak görüyordu. Bu model eğer yaygınlaştırılmış olsaydı, o döneme göre söyleyecek olursak, muhtemelen Arapça sabit kalıp, yerel diller ile resmi diller değişmiş olacaktı.

    Projenin Şekilsel Diğer Özelliklerine Gelince…

    1) Öğretim üyelerinin hem maddi ve hem de manevi alanda yetkin olmalarını istemektedir. Özellikle birbiriyle ters düşen değil, birbirini tamamlayan özelliklerinin olmasını istemektedir.

    2) Öğretim üyelerinin bir kısmının yerel insan kaynaklarından temin edilmesini öngörmektedir. Bu düşüncenin iki amacı vardır: Birincisi, yerel toplumla iletişim kurmak için aracı insan gücüne duyulan ihtiyacı karşılamak; ikincisi ise bu tür okullara tepki değil destek bulmaktır.

    3) Öğrenci kaynağını hem yerel toplumdan ve hem de üniversitenin hitap ettiği o geniş coğrafyadan karşılanması düşünülmüştür.

    4) Maddi kaynaklar olarak vakıf öncelikle düşünülmüştür. Bugün en iyi üniversiteler geniş maddi imkanlara sahip olan vakıf üniversiteleridir. Çünkü eğitim ciddi bir yatırım sermayesi gerektirir. ABD'nin önemli üniversiteleri ve dünyada diğer meşhur üniversitelere baktığımızda bunların da kuruluşlarında vakıfların olduğunu hemen görmekteyiz. Diğer gelir kaynakları da yine "hayır" üzerine kurgulanmıştır.

    Projenin İçerik Özellikleri

    1) Bediüzzaman'ın en büyük hayallerinden birisi "akıl" ile "kalbi" birleştirmektir. Bu kavramlardan aklı temsilen "mektep", kalbi temsilen "tekke" ve bu ikisini birden içeren "medrese" olarak anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Bediüzzaman'ın bu projeyle esas amacı, İslam alemini cehaletten kurtarmak ve yeniliklere açmaktır.

    2) Bunu yaparken aklın nuru olan fen bilimlerini, kalbin ışığı olan din bilimleriyle birleştirmekle daha pozitif düşünen, ortaçağ İslam bilimi gibi, Anadolu'yu keşif ve icatların beşiği haline getirmektir. Ayrıca, yaklaşmakta olan pozitivist eğitimin önünü keserek, naturalizm, materyalizm, nihilizm gibi sonu belirsiz yollardan İslam alemini ve insanlığı kurtarmaktır.

    3) İslam aleminde lüzumsuz çatışmalara beşiklik eden mektep, medrese ve tekke çatışmalarını önlemekle kalmayıp, bir tür şura oluşturmaktır.

    4) Eğitimin yaygınlaştırılması için "öğretmen eğitimi"ne önem vermek de bu projenin en önemli ayaklarından biridir. "Daru’l-muallimin" özelliklerini Medresetü’z-zehra ile birleştiren bir yaklaşım istemektedir. Böylece maarif buradan yetişecek öğretmenlerle topluma inebilecektir.

    Bediüzzaman Medresetü’z-zehra Projesiyle Neleri Hedeflemiştir?

    1) Eğitimi bu proje ile Doğu Anadolu'ya sokmak,

    2) O dönemde anlaşılmaya çalışılan Meşrutiyet ve hürriyetin öneminin kavranmasını sağlamak,

    3) Toplumun aydınları olan dönemin Kürt ve Türk alimlerinin aydınlatma işine devamlarını sağlamak,

    4) İslamiyet'i, ona taraf ve karşıt olanlarda oluşan peşin hükümlerden korumak,

    5) Din ve fen bilimlerini buluşturmak,

    6) Medrese, mektep ve tekke taraftarlarının birliğini sağlamak…

    7) Bireysel dersler veren ancak değeri anlaşılamayan başarılı bilgin ve bilge kişilerin bu başarılarını kurumsallaştırmak,

    8) İnsanları, toplumu ve devletleri ırkçılık tehlikesine karşı bilinçlendirmek,

    9) İslamiyet'in ve kaynağı olan Kur'an'ın modern fenlerin de kaynağı olduğunu göstermektir.

    Bir Bakışta Medresetü’z-zehra3

    Adı : Uluslararası Zehra Üniversitesi

    Vizyonu : Aklı vicdanla destekleyen bir eğitimle uluslararası normlar oluşturan bir üniversite olmaktır.

    Misyonu : Bilim ve eğitimde uluslararası ortak normlara sahip, inanç farklılıklarına saygılı, kendi ülkesinin gerçeklerine duyarlı bireylerle, insanlığın mutluluğuna hizmet etmektir.

    Temel Değerleri:

    » Toplumsal cehaleti ortadan kaldırıp bilinçli dünya vatandaşı yetiştirmek

    » Yerel kültürel değerlerle evrensel ortak değerleri buluşturmak

    » Pozitif düşünen dünyayla iletişime açık normal bireyler yetiştirmek

    Amaçları:

    » Eğitimi yaygınlaştırmak

    » Eğitimde özgürlüğü sağlamak

    » Fen ve din ilimlerini birlikte okutmak

    » İttihad-ı İslam'ı sağlamak

    » Din alimlerini fen bilimleriyle; bilim adamlarını da dini ilimlerle buluşturmak

    » Öğretmen eğitimini sağlamak

    » Bilimsel yayın yapmak

    » Araştırma kaynağı olmak

    » Yerel insan kaynaklarından faydalanmak

    » Uluslararası diploma geçerliliğini sağlamak

    » Kurumsal eğitim vermek

    » Din eğitimi veren kurumlarla fen bilimleri eğitimi veren kurumların barışmasını sağlamak

    Yapılanması:

    Kurulacak üniversiteye, pozitif çağrışım yaptıran, uluslararası kabul görecek ve üniversitenin amacını çağrıştıracak bir ismin konması amaçlanmıştır.

    Eğitim Dili: Bilim dilleri, resmi diller ve yerel diller.

    Günümüzde gelişmiş ülkelerde eğitim ve öğretimde en az üç dilin öğretilmesi esas alınmaktadır. Bediüzzaman'ın önerdiği üç dilden Arapça, o günkü dini ve bilim dili idi. Türkçe resmi dil, Kürtçe ise yerel dil olarak zikredilmiştir. Günümüz şartlarını da dikkate alarak temel dini dil olan Arapçanın muhafaza edilmesini, yaygın bilim dili olarak kullanılan İngilizcenin gerekliliğini ve yerel dillerin de kullanılmasını öngörmekteyiz.

    Finansman:

    Her türlü bağış, finans destekli proje gelirleri, işletme gelirleri, uluslararası öğrenci akışından elde edilen gelirler. Diğer gelirler ise şöyledir:

    Vakıf gelirlerinden ayrılan paylar: Osmanlıda vakıf müessesesi devletten daha güçlü durumda idi ve genellikle eğitim müesseseleri vakıflara bağlı idi. Zamanla bu müessese ihmal edildi. Mallarına çeşitli şekillerde el konuldu, satıldı; ama günümüzde yine canlanmaya başladı. Vakıflar genellikle eğitim amaçlı kurulmaktadır. Bu da Bediüzzaman'ın vakıf gelirlerinin eğitime yönlendirilmesi tezini doğrulamaktadır.

    Halkın zekâtlarından elde edilecek gelirler: Bilhassa zamanımızda zekâtların en hayırlı şekilde verileceği yerler eğitim müesseseleri ve orada okuyan talebelerdir. Bediüzzaman birçok aceze seele üretmek yerine zekâtların eğitim gibi insanların temel ihtiyacına yönelmesini tavsiye etmektedir.

    Sadakalar: Hayır sahiplerinin yardımları olan sadaka ve nezirlerin de eğitimin gelirleri olması gerektiği fikri yine Bediüzzaman'ın bir içtihadıdır.

    Devlet tarafından sağlanan ödenekler: Bunun da daha sonra geri ödenmek kaydı ile alınması gerektiğini de ifade eden Bediüzzaman böylece üniversitelerin birer üretim merkezleri olması gerektiğine de işaret etmektedir.

    Bu projeyle sivil toplumun eğitime doğrudan ve dolaylı olarak katkısını sağlamaktır.

    İnsan Kaynakları: Kendi alanlarında yetkin isimler ile akademik unvanı olmayan uzmanlar.

    Alanlarında uzman akademik deneyime sahip hocaların yanında herhangi bir akademik unvanı olmayan ancak bilgi düzeyleri yeterli kişileri de öğretimde istihdam etmek mümkündür.

    Sponsoru, Bağlı Olduğu Kuruluş: Vakıf işletmesi

    Medresetü’z-zehra'nın Kurulması İçin Girişimler

    İstanbul'a gelerek Doğu Anadolu merkezli bir üniversite açılmasını II. Abdülhamid'e önerdiği 1907 Kasım'ından vefatına kadar bu amacından zerre kadar sapmayan Bediüzzaman, farklı devirlerde hakim olan zihniyetler yüzünden itilip kakılmışsa da, bugün onun bu değerli projesi hala güncelliğini korumaktadır.

    Milletiyle bütünleşmiş bir AB üyesi ülkenin, bir de İslam alemini de arkasına almış bir AB üyesi Türkiye'nin nasıl bir güç haline gelebileceğini tasavvur edebiliyor musunuz?

    II. Meşrutiyet döneminde, Sultan Reşad'ın kabulüyle Van-Edremit'te temeli atılan Medresetü’z-zehra, bugünlerde Kültür Bakanlığı'nın girişimiyle Edremit'in hemen karşısında yer alan Akdamar Adasında yeniden faaliyete başlayacak olan Ermeni Kilisesi kadar önemliydi.

    TBMM'nin açılışıyla Ankara'ya davet edilen Bediüzzaman, Ankara'da da Medresetüzzehra'nın açılışı için yine faaliyetlerine devam etmiştir. Bediüzzaman, o dönemde içlerinde Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu 200 milletvekilinden, 163'ünün reyi ile Doğu'da bir üniversite kurulmasını kabul ettirmişti. Ancak bu teşebbüs de gelen siyasal dalganın etkisiyle akim kalmıştı.

    Bediüzzaman, çok partili hayata geçildiği dönem olan 1946'dan itibaren, özellikle DP iktidarında da bu tekliflerini yinelemiştir. Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere pek çok milletvekili bu projeye destek vermişlerdir. Ne yazık ki, niyetlenilmesi ve çıkış fikri Medresetü’z-zehra olan böyle bir proje Erzurum'da başka bir mahiyette kurulduğundan Medresetü’z-zehra amacına ulaşılamamıştır.

    55 yıl boyunca gösterdiği çabalara rağmen Medresetü’z-zehra projesini fiili olarak gerçekleştiremeyen Bediüzzaman, yöneticilere ve topluma şu fikirleri kazandırmıştır:

    "Dinsiz bir millet yaşayamaz. Ancak, günümüzde yalnızca din ilimleri yetmez; din ve fen bilimleri birlikte okutulmalıdır. Eğitim felsefesi bireyi esas almalıdır. Bireyin dünya ve ahiret dengesini sağlayacak ölçüler kazanmasını sağlamalıdır. Ne "dinde hassas, muvazene-i akliyede noksan" insan tipi ve ne de "dinsiz bir mutaassıp kâselis" tipi bize gitmez. Bize hamiyetli insan modeli lazımdır. O da kendine ve başkasına zarar veremeyen, toplumsal yaşamda hürmet ve merhameti elden bırakmayan insan tipidir."

    Bediüzzaman şekilsel olarak Medresetü’z-zehra projesini gerçekleştirememiş olsa da, bu projeyi yazdığı Risale-i Nur eserleri ile gerçekleştirmiştir. "Medresetü’z-zehra" yerine "Medrese-i Nuriye"ler aynı amacı gerçekleştirmiştir. Çünkü Medresetü’z-zehra' nın mahiyeti Risale-i Nur'la ölçüler halinde sunulmaktadır. Bundan sonra hangi düzeyde okul kurmak isteyen olursa olsun, hangi düzeyde müfredat yazmak isteyenler varsa, bir "Yöntemler" kitabı olan Risale-i Nur'a bakmalıdırlar.

    Medresetü’z-zehra Üzerine Bir Güncelleme

    Çoğumuzun aklından, "Bediüzzaman şu tarihlerde Doğu'da böyle bir üniversite açılsın, demiş. Bunu anladık da, bugün 80'den fazla üniversiteye sahip ülkemizde, üstelik İlahiyat fakülteleri de varken, Bediüzzaman'ın bu projesini nasıl güncelleştirebiliriz?" şeklinde sorular geçmiş olabilir.

    Aslına bakarsanız "Medresetü’z-zehra" projesi duvarları yükselmiş, üstünde çatısı olan, içinde odaları bulunan bir bina kurmak değildir. Bu projenin esas amacı üzerinde kurgulandığı "Temel felsefedir." Bu felsefe anlaşılırsa, şu andaki gerek ilk ve orta öğretim kurumlarının ve gerekse üniversitelerin verdikleri ürünler olan mezunları üzerindeki etkileri de iyi anlaşılacaktır.

    Bu bakımdan, Bediüzzaman'ın eğitim yaklaşımını anlamak gerekiyor. Onun eğitim yaklaşımını bize en mükemmel bir şekilde Risale-i Nur sunmaktadır.

    Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı

    Eğitim ve Konusu:

    1) Bediüzzaman'a göre, eğitim, hem insanda ve hem de kainatta yerleştirilmiş gizli hazineleri keşfetme sürecidir (30. Söz). Ona göre, tanınmayı isteyen Yaratıcıyı bilmek ve anlamak için, "ene" olarak isimlendirdiği insan benliğinin bilinmesi ve benlik şifresinin çözülmesi gerekmektedir. İnsan, bu çözüm için gösterdiği çabanın sonucunda, kalbine sunulan imanın verdiği güçle, davranış değişikliğine gider ve insani özgürlüğü elde eder. Ona göre, eğitim, insanı, davranışlarında ifrat ve tefritten, yani aşırılıklardan korumalıdır. Bediüzzaman'a göre, insanda kişiliği oluşturan üç temel kuvve vardır. Bunlar, iyiyi kötüden ayıran akıl, menfaatleri çeken şehvet ve zararlı şeyleri uzaklaştıran gazaptır. İnsan, bu üç kuvvede orta yolu bulmak zorundadır. İşte, eğitim burada rehberlik yapar. Kişi, eğitim yoluyla "doğruyu yanlıştan", meşru olanı gayr-i meşru olandan ayırmayı, gücünü hak ve adaletle kullanmayı öğrenmelidir. Böylece, imtihan için gönderildiği bu hayattan yüzünün akıyla çıkıp, ebedi hayatına yatırım yapmalıdır.

    2) Bediüzzaman'a göre, eğitimin temel konusu "İnsan"dır. Eğitim insanı anlamak ve onun fıtratına uygun davranışlar kazandırmak için vardır. Çünkü insan, bu dünyaya "İlim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek" için gönderilmiştir (Sözler, 285). Bu bağlamda, insan fıtratına baktığımızda gözlenen gerçekler şunlardır:

    » İnsanın inanmaya ihtiyacı vardır.

    » İnsan değerler sahibidir. İnsan en müntehap ve seçkin şeyleri ister, gözünü daha iyiye diker. Arzularına ulaşmaya çalışırken ortaya çıkması muhtemel haksızlıkları ortadan kaldırmak için de bir değerler manzumesine ihtiyacı olduğunu anlar.

    » İnsan insana muhtaçtır. Yalnız olduğunu bilen ve toplu yaşamaya ihtiyaç duyan tek canlı insandır. Bir ekmeği yemek ve bir elbiseyi giymek gibi en basit ihtiyaçları için diğer insanlara muhtaç bir varlıktır.

    Eğitimin Amaçları

    1) Bediüzzaman'a göre, eğitimin ilk amacı, kişiye iman ve marifetullah'ı kazandırmaktır; Allah'ı tüm isimleri ve evrendeki tüm tasarrufuyla bilmektir. Ona göre, güçlü bir iman, sahibi için hem nur ve hem de kuvvettir. Eğitim, sorumlu bireyler yetiştirmek için, onlara tahkiki bir iman ve marifetullah'ı kazandırmakla yükümlüdür.

    2) Bediüzzaman'a göre eğitim özgür bireyler yetiştirmelidir. Ona göre, hürriyet "İnsanın ne kendisine ve ne de başkasına zarar vermemesidir." Din ve kalbin hakim olduğu Doğu toplumlarında, kişisel ve toplumsal hürriyetler, kişilerin içsel sorumluluğuna bağlıdır. Kanun gücü ikinci derecede etkili olabilir. İçsel disiplin ya da içsel özgürlük, güçlü bir iman ile sağlanabilir. İman ne kadar parlak olursa, kişi o kadar özgür olur. Hatta o bunu kendi hayatında şöyle ifade etmiştir: "Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!"

    3) Bediüzzaman'a göre eğitimin amacı bilinçli, sorgulayıcı insanlar yetiştirmektir. Hayatın manasını, ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, vazifesinin ne olduğunu sorgulamaktır. Bu sorulara ikna edici cevaplar vermek eğitimin işidir. Gerçekten, sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya ne kadar layıktır? Kendi yaşamını sorgulamayan insanların, sosyal hayata ilişkin gözlemlerini sorgulaması ne kadar beklenebilir? Sokrat'ın deyişiyle, "Samimiyetle sorgulayan bir vatandaş, samimiyetle alkışlayandan daha önemlidir." Bediüzzaman da, "Bir millet cehaletle kendi hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti dahi müstebit yapar" demekte, eğitimin bu bilinci vatandaşa kazandırmak durumunda olduğunu belirtmektedir. Nitekim, yapılan araştırmalara göre, halkın siyasi kararlara katılımı ile eğitim düzeyi arasında yakın bir ilişki olduğu ortaya konulmuştur. Hatta birçok ülkede, halkın okuma yazma oranı ile seçimlere katılma oranlarının da aynı olduğu gözlemlenmiştir.

    Eğitim Hedefleri

    Bediüzzaman'a göre, eğitim hedefleri ferdi, toplumsal ve uluslararası olmak üzere üç ana grupta toplanmaktadır:

    » Tahkiki imana sahip özgür fertler yetiştirmek

    » Dini ve dünyevi hayatta dengeli bireyler yetiştirmek

    » Çoğulcu ve haklara saygılı, istikametli fertler yetiştirmek,

    » Nefsini ıslah etmekle işe başlamak

    » İnsanlara faydalı olmak

    » Yetenekleri inkişaf ettirmek

    » Müspet hareket eden bireyler yetiştirmek

    » İnsan psikolojisini bilerek eğitim vermek.

    » Mukteza-yı hale uygun söylem geliştirmek

    » Kainata mana-yı harfi ile bakmak

    » Tezellüle tenezzül etmeyen, zilleti reddeden bireyler yetiştirmek

    » Kardeşlik ve uhuvvet duygusu geliştirmek

    » Sosyal uzlaşma için ortak paydalardan yararlanmak

    » Hukukunu bilen öncü vatandaş tipi oluşturmak

    Eğitim İlkeleri

    1) Bediüzzaman'a göre, aklı aydınlatan fen bilimleri, kalbi ışıklandıran ise dini ilimlerdir. Bu ikisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar. Bediüzzaman'ın bu ifadesi, üç bölümden oluşan beynin öğrenme sistematiği ile örtüşmektedir. İnsani değerler orta beyin olarak isimlendirdiğimiz hipokampus ile üst beyin dediğimiz korteksin birlikte kullanımıyla ortaya çıkar ve hakikatler daha iyi kavranabilir. Kalp olarak isimlendirdiğimiz orta beyin, yani duygularımızın merkezi, dini hissiyatımızı ayakta tutarken, entelektüel zekamızın kaynağı olan korteks ise düşünce üretir. Bediüzzaman, aklın nuru olarak ifade ettiği fen bilimlerinin kaynağı olan entelektüel zekanın din bilimlerinin merkezi olan duygusal zeka ile birlikte kullanılmasını önermektedir. Öğrencileri başarıya ulaştıran, işte bu iki kanadın birlikteliğidir.

    2) Bediüzzaman'a göre, eğitim hizmeti herkese sunulabilmeli, her bireyi kapsamalıdır. Nasıl ki, güneş doğduğunda ışıklarıyla iyi-kötü, pis-temiz her varlığı aydınlatıyor, üstelik bir varlığı aydınlatması diğer bir varlığa eksiklik vermiyorsa, eğitim de herkesi kapsama alanına almalıdır. (non-rivalry) Eğitim aynı zamanda dışlayıcı (nonexculisiveness) olmamalıdır. Bu görüşler ışığında, eğitimde fırsat eşitliği evrensel bir haktır. Bu hak hiçbir şart altında ortadan kaldırılamaz. Bu bağlamda, inancından dolayı başörtüsü takan ve bu nedenle de okuluna devam edemeyen öğrencilere reva görülen yasak hiçbir şekilde insan hak ve özgürlüklerine sığmaz.

    3) Bediüzzaman'a göre, hürriyet olmadan ilim gelişemeyeceği gibi, ilim olmadan da hürriyet gelişemez. Ona göre, kişisel ve kurumsal baskının ilme ve bilimsel düşünmeye engel olmaması gerekir. O her şartta ilmi baskıya karşı çıkarak, hür düşüncenin ve yeni bilim adamlarının önünü açmıştır. Ayrıca o, siyasal sistem ile eğitim ortamı arasındaki ilişkiye de dikkat çekerek, hürriyetlerin akılları geliştiren ve güçlü eğitim ortamı tesis eden özelliğine dikkat çekmiştir.

    4) Bediüzzaman'a göre, siyasetin ve devlet otoritesinin yönlendirdiği her eğitim sistemi, eninde sonunda devletin kutsallığı doktrinini aşılayacağından, halkın da eğitime katılımı sağlanmalı ve özel eğitim kurumları artmalıdır. Onun Doğu'da açmayı planladığı Medresetü’z-zehra isimli üniversite projesiyle sivil toplumun eğitime doğrudan ve dolaylı katılımını benimsemiştir. Kısacası, klasik, kitlesel ve merkeziyetçi eğitim anlayışlarını benimsememiştir.

    Eğitim Yöntemleri

    1) O eğitim yöntemi olarak şu ilkeleri benimsemiştir:

    » Batıl şeyleri tasvir etmeden sunmalı

    » Kaynaştırıcı ve seviyeye uygun eğitim vermeli

    » Güncel olmalı

    » Motive edici olmalı

    » Şefkat ve sevgi merkezli sunulmalı

    » Fıtratı değiştirerek değil, duyguları yönlendirerek eğitmeli

    » Hem hikmetli ve hem de muhakemeli konuşmalı

    » Öğretmen, görevinin öğrencilere bilgi hazinelerinin anahtarını vermek olduğunu bilmeli

    » Birden fazla dilde eğitim verilmeli

    2) Bediüzzaman, eğitimi mekan, zaman ve kişiyle sınırlandırmamıştır. O her ortamı eğitim mekanı olarak değerlendirmiştir. Nitekim, o ağır suçlardan dolayı hapis yatan mahkumlara verdiği derslerle, hapishaneyi bir okul (medrese) haline getirmiş ve buna da Medrese-i Yusufiye ismi verilmiştir.

    Din Eğitimi

    Bediüzzaman'a göre, din eğitimi fen bilimleri ile birlikte verilmeli, ayrıca, bir ihtisas alanı olarak, uzmanı tarafından dini tedrisat olarak da sunulmalıdır.

    Örgün ve yaygın eğitimde din eğitimi ilkeleri şunlar olmalıdır:

    1) Dini eğitim en az 3 yaşında başlamalıdır. Çünkü insan beyninin % 70'i 3-7 yaş arasında oluşmaktadır.

    2) Dini eğitimde iman ve marifetullah özenle sunulmalıdır

    3) Din eğitimi fen bilimleriyle desteklenmelidir.

    4) Din eğitimcileri yaşamadan yaşatamayacağı için, öğrettiklerini önce nefislerinde yaşamalıdırlar.

    5) Din eğitimcisi, doğru İslam'ı ve İslamiyet'e layık doğruluğu sunmalıdır.

    6) Dini eğitim, sosyal bilimlerin, psikoloji ve pedagojinin kuralları çerçevesinde verilmelidir.

    7) Din eğitiminde iletişim daima pozitif olmalıdır.

    8) Dini kavramlar net olarak açıklanmalıdır.

    9) Din eğitiminde seviyeye uygun müfredatlar yazılmalıdır.

    10) Din eğitimi veren kurumlar çağın gereklerine göre geliştirilmelidir.

    11) Din eğitimi, alanında uzman kişiler tarafından verilmelidir.

    Sonuç

    Bediüzzaman Said Nursi, çalkantılarla dolu, helaket ve felaket asrının insan fıtratına aykırı eğitim modellerinden hiç birini benimsememiş; beşeriyete yeni eğitim modeli sunmuştur. Bu bağlamda, Onun sunduğu model insanın özellikleri olarak şunları sıralayabiliriz:

    1) İman çerçevesinde özgürlüğüne düşkün

    2) Duygusal ve entelektüel zekasını kullanabilen

    3) Farklılıklara saygılı ve çeşitliliği benimseyen

    4) Hamiyetli ve gayretli, fedakar ve izzetli

    5) Sorgulayıcı ve adaletli, insaflı, şefkatli ve merhametli

    6) Niçin yaşadığını bilen ve ona göre biçimlenen

    7) Kaliteli, insan-ı kamil bir Asr-ı Saadet Müslüman'ı modelini hedeflemiş ve bunu kendi yaşayışıyla da göstermiştir.

    Öz

    Bu çalışma güncel bir Medresetü'z-zehra denemesidir. Bu çalışmayla, "Medresetü'z-zehra" adıyla projelendirilen yakın tarihe ait bir eğitim kurumu modelinin yapısı ve amaçları ortaya konmakta, bu modelin bugün Doğu'da yaşanan problemlere çare olabileceği savunulmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: Medresetü'z-zehra, Doğu, eğitim, din ilimleri, fen bilimleri

    Abstract

    This article is an actual trial for Medresetü'z-zehra. In this text, the author explains about the structure and aims of a model of educational institution from the recent history called Medresetü'z-zehra. It has been argued that this model may be a good solution for the problems in the Eastern part of Turkey.

    Key Words: Medresetü'z-zehra, East, education, religious sciences, natural sciences

    Dipnotlar:

    1. Burada Bediüzzaman'ın din ilimlerinin okutulduğu medreselerde düşünce ekseninin, yani fen bilimlerinin de yer almasını, fen bilimlerinin okutulduğu mekteplerde ise duyguların yani dini yaklaşımların da yer almasını isteğini veciz bir şekilde görmek mümkündür.

    2. Yakın dostu Van valisi İşkodralı Tahir Paşa'nın Sultan Abdülhamid'e hitaben yazdığı referans mektubuyla İstanbul'a gelen Said Nursi, ilk iş olarak, Doğu'da kurulmasını istediği üniversite ile ilgili bir dilekçeyi padişahın özel kalem dairesi olan Mabeyn-i Hümayun'a sundu. Ancak, hükümet dilekçenin konusu olan üniversite projesinin önemini kavrayamadı ve bunu gerçekleştirmek için hiçbir teşebbüste bulunmadı. Bediüzzaman, İstanbul'a gelişinden iki ay sonra Fatih'teki Şekerci Han'da kalmaya başladı. Burada odasının kapısına "Burada her suale cevap verilir, her müşkil hallolunur; fakat sual sorulmaz" diye bir yazı astı. İçerisinde alimlere ve aydınlara gizli bir meydan okuma da bulunduran bu davet, kısa sürede bütün İstanbul'a yayıldı. İlim adamları, medrese hocaları, talebeler, siyasetçiler, herkes bu Şarktan gelen keskin zekalı ve garip kıyafetli adamı konuşmaya başladı. İnsanların yavaş yavaş bu genç alimin etrafında toplanmaya başlaması hükümetin evhamlanmasına sebep oldu. Birkaç kere tutuklandı ve serbest bırakıldı. Said Nursi'den kurtulmak isteyen hükümet, onu bir defa da Tımarhaneye gönderdi. Bunun muhalifleri sindirmek için başvurulan bir yol olduğunu bilen Said Nursi: "Akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum. O çeşit akıldan istifa ediyorum" diyerek kendisini susturmak isteyenlerle uzlaşmadı. Toptaşı Tımarhanesi doktorunun, "eğer bu adamda zerre kadar cünun varsa dünyada akıllı adam yoktur" diye rapor vermesiyle de serbest bırakmadılar ve tımarhaneden alarak hapishaneye gönderdiler. Gözaltında iken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa, kendisini ziyaret ederek Padişahın selamıyla birlikte İhsan-ı Şahaneden 1000 kuruşu takdim etmişti. Şefik Paşa, O'nun eğitim hakkındaki teklifinin Bakanlar Kurulunun gündemine alındığını, kendisinin de açılacak üniversiteye otuz lira maaşla rektör tayin edildiğini ve maaşının hemen başlayacağını da tebliğ etmişti. Bediüzzaman ise bunun bir sus payı olduğunu ifade ederek, kendisine takdim edilen makamı ve ihsanı reddetmiş ve derhal padişahla görüşmek istemişti. Hayretler içinde oradan ayrılan Şefik Paşa'dan ve hükümetten herhangi bir haber çıkmamış, Bediüzzaman da hapishanede kalmaya devam etmişti. (www.risaleinurenstitusu.org)

    3. Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesince düzenlenen "Arama Konferansı: Risale-i Nur Modelleri 24-25 Eylül 2005" oturumun sonuç bildirgesinden alınmıştır.