Köprü Anasayfa

İnsanî Değerler, Toplumsal Barış, Milliyet ve Milliyetçilik

"Güz 2013" 124. Sayı

  • Yahudilik ve Milliyetçilik :Yahudi Cemaati’nden Yahudi Milliyetçiliği’ne

    Judaism and Nationalism: “From Jewish Community” to “ Jewish Nationalism”

    İsmail Taşpınar

    Doç.Dr. M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Aanabilim Dalı Öğretim Üyesi

    Giriş

    Hz. İbrahim’i kendi atası kabul eden dinlerin en eskisi olan Yahudilikten;tarihi, mukaddes kitabı ve inançları itibariyle kendisinden sonra gelenHıristiyanlık ve İslâm kaynaklarında da sıkça bahsedilmektedir. Her nekadar hem Hıristiyanlık, hem de İslâm ırka ve etnik kimliğe dayalı birdin anlayışını kesinlikle reddetmekte ise de, Yahudilik tarihî şartlar, bazıuygulamaları ve bu uygulamaların neticesinde oluşan inançları sebebiyle‘Yahudi cemaatini’ yücelten ve onun ‘seçilmişliği’ni önemseyen bir özelliğesahip olmuştur. Bu durum, kutsal kitapları olan Eski Ahid’den olduğugibi, sonraki dönemlerde Yahudi din adamları tarafından kaleme alınaneserlerden de anlaşılmaktadır. Ancak, bir ‘ırkın’ veya biyolojik anlamda bir‘etnik’ aidiyetin yüceltilmesi durumu ne kutsal kitapları, ne de Ortaçağ’dakaleme alınan dinî metinlerde dile getirilmiştir. Bu düşüncenin, özellikleson dönemlerde bazı ideolojik gerekçelerle ortaya atılan ve desteklenen birfikir olduğu görülmektedir.

    Gerçekten, Yahudiliğin ‘ırka dayalı bir din olduğu’ düşüncesinin,özellikle 19.yy.’ın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başlarından itibaren,Avrupa’daki milliyetçi hareketlerin ve onunla bağlantılı ‘ulus devlet’ fikrininortaya çıkmasıyla gündeme geldiği bilinmektedir. Günümüzde özelliklebir ‘Yahudi ırkından’ veya bir ‘Yahudi milliyeti’nden ve buna dayalı olarak‘Yahudi halkından’ bahsedilmesinin bu kadar yaygın olması, genellikle hiç sorgulanmadan kabul edilen bir görüş halini almıştır. Oysa, tarihî veriler veolaylar ele alındığında, gerçeğin böyle olmadığı anlaşılmaktadır.

    Bu araştırmada, öncelikle ‘din’ ve ‘milliyet’ fikrinin birbiriyle bağlantısıüzerinde durulacaktır. Siyasî bir olgu olan ‘milliyet’ ve ‘ırk’ düşüncesi ile‘dinî aidiyet’in nasıl birlikte ele alınmaya başladığı konusu Birinci Kısım’ınkonusunu teşkil edecektir. Araştırmada ‘millet’ kavramıyla kültürel aidiyet;‘milliyet’ kavramıyla ise ırkı ve etnisiteyi esas alan ideoloji kastedilmektedir.Bu yönüyle ‘millet’ geleneksel, ‘milliyet’ modern bir kavram olarak karşımızaçıkmaktadır. İkinci kısımda, doğrudan araştırma konusunu teşkil eden‘Yahudilik’ ve ‘milliyet’ ya da ‘ırk’ düşüncesinin nasıl ortaya çıktığı ve‘millet’ veya ‘cemaat’ fikrinden nasıl bir ‘etnik aidiyet’ yani ‘milliyet’ fikrinedönüştüğü ve bunun bileşenleri üzerinde durulacaktır. Sonuç kısmında ise,genel bir değerlendirme yapılacaktır.

    I. Tarihte Bir Siyasî Proje Olarak ‘Din ve Milliyet’ İlişkisi

    Modern lineer tarih anlayışına göre milliyetçilik, Sanayi Devrimi ilebirlikte önceki döneme ait olan ‘din’i tamamen ortadan kaldıracak ve onunyerine geçecek bir sosyal olgu olarak anlatılmaktadır. Böylece, 19. yy.’dagelişen milliyetçilik, geleneği temsil eden ‘din’ ile siyasi alanı temsil eden‘modernite’ arasında tam bir ayrımın varlığından söz eder. Bunu yapmakla,din ile ‘milliyet’ arasında var olan ilişkiler yumağını görmezden gelmeyihedeflemektedir. Oysa, milletlerin tarihine bakıldığında, din ile milliyetarasındaki ilişkilerin, çok ilginç bir şekilde, milliyetlere ve dinlere görefark ettiği gibi, söz konusu millet ve dinin bulunduğu coğrafyaya görede farklılıklar arz etmektedir. Bununla beraber, kesin olan şu ki, milliyetolgusu ile din olgusu, siyasî iktidarlar tarafından gerekli görüldüğü şekildeve konjonktüre uygun olarak iktidar alanlarını genişletmek için çeşitlişekillerde kullanılmıştır. Alain Dieckhoff ’un da isabetle belirttiği üzere, dinve milliyet bazen birbirlerine karşıt ve çatışmalı bir durum arz etmişlerdir.Kimi zaman ise, birbirini tamamlayan ve uyum içerisinde bulunmuşlardır.Bazı ülkelerde din ve milliyet, farklı iki iktidar namzedi olarak ortayaçıkarken, diğer bazılarında müttefik olarak hareket ettiği görülmektedir.Din ve milliyet arasındaki bu kombinasyonlara, başta Avrupa olmak üzere,hemen hemen tüm ülkelerin tarihinde rastlamak mümkündür.

    Burada, tarihi bir olgu olarak ‘millet’ ile modern dönemde ortaya çıkanve ‘ırka veya etnisiteye’ dayalı bir ideoloji olan ‘milliyetçilik’ arasındaki farkıözellikle ortaya koymak gerekir. Buna göre milliyetçilik, ‘milleti’ hareketegeçirerek siyasi hedefini gerçekleştirmeye dayalı bir ideolojidir. Modernanlamda ayrı bir kolektif yapı olarak bir ‘milliyete’ mensup olma fikri,14.-15. yüzyıllarda Fransa’da, İspanya’da ve İngiltere’de ortaya çıkmayabaşlayan modern devletlerin oluşumuyla yakından ilgilidir. Bu dönemdekrallar, Kilise’ye karşı toprak sahipleri olan senyörler üzerindeki etkisinigüçlendirmekte, askeri, hukuki ve vergilerin toplanması konularındakiotoritesini belirginleştirmektedir. Buna göre krallıklar, Kilise teşkilatıkarşısında kendi ‘bürokrasi teşkilatını’ oluşturur. Politik gücün kendi yerinisağlamlaştırması girişimi, kültürel boyutla da desteklenir. Yani, siyasi birlik,kültürel entegrasyonla tamamlanacaktır. Bu noktada ‘dil’ ve ‘din’ önemli bir rol oynar. Modern anlamda siyasi birliğe dayalı bir ‘milliyet’ fikrininortaya çıkışının en önemli iki dayanağını din ve dil oluşturacaktır. AlainDieckhoff ’a göre bu süreç İspanya’da Reconquista olarak isimlendirilen veMüslümanların elinden toprakların yeniden alınması tarihi olan 1492’debaşlamıştır. Bu tarihte, Reconquista tamamlanmış ve Müslümanlarınelindeki son toprak olan Gırnata yeniden ele geçirilmiş ve ‘toprak birliği’sağlanmıştır. Aynı tarihlerde önce Yahudiler sonra da Müslümanlaryeniden ele geçirilen topraklardan kovulmuşlardır. Aynı toprak üzerindeyaşayan ‘yabancı’ dinler sürgün edildiği 1492 tarihi, aynı zamanda ilkKastilya dili gramer kitabının Antonio de Nabrija tarafından yayınlandığıtarihtir. İspanya’daki Katolik krallara göre, siyasi birlik ile kültürel birlik birmadalyonun iki yüzü gibidir.

    Fransa ve İngiltere’de süreç İspanya’dakinden farklı gelişmiştir. Mesela;Fransa’da dil birliği I. François’nın da etkisiyle krallığın birliğini sağlamadaönemli bir rol oynayacak iken, din unsuru bölünmeye sebep olacaktır. Busebeple, Reform hareketi sonucunda Fransa’da ortaya çıkan Protestanhareket Katolikler tarafından şiddetle reddedilmiş ve ülke iç savaşasürüklenmiştir. Her ne kadar IV. Henri, bir asır sürecek olan çoğulcu biryapıyla karşılıklı saygıya dayalı bir sistem kurmuş ise de, XIV. Louis’ninyayınladığı ve ‘inanç birliği’ni esas alan Nantes Fermanı’yla ülke yenidenbir kaosa sürüklenmiştir. Böylece, Fransa’da din, Fransızlar arasındaki birlikve kraliyet ile tebeası arasındaki uyum yerine, zorla kabul ettirilmek istenenKatoliklik şahsında toplumu bölen bir müesseseyi temsil etmiştir.

    İngiltere’de ise, siyasî otorite olan kraliyetin din konusundaki tavrı çokdaha farklı hatta aksi yönde bir mecrada gelişecektir. İngiltere kralınınmevcut toprak zenginleri ya da baronlarla anlaşması oldukça güçtü. Ancak,14. yüzyıldan itibaren İngilizce dili, hem İngiltere toprağında yaşayanlarıhem de civar adalarda yaşayanları birlik haline getirecek önemli birkültürel alt yapı sağlama görevini yerine getirecektir. Meşhur İngilizceklasiklerden olan Canterbury Masalları bu dönemde kaleme alınacaktır.Özellikle Kitab-ı Mukaddes’in İngilizceye çevrilmesiyle birlikte,İngilizcenin hem üst, hem alt, hem de kilise hizmetçileri sınıfları arasındayayılmasını sağlamış ve bu sınıfların kutsal metne doğrudan müracaat etmeimkânlarını da doğurmuştur. Tabiî, bu durum Katolik Kilisesi’nin resmî dilive din dili olarak kabul ettiği Latinceye ve dolayısıyla Katolik Kilisesi’nemesafeli davranılmasına yol açmıştır. Nihayet, Katolik Kilisesi ile İngilizKrallığı arasında ortaya çıkacak olan gerilimle, İngiliz halkı ile Kilisearasındaki ilişkinin tamamen kopmasını beraberinde getirmiştir. Böylece,dil ile başlayan siyasî birlik, dinî birliğin oluşmasına da önemli katkıdabulunmuştur. Sonuçta, İngiltere’de VIII. Henri zamanında devletin resmîdini ve inancı ‘İngilizcilik’ yani Anglikanizm olacaktır. Martin Luther’inteşvikiyle başlayan ve halkın yerel diline önem veren Protestanlık, böyleceİngiliz millî bilincinin temel esaslarından biri olur. Gerçekten, bütünHıristiyanları sadece iman etmeleri sebebiyle ‘eşit’ gören bir anlayışa sahipolan Protestanlık, yerel dillerde tercüme edilen metinler vasıtasıyla kutsalkitabı okumayı teşvik etmesi dolayısıyla, farklı millî kimliklerin oluşmasıve belirginleşmesinde önemli etkisi olmuştur. Bu çerçevede; millî hissiyatın tebellür etmesinde Kalvinizm’in Hollanda’daki etkisi ile Kuzey İskandinavülkelerindeki Lüteryanizm’in etkisi göz ardı edilemez. Bugün dahi,Devlet teşkilatıyla işbirliği içerisinde kurulan kiliselerin Protestanlardanoluşmasında şaşılacak bir durum yoktur.

    Belli bir ‘milliyet’e mensup olmak bilinci ve düşüncesi 15.yy.-18.yy.arasında henüz tüm toplumu içine alacak şekilde yaygınlık kazanmamıştır.Bu yüzyıllar arasında, söz konusu bilinç genellikle devletin elit kesiminioluşturan siyasî şahsiyetler, Kilise teşkilâtının üst rütbelerinde görevyapanlarla seçkin kimseler arasında yaygındı. Bir anlamda, belli bir ‘milleteve milliyete mensup olma’ bilincine sahip olanlar sadece bunlardı denebilir.Bu mensubiyet bilincinin geniş halk kitleleri arasında yaygınlaşması, tamda 19.yy.’da Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’da ortaya çıkacak olan‘demokratik halk hareketleri’ ile birlikte olacaktır.

    Gerçekten, Dieckhoff ’un da belirttiği üzere, modern anlamda belli birtoprak parçasında doğuştan ya da kader icabı mensup olunan belli bir sınıflasınırlı olmaksızın belli bir siyasî amaç etrafında birleşen ve vatandaşlık ortakpaydası ile bağlı olunan bir milliyete mensup olma fikri, bu yönüyle ‘yatay’bir temele dayanmaktadır. Bu milliyet tanımı, her türlü sosyal, kültürel vedini farklılıkların üstünde ve onları kucaklayan bir tanımdır. Bu yönüyle‘demokrat milliyet’ olarak da tanımlanmaktadır. İngiltere’de, 1801’dekidüzenlemelerle Katolikler ve Yahudilere uygulanan dışlayıcı kanunlarlağvedilmiş ve onların da ‘İngiliz milliyeti’nin eşit bir vatandaşı olduğu kabuledilmiştir. Demokratik vatandaşlık, yapısı gereği her türlü dini mensubiyetinoluşturduğu cemaat fikrinin üstünde bir yapılanmayı gerektirmektedir.Böylece, modern seküler devlet olmanın bir gereği olan ‘tarafsızlık’ ilkeside gerçekleşmiş olmaktadır. Zira, modern devlet anlayışında her türlü dinîreferans bir ‘ayırıcı’ unsur olarak kabul edilmektedir. Bu ilkenin istisnası,tamamının veya tamamına yakınının aynı dine mensup olduğu homojenvatandaşa sahip olan ülkelerdir denebilir.

    Kimilerine göre, dinî temel referansları arasından çıkaran ve ‘milliyeti’esas alan seküler devletin yeni ‘dini’nin ‘milliyetçilik’ olduğu belirtilmektedir.Bu modern ‘yeni dinin’ ritüellerinin ‘millî bayramlar’, sembollerinin‘bayraklar ve marşlar’, mabedlerinin ‘kamu binaları, anıt mezarlar’, dinadamlarının ‘siyaset adamları’ olduğu belirtilmektedir. Hatta, öyle ki, bazı‘ortak inançlara’ da sahiptirler: ortak kader, bölünmez birlik, ebedilik gibi.

    19. yüzyılda, yukarıda işaret edilen ortak ‘milliyet bağları’ üzerinde okadar fazla durulmuştur ki, sonunda, kendilerine ait devletleri olmayan‘topluluklar’ın ve ‘cemaatlerin’ ‘millî taleplerde bulunma’larının önünüaçmıştır. Bu durum, özellikle araştırma konusunu teşkil eden Avrupa’daki‘yahudi cemaati’nin bir ‘milliyetçi hareket’ olarak ortaya çıkan ‘siyonizm’örgütlenmesi ile ayrı bir ‘milli devlet’ talep etme faaliyetleri aynı dönemerastlamaktadır.

    II. Bir Siyonist Proje Olarak ‘Yahudi Milleti’nden ‘Yahudi Milliyetçiliği’ne

    Yahudilik, yaşayan ilâhî kaynaklı dinlerin en eskisi, fakat mensubuen az olanıdır. Bugün yeryüzünde Yahudiliği din olarak benimseyenlerinsayısı 18-20 milyon civarındadır. Bunların 4,4 milyonu İsrail’de, 6milyonu A.B.D.’de, geri kalanı Avrupa’da ve dünyanın diğer ülkelerindeyaşamaktadır. Geçmişi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin en önemliözelliklerinden biri, İsrailoğulları ile Tanrı arasındaki ‘ahd’e kutsalkitaplarında geniş yer ayrılmasıdır. Bundan dolayı bu din, bir “ahit” diniolarak da bilinmektedir. İsrailoğulları’nın başına gelen bütün sıkıntılarınonların bu ahde uymamalarından, verdikleri sözü yerine getirmemelerindenkaynaklandığı, hem kendi kutsal kitaplarında, hem de Kur’ân-ı Kerîm’debelirtilmektedir. Bu dinin mensupları, dünya literatüründe Yahudi, İbranî,İsrailoğulları gibi terimlerle adlandırılmaktadır.

    Kutsal kitaplarında yer alan ifadelere göre Yahudiler, kendilerini dünyamilletleri arasından seçilmiş kavim olarak görmektedir. Onlara göre, Tanrı,Sina’da bu kavmi kendine muhatap kılmış, onlarla ahitleşmiş, onlardanemirlerine uyacaklarına dair söz almış ve Hz. Musa’nın şahsında Tora’yı(Tevrat’ı) onlara göndermiştir. Ancak, Kutsal Kitap’ta yer alan bu ifadeler,etnik bir birlikten değil, belli bir imanı benimsemiş bir ‘dinî cemaatten’ sözetmektedir. Aksi takdirde, Yahudiliğin asırlardır farklı milletler, ırklar vekültürler arasında yayılmış olması; dini yaymak için farklı ülkelere tebliğfaaliyetlerinin yapılması açıklanamamaktadır.

    Daha önce de işaret edildiği üzere Yahudilik, kökeni itibariyle ırkadayalı bir milliyet anlayışını benimsememiş olsa da, tarih içerisinde gelişenbirtakım olayların etkisiyle mevcut din mensuplarını diğerlerinden ayıranyeni formülasyonlar gelişmiştir. Özellikle, Yahudi kutsal kitabındakiİsrailoğulları’nın diğer milletlerden farklılığı yönündeki vurgular, önceleribu dinin farklı milletlere yayılmasında herhangi bir etkisi olmazken,sonraki dönemlerde yaşanan sosyal ve politik olaylar mensuplarının dışakapalı bir topluluk olması yönünde bir veri olarak değerlendirilmiştir.Tarih içerisindeki bu içe kapanış, Yahudiliğin diğer İbrahimî dinlerdenHıristiyanlık ve İslâm gibi çoğalmasının en önemli engellerinden biriolacaktır. Ancak, yaşanan bu olumsuz tecrübelerde bile, Yahudiliğin bir‘ırka’ veya bir ‘etnisiteye tahsis edilmiş’ bir din olduğu algısı oluşmamıştır.Bunun aksini iddia edenler, bizzat Yahudilik tarihi ve farklı milletlere vecoğrafyalara mensup Yahudilerin varlığını izah edememektedirler.

    Modern ‘ulus devlet’ fikrine dayalı Yahudi milliyetçiliği fikri, bir siyasîaraç olarak ‘siyonist ideoloji’de ifadesini bulacak ve Yahudi tarihî ve dinîmetinleri kendi ideolojisine uygun bir şekilde yeniden formüle edecektir.Buna göre Siyonizm, ‘Yahudi halkının tarihî yurtlarına dönüşü’ mânâsındaFilistin’de Yahudi devleti kurmayı hedefleyen siyasî hareketi belirtir. Bugörev, geleneksel dinin temsilcisi olan rabbiler ve hahamlara rağmenve onların dışında modern dönemin seküler ‘din adamları’ olan Yahudientelijentsia tarafından gerçekleştirilecektir. Bu durum, şüphesiz gelenekseldinî değerleri temsil eden hahamların tepkisini çekecektir. Bu yeni sekülerSiyonizm ideolojisine göre Yahudilik, ‘Yahudi milliyetini oluşturan kültürunsurlarından sadece biridir’, başka da bir şey değildir. Kutsal bilgiyi ve bunuelinde bulunduran hiyerarşik yapıyı reddeden bu ideoloji, buna alternatif olarak seküler bilgiyi temsil eden ve herkesin ‘kolayca’ ulaşabileceği ‘popülerya da halk kültürü’nü üstün görmektedir. Asıl itibariyle, bu strateji ile Siyonisttemsilciler kendilerini destekleyen büyük bir kitlenin desteğini kolayca eldeetmeyi amaçlamışlardır. Kendi geleneksel dinî otoritelerinin zayıflatıldığıve hatta yok edildiğini gören hahamlar, Siyonizm’in bu girişimini şiddetleeleştirmiştir. Bu yüzden, günümüzde dahi Siyonist milliyetçi ideolojiyi veonun ürünü olan İsrail’in varlığını geleneksel din temsilcileri olan rabbilerve hahamlar, dinî öğretilerin birtakım dünyevî ideolojiler uğruna tahrifedildiğini öne sürerek reddetmektedirler.

    19. yüzyıl sonlarında Doğu Avrupa Yahudileri içinde ortaya çıkan,ardından bütün dünya Yahudileri arasında yayılan siyonizmin siyasî,sosyalist, kültürel, revizyonist ve dinî-mesihî omak üzere çeşitli açılımlarıortaya çıkmıştır. Ancak, tamamının ortak yönü, ‘Yahudi milliyetçiliği’ninesas kabul edilmesidir. Siyonizm’in sistemli bir siyasî hareket olarakkurucusu Theodor Herzl kabul edilmektedir. Herzl, ayrı bir ırk ve milliyetolarak ayrı bir devlete sahip olmaları gerektiği fikrini 1896’da Almancayayınladığı Judenstaat adlı eserde kaleme almıştır. Bu eserinde özellikle‘diaspora’dan ‘kutsal topraklar’a dönüşü (aliyah) ve Filistin’de bir Yahudiyurdunun kurulması fikrini işleyecektir. Bunun için birçok kongredüzenlenir ve bu kongrelerde Yahudi ulusal duygularının oluşturulması vekuvvetlendirilmesi yönünde kararlar alınır. Bu hedefini gerçekleştirmede,öncelikle bazı ‘mit’lerin ve ‘kurguların’ oluşturulması gerekmekte idi. İşte,‘Yahudilerin sürgün hayatı yaşadığı’ ve ‘vaadedilmiş toprak’ mitleri bukonuda önemli bir işlev görecektir. Bu fikirler, belli bir ‘Yahudi ırkının vemilliyetinin’ varlığı konusunda ikna edici bir fonksiyon icra edecektir. Bufikirler bütün dünya medyaları ve basın-yayın imkânları, konferanslar vearaştırmalarla desteklenecektir.

    Dinî değerlerin üstünlüğünü kabul etmeyen Siyonist düşüncenintemsilcileri, bununla beraber, kendi milliyetçi ve ırkçı ideolojilerini‘Yahudi cemaati’ne kabul ettirebilmek için dini değerleri kullanmaktançekinmemiştir. Ancak, bu milliyetçi Yahudilere göre ‘din’, ‘ortak etnikbilinci ve kültürel birliği’ sağlamaya hizmet ettiği için değerlidir veönemlidir. İlginçtir, 19. yüzyıldaki bütün milliyetçi akımlar aynı yöntemikullanmışlardır. Bunlar içerisinde Polonyalılar, Ermeniler, Sırplar, Hırvatlar,İrlandalılar ve Yunanlılar hep aynı yönteme başvurmuşlardır. Böylece diniaidiyet; cemaat ruhunun ve sosyal bağın temellendirilmesinde, korunmasındave devam ettirilmesinde hizmet etmiştir. Bu yüzden milliyetçi liderler, dinincemaatin belli bir etnik birlik içinde bulunmasını sağlaması işlevini daimadesteklemişlerdir.

    Fakat, geleneksel dini temsil eden hahamlar ve rabbiler, milliyetçi liderlerin‘dine’ bu önemi vermelerinin gerçekte, dinî değerler ve kavramların içiniboşaltmayı da beraberinde getirdiğinin fakındadırlar. Gerçekten, milliyetçiideolojinin temsilcisi olan aydınlar, Yahudi dinine mensup olanlarınkimliklerini siyasî ve kültürel boyutunu ön planda tutan bir formülasyonlayeniden formüle edecekler. Yahudi dininin bu formülasyondaki yeri, genişbir tanımı yapılan folklorun, edebiyatın, tarihin ve dilin de bir unsurunu teşkil ettiği ‘milli kültürün’ içinde belli bir fonksiyonu icra eden basit vesıradan bir unsuru olmaktan ibarettir. Oysa, Yahudi cemaatinin gelenekseldinî temsilcisi olan hahamlar ve rabbilere göre, milliyetçi Siyonist ideolojiYahudiliği cemaatin referansı değil, cemaatin kendisi Yahudilik içinreferans oluşturmaktadır ve bu bir ‘sapkınlık’tır. Bu yönüyle milliyetçiideolojiler, dinin ilahî boyutunu ihmal ederek dünyevî yönünü kendilerinegöre dikkate almaktadırlar. Bu ise, dinin başlı başına dünyevî bir algısıdırve geleneksel din anlayışından ayrı bir dünya kurgusuna dayanmaktadır.Buna göre, yukarıda da işaret edildiği üzere, milliyetçi Siyonist ideoloji birsapkınlık olarak telakki edilmiştir.

    Siyonist milliyetçi ideolojinin radikal savunucuları kabul edilen‘Nietzcheci siyonistler’den Yosef Haim Brenner ve Mikha Berdichevski’yegöre dinî değerlerin tamamından vazgeçilmelidir. Onlara göre, bu gelenekselYahudi anlayışı, yüzyıllarca Yahudileri insanca yaşayamamalarının ve kendiiçine kapanmalarının sorumlusudur. Bu radikal Siyonistlere göre Yahudiler,din ile bağlarını bütünüyle koparmalıdırlar. Siyonist politikacılardan BenGurion’a göre, ‘siyonist milliyetçilik’ Yahudileri ‘dinî tarihin bir nesnesi’olmaktan çıkarıp, onları ‘seküler tarihin bir öznesi’ haline getiren birdevrimdir.

    Buna göre, Siyonist milliyetçilik ‘tanrı merkezli bir din’ olan Yahudiliği,‘insan merkezli bir ideoloji’ haline getirmiştir denebilir. Bu anlayışa göre,Kutsal Sözü vasıtasıyla göçebelerden oluşan insanlarla ahid yapan ve onlarıbir ‘millet/cemaat’ haline getiren bir Tanrı’dan bahsedilemez. Yahudimilliyetçilerine göre, doğrudan doğruya kendi tarihine kendisi anlam verenbir halktan bahsedilebilir.

    Shlomo Sand’ın da ifade ettiği üzere, genellikle alışılanın aksine, Siyonistideoloji ortaya çıkana kadar Yahudiler hiçbir zaman bir ‘ırkı’ veya ‘milliyeti’temsil etmemişlerdir. Dünyanın birçok yerinde ve farklı coğrafyalarında varolan Yahudiler, aktarıldığının aksine, Romalıların Kudüs’ü işgali sonrasıyaşanan sürgünle oluşmamıştır. Bugün, yapılan araştırmaların da gösterdiğiüzere, dünyadaki mevcut Yahudilerin tamamı, Kuzey Afrika’daki, GüneyAvrupa’daki ve Ortadoğu’daki insanların ‘ihtida etmesi’ ile meydanagelmiştir. Yahudiler, söz konusu coğrafyaların tamamında kendi dinleriniyaymışlar ve tebliğ faaliyetlerinde bulunmuşlardır.

    Bu tarihî ve coğrafî veriler, kimilerinin iddia ettiği gibi Yahudilerintamamının Davud’un kurduğu krallığın yok olmasıyla dağılan bir halkınçocukları olmadığını da göstermektedir. Öyle ki, Yahudilik dinine farklımilletlerin geçişlerinin en açık örneklerinden biri de, şüphesiz 8.yy.’da HazarTürkleri’nin toplu halde ihtida etmeleri olayıdır. Burada, 1958’te UNESCOtarafından yayınlanan Prof. Juan Comas’ın Modern Bilimin Irk Sorunuadlı çalışmasında da belirttiği gibi, ‘isteyerek ya da zorlanarak durmadangöç etmiş, pek çok sayıda ulusla ilişki kurmuş Yahudiler, ırk bakımındankarışık olup; dünyanın her halkıyla ortak özellikler göstermektedir.’ Bunagöre, her ülkenin Yahudisinin vücut yapısı, o ülkenin halkının boyuyla veyapısıyla orantılı olarak değişmektedir. Nitekim, Tevrat’ta da İbraniler’inçeşitli ırklardan oluşan Amoriler, Hittiler ile evlendikleri ve yukarıda daişaret edildiği gibi, Etyopya’lı Falaşalar, Çin’li Kai-Feng’ler, İtalyan aileleri Antakyalı Yunanlılar ve birçok değişik ırk grupları Yahudiliği kabuletmişlerdir. Öyle ki, 1921 ile 1925 yılları arasında Almanya’daki Yahudidinine mensup olanların evliliklerinin % 42 ‘si yabancılarla olmuştur.

    Yahudiliğin Babil Sürgünü’nden sonra millî bir din haline getirildiği;bu dinin tek Tanrı’ya, vahye dayanan kutsal kitaba ve peygamberlere yervermesiyle millî dinlerden, millîleştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle deilâhî dinlerden farklı bir durum gösterdiği kanaati yaygındır. Oysa bugün,Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, millet mi olduğu tartışmaları oldukça modernbir tartışmadır. Tarihçiler, Yahudilerin ne Babil sürgününden, ne de ikincibüyük sürgünden sonra İsrailoğulları’nın nereye gittiklerine dair hiçbirbilgi, belge ve kaydın olmadığını belirtmektedirler. Buna göre, asıl itibariylebütünüyle yeryüzüne dağılmış bir ‘ırk’tan, etnik varlıktan ve ‘milliyet’tensöz etmek mümkün değildir. Bu konudaki araştırmaları ile meşhur olanve kendisi de Yahudi olan Shlomo Sand’a göre, tarihte meydana gelenolayın aslı, Akdeniz çevresinde oturanlar, Türk-Hazar boyları ve Slavlar’danoluşan bazı halkların Yahudiliği bir din olarak kabul etmelerinden ibarettir.Bugün, Doğu Avrupa’da yaşayan ve Aşkenazlar olarak adlandırılanYahudiler, Türk-Hazar Yahudilerinin uzantılarından başkası değildir. Budurum tarihî olarak bilindiği halde, Siyonist milliyetçilerin uydurduğu‘sürgün’ mitolojisine uygun düşmediği için görmezden gelinmektedir.Sand’a göre, bugün Avrupa ve Akdeniz çevresinde yaşayan Yahudilerinhiçbirisinin ataları itibariyle kökeni Filistin toprakları değildir. Ona göre,genellikle anlatıldığı üzere, Yahuda toprağından hiç kimse ve özellikle deYahudi vatandaşlar toplu halde bir sürgüne götürülmemiştir. Bu iddia,tarihen incelendiğinde, sonradan erken dönem Hıristiyanlar tarafındanüretilmiş bir efsaneden ibarettir. Sand, bu konudaki iddiasını bir adımdaha ileri götürmekte ve tarihte var olduğu söylenen Yahuda devletininvatandaşlarının gerçek varislerinin bugünkü Filistinliler olduğunubelirtmektedir. Shlomo Sand’a göre, bugünkü Filistinliler aslında İslam’aihtida etmiş Yahudiler’dir. Filistin topraklarında yaşayan ve Yahudi dininemensup olan bu eski Filistinli halk, İslam’ın bu toprakları fethetmesiylebu dine geçmişlerdir. Böylece Sand, Yahudiliğin ırkla bir bağlantısıolacaksa, bunun gerçek temsilcisinin Filistinliler olabileceğini, Avrupa vediğer ülkelerdeki Yahudilerin Filistin’den gönderilen tebliğciler tarafındansonradan ihtida edenler olduğunu belirtir.

    Shlomo Sand’a göre, ‘Yahudi milliyeti’ fikri, asıl itibariyle bir asırönce ‘uydurulmuş’ İsrail Devleti’nin kuruluşunun önemli mitoslarındanyani efsanelerinden biridir. Tel-Aviv Üniversitesi’nde öğretim üyesi olanProf. Sand, bu görüşlerini hem tarihî, hem de arkeolojik araştırmalaradayandırmaktadır. Arkeolojik ve tarihî veriler, Yahudilerin hiçbir zaman‘Kutsal Toprak’lardan sürülmediğini göstermektedir. Bu yüzden, bugünkendini Yahudi olarak tanımlayanların birçoğunun bu topraklarla hiçbirtarihi bağı yoktur. Bu nedenle, gerçekte İsrail devleti diye bir devletinkurulmasının ve varlığını sürdürmeye çalışmasının hiçbir tarihi somuttemeli yoktur.

    Sand’a göre, bir asır öncesine bakıldığında bu algının ne kadar farklıolduğu görülebilir. Ona göre, 19.yy.’a kadar Yahudiler için bugünkü Filistin toprakları, gidip yerleşilecek bir yer olarak görülmemekte idi. İnançlarıgereği, orası sadece gidip ziyaret edilecek bir yer olarak kabul edilmekteidi. Kaldı ki, tarih boyunca, Yahudiler hiçbir zaman orayı ziyaret etmektenmen edilmemişlerdir. Hac ibadetini yerine getirmek isteyenler söz konusu‘Kutsal Toprağa’ gider ziyaret eder ve tekrar kendi ülkesine dönerdi.Nitekim, Yahudi inancına göre ‘Kutsal Topraklar’a yerleşme ancak ahirzamanda Mesih’in gelmesiyle gerçekleşeceğine inanılmakta idi. Bu inançgereği de kimse oraya gidip bir ülke kurmayı düşünmemekte idi. Oysa, buinanç 19.yy.’ın ikinci yarısından itibaren milliyetçi akımların ve özellikleSiyonistler’in bu topraklarda bir ‘Yahudi devleti’ kurma arzuları ve politikhedefleriyle değişime uğratılmıştır. Buna göre, ‘Kutsal Topraklar’ kavramı‘İsrail Toprağı’ ile yer değiştirdi ve buna uygun hiçbir tarihî gerçekliğedayanmayan efsaneler üretilmiştir. Sand’a göre hem ‘Yahudi milliyeti’,hem de ‘İsrail toprağı’ kavramı tamamen birer efsaneden ibarettir. Böylece,yaşadıkları ülkede ayrı bir dine inanmaktan başka diğer vatandaşlarıyla hiçbirfarkı olmayan ‘yahudi cemaat’ler, geçtiğimiz yüzyılda ayrı bir milliyete veırka sahip topluluk oldukları efsanesine inandırılmaya başlanmıştır. Siyonistmilliyetçi akımlar tarafından din farkı; milliyet ve ırk farkı olarak işlenmeyebaşlanmıştır.

    Sonuç

    19. yüzyılda ortaya çıkan milliyetçi akımlar, içinde bulunduklarıtoplumun dinî değerleri ile kendi politik çıkarlarına göre çeşitli ilişkiformları geliştirmişlerdir. Buna göre, bazen din millî birliği tehdit edenbir unsur, bazen çoğulculuğu sağlayan bir yardımcı değer, bazen de millîbirliği sağlayan önemli bir ‘kültürel unsur’ olmuştur. Geleneksel dinalgısından vazgeçildiği modern dönemde din, diğer kültürel unsurlar olandil ve folklor gibi bir unsurdan ibaret görülmüştür. Dinin müteal ve aşkınözelliği tamamen reddedilmiş ve seküler dünya görüşünü destekleyecek vekolaylaştıracak ölçüde politikada ve yönetimde yer verilmiştir.

    Bu durum, modern bir milliyetçi akım olan Siyonizm için de sözkonusudur. Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşıldığı üzere, Yahudiliğinyakın tarihini araştıranlar, ‘Yahudi milliyeti’nden ve ‘ırkından’ ya da‘etnisite’sinden bahsedilmesinin modern bir tanımlama olduğunda hemfikirdirler. Çağlar boyunca Akdeniz çevresi, Slav, Türk-Hazar topluluklarıve Uzak Doğu’daki Yahudiler, bu toplumlara mensup insanların Yahudidinine ihtida etmeleri sonucunda oluşmuştur. Siyonist milliyetçilerin ayrıbir ‘etnik’ birlik ve ‘ırk’ olarak takdim ettikleri ‘Yahudi milliyeti’, 19. yüzyıldaortaya çıkan milliyetçi akımların sonucunda formüle edilmiş bir kavramdır.Söz konusu milliyetçiler, Filistin topraklarında ‘İsrail devleti’ diye bir devletkurabilmek için, hiçbir tarihî gerçekliği olmayan bazı efsaneler üretmeyide ihmal etmemişlerdir. Bir Yahudi profesörü olan Shlomo Sand’a görebu efsanelerin en önemlileri, ‘Yahudi milliyeti’, ‘Yahudi sürgünü’ ve ‘İsraildevleti’dir.

    Bibliyografya

    1. Alain Dieckhoff, ‘Nationalisme’, Dictionnaire des Faits Religieux, Paris 2010, s. 787-793.

    2. M. Lutfullah Karaman, ‘Siyonizm’, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2009, c.37 , s. 329-335.

    2. Shlomo Sand, Comment le Peuple Juif fut Inventé: De la Bible au Sionisme, Paris 2088.

    3. Shlomo Sand, Comment la Terre d’Israel fut inventée, çev.: Michel Bilis, Paris 2012.

    4. George Foot Moore, History of Religions, New York 1949, c.2, s. 99-106.

    5. Pierre Stamboul, ‘Note de lecture: ‘Comment la Terre d’Israel fut inventée’, http://leuwen.perso.neuf.fr/Stambul-Sand.pdf.

    6. Jean-Marc Lévy-Leblond, ‘Shlomo Sand, Comment la Terre d’Israel fut inventée’, http://culture.univ-lille1.fr/fileadmin/lna/lna64/lna64p32.pdf.

    7. Yusuf Besalel, ‘Irksal Açıdan Yahudilik’, Yahudilik Ansiklopedisi, İstanbul 2001, c. 1, s. 227.

    8. Shlomo Sand : ‘Comment le peuple juif fut inventé : De la Bible au sionisme’, Jonathan Cook ileröportaj, The National, 2008, http://contreinfo.info/article.php3?id_article=2258.