Köprü Anasayfa

İnsan Hakları

"Güz 2006" 96. Sayı

  • "İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğüdür"

    "Human Rights are Indicators of the Superiority of Law"

    Konuşan: Ahmet DURSUN

    Mehmet ALTAN

    Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi öğretim üyesi.

    "İnsan Hakları" nedir, gücünü nereden almaktadır? Bu kavramın çıkış noktası nedir? İnsan onurunun insan hakları açısından önemi nedir?

    İnsan haklarını dönemlere göre tanımlamak lazım. Sanayi dönemiyle birlikte mutlak monarşilerin sona ermesi, kilisenin egemenliğinin ortadan kalkması, sanayileşmenin uç vermesi, insan aklının doğayı açıklamaktaki en önemli etkin odak haline gelmesi, sanayileşme ile birlikte kol gücünün gündeme gelmesi, köleliğin bitmesi, o sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan tablo ve zaman içinde işçi sınıfının haklarını araması, ekonomik ve sosyal haklarının peşine düşmesi ve bu hak savaşında burjuvazi ile proletarya arasındaki gerginliklerin ve çelişkilerin bir belirli noktada denge durumuna gelmesi insan hakları kavramını doğurmuş. Yani kölelikten işçiliğe geçişin bir sonucu olarak bireyin doğması, bireyin oluşması sonucu sanayi döneminin bir kavramı; fakat bugün daha farklı bir noktadadır. Çünkü, insan hakları evrensel beyannamesi, bir şekilde uluslararası bir anlaşmadır. Devletler buna imza atmışlar; ama insan hakları evrensel beyannamesinin kabul edilmiş olmasına rağmen bütün dünyada uygulandığını söylemek zor. Devletler iç egemenlik haklarını zaman zaman kendi vatandaşlarının, halklarının aleyhine kullanmış ve dünya buna bir şey yapamamış. İnsan hakları kabul görmüş ama uygulamasında hep sorun çıkmış. Bugün yeni bir aşamaya gelindi; çünkü kol gücünden beyin gücüne geçen bir dünya var. İnsanoğlu artık kol gücüyle üretme noktasından yavaş yavaş kopuyor ve beyinsel yaratıcılığa doğru gidiyor. Şimdi insanın beyni en büyük zenginlik kaynağı olmaya başladı. Nitekim geçenlerde Forbes Dergisi dünyanın en büyük zenginlerini açıkladı. Bunların ilk on-on birinde yeni teknolojiler var, başında da Bill Gates var. Aklın yaratıcılığı, beyinsel çalışma kalıpları, aynı zamanda beyni model alan teknolojiler insan haklarını bu kez sadece görünürde, göstermelik bir anlaşma olmaktan çıkartıp bütün dünyanın kabul etmek zorunda olabileceği yeni bir anlayış içine koydu. Tabi bu da hemen istediğimiz noktaya gelmiyor, ama şimdi dünya insan hakları ihlallerine karşı müdahale etme hakkını da elde etti. Hem NATO'nun stratejisi değişti hem de Paris Şartı bu imkanı verdi; yani küresel bir macera yaşıyoruz, bir çağ bitiyor bir çağ başlıyor. Bu değişimdeki en önemli unsurlarından biri bu insan hakları kavramının vazgeçilmez hale geliyor olması. İnsan hakları kavramının evrenselleşmesi, vazgeçilmez hale gelmesi dünyanın en önemli kavramları, ilkeleri olması açısından önemli. Şimdi, bu yeni dönem bu açıdan çok önemli. İnsanoğlu beyniyle çalışmaya başladığı zaman insan hakları çok önemli hale geliyor. Bir de tabi bir başka noktası var insan haklarının. İnsan onuru olmayan bir toplumda gelişme olmuyor. Uluslararası sistem nitelikli bir mal üretir hale geldi. Beyinsel bir yaratıcılığın ürünlerini üretip satıyorlar; mesela bilgisayarlar… En yüksek nitelikli teknolojik yapılar. Onu alacak insanın da doğru dürüst bir ülkede yaşıyor olması lazım. Bu açıdan demokrasi ülkelerdeki kargaşayı azaltıyor. Piyasa ekonomisi kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasını ve zenginleşmesini sağlıyor. İnsanoğlunun bir şekilde hak ettiği noktaya erişmesini, kendine, özenle hayata bakmasını ve toplum tarafından ona saygılı davranılmasını sağlıyor. Nitelikli malların gelişmesinin bir sonucu olarak da böyle bir durum var.

    Aklın ve beynin ön plana çıkmasından bahsettiniz? Salt akıl yeterli midir? İnsan haklarının gerçekleşmesinde vicdanın rolü yok mudur?

    Vicdan evrensel hukuk kuralları tarafından da ifade ediliyor. Vicdan dediğiniz nedir? Bunu ne ölçer? Adalet… Hukuk bilimi aynı zamanda vicdanın üstüne konulmuş bir ölçü mekanizmasıdır. Bugün itibariyle insan haklarının öne çıkma sürecinde, mesela bir küreselleşme var; ama henüz küresel vicdan oluşmadı; çünkü küreselleşmenin yeni hukuku oluşmadı. Bu kargaşanın netleştiği, bütün dengelerinin yerli yerine oturduğu yeniden düzenleme dönemi gelmedi.

    Hukuka göre insan bazı temel haklarla dünyaya gelir ve bunlar şahsa ait, devredilmez, vazgeçilmez haklardır. Buna rağmen insan hakları fikrinin çoğu kez mevcut inanışlar, hukuk düzenleri ve siyasi güçle çatışmasının sebepleri nelerdir?

    İnsanoğlu, aynı zamanda insan olmaktan dolayı elde ettiği hakları, kendisinin savunma noktasına gelmesiyle hayata geçirebilmesi mümkün. Şimdi, kendisine özenli olmayan, kendisini kutsal kabul etmeyen, kendi yaratıcılığının ve üreticiliğinin farkında olmayan, kendisine bu anlamda saygı göstermeyen yığınların olduğu ülkelerde insan hakları hayata geçmiyor. İnsan haklarının hayata geçirilebilmesi için insanların kendilerinin değerine, kutsallığına, en üstün varlık olduklarına inanması ve bunun gereği olan hakkı ve hukuku savunmaları lazım. Aynı zamanda bunu yönetimler açısından değil, yönetilenler açısından da düşünmek lazım. Siz bunu talep etmediğiniz vakit, kendinizin bu haklara doğal olarak sahip olduğunuza inanmadığınız vakit, insan hakları da hayata geçmiyor. Bu biraz toplumların gelişmişliği ile, toplumların bireyi doğurmasıyla, bireyin kendi haklarına sahip çıkmasıyla, insanoğlunun kendisine öz saygısı ve özgüveni olmasıyla bağlantılı bir iş.

    Bir yazınızda dünyada 11 Eylül'ün, bizde de 12 Eylül'ün ruhunu ve özünü kapitalizm belirliyor diyorsunuz. Siyasetin insan haklarını belirlemedeki rolü nedir? İnsan hakları neye göre belirlenmelidir?

    Bugün kapitalizm sosyal demokrasiye dönüşmüştür. Bugün kapitalizm de değişiyor. Yavaş yavaş insan, kutsallığın en kutsalı haline geliyor. Yani devletlerden, bayraklardan, sınırlardan çok daha önemli hale geliyor. Çünkü beyniyle en büyük zenginliği yaratan adam oluyor. Bugüne kadar, işte ilk başta tarım döneminde toprak üreticiydi, sonra kol gücüyle sermaye fabrikalarda üretir hale geldi. Bugün beyinsel yaratıcılık bütün bunların dışında büyük zenginlik yaratıyor. Söylediğim gibi Bill Gates buna bir örnek. İnsan bu kadar zenginlik kaynağı haline geldiği vakit de en dokunulmaz, en tabuların tabusu, en kutsalın kutsalı haline geliyor. İnsan böyle bütün kavramların önüne geçtiği vakit insan hakları çok farklı ve taviz verilmez bir şekilde uygulanır olacak.

    Söyledikleriniz Kur'an'ın ortaya koyduğu insan tipi ve bireyi merkeze alan adalet-i mahza anlayışı ile örtüşüyor.

    Bütün dinlerde insan kutsaldır; ama dinlerin hayata geçmesi, uygulanabilmesi evrensel hukukla mümkündür. O evrensel hukukun doğmasını sağlayan şartların oluşması lazım. Yani dinler olması gerekeni söyler; ama dinlerin olması gerekeni söylemesi işin olduğu anlamına gelmiyor. Dinlerle hukuk aynı istikamettedir. Dinin yasakladığını hukuk da yasaklar; ama yaptırımları farklıdır. Dinle hukuk arasında bir çelişki değil, bir paralellik vardır. Onun için dinin emrettiği, söylediği, kutsal saydığı insanın gerçekten kutsal olabilmesi, onu kutsal sayan bir hukukun hayata geçmesiyle mümkündür. O hukukun oluşması sosyal hayattaki dengelerle birebir ilgili.

    Dünyadaki mevcut siyasi yapılar göz önüne alındığında, insan haklarının gerçekleşmesini istemek rejim değişikliğini istemek olarak yorumlanabilir mi?

    İnsan hakları bir bütündür. Türban için hak isteyip de vicdani red için hak istemediğinde bunu algılamıyorsun demektir. İnsan hakları hukuksal bir bütünün adıdır. Sadece kendin için değil, tüm insanların haklarına sahip çıktığın vakit oluyor. Sadece hukuksal bir kavramla buna sahip çıkılamıyor. Bizde meseleler düşman yaratarak, başkasına yönelik bir hırçınlık yaparak çözülmeye çalışılıyor. Düşman yaratmadan işi çözmenin temeli insan haklarını kavram olarak algılamaktır. Siz insan haklarına sahip çıkanlara insan haklarının ne olduğunu sorduğunuzda, bunu hukuksal yapısıyla hangi konseptte değerlendirdiğine bakmanız lazım. Bütün herkesin haklarına sahip çıkmak, bunu bir bütün olarak algılamak, siyaseten bir parçasını peynir faresi gibi tırtıklamak değil, bütün olarak geçerli olmasına inanıldığı vakit hayata geçer. Bir siyasi kavganın değil, insan olmanın onuruyla, bütün, herkes için hakların hukuksal bir bazda savunulmasıyla bu daha sağlam bir hale gelecektir. Bizde en algılanmayan şey hukuktur. Hukuk meselesinde sıkıntı var. Biz de insan haklarını savunuyoruz diyenler bir hukuksal zemin anlamında bunu üretmiyorlar. Hukuk kavramı olmadan insan hakları olmaz. Hukukun ne olduğunu, ne anlama geldiğini bileceksin, hukuku herkes için savunacaksın. Hukukun üstünlüğü ile devletin birliği, düzenliği, bireyler arasındaki ilişkilerin düzenliliği anlaşılır. Hukuk kavramıyla hiçbir alakası olmayan, hukukun ne ürettiğini bilmeyen, hukuka gereksinim duymayan, aslında içinden hukuka inanmayan bir toplumda insan hakları olmaz. İnsan hakları mücadelesi de olmaz, kamplara göre siyaseten militanlık olur.

    Hukukun üstünlüğünün insan haklarını koruyacağını söylüyorsunuz.

    Başka bir şey değil. İnsan hakları hukukun üstünlüğüdür.

    Hukukun üstünlüğü nedir öyleyse? Bunun oluşmasında kamuoyunun rolü nedir?

    Bir toplumda devlet en üst örgütlenmedir. Devletten daha büyük bir örgütlenme yok. Devletin egemenlik hakkı, kural koyması ve kuralı uygulatma gücünden geliyor. Koyduğu kurala devlet uymak zorundadır. Mesela, bir sanığı yakalamak için polis suç işleyemez. Devletin o toplumun yönetimini kolaylaştırmak için koyduğu evrensel kurallara bizzat kendisinin de uymasıyla hukuk devleti ortaya çıkar. Kamuoyunun rolü, insan hakları bağlamında, hukukun üstünlüğü bağlamında, bunu bir şekilde çiğnemeye kalktığı an, muazzam bir demokratik tepki koyarak bunu engellemektir.

    Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde ülkemizde "uyum reformları" adı altında yapılan iyileştirmeleri insan hakları açısından yeterli görüyor musunuz?

    Bunları insan hakları açısından çok önemli adımlar olarak değerlendiriyorum. Fakat bunu Türk toplumu henüz içselleştiremedi. Mesela, bilgi edinme yasası… Bizim paramızla, vergilerimizle var ettiğimiz bir hizmet örgütü olan devletin bizim paralarımızla ne yapıp ne ettiğini sorgulayan çok önemli bir mekanizma; ama merak ediyorum bugüne kadar kaç kişi bilgi edinme yasasını kullandı. Yahut eşler ayrılmaya kalkmaları halinde mirası eşit paylaşmaları, milli güvenlik kurulunun gizli tüzüğünün ortadan kalkması, yahut etlerin çok daha nitelikli bir şekilde satılmasını düzenleyen yasa. Avrupa Birliği uyum yasaları sürecinde insanoğlunun yaşam kalitesinde muazzam bir artış var. Fakat bireyin bunu içselleştirmesi, bireyin buna sahip çıkması, bunu kullanması lazım; ama henüz o aşamaya gelemedik.

    301. maddede olduğu gibi, devletçi ve milliyetçi söylemlerle bunun önüne geçilmesi çabalarını nasıl yorumluyorsunuz?

    Türkiye'deki fay hattı, aslında Avrupa Birliği konusuyla bağlantılı. Avrupa Birliği'ne karşıysanız, Türkiye'nin dünyalaşmasını istemiyorsunuz demektir. Bu eskisi gibi, statükonun devamı, içe kapalı, iç sömürgeci bir mantığın devamı. Yok, Avrupa Birliği'nden yanaysanız buranın değişmesi, bireyin kutsallaşması, insanın her şeyden önce gelmesini istiyorsunuz demektir. Bunun etrafında büyük bir kavga var.

    AİHM gibi uluslararası mekanizmaların insan hakları açısından işlevi nedir?

    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, insan haklarını en ileri noktadaki tanımını yapan bir mahkemedir. Biz o mahkeme kararlarını yakından incelemiyoruz. AİHM'in türbanla ilgili kararını da incelemedik. Bunu incelediğimiz vakit bizim kamuoyuna yansıdığı gibi olmadığını görürsünüz. Mesela fikir özgürlüğünün ne olduğunu AİHM çok net bir şekilde tanımlamıştır. Şaşırtıcı, tahrik edici vs. bütün bir toplumun yerleşik düşüncelerini sarsan her türlü fikrin de düşünce özgürlüğü içinde kabulünü söylemiştir. AİHM'in tüm kararlarının mantalitesini incelememiz lazım. Türban kararı Türkiye'de büyük etki yaptı. İnançlıların AİHM'e, hukukla ilgili olmadıkları için mesafe koymalarına neden oldu. Hayata tüm insan hakları açısından bakmak önemli. Böyle bakmadığınız vakit olayı bir bütün olarak algılayamıyorsunuz demektir. Büyük resim gözden kaçıyor.

    Adalet ile insan hakları arasındaki ilişki nedir? Ferdi ve toplumsal hayatın her alanında adaletin hakim kılınmasının insan hakları açısından önemi nedir?

    İnsan hakları böyle bir hukuk olmadığı vakit hayata geçemez. Nitekim Türkiye'de geçemiyor, hukuk yoksa insan hakları da yoktur.

    Sizin ortaya koyduğunuz İkinci Cumhuriyet tanımlamasına bakarsak; insan hakları açısından Birinci Cumhuriyet ile İkinci Cumhuriyet arasındaki en belirgin farklar nelerdir?

    Bugün görüyorsunuz, Türkiye'de hâlâ vatandaşlık kavramı yok. Azınlıkların mal edinmesiyle ilgili tartışmalara bak. 74 yılında karar alıyorlar ve gayri Müslim vatandaşların mallarına el koyuyorlar. Varlık vergisini hatırla. Bugün hâlâ bir Ermeni vatandaş kaymakam olamaz. Alevilerin durumu ortada. Henüz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı hukuksal bir tanımdır. Birey ve devlet arasındaki anayasa ve yasalardan doğan hak ve yükümlülükleri içerir. Bu noktanın çok uzağındayız. Benim İkinci Cumhuriyet dediğim; Avrupa Birliği'nin İnsan Hakları Mahkemesinin tanımladığı dinamik evrensel hukuk kurallarının ayrım gözetmeksizin o ülkenin tüm bireylerine uygulanır hale gelmesidir. Bizde böyle bir durum maalesef yok.

    Demokrasi ve insan hakları arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Demokratik toplumlarda ortaya çıkabilen çoğunluğun hakim olması ilkesinin başkalarının haklarının kısıtlanması gibi bir problemi beraberinde getirdiği şeklinde görüşler de var.

    O, demokrasiyi bilmeyenlerin söylediği bir şey. Çünkü demokrasilerde taviz verilmeyecek konu, temel hak ve özgürlüklerdir. Demokrasilerde çoğunluk değil, azınlığın hakları önemlidir. Azınlığın hakları nedir? Azınlığın hakları temel hak ve özgürlükler tarafından tespit edilmiştir. Bunların ne olduğu en iyi şekilde Avrupa Birliği'nin temel haklar şartında gösterilmiştir. Bu Avrupa anayasasına da temel altlık oluşturur. Orada dün insan hakları evrensel beyannamesinden bugün nereye geldiğimizi çok iyi gösteriyor. Avrupa Anayasası'nın en büyük vasfı şudur; ilk defa bir anayasa, temel hak ve özgürlükleri, bireyin bütün hak ve özgürlüklerini anayasal madde haline getiriyor. Demokrasi dediğin şey çoğunluğun her istediğini yapabilmesi demek değildir. Çoğunluk ister; ama insan haklarını da içeren temel hak ve özgürlükler dönüştürülemez, değiştirilemez. Bunlar bir hukuk devletinde değişmez maddelerdir. Onun dışındaki siyasi vs. uygulamalarda çoğunluk geçerlidir. İnsanların bireysel haklarına, temel haklarına, insan olmaktan doğan haklarına hiçbir şekilde dokunamamak söz konusudur.

    Bediüzzaman, bütün beşeri ihtilallerin, fesatların, zulümlerin ve bütün ahlak-ı rezilenin kaynağının "Ben tok olayım, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!" ve "Sen çalış ben yiyeyim!" anlayışı olduğunu söylüyor. Bunun aşılması için sizce neler yapılabilir?

    Dünya bir taraftan bunları aşmaya çalışıyor. Bir süreç yaşanıyor. Yani dünya insan haklarında büyük bir mesafe alıyor. Avrupa Birliği Anayasası diye bir anayasa oluşuyor. Bunun temelini insan hakları oluşturuyor. Bu kolay bir süreç değil, zor bir süreç. Bütün toplumların aynı yere, aynı gelişmişlik düzeyine gelmesi lazım, aynı birey kavramına gelmesi lazım, toplumun aynı duyarlılığı üretmesi lazım. Dünya yavaş yavaş o istikamete doğru gidiyor. Neden? Çünkü üretim biçimi değişiyor. Üretim biçimi değişmese bunun olması çok zor. İnsan, beyniyle büyük zenginlik üretmeye başlayınca ister istemez insanı korumak gerekiyor. Onun için insan hakları çok etkin bir hale geliyor.

    Ama bir yandan hâlâ zulümler devam ediyor, hâlâ aç insanlar var. Hz. Peygamber'in "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" prensibi hayata geçirilse…

    Geçirilmek mecburiyeti var. 11 Eylül bunun gerekliliğini ortaya koydu. Eğer küresel olarak özgürlüğü sağlayan unsur zenginlik ise güvenliğin sağlanması için; dolayısıyla özgürlüğün sağlanması için dünyadaki eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesi lazım. Onlar giderilmeden olmaz. 11 Eylül… Amerika bütün dünya ile ilgili; fakat kendi zenginliğiyle dünya arasındaki dengesizlik üstünde durmuyor. Fakirlik dünyadan yok edilmedikçe güvenlik olmaz. Güvenlik olmayınca özgürlük olmaz. Onun için komşunun açlığı tokluğu meselesi, yeni sanayi sonrası toplumun en belirgin meselesi. Mesela Bill Gates'in Afrika'ya gidip orada yaptığı konuşmalar da bunu ispatlıyor. Dünyadaki eşitsizlik, adaletsizlik gitmeden bu söylediğimiz kuralın hayata geçmesi çok zor. Ama bu kural hayata geçmedikçe de güvenliği, huzuru, barışı sağlamak mümkün değil. Bunu bir süreç olarak algılıyorum. Tabi ki çok zor. Ama nereye gidiyor dünya? İyiye mi gidiyor, kötüye mi gidiyor? Bence sanayi sonrası toplumun bir öncekinden çok daha nitelikli olan değerlerinin yavaş yavaş zaman içinde oturacağını göreceğiz.

    Din ve vicdan hürriyetini insan hakları açısından nasıl değerlendirmek gerekir?

    Din ve vicdan hürriyetin temel hak ve özgürlüklerin bir tanesidir. İnsanları rahat bırakmak lazım. Türkiye'nin en büyük sorunu, insanların normalleşmesini engelleyen bir durum var. İnsanlar ne istiyorlarsa yapsınlar. İnsanları rahat bırak, nasıl yaşamak istiyorlarsa yaşasınlar. Zorbalık dışında, insanları rahat bırakmak lazım. Türkiye normalleşemiyor, sürekli korku üretiliyor, başkasına zorbalık yapmadığı, şiddet kullanmadığı sürece insanlar bırakın özel hayatlarında ne istiyorlarsa yapsınlar.

    İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde "başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilme" olarak tanımlanan özgürlüğü Bediüzzaman'ın "hem başkasına hem de kendine zarar vermeme" şeklindeki özgürlük anlayışı ile nasıl karşılaştırabiliriz?

    O doğru. Kendisine karşı zarar vermesi… sınırı zor. Mesela içki içerse kendisine zarar mı verir? İçkinin yasaklanması sağlık açısından bir başkasını normalde korumaktır. Kendisine zarar veriyor diye bunu önlemek mi lazım? Oradaki mesele, kendisine zarar veremesin ilkesinden yola çıkarak bir başkasına yaptırım uygulama; bunun faşizme, bir baskıya, totalitarizme dönüşmemesi lazım. Onun için de burada bireysel irade önemli.

    İnsan hakları açısından ülkemizdeki durumun pek iç açısı durumda olmadığı ortada. Bu olumsuz tablonun ortadan kalkabilmesi için neler yapılmalıdır?

    Tek bir yol görüyorum Türkiye için. Avrupa Birliği istikametinde çok hızlanmak. Biz dört yıl içersinde müzakereleri bitiremezsek Türkiye'nin uçağı düşer. AKP'nin yapması gereken Avrupa Birliği yolunda gaza basmaktır. Halbuki o bir milliyetçilik adı altında "en Türk kim?" yarışına girdi. Bir, böyle bir yarışa girdiğiniz vakit bunu sizden daha iyi yapacak olanlar vardır. İki, militarizme güç verirsiniz. Mesele "kim en Türk?" değil, "kim en dünyalı?" yarışması. Burada herkes "en Türk" ama birinci köprüyü Japonlar yaptı. Burada herkes "en Türk" ama bir yaşına gelmeden ölen bebekler konusunda biz şampiyonuz. Burada herkes "en Türk" ama, biz gelir dağılımı açısından en zengin ile en fakir arasında 25 misli fark olan bir ülkeyiz. "En Türk" yarışmasında muazzam bir iştiyak ve yarışma var; ama bir tane Nobel'imiz yok. Herkes "en Türk", ama patent üretmede bir sefalet konumundayız…

    Bireylere haklarını elde etmek hususunda neler tavsiye edilebilir?

    Hukuku kullanmak. Temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak. Senin hukuksal olarak bütün hakların var; ama sahip çıkman lazım. Hukuk açısından benim haklarım ne? Bunun için hukuk savaşı vermek gerekir. Benim herkese önerim, yaşamak istediklerinin karşılığı evrensel temel hak ve özgürlüklerde var. Herkesin buna sahip çıkması gerekir. Buna sahip çıkmadıkları için, çıkamadıkları için yahut hukuka inanmadıkları için olmuyor. Bunu isteyen herkesin muazzam bir hukuk savaşı vermesi lazım. Yani insanları hukuka yönlendirmek lazım. Bu inançlı kesimi, Türk'ü, Alevisi, laiğinin inanmadığı en ortak konu hukuk. Halbuki bunların hepsini hayata geçirecek olan şey hukuk. Kaçımız bu anlamda hakkımızı, hukukumu biliyoruz. Kaçımız bunun peşine gidiyoruz. Bir başka mesele; Aleviler Sünnilerle, Sünniler Alevilerle, laikler Müslümanlarla, Müslümanlar laiklerle… itişip kakışmaya gerek yok. Temel hak ve özgürlükler belli. Kuralları belli, her şeyi belli; ama hiçbir hukuk kulağı yok. Çünkü kimse hukuka inanmıyor, güce inanıyor. Öbürü bilmem ne olunca, laik Müslüman'ın ibadetini engelliyor, diğeri güçlü olunca onun içki içmesini engelliyor. Bu uygulamalarla hepsi zorba noktasına geliyor. Bunu itişmeden, kakışmadan yap. Zaten her şey hukuk tarafından belirlenmiş. Evrensel hukuk kurallarına sahip çıkacak bir bilinç olsa bu iş tıkır tıkır yürüyecek. Bizde hukuk olmadığı için yürümüyor işler. Hukuk da üretmiyoruz, hukuku da algılamıyoruz, hukuka sahip de çıkmıyoruz. Türk toplumu temelde güce inanıyor. Vurursun, çakarsın anlayışı var. Mazlum olunca ağlıyor, güç sahibi olunca hukuku yok sayıyor. En yürümeyen konu, en herkesin duyarsız olduğu veya algılamadığı konu, önemsemediği konu hukuk. İnsan hakları hukuksal bir konudur. Hukuk her şeyi belirleyen, netleştiren, tanımlayan, açıklayan, sağlamlaştıran çok önemli bir alandır. Bireyin devletle, bireyin bireyle, bireyin toplumla sağlıklı bir şekilde yaşamasını evrensel hukuk kuralları belirliyor.