Köprü Anasayfa

Küresel Kriz ve Said Nursi'nin İktisat Görüşü - II

"Yaz 2009" 107. Sayı

  • Krizin Çaresi: Zekât ve Sadakayı Yaygınlaştırmak, Faizi Terketmek

    The Cure for Crisis Generalizing Alms and Charity, Leaving Interests

    Hüseyin ŞAHİN

    Son zamanlarda hemen tüm dünya ülkelerini tesiri altına alan iktisadi bunalımlar ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan, isim noktasında her kesimin üzerinde ittifak ettiği “ekonomik kriz”, ister-istemez her kesimi ve hepimizi kendisiyle meşgul etmektedir.

    Bize göre bu problemin çıkış nedeni sermayenin tekelleşmesi, bunun tehlikeli boyutlara ulaşması ve dolayısıyla sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın olmaması sebebiyle toplumun fertleri arasındaki gelir dağılımı dengesinin aşırı derecede artmasıdır. Bu durum ise fakirlerin ve fakirliğin artmasını netice vermektedir. Hatta zamanla üretici ve satıcı durumundaki zengin kesim dahi malını satamaz hale düşerek, kendilerini de fakir hale getirerek, kendi elleriyle kendi kuyularını kazmışlardır. Zamanla tüm toplum fakirleşmektedir.

    Ortaya çıkan bu olumsuz konuda düşüncesi ve söyleyecek sözü olanlar elbette ki çareler ve çözüm önerileri üreteceklerlerdir. Bu bir zorunluluk arz etmektedir. Bu konuda pek çok çözüm önerileri sunulabilir. Ben bu yazımda, özellikle, İslam’ın yoksulluğu ve fakirliği ortadan kaldırıcı bazı prensiplerini tespite çalışacağım.

    İslam’da fakirlik ve yoksullukla mücadele önemli bir yer tutmaktadır. Dinin temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde, yoksul, düşkün ve fakirlere yardım edilmesini yani sermayenin tek elden çıkarılıp, yayılmasını, dolayısıyla sosyal refahın yaygınlaştırılmasını, daha açık bir ifade ile yoksulluğu değil, varlığı paylaşmayı veya yoksullukta değil, varlıkta eşitliği teşvik edici pek çok ifade yer almaktadır. Diğer insanlara karşı duyarlı olabilmek ve kazancını yoksullarla paylaşmak, İslam’ın esaslarındandır. İslam, bireylere paylaşım ruhu kazandırmayı, böylece birbirinden haberdar olan, sosyal duyarlılığı gelişmiş ve yardımlaşmanın had safhaya ulaştığı bir toplum oluşturmayı amaçlamıştır.

    Bu kısa çalışmamda, İslam’ın bu amaca ulaşmak için nasıl bir metot izlediğini, yoksullukla mücadele etmek ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için ne gibi tedbirler aldığını ve bu bağlamda zekât ve sadakayı teşvik ile faizi yasaklamasının buradaki rolünü ortaya koymaya çalışacağım.

    1. İslam’ın Sosyal Dayanışmaya Verdiği Önem

    İnsan sosyal bir varlıktır. Bu özelliğinden dolayı toplum içinde yaşamaktadır. Toplumda bulunan her bireyin diğer insanlara karşı yerine getirmesi gereken birtakım görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bunlardan biri de, fakir ve yoksul kimselerin yardımına koşmak, sıkıntılarını gidermek ve onlara toplum içerisinde bir yer hazırlamaktır. Fakir ve yoksul kimselerin sıkıntılarına ortak olmak ve onların ihtiyaçlarını karşılamak ise, sosyal dayanışma ruhunun bireylere kazandırılmasıyla mümkündür.

    Sosyal dayanışma, toplumdaki her ferdin, kendi üzerinde topluma karşı yerine getirilmesi gerekli olan birtakım görev ve sorumlulukların bulunduğunu hissetmesi ve imkânları nispetinde toplum yararına sağlamış olduğu maddi ve manevi katkılardır.

    Sosyal dayanışma bilincine sahip olan insanlar, nemelazımcılıktan kaçınır, fakiri gözetir, yetimi barındırır, güçsüze ve yolda kalmışa yardım ederler. Böylece toplumda zayıf ve güçsüzlerin ihtiyaçlarının giderildiği bir ortam sağlanır. Zenginle fakir arasındaki uçurumlar ortadan kalkar. Karşılıklı sevgi ve saygı bağları kuvvetlenir.

    Bütün emir ve yasaklarında insanın yararını gözeten ve insanın mutluluğunu amaçlayan İslam, sosyal dayanışmayı sağlayıcı ve sosyal duyarlılığı geliştirici prensipler ortaya koyan bir dindir.

    İslam’ın özünü oluşturan tevhit inancı, en mükemmel ve ideal bir sosyal kaynaşma ve dayanışmayı sağlayıcı bir prensip olma özelliği taşımaktadır.

    İslam sosyal dayanışmayı sağlamak amacıyla yardımlaşmayı teşvik etmiştir. Öncelikle zengin Müslümanlara zekât farz kılınmıştır. Bunun yanında Müslümanlar hayır yapmaya ve sadaka vermeye yönlendirilmiştir. “Veren el alan elden üstündür (hayırlıdır)”1 buyrularak, başkaları için harcamada bulunan kimselerden övgüyle söz edilmiştir.

    İslam fakirin gözetilmesini, yetimin barındırılmasını, yolda kalmışlara, yoksul ve düşkünlere yardım edilmesini Müslümanlara bir görev olarak yüklemiştir. Hatta “bir Müslümanın kendisi için istediğini başka bir Müslüman kardeşi için de istemesi”2 imanın tamamlayıcı unsuru olarak görülmüş ve “komşusu açken tok yatanların gerçek mümin olamayacakları”3 ifade edilmiştir.

    Kur’an’da Müslümanlar hayır yapmaya, fakir ve yoksul kimselere yardımda bulunmaya teşvik edilmektedir. Konumuzla ilgili bazı ayet meallerine göz atalım:

    “Onlar Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine rızk olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak bağışta bulunurlar ve kötülüğü iyilikle savarlar. Bu dünyanın sonunda güzel bir akıbet işte onlar içindir.”4

    “Allah’ın kitabını okuyan, namazını kılanlar, gizli ve aşikar olarak kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda bağışta bulunanlar asla zarar etmeyecek bir ticaret umarlar.”5 “İman eden kullarıma söyle: Namazı dosdoğru kılın. Alış-veriş ve dostluğun fayda vermeyeceği gün gelmeden, size verdiğimiz rızıkların bir kısmını gizli ve açık olarak hazır yollarında bağışlayın.”6

    “Gerçek iyilik, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmek değildir. Asıl iyilik, Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak, Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere, boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekât vermektir.”7

    “Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler.”8

    “Sadaka veren erkek ve kadınlara, Allah’a güzel bir ödünç verenlere kat kat karşılık veririr; ayrıca onlara cömertçe verilecek bir mükafat vardır.”9

    Ayetlerde görüldüğü gibi, dini inançla ihtiyaç sahiplerine yardım etme bir birinin tamamlayıcı unsuru olarak sunulmaktadır. Dini inancın kuvveti, yardımlaşmayı teşvik edici bir işlev görmektedir. İnsanlar ahiretteki mükâfat ile yardımlaşmaya teşvik edilmektedir. Ahirete iman ile yardımlaşma arasında ilişki kurulmaktadır. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunan kimselerin fedakârlık yönüne dikkat çekilmektedir.

    Buna göre zengin Müslümanların zekat ve sadakalarını fakir, yoksul, yetim, kimsesiz ve darda bulunanlara vermeleri, sosyo-ekonomik farklardan ileri gelen bölünmeleri ortadan kaldırarak toplumsal dayanışma ve kaynaşmanın gerçekleştirilmesinin canlı tablosunu oluşturur.

    İslam sosyal dayanışma duygusunu fertlere kazandırmakla güçlü ve duyarlı bir toplum oluşturmayı amaçlamıştır. Böyle bir toplumda, insanlar birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Birbirlerinin sıkıntılarından anında haberdar olurlar. Fakir, kimsesiz, işsiz ve güçsüzler dışlanıp bir kenara itilmezler.

    Hadislerde sosyal duyarlılığı gelişmiş ve aralarında dayanışmayı sağlamış müminler şöyle tasvir edilmektedir:

    “Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”10

    “Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”11

    Dinin verdiği bu mesaj etrafında bütünleşme ve bunun sağladığı “biz” şuuru, o toplumda yaşayan bireyleri başkalarına karşı son derece duyarlı ve hassas hale getirirler.

    Dini duyarlılığı gelişen insanlar, fakir ve yoksul kimseleri düşünür, onlara yardımda bulunurlar. Böylece dini duyarlılık toplumsal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayıcı, fertleri fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirici bir görev üstlenir.

    İslam’da muhtaç durumda olan kimseleri gözetme, fakir ve yoksul kimselerin ihtiyaçlarını karşılama bağlamında özellikle zekat ve sadakanın ön plana çıkarıldığını görmekteyiz. Önce zekat üzerinde duralım.

    2. Yoksullukla Mücadelede Zekâtın Rolü

    Zekat, sözlükte bereket, nema, artma, çoğalma, temizlik ve kurtuluş anlamlarına gelmektedir.

    Istılahta (dini manası) ise “ortalama refah düzeyinin üzerindeki yükümlülerin, belirli şartları taşıyan mal varlıklarının muayyen bir miktarını, muayyen bir zaman sonra hak sahibi bulunan alt gelir sahiplerine ulaştırılmak üzere Allah rızası için vermeleri”12dir.

    Zekat İslam’ın beş esasından biridir. Mali bir ibadettir. Âkil, baliğ ve hür olup nisap miktarından fazla mala sahip olan her Müslümana farzdır.

    Zekât Kur’an’da otuz iki yerde geçmektedir. Hemen bütün ayetlerde genelde namazla birlikte yer almaktadır.

    Kur’an’da zekât vermenin önemi ve zekât veren kimselerin özellikleri hakkında şu ayet-i kelimelere bakalım:

    “Allah’ın dinine yardım edenlere, Allah mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah pek kuvvetli ve izzetlidir. Onları yeryüzüne yerleştirip güçlendirdiğimizde namazı kılarlar, zekatı verirler.”13

    “Namazı kılın, zekatı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkı ile görür.”14

    “Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.”15

    “Mallarından bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak bir sadaka olmak üzere al.”16

    Ayetlerden anlaşıldığına göre Allah’ın rızasına kazanmak ve ahirette mükâfat elde etmek düşüncesi, fertleri mallarından zekât vermeyi öngörmektedir. Zenginlerin malında fakir ve yoksul kimselerin hakkı bulunmaktadır. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunanlar, bu sayede Allah’ın rızasını kazanacak ve kurtuluşa erecek kişilerdir. Onların yegâne yardımcısı Allah’tır ve yaptığı hayırların karşılığı boşa çıkmayacaktır.

    Kur’an’da ayrıca zekâtın nerelere verilebileceği hususuna açıklık getirilmektedir.

    “O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”17

    “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcayacağınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.”18

    “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, zekât toplayan memurlara, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışanlara, yolda kalmışlara mahsustur. Allah her şey iyi bilen, hikmet sahibidir.”19

    Görüldüğü gibi zekâtın harcanacağı yerler toplumun bütün zayıf ve aksayan noktalarına yöneliktir.

    Zekât insandaki cimrilik gibi kötü huyları kaldırarak onun yerine cömertlik, iyilik, yardım ve hayırseverlik gibi güzel huyları ikame eder. İnsanı vermeye ve iyilik yapmaya alıştırır. İnsandaki merhamet duygusunu geliştirir, insanı inceltir ve yumuşatır.

    Zekatla, zengin ile fakir arasında diyolog sağlanması amaçlanarak yerine getirilmesi hususunda zengine bir mükellefiyet, dini bir sorumluluk yüklenmektedir. Fakirlik ve yoksulluk gibi toplumların en yaygın hastalıklarını tedavi etmek için İslamiyet’in başvurduğu zekât müessesesi, aynı zamanda sosyal adalet ve sosyal dayanışmayı da sağlayan çok önemli bir ibadettir.

    Buna göre zekâtın sosyal açıdan amacı, fakir, yoksul, yetim, sahipsiz ve darda kalmış olan kimselerin elinden tutmak, onların ihtiyaçlarını karşılamak ve toplumdaki durumlarını iyileştirmektir.

    Zekât sayesinde ihtiyaçları karşılanan kişilerle maddi durumları iyi olanlar arasında bir kaynaşma meydana gelir. Zengin ile fakir arasındaki uçurumlar ortadan kalkar. Yoksul insanların sayısı günden güne azalır. Böylece toplumda sosyal düzen ve huzur sağlanır. Toplumsal dayanışmanın temelleri atılır. Zekâtın yanı sıra sadakanın da yoksul kimselerin ihtiyaçlarının karşılamadaki rolüne de şu şekilde değinebiliriz.

    3. Yoksullukla Mücadelede Sadakanın Rolü

    Önce sadaka ile ilgili yapılan bazı tanımlara yer verelim:

    Sadaka, insanın isteyerek kendi arzusu ile yaptığı bağışlardır.

    Sadaka, insanın malından Allah için muhtaç kimselere verilmek üzere çıkardığı vergidir.

    Sadaka, zekât ve fitreden hariç olmak üzere eli geniş, durumu müsait olanların ihtiyaç sahiplerine, sıkışık durumda bulunanlara yaptıkları ayni ve nakdi yardım ve teberrudur.

    Sadaka, zekâttan farklı bir harcama türüdür. Zekâtta bir zorunluluk söz konusudur. Nisap miktarı mala sahip olan Müslümanlar zekât vermekle mükelleftir. Yerine getirilmediğinde büyük günah, inkâr edildiğinde ise İslam’dan çıkmış sayılacak kadar önem arz eden bir ibadettir.

    Sadaka gönüllü olarak bağışta bulunup iyilik yapmak kategorisinde ele alınmaktadır.

    Buna göre sadaka, genellikle Kur’an’da fakir ve düşkün kimselere gönüllü olarak, Allah rızası için yapılan yardımlar olarak yer almaktadır. Kur’an’da sadaka adı altında gönüllü bağışta bulunanlardan şu şekilde söz edilmektedir.

    “Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış, yeryüzünde dolaşmayan ve utangaçlıklarından dolayı da bilmeyenlerin zengin sandıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, onlar yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. İyilik olarak yaptığınız her bağışı Allah şüphesiz bilir.”20

    “Mallarından Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir.”21

    “Onlar, kendi iştahları olduğu halde bile yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. Biz sizi sırf Allah rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz derler.”22

    “Allah rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yapmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir). Allah yaptıklarını görmektedir.”23

    “Allah’a karşı gelmekten sakınanlar… Onların mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.”24

    Ayetlerden anlaşıldığına göre, zorunlu olmadıkları halde sırf Allah rızası ve cömertlik duygularını kuvvetlendirmek için ihtiyaç sahiplerine harcamada bulunanlar Allah tarafından mükâfatlandırılacaklardır. Bu kimseler sadece Allah’ın rızasını istemektedirler ve kullardan en ufak bir karşılık beklememektedirler. Fakirlere bağışta bulunduklarında malları azalmamakta, aksine kat kat artmaktadır.

    Toplumda bazen fakir ve yoksulları küçümseyen, fakirlere sadaka verenleri kınayan kimselere rastlamak mümkündür. Hatta bazen, fakirler için “çalışsın para kazansın”, “benimle birlikte mi kazandı” diyenler dahi çıkmaktadır. Kur’an’da bu sözleri söyleyen, sadaka verenleri eleştiren ve fakiri gözetmeyenler kınanmaktadır:

    “Sadakalar hususunda müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkası bulunmayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici azap vardır.”25

    “(Hesap gününde) Malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran… Alevli bir ateş vardır… Namazı kılanlar… Mallarında yoksula ve yoksuna hak tanıyanlar… Böyle değildir.”26

    “Yoksulların yiyeceği ile ilgilenmezler.”27

    “Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram – helal demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.”28

    “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar, yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”29

    Zekât ve sadaka vermeye teşvik edici ayetlerde, muhtaç kimselere yardımda bulunanlarla bulunmayanların temel özellikleri vurgulanmaktadır. Dini duyarlılığı olanlar yardımda bulunurken, olmayanlar yardımda bulunmamaktadır. Dolayısı ile dini inanç, fakiri ve yoksulu gözetmenin buna bağlı olarak da toplumsal dayanışmanın temelini oluşturmaktadır.

    Ayetlerin yanı sıra, hadislerde de sadaka ile ilgili olarak teşvik edici ifadelere rastlamaktayız:

    “Veren el, alan elden üstündür.(hayırlıdır)”30

    “İnsan ölünce üç şey hariç artık ameli kesilmiş olur. O üç şey, ölenini hayırla anan ve duada bulunan bir evlat, faydalı ilim ve (devamlı olarak hayırdan istifade edilen) sadaka-i cariyedir.”31

    Hadiste ifade edilen “sadaka-i cariye” Müslümanların üzerinde oldukça etki bırakmıştır. Bu etkinin sonucu olarak Müslümanlar, vakıf müesseseleri ve muhtelif hayır kurumları tesis etmişlerdir.

    İnsanlardan bazıları ellerinde bulunan malı, tükenebileceği endişesi ile hayır yoluna harcamaktan ve fakirlere tasadduk etmekten kaçınmaktadırlar. Oysa yüce Allah Kur’an’da böyle bir düşünceye kapılmanın yanlışlığını ortaya koymakta fakir ve yoksullara harcamada bulunanların mallarında bir eksilme olmayacağını ve aksine artışın yaşanılacağını belirtmektedir.

    “De ki: Rabbim, kullarından dilediğine verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayra ne harcarsanız Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.”32

    Sadakanın yoksullukla mücadeledeki yolu bağlamında “sadaka-i fıtr”’dan da söz edebiliriz. “Sadaka-i fıtr” Ramazan ayının sonuna yetişen ve asli ihtiyaçlarının dışında nisap miktarı kadar bir mala sahip bulunan her Müslümanın vermesi gereken bir sadakadır.

    Fakir, yetim, yoksul ve kimsesizlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik verilen böyle bir yardım yoksulluğun ortadan kaldırılması açısından önemli bir değere sahiptir.

    4. Zekat ve Sadakada Dikkat Gerektiren Hususlar

    Zekat ile sadakanın layık oldukları mevkilerini bulması için birkaç şart vardır:

    1. Sadakayı vermekte israf olmaması

    2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması

    3. Minnetle in’amın bozulmaması

    4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi

    5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi

    6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahatta değil, hacat-ı zaruriyesinde sarf etmesi lazımdır.”33

    5. Faizin Terk Edilmesi

    Zekat ve sadaka ile ilgili yukarda sıraladığımız ayet-i kerimeler ile hedeflenen aslında bir medeniyet tasviridir. Bu medeniyet, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma temelleri üzerine kurulmuştur. Orada insanlar birbirinin kardeşidir. Hatta bütün kâinatı dost ve kardeş varlıklarla dolu gösteren iman nuru, insanlar arası ilişkilere de bu hakikati parlak bir şekilde yansıtır. Kardeşlik duyguları içindeki insanlardan beklenen şey ise birbirini göz etmek, kendisi kadar kardeşini de sıkıntıda gördüğü zaman elinden tutup onu sıkıntısından kurtarmaktır.

    Faize gelince: Öyle bir medeniyetin temeline konabilecek en tehlikeli bir dinamit varsa işte budur. Bu münferit bir olay veya basit bir kural ihlali değildir. O bir virüstür ki, girdiği yerde bütün insani değerler tehdit altında demektir. Artık orada kardeşlik, muhabbet, fedakarlık, yardımlaşma, dayanışma, sevgi ve saygı gibi şeylerden söz edilmez.

    Her şey ve herkes ekonomik değeri kadar bir anlam taşır. Eğer bir kimse ihtiyaç içine düşmüş veya borçlanmışsa, onun bu hali bile borç veren kimse için bir kazanç ve fırsat vesilesi olarak kabul edilir.

    Kur’an, güçlük içinde olan kimsenin borcunu ertelemeyi emreder, hatta bütünü ile bağışlamaya teşvik eder.34

    Faizci anlayış ise, borçlunun o güçlüğünü de ayrıca bir kar aracına dönüştürür. Bağışlamak, merhamet etmek gibi kavramların ise o lügatte asla yeri yoktur.

    Kısaca İslam medeniyetinin, yardıma muhtaç bir kardeş gördüğü yerde; faizci anlayış onu yolunacak bir kaz olarak görür.

    İslam medeniyeti zenginleri yoksulların yardımına koştururken, faiz uygarlığı yoksulların eliyle zenginleri semirtir.

    İşte bu zehirleyici niteliği sebebiyledir ki faiz Kur’an tarafından, “Allah ve Resulü ile savaş halinde olmak şeklinde tanımlanmıştır.”35 Kim bilerek ve isteyerek ve bu ilahi yasağı çiğnemekte ısrar ederse onun ile Allah ve Resulü arasında bir harp var demektir. Böylesine şiddetli bir tehdit karşısında bir müminin ürpermemesi düşünülemez.

    Böyle bir tehdidi işittikten sonra müminlere düşen şey, bu mücadelede Allah ve Resulünün safında olduğunu bilmektir ki, bu da, bir yandan hayatında faize karşı topyekun bir savaş açmak, bir yandan da zekat ve sadakayı hayatının temel ilkesi haline getirmek demektir.

    “Ribâ İslâma zarar-ı mutlaktır. Ribâ atâlet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribânın kapıları, hem de onun kapları olan bu bankaların her dem nef’i ise, beşerin en fena kısmınadır. Onlar da gâvurlardır. Gâvurlardaki nef’i, en fena kısmınadır; onlar da zâlimler. Her dem zâlimlerdeki nef’i en fena kısmınadır. Onlar da sefihlerdir. Âlem-i İslâma bir zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşer her dem refahı nazar-ı şer’îde yoktur. Zîrâ harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir; demi hederdir…36

    Sonuç

    Ayet ve hadislerde, insanları ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmaya teşvik edici, yönlendirici ve motive edici pek çok ifade yer almaktadır. Hayır yoluna harcamada bulunanların malında eksilme olmayacağı, Allah’ın yanında kat kat karşılık, cömertçe verilecek bir ödül, kurtuluşa erme, hayır yapanların amelinin devam edeceği, veren elin alan elden üstün olduğu, harcamada bulunmanın Allah’a karşı gelmekten sakınmanın bir özelliği olduğu gibi ifadeler, fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya motive edici ifadelerdir.37 Böyle kimseler, içleri çektiği halde yoksula yedirme, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden çekinme, kullardan bir şey beklemeyip sadece Allah’ın rızasını gözetme38 hasletlerine sahiptirler.

    Ayrıca mallarını hayır işlerine harcayanların durumu, bir ayette “bir tepede kurulmuş ve iki kat ürün veren güzel bir bahçeye”39, diğer bir ayette ise ”her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren daneye”40 benzetilmektedir. Böylece hayır-hasenatta bulunanların malının azalmayacağı, aksine kat kat artacağı vurgulanmaktadır.

    Bunun yanında israf yasaklanmakta41, cimrilik hoş görülmemekte42 ve cömert olma teşvik edilmektedir.43

    Bütün bu ifadeler, insanları yoksul kimselerin ihtiyaçlarını gidermeye yönlendirmede son derece önemli bir etkiye sahiptirler ve bu ifadelerde toplumsal bir faydanın hedeflendiği ortadadır. Böylece son derece duyarlı, başkalarını düşünen, fakir ve yoksulların ihtiyacını karşılayan bir insan modeli oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu sayede toplumda fakir ve zengin arasındaki uçurumlar ortadan kaldırılarak, en üst düzeyde bir toplumsal kaynaşma ve bütünleşme amaçlanmaktadır.

    İslam, sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya son derece önem veren ve sosyal adaleti sağlamayı amaçlayan bir dindir. İslam’da fakirlik ve yoksullukla mücadele sosyal adaleti sağlama açısından önemli bir yer tutmaktadır. İslam malın belli ellerde toplanmasına karşı çıkmakta ve toplumda dengeli bir şekilde dağılmasını istemektedir.

    Fakir ve yoksullara yapılan harcamalarda öne çıkan iki kavram zekat ve sadakadır. Farz olan zekâtın yanı sıra, Kur’an’da sadaka vermeye ve gönüllü harcamada bulunmaya yönelik olarak çok sayıda teşvik ifadesi yer almaktadır. Zekat ve sadaka maddi bir fedakarlıktır. Bunun yanında fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya ve bu sayede onların sevindirmeye yönelik harcama türü olarak ifade edebileceğimiz sadaka-i fıtr da önemli bir yardımlaşma aracıdır.

    Kur’an, insanları sosyal duyarlılığa davet etmektedir. Paylaşım ahlakı, Kur’an’ın hedeflediği insan profilinin en başta gelen özelliklerinden biridir. Paylaşım ahlakı gelişen insanlar, yoksula, düşküne yardım eder, yetimi barındırır. Fakir ve yoksul kimselerin ihtiyaçlarını karşılar bu sayede zengin ve fakir kaynaşır. İnsanlar arasında dayanışma duyguları güç kazanır. Sevgi ve saygı bağları kuvvetlenir. Bu durum milli ve manevi bağlarımız ve bütünlüğümüz açısından son derece önemlidir.

    Sonuç olarak diyebiliriz ki, yardımlaşmanın saiki manevidir. Yardımda bulunan kimseleri, dini duyarlılıkları bu davranışa sevk eder. Allah’ın rızasını tahsil ve ahirette elde edeceği mükâfat, zekât ve sadaka gibi, yardımlaşmaya ve dayanışmaya yönlendirir. Mal ve zenginlik, mal sahipleri ile yoksullar arasında kalın bir duvar aşılmaz bir set oluşturmaz. Aksine yoksulla zengin arasında yakınlık sağlayıcı, sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirici, sosyal uçurumları ortadan kaldırıcı bir köprü görevi görür.

    Öz

    İslam, sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya son derece önem veren ve sosyal adaleti sağlamayı amaçlayan bir dindir. İslam’da fakirlik ve yoksullukla mücadele sosyal adaleti sağlama açısından önemli bir yer tutmaktadır. İslam malın belli ellerde toplanmasına karşı çıkmakta ve toplumda dengeli bir şekilde dağılmasını istemektedir. Fakir ve yoksullara yapılan harcamalarda öne çıkan iki kavram zekat ve sadakadır. Farz olan zekâtın yanı sıra, Kur’an’da sadaka vermeye ve gönüllü harcamada bulunmaya yönelik olarak çok sayıda teşvik ifadesi yer almaktadır. Bu kısa çalışmamda; sosyal duyarlılığı gelişmiş ve yardımlaşmanın had safhaya ulaştığı bir toplum oluşturmayı amaçlamış olan İslam’ın bu amaca ulaşmak için nasıl bir metot izlediğini, yoksullukla mücadele etmek ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için ne gibi tedbirler aldığını ortaya koymaya çalışacağım.

    Anahtar Kelimeler: Zekat, sadaka, faiz, sosyal dayanışma, yoksulluk

    Abstract

    Islam is a religion that attaches great importance to corporation and solidity and aim of which is social justice. Struggling with poverty and indigence is very important to provide social justice. Islam is against to situation that certain circles have most of wealth and property and claims that the wealth and property have to be distributed balanced in society. Alms and charity are two concepts that prominence on expenses for poor people. As well as alms as a religious duty, great number of incentive statements which are about charity and voluntarily helps, are appeared in Quran. In my short study, I will try to put forth what precautions Islam -which aims to create a society that has an advanced social susceptibility and where corporation is extremely experienced- takes to clear away poverty and what methods it uses to achieve its goal.

    Keywords: alms, charity, interest, social solidarity, poverty

    Dipnotlar

    1- Buhari, Zekat, 18, Müslim, Zekat, 94, 97.

    2- Buhari, İman, 7, Muslim,17.

    3- Suyuti, Camiu’s Sagir, II,228.

    4- Rahat, 13/22.

    5- Fatır, 35/29.

    6- İbrahim, 14/31.

    7- Bakara, 2/217.

    8- İnsan,76/8.

    9- Hadid, 57/18.

    10- Buhari, Edep, 36, Muslim, Birr, 17

    11- Buhari, Edep, 27, Muslim, 1, 17, Musned, IV, 268

    12- Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Zekat Müessesi, S:29,

    13- Hacc, 22/38-39.

    14- Bakara, 2/110.

    15- Nur, 24/37.

    16- Tevbe, 9/103.

    17- Rum, 30/38.

    18- Bakara, 2/215.

    19- Tevbe, 9/60.

    20- Bakara, 2/273.

    21- Bakara, 2/261.

    22- İnsan, 76/8-9.

    23- Bakara, 2/265.

    24- Zariyat, 51/15-19.

    25- Tevbe, 9/79.

    26- Mearic, 70/18-27.

    27- Kalem, 68/25.

    28- Fecr, 89/17-20.

    29- Maun, 107/1-3.

    30- Buhari, Zekat; 18, Muslim, Zekat, 94,97; Tirmizi, Züht, 32; Muvatta, Sadaka, 8; Ebu Davut, Zekat, 1648, Nesai, Zekat, 50, 52.

    31- Ebu Davut, Vasaya, 2880; Nesai, 8; Muslim, Vasiye, 2.

    32- Sebe, 34/39

    33- İşarat’ül İ’caz, 77

    34- Bakara, 2/280.

    35- Bakara, 2/279.

    36- Sözler, s. 670, 671.

    37- Bakara, 2/110.

    38- Bakara, 2/217.

    39- Bakara, 2/265.

    40- Bakara, 2/261.

    41- Araf, 7/31, İsra, 17/26,29, Taha, 20/81.

    42- Ali İmran,3/180, Nisa,4/37, İsra,17/29, 100, Hadid,57/24, Tegabün, 64/16, Buhari, Zekat, 4, Edep, 61, Muslim, Zekat, 34, 37, 97, Birr, 56.

    43- Tirmizi, Birr, 40, Züht, 32.