Köprü Anasayfa

İbadet

"Kış 2010" 109. Sayı

  • Ruhun İâşe ve İbâtesi: İbadetler

    Board and Lodging of Worship: Worships

    Mustafa Doğan KARACOŞKUN

    Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi.

    Ruh sağlığı, psikolojide; duygusal ve sosyal olgunluk, bireyin kendisi ve çevresiyle barışık olması, hayatın sorumluluklarına dayanma gücü, karşılaştığı sorunları çözebilme, kişinin hayat gerçeğini kabul etmesi ve korkmadan yüzleşebilmesi, razı olma ve mutluluk hissi duyabilmesi gibi yaşantılarla açıklanır. Ruh sağlığı yerinde olan bir birey ise, özetle kim olduğunu, kim olmak istediğini bilen, kendine ve başkalarına karşı dürüst davranabilen, iç dünyasıyla arasında mesafeler olmayan ve doğal davranabilen, yapması gereken işi en güzel şekilde yapabilme konusunda cesaret ve çalışma gücü olan, yaşadıklarını uzun boylu savunma mekanizmalarına başvurmadan kabullenebilen kimsedir. Bu özelliklere sahip olan kimseler, kendi varlıklarını kabullenip, bir birey olarak değerini hisseder, gücünü kavrar, kapasitesini bilir ve başkalarını tanıyıp, onlarla kendisi arasındaki farkları kabullenir. Bunun sonucunda da başkalarıyla ilişkilerinde iyi ve doyurucu olur ve olgun bir kişiliğe sahiptir.

    İslam dininin ideal insan olarak açıkladığı davranış özelliklerine sahip kimseler, yukarıda belirtilen ruh sağlığı yerinde birey olma kriterlerine uygundur. Bu bağlamda bakıldığında, dinimizin bütün bu özellikleri geliştirmeyi teşvik etmiş, olumlu ve olgun bireyler oluşturmayı hedeflemiş olduğu görülmektedir. Yüce Allah’ın ve Peygamberimizin (s.a.v.) emir ve yasaklarına uygun yaşayan inançlı bir insan, tam olarak onların emir ve yasaklarına riayet ettiği takdirde, ruh sağlığının yerinde olacağı aşikârdır. Çünkü böyle bir insan, hayatın riskleri karşısında, olumlu davranabilme gücünü inancından alır. İnanan bir insan için bu dünya, her şeyden önce bir imtihan yeridir. Çeşitli acılara ve sıkıntılara sabretmek, öldükten sonra karşılıksız bırakılmayacak ve ödüllendirilecektir. Ayrıca İslam’ın herkes için sevgi, hoşgörü ve ahlak üzere temellendirilmiş bir dünya oluşturma çabası da, hem bu dünyada, hem de âhirette insanın huzur ve mutluluğuna katkı sağlar. Böylece Allah’a inanan bir insan, hem kendisi, hem de diğer insanların mutluluğu için çalışır. Karşılaştığı zorluklar karşısında Allah’ın gözetim ve korumasında olduğunu bilir. Nitekim Allah-ü Teâla; “İmana ermiş olan ve zulüm işleyerek imanlarını karartmayanlar, işte onlardır güven içinde olacak olanlar; çünkü doğru yolu bulanlar onlardır” (En’am, 6/82) buyurarak, inananlara manevi dinamizm katar. Kur’an bu dinamizmi takva kavramıyla açıklar. Takva; insanın, Allah’ın emrettiklerini yapıp, yasaklarından kaçınarak kendini kötü davranışlardan korumasıdır. Takva sahibi bir mü’min, yaptığı işlerde, doğruluk ve adâlete uyar. İnsanlarla iyi ilişkiler kurar. Düşmanlık ve haksızlık yapmaktan kaçınır. Çünkü o, yaptığı bütün işlerde yüce Allah’a yönelmekte, onun hoşnutluğunu arzulamaktadır. Bu yüzden de takva, insanı iyi ve güzel davranışlar yapmaya götürür. Olumlu ve kâmil bir kişilik geliştirmeyi sağlar. Dolayısıyla Allah, bizlerden takva sahibi olmamızı isterken, ruhen sağlıklı ve mutlu olmamızın yolunu da göstermektedir. Nitekim takva, görünen ve görünmeyen tüm davranışları Allah’ın rızasına göre düzenlemektir. Tüm benliğin bu huzur ve güven atmosferiyle kuşatılmasıdır. Böyle olunca sadece içteki inanma değil, bu samimi inançla bağlantılı olarak yapılacak olan ibadetler de önemli olacaktır. Aksi halde yapılacak olan, “Kutsal varlık”-“var olan ben” çatışmaları nedeniyle birey tam bir iç huzuru elde edemeyecektir. “Var olan ben”i “ideal ben”e, yani Allah’ın rızasına uygun işler yapmaya ve özellikle temel ibadetleri samimiyet ve süreklilikle yerine getirmeye çalışmadıkça, mümin kimseler, ruh sağlığı konusunda yer yer kendilerini güçlü hissedemeyebilirler. Bu nedenle, ruh sağlığını koruyabilmenin en önemli dinamikleri, samimi inançtan kaynaklanan sürekli ibadetlerdir.

    İbadetler, Allah’a yakınlaşma ve böylece hayatın risk ve sorunlarıyla baş edebilmede güçlü olabilmenin en temel motivasyonlarıdır, demek yanlış olmayacaktır. Nitekim namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetler, insanın olumlu ve olgun olmasını destekleyen, hayatın sorumluluklarına karşı insana güç veren önemli dinamiklerdir. İbadetlerini yapan insanlar, hayatın güçlüklerine katlanmayı, kötü isteklerini kontrol etmeyi, insanları sevme ve onlara iyilik etmenin mutluluğunu yaşarlar. Namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetler, insanların sosyal birliktelik, yardımlaşma ve dayanışma duygularını artırır. Bu da olumlu bireysel ve sosyal duygular geliştirmenin önemli bir yoludur. Namaz kılmak için Allah’a yönelerek kendi özüne, varlık kaynağı ve var olma nedenine yönelip hayatının anlamını çözebilme; camide bir araya gelerek yakınlaşma ve sosyal ihtiyacını Allah’a hep birlikte kulluk etme amacı çerçevesinde özgüven ve özilişki yaşayarak giderebilmek tarifi imkânsız bir psikolojik iyi olma duygusu verecektir. Özellikle cami ve mescitlerde yapacağımız ibadetlerin ruh sağlığımız açısından işlevi çok fazladır. Bunaldığımız anda namaz kılarak kendimizi anlatacağımız, içimizi dökeceğimiz, yüce Mevla ile yakınlaşacağımız bu dingin ve huzurlu atmosfer, bütün sorunlarla başa çıkmamızda adeta bir klinik fonksiyonu görmektedir. Böyle bir vasıtayla stresle başa çıkabilmek, inanan bir bireyin önemli bir avantajı olarak görülebilir. Nitekim strese açık olmada olduğu gibi, başa çıkabilme konusunda da kişilik donanımı etkili bir role sahiptir. İnanan bireyler camiye devam ederek her şeyden önce dini duygu zenginliği yaşarlar. Dini duygu, dini inancın en önemli boyutlarından biridir. İnanmak her şeyden önce içsel bir yaşantıdır. İnsanın tüm benliğinde o inancı hissetmesi gerekir.

    Bir diğer temel ibadet olan oruç konusunda da, ruhsal ihtiyaçlarımızı giderebilecek benzer psikolojik katkılar söz konusudur. Oruç tutarak, bireysel açıdan kendini Allah’a daha yakın hissetme, muhasebe etme, sosyal açıdan fakir ve aç kimselerin halini anlayarak, onlara daha fazla yardımcı olmak imkânı doğar. Oruçlu insan, oruç olduğu sürece, dış âlemden ziyade, kendi iç dünyasına yönelir. Çünkü yemek-içmek gibi yönelimleri olmadığı gibi, insanlarla kavga etmek, çatışmak gibi yönelimler içerisinde de olmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v), birileri bize sataşarak, kavga etmeye yönelseler bile, “ben oruçluyum” diyerek, onlarla tartışmamamız gerektiğini öğütlemiştir. Bu derece olgunluk içerisindeki oruçlu bir insan, kendi kendine yönelerek, bütün hareketlerini dikkatle gözden geçirme imkânı bulacaktır. Yanlış davranışlarını düzeltmeye çalışacak ve içindeki insani güzellikleri keşfedecektir. Aslında oruç sayesinde, insanın ne kadar şerefli bir varlık olduğunu anlamak mümkün gözükmektedir. Şöyle ki, oruç tutan bir insan, rahatlıkla ulaşabileceği ve helal olan yiyecek-içecek gibi şeyleri, kendi iradesiyle yememektedir. Dolayısıyla o, bu davranışıyla sadece güdüleri, yani içten gelen istek ve arzuları ile hareket eden sıradan bir varlık olmadığını göstermektedir. Oruçlu kimsenin bütün bu davranışlarındaki tek amacının, Allah’ın rızası olduğu anlaşılmaktadır. Böylesine ulvi bir amaca ulaşabilmek için, kendi istek ve arzularını dizginleyen insan, elbette, dengeli ve erdemli olabilecek, huzur ve mutluluğu geçici heveslerin aldatıcılığında değil, gerçek anlamda iç dünyasında hissederek yaşayabilecektir.

    Orucunu hakkıyla tutan zengin kimseler de açlığın, susuzluğun ne demek olduğunu ancak oruçla anlarlar. “Yaşamayan bilmez” ilkesi gereğince, Allah (c.c) zenginlere bizzat yaşatarak, fakirleri anlayıp onlara yardımcı olmalarını istemektedir. Bu yolla zengin kimseler, fakirlere daha çok merhamet besleyip, onlarla aralarında insan olarak bir fark olmadığını kavrarken, aynı zamanda fakirlerle zenginlerin sınıf çatışmasının önüne geçilmektedir. Çünkü böylece bir zenginin malında fakirin gözü olmayacaktır. Bunun sonucunda da, sosyal denge sağlanacaktır. Birbiriyle çatışan değil, dayanışma içinde olan insanların oluşturduğu bir toplum meydana gelecektir. Bu toplum da olsa olsa sevgi toplumu olabilir.

    Zekat vererek “veren el, alan elden daima üstündür” hadisi gereğince, sahip olunan maldan, hiçbir rahatsızlık duymadan ve istekle vermek, hac ederek tüm müminlerle kaynaşmak, olumlu sosyal duygular geliştirebilmenin mükemmel yollarıdır. Sosyal bir varlık olarak, diğer insanlarla böylesine doyurucu ve güzel ilişkiler kurabilmemiz, ruh sağlığımızı korur ve bizi mutlu eder. Hac ibadetini yapmak suretiyle, inanan birey doğduğu gün gibi temiz ve saf olmasını sağlayarak, yeni bir başlangıca, yeniden doğma noktasına gelebilme imkânı elde etmektedir. Nitekim Allah Resulü (s.a.v) ; “Allah evini ziyaret eden (hac ibadetini yerine getiren), bu arada cinsi duygunun tatmininden ve günaha girmekten uzak kalan kimse, anasından doğduğu gün gibi günahlarından kurtulmuş olur” (Buhari “Muhsar”, 9-10; Müslim, Hac, 438) buyurmaktadır. Bu yeniden doğuşun anlamı, varoluşumuzdaki saflığı, temizliği örten külleri, kirleri, pasları söküp atmak ve dünyaya yeniden doğmuş gibi bakarak ruhsal arınmaya ulaşmaktır. Sadece Rabbimiz ile ilişkilerimizde geçmişteki günahlardan arınmakla kalmayıp, varsa kul haklarının helalliği için alçak gönüllü ve özverili bir çaba içine girmektir. Aynı zamanda bizi yer yer teslim alan suçluluk ve günahkârlık duygularından kurtulmak için de bir fırsattır. İşte bu anlamda ihrama girmek, bu arınma ve yenilenmenin sembolüdür. Mü’min, mahşer gününde tam bir boyun eğiş ve temiz niyetle Allah’ın huzuruna çıkar gibi bütün dünyevi ihtiraslardan sıyrılarak, saf ve temiz bir şekilde özüne dönmeyi hedeflemektedir. Bunun için duaların kabul olacağına inandığı mekânlarda dua ve tevbe ederek yeniden ve tertemiz, günahsız var olma arzusunu ifade etmektedir. (Şehri Karacoşkun, Yeniden Varoluşun Formülü: Hac, Somuncu Baba Dergisi, yıl, 16, sayı, 109, Kasım, 2009, Darende/Malatya).

    Bütün bu açıklamalarımızda da görüldüğü gibi, ibadetler, Allah’la ilişki kurma, ona yaklaşma ve ondan yardım dileme halidir. Bireyin tüm benliği ile Allah’a yönelmesi ve Allah’ı anması yönüyle aslında bütün ibadetler bir tür duadır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Duâ ibadetin kendisidir” dedikten sonra şu ayeti okumuştur; “Rabbiniz buyurdu ki; Bana duâ edin. Duânızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler, yarın horlanmış olarak Cehenneme gideceklerdir” (Tirmizi; Ayet, Mü’min, 40/60).

    İbadetler, sadece belirli zaman ve mekânlarda yapılan mekanik ve hayatın belirli anlarında var olan bir teknik durum değildir. Mümin, ihtiyaç duyduğu yahut arzuladığı her an yaradanına yönelerek ibadet edebilir. En azından yaradanını tefekkür etmesi, ona dua etmesi, ona olan muhabbet ve bağlılığı nedeniyle gözyaşı dökmesi, Allah rızası kaygısıyla çoluk çocuğuna helalinden rızk temin etmeye çalışması, bir insana merhamet ve yardım etmesi vb. hepsi mümin için birer ibadettir. Önemli olan samimi olmak ve yapılan her işte Allah’ın rızasını gözetmektir. Zaten bu derece Allah rızasını gözeten insan, beş vakit namaz, oruç, hac, zekat gibi bir mümin için zorunlu olan diğer ibadetleri de ihmal etmeyecektir. Çünkü bunlar çok sevdiği ve bağlandığı Yaradanın ona yüklediği vazgeçilmez sorumlulukları arasındadır. Ayrıca zaten inanan bireyin sığınabileceği ve yardım görebileceğini umut ettiği güç sahibi Yüce Varlık, en çok ibadet anında hissedilmekte ve yaşanmaktadır. Özellikle sessiz bir köşede, imkân varsa bir mescit yahut camide önce namaz kılıp sonra dua etmek, insana rahatlık, huzur ve güç katar. Sıkıntıları aşmada, en büyük psikolojik desteklerin başında gelir. Çünkü zaten çoğu kez sıkıntılar, bizim algılamamızla ilgilidir. Eğer sorunların, sıkıntıların üstesinden gelebileceğimize inanır ve Allah’ın izni, yardımı ve desteği ile kendimizi daha bir güçlü hissedebilirsek ruh sağlığımız bu durumdan olumlu etkilenecektir. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Başa gelen her musibet, Allah’ın izniyledir. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğru düşünceye iletir. Allah her şeyi bilendir. (Teğabun, 11/ 28).

    Her şeyden önce, insana güç veren en önemli psikolojik güdü umuttur. İnsan, umutsuz yaşayamaz. Bu nedenle ibadetlere ve duâya sarılan kimseler, Yüce Allah’ın yardımı ve desteği konusunda ümitli kimselerdir. Her şeyin ancak Allah’ın dilemesiyle olduğunu ve korkulacak bir şey olmadığını ibadetler vasıtasıyla hissederek inancını yaşayan kimseler kavrar. Yaşadığı tüm sıkıntı ve güçlükler, onun umudunu ve hayata bağlılığını yok etmeye yetmez. İman eden kişi bilir ki, Allah her zaman kendisiyle beraberdir ve o kişinin yardımcısıdır. Ona göre, bilen, duyan ve anlayan öylesine yüce ve büyük bir güç vardır ki, ondan başka çare ve umut kapısı yoktur. Yaşarken de ona muhtaçtır insan, öldükten sonra da. İnanan bir insan bilir ki, Yüce Allah’ın yarattıklarına karşı merhameti sözlerle anlatılamaz. Hiçbir insan ondan daha merhametli olamaz. O halde, O’na ibadet etmekten, ondan destek ve yardım istemekten daha rahatlatıcı, O’nu, içimizde hissetmekten daha huzur verici bir şey düşünülebilir mi?

    İbadetlerin psikolojik destek sağlayıcı işlev alanlarından biri de, insandaki özgüven ve dış dünyaya güveni tesis etme ve geliştirme özelliğidir. İnsanın kendini güvende hissetmesi de, stres ve kaygılardan uzak bir hayat yaşayabilmenin temel şartlarından biridir. Psikoloji alanında yapılan araştırmalara göre, bu güven duygusu, insanda bebeklik döneminde başlar. Bu dönemde kazanılan güvene “temel güven” adı verilir. Anne-babası ve kendisiyle ilgilenen diğerleri arasında, bu yaşlarda sağlıklı bir güven duygusu geliştirebilmiş olan kimseler, hayatlarının ileriki dönemlerinde de kazandıkları bu temel güven duygusunu geliştirerek ruhen sağlıklı bir birey olmayı başarabilirler. Ancak zamanla, her şeye gücünün yettiğini düşündükleri anne-babaları ve diğer yetişkinlerin, pek çok konudaki acizlik ve yetersizliklerini keşfedecek olan insan, her şeye gücü yeten ve hiç kimsenin yardımına muhtaç olmayan daha temel ve esaslı bir güven kaynağına ihtiyaç duyacaktır. İşte bu çerçevede, küçüklükten itibaren Allah’a imanı kişilik ve benliğine yerleştirebilen insanlar, stres ve ruhsal rahatsızlıklardan korunma noktasında önemli bir kazanım içinde olduklarını daha iyi anlayacaklardır. Nitekim yukarıda da mealini verdiğimiz bir ayette Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Başa gelen her musibet, Allah’ın izniyledir. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğru düşünceye iletir. Allah her şeyi bilendir. (Teğabun, 11/ 28).

    Sonuç olarak, güçlü dini inancı olan ve buna bağlı olarak samimiyetle ibadetlerinde devamlı olan mümin bir insan, ruhunun iâşe ve ibâdelerini onu doyuracak şekilde karşılayabilen ruh sağlığı yerinde kimsedir. Böyle bir kimse, başka seçeneklere ihtiyaç duymayan sağlam bir kişilik ve karakter sahibi olup, kendini güven içinde hisseden, kendi güç ve kabiliyetlerine güvenen, cesaretli, girişimci, gözü tok ve sabırlı olacaktır. Peygamberimizin ifadesiyle hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama bağlı, ama aynı zamanda yarın ölecekmiş gibi âhiretini unutmayandır. Yani ruhunun iâşe ve ibâtesini ibadetlerle karşılayarak onu doyuran mümin kimseler, kendisi ve çevresiyle barışık, dengeli ve olgun birer kişilik olarak ruh sağlığı yerinde bireyler olurlar.

    Öz

    Dini inancı güçlü olan ve buna bağlı olarak samimiyetle ibadetlerinde devamlı olan mümin bir insan; ruhunun iâşe ve ibâdelerini onu doyuracak şekilde karşılayabilen, kendisi ve çevresiyle barışık olabilen, hayatın sorumluluklarına dayanma gücüne sahip, mutluluk hissini sürekli duyabilen ruh sağlığı yerinde kimsedir. Böyle bir kimse, başka seçeneklere ihtiyaç duymayan sağlam bir kişilik ve karakter sahibi olup, kendini güven içinde hisseden, kendi güç ve kabiliyetlerine güvenen, cesaretli, girişimci, gözü tok ve sabırlı olacaktır. Peygamberimizin ifadesiyle hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama bağlı, ama aynı zamanda yarın ölecekmiş gibi âhiretini unutmayandır. Bu yazıda ibadetlerin ruh sağlığı açısından önemi ele alınmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: İbadetler, ruh sağlığı, mutluluk, namaz, oruç, zekat, hac

    Abstract

    A believing person with strong belief and continuing his/her worships accordingly, is the one with a healthy state of mind, who can address his/her soul’s board and lodging in a manner to satisfy those, can be at peace with him/herself and his/her environment, has the power to bear life’s responsibilities and can always feel sense of happiness. Such a person will have a sound personality and character without needing any other choices, feel self-confident, trusts his/her powers and capabilities, and will be brave, entrepreneur, contented and patient. As expressed by our Prophet, he/she is the one, who is deeply attached to life as if he/she will never die, and who does not forget herefater, as if he/she will die tomorrow. In this text, importance of worships in terms of mental health will be considered.

    Keywords: Worships, mental health, happiness, salaah, fast, zakat and hadj