Köprü Anasayfa

Said Nursi’nin Demokratik Toplum Tasavvuru

"Yaz 2010" 111. Sayı

  • Dünya Barışının Sağlanmasında İttihad-ı İslam’ın önemi

    Importance of İttihad-I Islam in Ensuring World Peace

    Ali BAKKAL

    Prof. Dr., Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi

    1. Tek Kutuplu Dünya Gerçeği

    Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar dünya çift kutuplu bir dünya idi. Küçük devletlerden birçoğu sırtını bu iki kutuptan birine dayamıştı. İki kutuptan birine yaslanmayı korunmanın bir yolu olarak görüyorlardı.

    Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte dünya tek kutupla hale gelmeye başladı. Bunun neticesinde bazı devletler kendi rızalarıyla ABD tarafına geçerken, bazıları direnme ve karşı durma yolunu tercih ettiler. Şu anda karşı durma yolunu seçen ülkelerden Afganistan ve Irak ABD’nin işgali altındadır. Aynı yolu tercih eden İran ve Sudan gibi ülkeler de ABD’nin tehditleri altında varlıklarını devam ettirmektedirler. Eğer ABD’nin işgal gücü yeterli olsaydı, şüphesiz kendisine karşı gelen ülkelerin hepsini işgal ederdi.

    Şu anda işgal edilen ve yüksek tehdit altında bulunan devletler İslâm ülkeleridir. Her ne kadar bazı Orta Amerika ve Kuzey Kore gibi ülkelerden ABD’ye göre bazı çatlak sesler çıksa da bunlara karşı gösterilen tehdit hiçbir zaman İslâm ülkelerine karşı gösterilen tehdit kadar yüksek boyutlu değildir. Şu anda dünyanın tek kutuplu hale gelmesi, daha çok Müslüman ülkeleri tehdit eden bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu işgal ve tehditler bir taraftan Müslüman ülkeleri zayıflatırken, diğer taraftan Müslümanlar arasında yardımlaşma ve birleşme temayüllerini arttırmaktadır. Kader-i ilâhî açısından bakıldığında bu işgal ve tehdidin getirdiği acı ve zulümlerin, İslâm Birliği gibi hayırlı bir işe vesile olacağını düşünmekteyiz.

    2. İşgalin Gerçek Sebebi: Batı’nın Medeniyet Algısı

    ABD’nin Irak’ı işgalinin gerçek sebebinin Irak petrollerini kontrol altına almak, Afganistan’ı işgalinin gerçek sebebinin ise Afganistan doğal kaynaklarının kontrolü yanında Rusya, Çin, Pakistan ve İran gibi ülkeleri de kontrol etmek olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bu sebepler görünen sebeplerdir. Ancak sebeplerin arkasında daha köklü bir zihinsel sebep bulunmaktadır. Bu da menhus bir medeniyet algısıdır.

    Günümüzde Batı dünyasına yön veren düşünce daha çok pozitivizm, materyalizm, natüralizm, pragmatizm, liberalizm, kapitalizm gibi felsefî ve ekonomik düşüncelerdir. Bediüzzaman’a göre bu tür düşüncelerin sosyal hayattaki dayanak noktası kuvvet; gayesi menfaat; hayat kanunu mücadele; toplulukları birbirine bağlayan rabıtası ırkçılık ve menfî milliyetçilik fikri; meyvesi ve neticesi ise nefsî arzuların tatmini ve ihtiyaçların giderek arttırılmasıdır. Hâlbuki kuvvetin semeresi tecavüz; menfaat peşinde koşmanın sonucu her arzuya yetecek menfaat bulunmadığından üzerinde boğuşmak; mücadelenin sonu çarpışmak; ırkçılığın sonucu ise başkasını yutmakla beslenme olduğundan başkasına tecavüzdür. Dünyada huzurun ortadan kalkmasının ve büyük devletlerin işgal ve tehditlerinin arkasında yatan temel düşünce budur.

    Batı dünyası toplumsal yapılarını kendi ırklarını korumaya yönelik olarak biçimlendirdikleri için (ulus-devlet yapısı), bu ırkın ihtiyaçlarını karşılamak için kimin elinde kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir menfaat varsa onları hangi yolla olursa olsun onun elinden almayı bir fazilet ve başarı olarak görmektedir. Onlar açısından değerli olan sadece kendi insanıdır. Devletin görevi de ne pahasına olursa olsun kendi insanının menfaatlerini korumak ve kollamaktadır. Eğer üç-beş vatandaşının doyması veya keyfinin yerine gelmesi için karşı taraftan yüzlerce insanın ölmesi gerekiyorsa, bu da mubahtır. Saldırganlık sadece kuvvetli olmaktan kaynaklanmamakta, nerede bir menfaat varsa öncelikle bunun kendi hakları olduğu düşüncesinden neşet etmektedir. Bu kavga derece derece sürüp gitmektedir.

    Esasen bunlar kendi aralarında da belli oranda mücadele halindedir. Ancak genel menfaatleri birlikte hareket etmekte olduğu için, bu durum onların birbirlerini fazlaca hırpalamalarına müsaade etmemektedir. Kaldı ki başkasını yemekle şu anda yeteri kadar beslenebilmektedirler. İhtiyaçlarını gidermek için henüz birbirlerini yemeye sıra gelmemiştir. Esasen bu işi aynı yüzyıl içinde iki tane dünya savaşı çıkarmak suretiyle gerçekleştirmişlerdi. Biri diğerini tamamen yiyemediği için menfaatleri öyle gerektirdiğinden şimdilik birlikte hareket etmekte fayda mülahaza etmektedirler. Ayrıca ırk itibariyle birbirlerinden farklı olsalar da manevî değerler itibariyle aynı kültür gurubunda yer almaktadırlar. Bu da şimdilik birbirlerini yemeye engel teşkil eden bir durumdur.

    Şüphesiz bütün Batı dünyası aynı düşüncede değildir. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, Avrupa ikidir:

    Birincisi, Hıristiyanlığın bozulmamış ve sağlam kalmış olan kısmından aldığı feyiz ile insanlara faydalı olan sanatları icad eden; adalet ve hakkaniyete hizmet için çeşitli bilimleri geliştiren Avrupa’dır.

    İkincisi, tabiat felsefesinin karanlığıyla, medeniyetin kötülüklerini iyilik zannederek beşeriyeti sefalete ve dalâlete sevk eden, İsevî dininden uzaklaşmış, bozuk Avrupa’dır. Bu habis ruhun özellikle İslâm dünyası üzerinde iki türlü hâkimiyeti mevcuttur: Birincisi maddî hâkimiyettir ki, bunun neticesi sömürüdür. İkincisi manevî hâkimiyettir ki bunun neticesi kültürel hegemonyadır. Bunlar Müslümanların sadece malını alıp götürmüyorlar, ruhunu da soyup çıkarıyorlar. Ruhu çıkarılmış bir toplum artık sömürülmeye hazır demektir. Değer yargılarından uzaklaştırılmış bir topluluk başkasının emrine girmeye hazır hale gelmiş olur. Bu da bir milletin kendini inkârı anlamına gelir.

    3. İslâm Ülkelerinin Durumu

    Çift kutuplu dünyada İslâm ülkeleri genellikle iki kutuptan birine yaslanmıştı. Sovyet bloğunun çöküşünden sonra özellikle Amerika bazı İslâm ülkeleri üzerindeki baskısını arttırdı, bazı bahanelerle, Somali, Irak ve Afganistan gibi ülkeleri işgal etti, İran, Sudan ve Yemen gibi ülkeleri ise yüksek düzeyde tehdit etmektedir. Türkiye dâhil hemen bütün İslâm ülkelerinde az veya çok terör benzeri faaliyetler devam etmektedir. Eskiden Sovyetler Birliği’ne dâhil olan altı ülke ile Bosna-Hersek ve Kosava’nın da istiklallerini elde etmiş olmaları Müslümanlar açısından sevindiricidir. Türkiye’nin bölgede gittikçe güç kazanması ümit verici bir durumdur. Türk Cumhuriyetlerinin zaman zaman bir araya gelmeleri, her şeye rağmen Arap Birliği’nin toplanıp kendi aralarında bazı meseleleri konuşabilmeleri ve daha geniş bir çerçevede bütün İslâm devletlerinin İslâm Konferansı Teşkilatı çatısı altında buluşabilmeleri geleceğe ümitle bakmamızı sağlayan hususlardandır.

    İslâm ülkeleri arasında toprağıyla, nüfusuyla, sanayisiyle, iletişim teknolojisiyle, bilgi birikimiyle, siyasi istikrarıyla kendisini büyük ve lider olarak tavsif edebileceğimiz bir devlet yoktur. Ancak belli seviyedeki birliklerin kurulması için mutlaka büyük ve lider bir ülkeye de ihtiyaç yoktur. Türkiye gibi diğerlerine göre daha iyi konumda olan bazı devletler birlik kurma yolunda önemli hizmetler yapabilirler. Nitekim günümüzde bunun bazı tezahürlerini görmekteyiz.

    4. İttihâd-ı İslâm Neden Gereklidir?

    a. İttihad-ı İslâm öncelikle bir medeniyet projesidir. Bir şahs-ı manevî olan toplumların da bir ruhu vardır ve bu ruh o toplumun dâhil olduğu medeniyetin ana düşüncesinden ibarettir. İslâm toplumlarında medeniyet düşüncesinin temelini Kur’an’ın getirdiği inanç ve ahlak esasları oluştur. İslâm medeniyetinin dayandığı esas nokta kuvvete bedel hak; gayesi menfaate bedel fazilet ve rızâ-yı ilâhîyi elde etmek; hayat kanunu mücadeleye bedel yardımlaşma; toplulukları birbirine bağlayan rabıtası ırkçılık ve menfî milliyetçilik fikri yerine din kardeşliği, akrabalık ve vatandaşlık bağları; hedefi ve maksadı ise insanı nefsin arzularından kaynaklanan kötü fiillerin işlemekten vazgeçirmek, ruhu derin ve yüksek düşüncelerle sarıp ulvî hisleri tatmin etmek, kısacası insanı insan-ı kâmil haline getirmek, insanı insan yapmaktır. Hakkın gereği ittifak; faziletin gereği dayanışma; dayanışmanın gereği birbirinin yardımına koşmak; Müslüman olmanın gereği İslâm kardeşliği ve birbirini mânen desteklemek; nefsi gemleyip helal dairede kalmanın ve ruhu ahlakî faziletlerle donatmanın neticesi ise dünya ve ahirette huzur ve saadettir.

    İki ayrı yerde iki ayrı medeniyet yaşayabilir, medeniyetler arasında alış-veriş ve dayanışma olabilir; fakat aynı yerde iki ayrı medeniyet yaşayamaz. Bir toplumun bir medeniyet grubuna dâhil olması, kendi medeniyet grubundan çıkması demektir.

    Müslümanlar şaşkın ve mütehayyirdir. Güçlü Batı medeniyeti karşısında ne yapacaklarını tam olarak bilememektedirler. Müslümanların önünde iki yol vardır: Ya kendi kökleri üzerinde yükselecekler ya da Batı medeniyeti karşısında teslim olup İslâm medeniyetinden çıkacaklardır. Ancak görünen köy odur ki, Batı medeniyeti maddî yapısı itibariyle ne kadar muhteşem ve şaşaalı görünse de manevî kökleri itibariyle o derece cılız ve zayıftır; hattâ manevî yönü itibariyle insan postuna bürünmüş bir canavardır ve her gün yüzlerce Müslüman’ın kanını emerek beslenmektedir. İslâm medeniyeti ise kökleri itibariyle çok sağlam ve ulvî bir yapıya sahip olmakla birlikte, içten ve dıştan gelen bazı engeller sebebiyle Müslümanların ruhu üzerinde etkili olamadığı için, görüntüsü harabe haline gelmiş bir tarihi eseri andırmaktadır. Bu harabenin başına gelip oturanlar tekrar aynı temeller üzerine muhteşem ve muazzam bir medeniyetin yükselip yükselemeyeceği konusunda şüphe içindedirler. Kök ve temel sağlam olmakla birlikte, bu sağlamlığı çoğu kimseler görememektedirler.

    Biz İslâm medeniyetinin çocuklarıyız. Biz Batı medeniyetiyle iyi komşuluk edebiliriz, ancak o medeniyetin bir ferdi olamayız. Çünkü ruhumuz o zulümatlı, sefih ve cebbar medeniyetle imtizac edemez. Bizim farklı bir medeniyet mensubu olmamız, o medeniyet etrafında birleşmemizi, yani ittihad-ı İslâm’ı gerektirir.

    b. İçimizdeki problemlerin çözümünü “Avrupa kafirleri ve Asya münafıkları”na bırakırsak, onların bu problemleri çözmek yerine daha da derinleştirdikleri, ya da birini çözerken arkasından ondan daha büyük problemler bıraktıkları açıktır. İçimizdeki problemlerin çözümünü de yüce Allah bize havale etmiştir:

    “Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun. Buna rağmen biri öbürüne saldırırsa, bu saldıran tarafla, Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de vuruşun. Döndüğü takdirde aralarını hakkaniyetle düzeltin ve hep âdil olun. Çünkü Allah âdil davrananları sever.” (Hucurat, 49/9.) Dini açıdan bu yükümlülük farz-ı kifaye hükmündedir.

    Yabancıların içimizdeki problemleri çözemedikleri açık iken hâlâ onları aramıza arabulucu olarak çağırmamız bizim medeniyet anlayışımızla bağdaşmaz. Er geç kendi problemlerimizi kendimiz çözmemiz lazımdır. Batı da uzun zaman birbirleriyle savaşarak bugünlere geldi. Hala aralarında içten içe devam eden topsuz tüfeksiz bir mücadele var. En azından bizim de kendi kendimize ateş kesmemizi öğrenmemiz lazım. Bugün birçok İslâm ülkesinde olduğu gibi Batı âlemi Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmaya çalışmaktadır. Artık bu hile ve tuzaklara düşmemenin zamanı gelmiş olmalıdır.

    c. İslâm dünyası geçmişte ne Avrupa-Amerika ne de Sovyet bloğunun hayrını görmüştür. Artık onların da kendi birliklerini kurma zamanı gelmiştir. Birlik kuvvettir. İslâm ülkelerinin topluca kendilerine ait bir kuvvete ihtiyacı vardır. Eğer Filistin problemini Amerika ve Avrupa’nın, Karabağ sorununu Rusya’nın çözmesini beklersek, daha çok bekleriz. İslâm ülkelerinin etnik farklılık, mezhep ayrılığı ve rejim farklılığı gibi hususları bir tarafa bırakıp kendilerini ilgilendiren konularda yekvücut olmasını becermek durumundadırlar.

    5. Nasıl Bir İttihâd-ı İslâm?

    Kurulmasını öngördüğümüz İslâm Birliği aynı bayrak altında yaşayan siyasî bir birlik değildir. Yapılması gereken ilk şey, kültürel ilişkileri sağlamlaştırmak ve aradaki hoşnutsuzlukları gidermek olmalıdır. Önce birbirimizi anlamak ve sevmek mecburiyetindeyiz. Birbirlerinden ne kadar uzak olsalar da bütün İslâm ülkelerinin beslendiği ana kaynak birdir. Ayrıca yakın geçmişte birçokları aynı siyasî ve ekonomik çatı altında bulunuyordu. Aynı siyasî ve ekonomik gelenekten gelmek, aynı tarihe sahip olmak birbirimizi anlamayı daha da kolaylaştıracaktır. Bunun için karşılıklı geliş-gidişlerin arttırılması, vizesiz giriş-çıkışların yaygınlaştırılması, turistik faaliyetlere hız verilmesi, karşılıklı öğrenci kabulü, diplomaların denkleştirilmesi, bilim adamlarına farklı ülkelerde hizmet vermesinin sağlanması gibi hususlara ağırlık verilmelidir.

    İkinci olarak ekonomik ilişkiler güçlendirilmelidir. İslâm ülkeleri arasında öncelikli ticaret ve yatırım anlaşmaları imzalanmalı, işçi giriş-çıkışları çoğaltılmalı, herhangi bir tüccar ve sanayiciye aynı anda farklı ülkelerde yatırım yapma imkânı sağlanmalı, bankalar arası finans aktarımlarının hızlandırılması ve kolaylaştırılması gibi hususlar İslâm Birliğine giden yolu sağlamlaştıracak ve güçlendirecektir.

    Üçüncü olarak bütün Müslümanları ilgilendiren konularda aynı tepkiyi koymak ve aynı faaliyeti yapmak konusunda birlik sağlanmaya çalışılmalıdır. Bu kısımda, Batı’da medya yoluyla İslâm’a karşı yürütülen hakaret projelerine karşı durma, depremlerde yardımlaşma, dünyada bazı devletlerin kendi Müslüman vatandaşlarına karşı yaptıkları zulümleri protesto etme gibi faaliyetler sayılabilir.

    Dördüncü olarak siyasî desteğe muhtaç olan bazı İslam ülkelerine bu destek verilmelidir. Özellikle refah düzeyi iyi olan bazı İslâm ülkeleri etliye sütlüye karışmadan varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki bu tür devletler desteğe muhtaç ülkelere destek verseler, onların kısa vadede olmasa bile uzun vadede çözülebilir.

    Beşinci olarak bir şekilde kurulmuş olan ekonomik ve siyasi birlikler muhafaza edilmeli ve bunlara işlerlik kazandırılmalıdır. Bu tür birliklerde bazı hata ve yanlışlıklar yapılmış olabilir. Böylesi durumlarda niçin hata ve yanlışlık yapıldığının tespiti dahi önemli bir tecrübedir. Bu tür birlikler daha büyük birlikler için önemli bir tecrübe niteliğindedir. Ayrıca hiçbir büyük birlik daha baştan büyük olarak kurulmamıştır. Genellikle birlikler küçük ölçekli olarak kurulur daha sonra sınırları ve muhtevası genişletilir. Birdenbire herkesin dâhil olduğu etkin bir İslâm birliğinin kurulmasını düşünmek ham hayalden başka bir şey değildir.

    Netice itibariyle İttihad-ı İslâm aynı ruhtan kaynaklanan, yardımlaşma esasına dayalı bir birlik olmalıdır. Bu yapı zamanla güçlendirilebilir. İslâm ülkelerinin farklı coğrafî dağılımları, farklı ekonomik ve siyasî yapıları şimdilik sıkı bir İslâm birliğinin kurulmasına müsait değildir.

    6. İttihad-ı İslâm Düşüncesi Başkalarını Endişelendirmez mi?

    İlk zamanlarda böyle bir birlik düşüncesi diğer devletleri endişelendirebilir. Ancak bu endişenin uzun zaman devam edeceği kanaatinde değiliz. Bunun birkaç sebebi vardır:

    a. İttihad-ı İslâm, daha çok devletlerin siyasî birliğini değil, Müslümanların serbest dolaşımını gaye edinmiş olacaktır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Şimdi istediğimiz nokta, müminlerin teveccühleri ve teyakkuzlarıdır. Teveccüh-ü umûmînin tesiri inkâr edilmez. İttihadın hedefi ve maksadı, i’lâ-yı Kelimetullah ve mesleği de nefsiyle cihad-ı ekber ve başkalarını da irşaddır. Bu mübarek heyetin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-ü ahlak ve istikamet ve saire gibi makâsıd-ı meşrûaya masruftur.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 98-99.)

    b. Başta Osmanlı devleti olmak üzere hiçbir İslâm devleti vatandaşlarını asimile etme gayesi gütmemiştir. Müslümanlar bazı yerlere 1400 seneden beri hâkim oldukları halde buralarda hâlâ o memleketin Hıristiyan yerlileri varlıklarını kendi dinlerini yaşayarak devam ettirmektedirler. İttihad-ı İslâm bir asimilasyon politikası üretmez, sadece Müslümanların kendi aralarında daha iyi iletişimini sağlar.

    c. İttihad-ı İslâm hangi dinden olursa olsun bütün insanların dinlerini serbestçe yaşayabilmelerinin garantisidir.

    7. İslâm Konferansı Teşkilatının İttihad-ı İslâm Konusundaki Önemi

    Günümüzde kurulması düşünülen İslâm Birliği, Avrupa Topluluğu’nda olduğu gibi bir siyasî birlik olamaz. Avrupa Topluluğu dahi siyasî bir birlik için yola çıkmamıştı. Önce Demir-Çelik Birliği oluşturuldu; sonra bu birlik Avrupa Ekonomik Topluluğu’na çevrildi; daha sonraki dönemlerde bu topluluğun üyeleri arttırıldı; son aşamada ise Avrupa Birliği teşkil edildi.

    İslâm Birliği daha çok kültürel ve ekonomik bir birlik olarak kurulmak zorundadır. Siyasî olarak sadece dış olaylar karşısında İslâm ülkelerini ilgilendiren konularda birliği sağlamak maksadıyla nasıl davranılacağına dair bazı kurallar konulmalıdır.

    Kültürel ve ekonomik anlamda bile olsa bir İslâm Birliği, kolay kolay hiçbir İslâm ülkesinin cesaret edemeyeceği bir teşebbüstür. Kanaatimce günümüzde İslâm Birliği’ne giden yol, İslâm Konferansı Örgütü’nden geçer. Dolayısıyla İslâm Konferansı Örgütü çok iyi korunmalı ve faaliyetleri günden güne daha etkin hale getirilmelidir.

    Türkiye ve İran’ın içinde yer almayacağı bir birlik noksan olur. Kasr-ı Şirin anlaşmasından beri Türkiye ile İran problemsiz bir şekilde iki komşu devlet olarak günümüze kadar dost kalabilmişlerdir. Her ne kadar bu süreç içinde ilişkiler bir nevi askıya alınmışsa da, iki devlet arasında şu an için ileride problem olacak meselelerin bulunmaması son derece önemlidir. Arapların İslâm dünyasını toparlamaları bir yana, bir şekilde kurmayı başardıkları Arap Birliği Örgütü’nü dahi işletemedikleri ortadadır. “Araplar ittifak etmemek üzere ittifak ettiler” sözü öteden beri meşhur olmuştur. Koca Sünnî dünyanın İran’ın etrafında birleşmesi de mümkün değildir. Olsa olsa bu birlik, Türkiye ve İran’ın ağırlıklarını koyması neticesinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla şu anda Türkiye ve İran’ın ilişkilerini canlı tutup, her birinin diğerinin aleyhine olacak faaliyetlerden kaçınması lazımdır.

    Birliği’nin oluşturulması için hem aşağıdan hem yukarıdan birleştirici faaliyetlerde bulunmak gerekir. Aşağıdan yapılacak birlik faaliyetleri iki veya daha fazla ülke arasındaki yapılan birlikteliklerdir. Bir zamanlar Türkiye-İran-Pakistan arasında oluşturulan CENTO ile Türkiye-Irak-Pakistan arasında kurulan Bağdat Paktı bunun en iyi örnekleridir. Arap devletleri arasında da zaman zaman bazı birleşmeler olmuş, fakat bunların hiçbiri korunamamıştır. CENTO gibi birlikler bir sonuç doğurmuyor diye ilga edilmiştir. Arap Birliği Örgütü de şimdiye kadar elle tutulur bir başarı sağlayamamış olmakla birlikte, mevcudiyeti korunmalıdır. Bir birliğin belli süreçte başarılı olmaması, sonraları da başarılı olmayacağı anlamına gelmez. İlga edilmek yerine askıya alınmaları daha iyi olur. CENTO’nun ilga edilmesi tarihî hatalardan biridir. Eğer aynı teşkilat bugünlerde ayakta kalmış olsaydı, muhtemelen çok güzel şeyler yapılacaktı. Ancak bugün bir CENTO’yu kurmaktan bile çok uzağız.

    Yukarıdan yapılan faaliyetler İslâm Konferansı Örgütü yoluyla yapılan faaliyetlerdir. Şimdilik İslâm Konferansı Örgütü son derece zayıf bir birliktir. Ancak Avrupa’nın Demir-Çelik Birliği, bir gün Avrupa Topluluğu’na dönüştüğü gibi İslâm Konferansı Örgütü de bir İslâm Birliği’ne dönüşebilir.

    8. İttihad-ı İslâm’ın Dünya Barışına Katkısı İttihad-ı İslâm birçok açıdan dünya barışına katkı sağlayacaktır:

    a. Öncelikle İttihad-ı İslâm, İslâm ülkelerinde meydana gelen anarşi ve terör olaylarını kontrol altına alma ve önlemede büyük hizmet görecektir. Şunu kesine yakın bir şekilde söylemek mümkündür: Eğer günümüzde bir İslâm Birliği olsaydı, 11 Eylül saldırıları olmazdı.

    b. Özellikle Ortadoğu’da huzursuzluğun temel kaynaklarından birisi İsrail’dir. Günümüzde İsrail, ABD’yi dahi dinlemeyecek ölçüde şımarmıştır. Bu şımarıklığın en önemli sebebi kendisinin düşman olarak kabul ettiği Filistinlilerin oldukça zayıf durumda olmalarıdır. Eğer bir İslâm Birliği olsaydı İsrail’in bu kadar şımarması mümkün olmazdı. Hemen hemen Ortadoğu’ya huzur ve barış getirmenin tek yolu güçlü bir İslâm Birliği’dir. Böyle bir birlik oluşmadığı müddetçe İsrail şımarık davranışlarına ve Filistinlilere yaptığı zulümlere devam edecektir. İttihad-ı İslâm Ortadoğu’da barışın garantisidir.

    c. İttihad-ı İslâm etnik grupların varlıklarının da bir garantisidir. Geçmişte hiçbir etnik grup sırf bu sebeple ne baskı görmüş, ne de hakarete uğramıştır. Bugün Osmanlı’nın külleri üzerinde kurulmuş olan Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Ermenistan, Gürcistan gibi birçok ülkenin varlık sebebi Osmanlı’dır. Eğer Osmanlı bu milletleri etnik olarak korumamış olsaydı, Rusya, Almanya, Fransa gibi ülkeler çoktan bunların önemli bir kısmına topraklarına katar ve onları asimile ederlerdi. Bu devletlerin büyük çoğunluğu varlıklarını Osmanlı’ya borçludur. Günümüzde de bir İslâm Birliği’nin kurulması halinde bu durum birçok etnik grubun korunması ve muhafazası anlamına gelecektir.

    Öz

    İttihad-ı İslâm öncelikle bir medeniyet projesidir. Bir şahs-ı manevî olan toplumların da bir ruhu vardır ve bu ruh o toplumun dâhil olduğu medeniyetin ana düşüncesinden ibarettir. İslâm toplumlarında medeniyet düşüncesinin temelini Kur’an’ın getirdiği inanç ve ahlak esasları oluşturur. Bunlar da hak, fazilet, yardımlaşma, din kardeşliği gibi ilkelerle insanı insan-ı kâmil haline getiren ulvi hasletlerdir. Bu özelliklere sahip Müslümanların oluşturacağı bir birlik dünya barışını da sağlayacaktır. Bu yazıda dünya barışının sağlanması yolunda “İttihad-ı İslâm”ın önemi gözler önüne serilmektedir.

    Anahtar Kelimeler: İttihad-ı İslâm, Batı medeniyeti, İslam medeniyeti, dünya barışı

    Abstract

    İttihad-ı Islam is first of all a civilization project. Societies, which are intangible entities, have a spirit, and such spirit consists of the main thinking of the civilization, in which such society is included. Basis of civilization thinking in Islamic societies is constituted by the terms of belief and ethics brought by Koran. And these are divine traits making human perfect with principles as right, merit, solidarity, religious fraternity. A unity to be formed by Muslim people with these characteristics will ensure world peace as well. In this text, importance of “İttihad-ı Islam” in ensuring world peace is revealed.

    Keywords: İttihad-ı Islam, Western civilization, Islamic civilization, world peace