Köprü Anasayfa

Şeriat Nedir?

"Güz 94" 48. Sayı

  • Risâle-i Nur'da Şeriat

    Eğer sual etsen: "Nedir şu tabiat ki, daima onun ile tm tın ediyorlar?… Nedir şu kavanin ve kuva ki, daima onlar ile mutedemdimdirler?" Cevab vereceğiz ki: Âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkadin anasır ve a’zasınm ef’allerini intizam ve rabt altma alan şeriat-i fıtriyedir ki, "Tabiat" veya "Matbaa-i İlahiye" ile müsemmadır. Evet tabiat, hilkat-i kainatta câri olan kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. İşte kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatm birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, herbiri şu şeriatın birer mes’elesidir.

    Muhakemat, s.112, 3. paragraf.

    ***

    Şeriat-ı İlahiye ikidir. Biri, sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’al-i ihtiyariyesin tanzim eder. İkincisi, sıfat-ı iradeden gelen ve evamir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kainatta câri olan kavanin-i adatullahın muhassalasından ibarettir. Evvelki şeriat nasıl kavanin-i akliyeden ibarettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi mecmu-u kavanin-i itibariyeden ibarettir, sıfat-ı kudretin hassası olan tesir ve icada malik değillerdir.

    Mesnevi-i Nuriye, s. 211.

    ***

    Ve küre-i zeminden. daha büyük bir hakikatı omuzuna almış ve bütün nev’-i beşerin saadetine tekeffül eden bir şeriatı ki: O şeriat, fünun-u hakikiye ve ulûm-u İlâhiyenin zübdesi olarak istidad-ı beşerin nümüvvü derecesinde tevessü’ edip iki âlemde semere vererek ahval-i beşeri güya bir meclis-i vahid, bir zaman-ı vahidin ehli gibi tanzim eden öyle bir adaleti te’sis eder. Eğer o şeriatın nevamisinden sual edersen ki: Nereden geliyorsunuz? Ve nereye gideceksiniz? Sana şöyle cevap verecekler ki: Biz kelâm-ı ezelîden gelmişiz. Nev’-i beşerin selameti için ebedin yolunda refakat için ebede gideceğiz. Şu dünya-yı faniyeyi kestikten sonra, bizim sûri olan irtibatımız kesilirse de; daima mâneviyatımız beşerin rehberi ve gıda-yı rûhânisidir.

    Muhakemat, s.141

    ***

    Arkadaş! Mâsum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musîbetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır. Yalnız, meşîet-i İlâhiyenin düsturlarını havi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbî değildir ki, aklı olznayan birşeye tatbik edilmesin. O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidâda bakar. Bunlardan husûle gelen füllere o şeriatın hükümleri tatbik ile tecziye edilir. Meselâ, bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhâlefet etmiş olur. İşte bu muhâlefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa, müstehak olur. Çünkü, bu musibet, o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, öz evlatlarma olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanm yavrucuğunu parçalayark yavrularına rızık yapar; sonra bir avcı tarafından öldürülür. İşte, hiss-i hiss-i şefkat ve himâyeye muhalefet ettiğinden ceylanâ yaptığı aynı musîbete maruz kalır.

    Mesnevi-i Nuriye, shf. 64.

    ***

    Şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulûm-u esâsiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünûndan mülahhastır. Evet, tehzibü’r-ruh, riyâzetü’1-kalb, terbiyetü’1vicdan, tedbîrü’1-cesed, tedvîrü’1-menzil, siyasetü’I-medeniye, nizâmâtü’1âlem, hukuk, muâmelat, âdâb-ı içtimâiye, vesâire vesâire gibi ulûm ve fünûnun ihtivâ ettikleri esâsâtın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir. Ve aynı zamanda, lüzum görülen meselelerde, ihtiyaca göre izahatta bulunmuştur. Lüzûmlu olmayan yerlerde veya zihinlerin istidadı olmayan meselelerde veyahut zamanın kabiliyeti olmayan noktalarda, bir fezleke ile icmal etmiştir. Yani, esasları vaz’ etmiş, fakat o esaslardan almacak hükümleri veya esâsâta bina edilecek fürûâtı akıllara havâle etmiştir. Böyle bir Şeriatın ihtivâ ettiği fenlerin üçte biri bile şu zaman-ı terakkîde, en medeni yerlerde, en zekî bir insanda buluzıamaz. Binâenaleyh, vicdânı insaf ile müzeyyen olan zât, bu şeriatın hakîkatinin bütün zamanlarda, bilhassa eski zamanda, takat-i beşeriyeden hariç bir hakikat olduğunu tasdik eder.

    İşâratü’I-I’câz, s.166-167.

    ***

    Evet, Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselâmın getirdiği şeriatın hakaiki, fıtratın kânunlarındaki muvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarma lazım gelen münasebetleri ihlal etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikâye eden yegane bir âmildir.

    Işaratü’1-1’caz, s.165.

    ***

    Öyle bir şeriat ki: Akıl ve nakil, dest-bedest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinın hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.

    Muhakemat, s. 5, 2. paragraf.

    Ey ehli kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur, size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem’etmiş olduğundan, usulde muaddil ve mükemmeldir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir…

    İşaratü’I-I’caz, s. 53

    ***

    Birinci Nükte: Şeriat, doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-i ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında hitâb-ı İlâhî’nin neticesidir. Tarikatın ve hakikatm en yüksek mertebeleri, şeriatın cüzleri hükmüne geçer. Yoksa daima vesile ve mukaddime ve hadim hükmündedirler. Neticeleri, şeriatın muhkematıdır. Yâni: Hakaik-ı şeriata yetişmek için, tarikat ve hakikat meslekleri, vesile ve hadim ve basamaklar hükmündedirler. Git gide en yüksek mertebede, nefs-i şeriatta bulunan mâna-yı hakikat ve sırr-ı tarikata intılab ederler. O vakit, şeriat-ı kübrânın cüz’leri oluyorlar. Yoksa bazı ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, şeriatı, zahiri bir kışır, hakika’tı onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir. Evet şeriatın, tabakat-ı nâsa göre inkişafatı ayrı ayrıdır. Avam-ı nâsa göre zahir-i şeriatı, hakikat-ı şeriat zannedip havassa mürkeşif olan şeriatın mertebesine "hakikat ve tarikat" namı vermek yanlıştır. Şeriatın, umum tabakata bakacak merâtibi var.

    İşte bu sırra binaendir ki: Ehl-i tarikat ve ashab-ı hakikat, ileri gittikçe hakaik-i şeriata karşı incizabları, iştiyakları, ittiba’ları ziyadeleşiyor. En küçük bir sünnet-i seniyyeyi, en büyük bir maksad gibi telakki edip, onun ittibaına çalışıyorlar: onu taklid ediyorlar: Çünki: Vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise; semere-i vahiy olan âdâb-ı şer’iyye, o derece semere-i ilham olan âdâb-ı tarikattan yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarikatırı en mühim esâsı, sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.

    Mektubat, s. 422-423, 1. paragraf.

    ***

    İslâmiyet ise, insaniyet-i kübra… ve şeriat ise medeniyet-i fuzla’dır (en faziletli medeniyet).

    Tarihçe-i Hayat, s. 69.

    Dokuzuncu Nükte: Mesâil-i Şeriattan bir kısmma "taabbüdi" denilir; aklın muhâkemesine bağlı değildir, emrolunduğu için yapılir. İlleti emirdir.

    Bir kısmına "mâkulü’1-mânâ" tâbir edilir; yani bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşrüne müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü, hakîki illet, emir ve nehy-i İlâhîdir.

    Şeâirin taabbüdî kısmı: Hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor; ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse, onu tağyir edemez. Öyle de, "Şeâirin fâidesi, yalnız mâlûm mesâlihtir" denilxxıez ve öyle bilmek hâtadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir.

    Mektubat, s. 385-386.

    ***

    Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyasete taalluk eder.

    Mürıazarat, s. 53.

    ***

    Ey muterîz Ağa!.. Ağlamak isteyen çocuk gibi veya intikam isteyen kindar düşman gibi bahane mahane aramakla hilaf-ı şerîatle vücuda gelen ahvali ve su-i tefehhümden neş’et eden şübehatı sened tutmak, İslâmiyete leke getirmek pek büyük insafsızlıktır. Zira, bir Müslimin herbir sıfatı İslâmiyetten neş’et etmek lâzım gelmez.

    Muhakemat, s. 30,1. Mukatta sonu.

    ***

    Fakat çendan insan bütün esmaya mazhardır. Fakat, kainatın tenevvüünü ve melaikenin ihtilaf-ı ibadatını intaç eden tenevvü-ü esma, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur. Enbiyanın ayrı ayrı şeriatleri, evliyanın başka başka tarikatları, asfiyanın çeşit çeşit meşrebleri şu sırdan neş’et etmiştir.

    Sözler, s. 310, 24. Söz, 1. dal.

    ***

    Onuncu Mukaddeme’de geçtiği gibi, hem de ikinci nokta-i itirazın cevabında da geleceği gibi şudur ki: Cumhurun istidad-ı efkârı derecesinde şeriatın irşad etmesidir. Şöyle ki: Cumhurun amiliği için, hakaik-ı mücerredeyi; me’lûfları vasıta olmaksızın adem-i telâkkileri sebebiyle, müteşabihat ve teşbihat ve istiârat ile tasvir etmesidir. Hem de fünun-u ekvanda cumhurun, hiss-i zâhir sebebiyle hilâfı vakü zarurî telâkki etmekle beraber, mebadi basamakları adem-i in’ikad ve tekemmülünden, mağlâtaların vartalarına düşmemek için, şeriat öyle mesailde ibham etti ve mutlak bıraktı; lâkin hakikatı îmâdan hâli bırakrzıadı.

    Muhakemat, s.138.

    ***

    Asırlara göre şeriatlar değişir; belki, bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’1-Enbiyadan sonra, Şeriat-ı Kübrâsı her asırda, her kavme kafi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır Fakat, teferruatta bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyacı kalmıştır.

    Sözler, s. 447, Hatime,1. paragraf.

    ***

    Yaşasın Şeriat-ı Garrâ!

    5 Mart 1325 (18 Mart 1909)
    Dini Ceride, No: 77

    Ey mebusân!

    Uzunluğu ile beraber gayet mûciz birtek cümle söyleyeceğim; dikkat ediniz! Zîrâ, itnâbmda îcâz var. Şöyle ki:

    Meşrûtiyet ve kânun-u esâsî denilen adâlet ve meşveret ve kânunda cem’-i kuvvet, bu ünvan ile beraber, asıl Mâlik-i Hakîki ve sahib-i ünvân-ı muhteşem (1) ve müessir ve adâlet-i mahzâyı mutazammm (2) ve nokta-i istinâdımızı temin eden (3) ve meşrûtiyeti bir esâs-ı metîne istinad ettiren (4) ve evham ve şükûk sahibini vartai hayretten kurtaran (5) ve istikbâl ve âhiretimizi tekeffül eden (6) ve menâfi-i umûmiye olan hukûkullahı izinsiz tasarruftan sizi tahlîs eden (7) ve hayat-ı milliyemizi muhâfaza eden (8) venyetizmalandıran (9) ve ecânibe karşı metânetimizi ve kemâlimizi ve mevcudiyetimizi gösteren (10) ve sizi muâheze-i dünyeviye ve uhreviyeden kurtaran (11) ve maksat ve neticede ittihâd-ı umûmiyeyi tesis eden (12) ve o ittihâdın rûhu olan efkâr-ı âmmeyi tevlid eden (13) ve çürük mesâvi-i medeniyeti hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden (14) ve bizi Avrupa dilenciliğinden kurtaran (15) ve geri kaldığımız uzun mesafe-i terakkîde-sırr-ı i’câza binâen-bir zaman-ı kâsırada tayyettiren (16) ve Arap ve Turan ve İran ve Sâmileri tevhid ederek az zamanla bize bir büyük kıymet veren (17) ve şahs-ı mânevî-i hükûmeti Müslüman gösteren (18) ve Kânun-u Esâsînin rûhunu ve On Birinci Maddeyi muhâfaza ile sizi hıns-ı yeminden kurtaran (19) ve Avrupa’nm eski zann-ı fâsidlerini tekzib eden (20) Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hâtem-i enbiyâ ve Şeriatın ebedî olduğunu tasc ik ettiren (21) ve muharrib-i medeniyet olan dinsizliğe karşı sed çeken (22) ve zulmet-i tebâyün-ü efkâr ve teşettüt-ü ârâyı safha-i nûrânîsi ile ortadan kaldıran (23) ve umum ulemâ ve vâizleri ittihad ve saadet-i millete ve icraat-ı hükûmeti meşrûta-i meşrûaya hâdim eden (24) ve adâlet-i mahzâsı merhametli olduğundan anâsır-ı gayr-i müslimeyi daha ziyâde te’lif ve rapt eden (25) ve en cebîn ve âmi adamı en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakiki ki-i terakkî ve fedâkârlık ve hubb-u vatanla mütehassis eden (26) ve hadim-i medeniyet* olan sefâhet ve israfât ve havâyic-i gayr-i zarûriyeden bizi halâs eden (27) ve muhâfaza-i âhiretle berâber îmâr-ı dünya etmekle sa’ye neşât veren (28) ve hayaât-ı medeniyet olan ahlâk-ı hasene ve hissi yât-ı ulviyenin düsturlarını öğreten (29) ve herbirinizi, ey mebuslar, elli bin kişinin takazasmı, yani haklarını sizden dâvâ etmelerini hakkınızda tebrie eden (30) ve sizi icmâ-ı ümmete küçük bir misâl-i meşrû gösteren (31) ve hüsn-ü niyete binâen a’mâlinizi ibâdet gibi ettiren (32) ve üç yüz milyon Müslümanın hayat-ı mâneviyesine sû-i kast ve cinâyetten sizi tahlîs eden (33) ol ‘Şeriat-ı Garrâ’ ünvânıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’haz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz; acabâ bu kadar fevâidi ile berâber ne gibi şey kaybedeceksiniz?

    Vesselâm.

    Said Nursî
    Hutbe-i Sâmiye, s. 85-88.

    ***

    Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (a.s.m.)

    Şeriat-ı Garrâ, kelâm-ı Ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Nefs-i emmârenin istibdâd-ı rezîlesinden selâmetimiz, İslâmiyete istinad iledir, o hablü’1-metîne temessük iledir ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, îmandan istimdat iledir. Zîrâ, Sâni-i Âleme hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın, halka ubûdiyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihâd-ı ekber ile mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahallûk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ile muvazzaftır.

    Ey evliyâ-yı umur! Tevfik isterseniz, kavanîn-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlikle cevab-ı red alacaksınız. Zira, mâruf umum enbiyanın memâlik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru kader-i İlâhiyenin bir işaret ve remzidir ki, bu memleket izısanlarınm makina-i tekemmülâtınm buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasmın ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziyâ-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır.

    Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için vaktiyle mesâil-i Şeriat rüşvet verilirdi. Dinin mes’eleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı, za’f-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir. Bizim cemaatimizin meşrebi, muhabbete muhabbet ve husûmete husûmettir. Yâni, beyne’1-İslâm muhabbete imdat ve husumet askerini bozmaktır.

    Mesleğimiz ise ahlâk-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallük ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz, Şeriat-ı Garra ve kılıncımız da, berâhin-i kâtıa ve maksadımız Îlâ-yı Kelimetullahtır. Cemaatimize herbir mü’min mânen müntesibdir. Sûreten intisab ise, Sünnet-i Nebebiyeyi kendi âleminde ihyaya azm-i kat’î iledir. En evvel mürşid-i umumî olan ulema ve meşâyih ve talebeyi, Şeriat nâmma ittihada dâvet ederiz.

    Said Nursî

    Dipnotlar

    * Hadim-i medeniyet: medeniyeti yıkıcı.