Köprü Anasayfa

Seslerin Estetiği: Müzik

"Yaz 2002" 79. Sayı

  • Din-i İslam'da Hedef-i Münakaşa Olan Mesailden: Musiki *

    Mustafa Sabri Efendi **

    Gerek doğrudan doğruya tabiî seslerle ve gerekse aletler ve çalgılar vasıtasıyla icra edilen musiki nağmelerininenvaı (çeşitleri) ve muhtelif şekillerine göre haramlığına, kerahetine ve hatta cevazına dair ahkam ve akval-i şer’iyyemevcut olduğu malum bulunmakla beraber, her halde din-i İslam’ın musikiyi mutlak surette kabul etmekten buna karşıtamamen kayıtsız kalmaktan kaçınmakta olduğu da malumdur ki, işte biz de asıl bu ikinci nokta hakkında, yani din-i İslam’ın,musikiyi kayıtsız ve şartsız tecviz veya tahsin etmeyerek buna karşı velev kısmen korumacı bir tavır almakta olmasınınsır ve hikmetine dair beyan-ı mütalaa edeceğiz.

    Bilenlerin zevkine göre ruhu okşayan büyük bir kıymeti haiz olan bu sanat-ı nefise hakkında şeriat-ı garra’nınmuamelesinin, musiki namelerinin tesirli kokularını takdir edemeyen bazı kasvetli yaratılışlı kimselerin haline kıyasolunması asla caiz değildir. Belki din-i İslam musikinin tab’a ne kadar hoş geldiğini, duygularımızı ne derecelerde gıcıkladığınıbizden ziyade takdir ettiği için buna karşı lakayd kalmayı uygun görmüyor. Zaten en tatlı, en zevkli şeyde mevcudolan en gizli sakıncaları keşfetmek hususunda dinimiz gayet müstesna bir derin görüşlülüğe malikdir ki, bu dadinler arasındaki yüceliğine şehadet etmektedir. Öyle ya bir din-i semavi, beşeri kendi akılları ile anlayamayacağıhakikatlere ulaştırmalıdır ki, hidayet edici sani ile mütenasib olsun.

    İşte musiki:

    İlkin, malayani ile iştigal kabilinden olmak hasebi ile meşguliyet şeklinde bir atalettir ki, kumar bahsinde dahi beyanedileceği vecihle ataletin bu nevinde, yani insanlar için bir iş sırasına geçmiş bulunanlarında mündemiç olan katkat atalet dinimizin nazar-i dikkatinden gizlenememiştir.

    İkincisi, musikiden alınan lezzet, edilen istifade derin hevâci bir manaya sahiptir. Din-i İslam ise gerek ataletin vegerek hevâciliğin yegane düşmanı olduğu cihetle bunları saklandıkları umulmadık yerlerde arayıp takip etmek önemlivazifelerindendir.

    Musikinin ataleti ihtiva eylediği pek güçlükle kabul edileceğine rağmen dikkatli bakışlar bu hususta hiç tereddütetmez. Çünkü bir kere musiki için uhrevi bir fayda tasavvur olunamaz. Dünyaca ise karın doyurmaz tabirine masadakolacak surette faydasızdır. Fakat musiki sayesinde, mesela Avrupa’da, geçim temin eden ve belki büyük bir servete nailolan bu kadar hanendeler, sazendeler mevcud olduğu halde, bunun maddi menfaatlerini inkara nasıl cesaret olunur demekteacele edilmesin. Çünkü geçim temini insan haysiyetine halel getirmeyecek surette olmadıkça vicdan rahatlığını teminedemediği için nazar-i itibara alınamaz.

    Lakin biz de serdeylediğimiz nazariyatta garabetten garabete intikal ediyoruz. Bunun haysiyete halel getirme neresinde? Yineacele buyurulmasın. İnsanları aşırı derecede eğlendiren bütün sanatlar selim ahlak nazarında düşük işlerden sayılır.Bu gibi işleri yapanların itibar ve şöhretine yapılan alkışlara ihtiramlara belki istirhamlara bakmayınız. Buihtiramlar, istirhamlar onlardan bir parça haysiyet koparmak ve bu zararı belli etmemek üzere gururunu okşayarak yaptırmakmanasına olduğu için reddedilmez. Cevher-i ismetinden sıyrılmak istenilen kadınlara karşı da pek çok ihtiramlar gösterilir.

    Hanendelik ve sazendelikte mevcut olan şu "eğlendirmek" nokta-i nazarından kızlarına çalgı öğretmişolmakla bunu olumlu bulan ebeveynin aklına ve kadınların hürmeti meselesi en muazzez kavaidinden addolunan Avrupamedeniyetini taklit levazımında olmak üzere dest-i izdivacına talip olduğu kızın çalgı bilmesini arzu eden beylerinhaline taaccüb etmek lazım gelir. Bir kadının zevcini eğlendirebilmek iktidarına malikiyeti ayıp şeylerden değil, övgüyedeğer olması iktiza edeceği ve çünkü kadının zevcini refakati ile memnun ve mesut etmesi kendisi için bir vazife-itabiiye olduğu makam-ı itirazda söylenemez. Çünkü refakatiyle mesut olmak, eğlenebilmek karşılıklı bir menfaattir.Şu halde çalgı bilmek şartının kadın tarafından erkeğe karşı dermeyan olunmak ve erkeklik meziyetlerine güvenenbir zevcin çalgı çalmasını bilmediğinden dolayı kıymet-i zevciyesi eksik görülmek ne kadar garib ve ne kadar gülünçgeleceği tasavvur buyurulsun.

    Hanendelere ve sazendelere nispetle bestekarlar bir dereceye kadar yukarıda izah edilen gizli zilletten azade gibi görünürlersede, yekdiğeri sayesinde revaçta kalabilen bu sanatlar birbirinin iyi ve kötü taraflarına az çok iştirak etmektenkurtulmamaları lazım geleceği gibi, şurası da mahsustur ki, ilim adamlarının saha-i tedrisinde yükselen vakardalgaları ve iftihara bedel bestekar öğretmenlerin muhit-i taliminde hafifmeşrepliği hissettiren bir vakardan sıyrılmışbir hava yayılır. "Kırkından sonra saz çalmak" ne demek olduğunu elbette takdir ederiz. Onun içindir ki,mesela ileri gelen bir zat hakkında velev en nefis, en musanna bir şarkıyı talim etmek mahall-i haysiyet ve kendisindenöyle bir şeyi istirham büyük bir cüret addolunur. Halbuki ulum ve fünun tedrisatı, büyük küçük herkes hakkındaşan ve şerefi artırma vesilesi olmak icap etmez miydi?

    Bir bestekarın şakirdleri huzurunda bağırıp çağırmak hiffet ve mezelletine düşmeksizin henüz bilcümle musikieserleri hakkında kabil-i tatbik olmayan nota usulü sayesinde kendi tenha hücresinde eserlerini neşredebilmesini dermeyaneylemek ise bu hususta bir tesettür çaresi bulunmuş olmakla teselli kabilinden olacağı cihetle bize cevap olmak şöyledursun, iddiamızı zımnen teslim yerine geçer.

    Musiki için yukarıdan beri şerhine çalıştığımız sakıncalar, bununla maişet temin eden sınıfa ait olup, kendikendilerini veyahut sevdiklerini eğlendirenleriyle kaffesinin [hepsinin] dinleyenlerini atalet mahzuru açıklamaya ihtiyaçgöstermeyecek bir açıklıktadır. Musiki dinleyenler bu müddette cemiyet-i beşeriyye için bir şey yapmış olmayıp,yalnız bir hayli paraların bir çok ceplerden çıkarak bir cebe girmesine yardım etmiş oluyorlar. Sonra bu paralarınmukabilinde bu adamlar ne almış oluyorlar? Hiç!.. Bir kunduracı size paranız mukabilinde bir kundura verir. Fakat siz deo kundurayı giyer mesela dükkanınıza gidersiniz. Bilfarz kitap satarsınız. Hem kendiniz kazanırsınız, hem de birtaraftan o kitapların münderecatından memlekete ulum ve fünun öğretirsiniz. Kitabın tabiine [basanına], mürettibine,müellifine, kağıdını imal eden fabrikaya, pamuğunu istihsal eden çiftçiye ve diğer taraftan kunduranın köselesiniyapan sanatkara, hayvanını yetiştiren inekçiye kazandırmış olarak bir çok zincirleme içtimai menfaatlere hizmet etmişolursunuz. Lakin musikiye gelince onun da çalgı ve teferruatını temin edenlerle o mezkur çalgıları takdir duygunuzakarşı kullananlar müstefid oldukları halde bu istifade zinciri artık sizde kesilir.

    Sizin para sarf ederek musiki dinlemeniz, bir araba tutarak gezintiye çıkmanıza da benzetilemez. Çünkü bu suretlearabacıya kazandırdığınız gibi kendiniz de sıhhaten edeceğiniz istifade ile hani o beşeri ihtiyaçlar silsilesinintamamlayıcı bir cüzü olan işinize daha güzel çalışırsınız. Ve ayrıca gezintiye çıkanlar için hazır bulunanarabalar sair vakitlerde doğrudan doğruya işlerine gidenler hakkında da kolaylık vasıtası olur. Elhasıl gezinti başka,musiki dinlemek başkadır. Bugün havanın yemek içmek derecesinde mühim bir gıda olduğu ve tebdil-i hava sıhhitavsiyelerin müntehası bulunduğu kadar bir hastanın musiki dinlemesi de tıbbi gereklilik gösterirse buna bittabi bir şeydenemez. Fakat musiki ile tedavi tabiri, yakın zamanlarda alışılagelmiş bir terkip haline gelmekle beraber henüz reçeteile musiki dinlendiği işitilmemiştir.

    Şimdi gelelim musikinin mutazammın olduğu hevaci manaya: Musiki tahrikleri ile dolu sarhoş edici bir havanın cereyanınamaruz olanlar acaba hangi nevi duyguların tesiri altında bulunuyorlar? Bununla hasıl olan tesirler hayli çeşitli olup,bir garibe gariplik elemlerini, bir yetime kimsesizliğinin acısını, bir hastaya hüzün verme, bir ihtiyara ömrününharaplığını ve bazen de bir sermest-i ikbale saadetinin dans ettirici coşkusunu vererek hülasa mahzunun ye’sini vememnunun neşvesini artırarak alemin olay ve çehrelerinin asli renklerini biraz daha koyulaştırması ve insanlarınmezkur olayları itidal sınırları haricinde karşılama ve telakki etmelerine sebebiyeti cihetiyle bilhassa tembelliktesirlerini andırır. Hele şu sayılan çehrelerin büsbütün üstünde olarak aşk duygularını tahrik etmesi vardırki, artık bu musiki yönünün beyan sihri için bir mana-yı mutabıkı mesabesindedir. Bundan dolayıdır ki, mükellefbir musiki meclisinin içki kapları ve dilberi ayrılmaz unsurları halinde bulunur. Nitekim en mühim en üryan aşk vesevda sırları evvela ve saniyen musiki kisveleri altında -bazı kadınların tesettür ederken kendilerini daha cazibedarbir surette gösterdikleri gibi- bir kat daha açılarak mevkii ilan ve itirafa vazolunur. Yahut iştiyak heyecanı ile aşıklarındilinde terekküb edemeyen muhabbet kelimeleri bu iki mikyasın düzenleyici bağları sayesinde bir tezahür şekli alır.Bu nüktelere mebnidir ki, mesela bir güzelin aşkından sabahlara kadar uyuyamıyorum, yanıyorum, çıldırıyorum demeyesıkılan bir adam bu mazmunu şiir ve musiki kuvvetiyle herkesin içinde bağıra bağıra tebliğ ve ifade ederse küstahlıketmiş sayılmaz. Hele ağzından izdivac kelime-i meşruası çoklukla işitilen genç kızların, zamanımızda olduğugibi gelin olmak için iktiza eden mükemmellik sebeplerinden sayılması itikadının bahşettiği cesaret ve selahiyeti ileen derin, en açık aşk cümlelerini alenen kullanmalarına, kızlarını akıl, hikmet ve basiret dairesinde büyütmekisteyen ebeveynin muhakemesi nasıl müsait olur bilmem? Son asır hükemasından bazılarının genç kadınlar işsiz bırakılırlarsakendilerine başka işler bulmak için düşünürler dediğine göre çalgı ile meşgul olan kadınlar o gibi düşünceleredoğru düşüncelerini çekip götürecek mukavemetsiz bir rehber bile bulmuş olurlar.

    Lakin aşk ve sevda hayalleri fena bir şey midir? Aşk kadar hissiyata incelik, yücelik ve insana melekiyet bahşeden hangişey vardır? O derecede ki, bu hal erbabının yanık kalplerinden tefahur inlemelerine kulak vermemek, göz yaşlarıylahem cereyan olan müdafaa selinin önüne durmak mümkün olmaz. Pek doğrudur ama yine bu nazik, muazzez mesele kadar su-iistimale kabiliyetli bir şey de yoktur. O halde ki, hoca Nasreddin Efendi merhumun "başınızdan aşk ve alaka geçtimi?" sualine cevap olarak "bir defa geçiyor idi üzerimize adam geldi" dediği kadar vardır. Alelhusus aşkve sevda karşılıksız olamadığı halde kadınlar hakkında hayli ayıp görünür. Hatta bir erkek yalnız kendisiniseven bir kadını taziz edebilir. Bundan başka hiç bir kadının, hiç bir erkeğin hakkında aşk ve sevdasını mazur görmediğigibi evvelki kadına da evvelki erkekten maada insanlar tarafından bir kıymet ve haysiyet verilmez.

    Musiki hakkında serdedilen şu mütalaalardan şiirin en latif kısmını teşkil eden gazel söyleme hakkında da bir fikiristihsali pek kolaylaşmıştır. Methiye ve hicviye kısımları ise, birincisi çoğunlukla dalkavukluk ve ikincisigenellikle ayıpçılık olmakla pek iyi bir şey değillerdir. Hüküm ve nasihat nevinden olan şiirlere gelince biz de birşey demeyiz. Nitekim şiir hakkında İslam’ın fikri iyisine iyi ve kötüsüne kötü denmekle özetlenmiştir.

    İşte maarif-i nefise’nin belki enfesi bulunan şiire karşı da mütereddit bir nazarla bakılmasının sebebi fenalığınıniyiliğine galip olmasıdır. Hatta tahsil-i ulum ve fünun hengamında bir talibin şiir üzerine fazla düşmesi haylazlıkbelirtisi addolunarak son asır medeniyetinde dahi pek hoşnutlukla telakki edilmez. Şiirin sermayesi neden ibaret olduğuşairlerin kendileri tarafından itiraf olunarak:

    "Sermaye-i şairan tükenmez / Dünya tükenir yalan tükenmez" denilmiş ve onların henüz bu gibi itiraflarayaklaşmadıkları bir devirde: "Onların (şairlerin) her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarınısöylediklerini görmedin mi" [Şuara; 225-226] tarzındaki beyanat-ı Kur’aniye ile meslekleri tanıtılmıştır.Mamafih şiir zihni keskinleştirme ve malumat artırmaya medar olması cihetiyle musikiye kıyas kabul etmeyecek suretteehemmiyete haizdir.

    Musiki bahsine nihayet vermeden şurasını söyleyelim ki, eğer bunun hissiyat üzerinde icra edeceği tesirler bir neviazab-ı ruhani halinde mutlaka insanlar için lazım ise, din-i İslam’da tilavet-i Kur’an mesele-i mühimmesi bu ihtiyacıdaha yüksek bir surette temin etmektedir. Nitekim tilavet-i Kur’an esnasında teganninin müstehap olduğu da bunu teyiteder. Ancak burada şayan-ı dikkat bir nokta vardır ki, o da Kur’an okunurken teganni etmenin bir taraftan da mezmum olmasıdır.Yani tilavet esnasında teganni bazı ehadis-i şerife ile tavsiye edilmiştir. Fakat şeriat uleması teganni ile tilavetaleyhinde bulunurlar. Mesele her iki teganni arasını ayırt etmekle hallolunur:

    Teganni, Kur’an’ın tecvid kaidelerini ihlal eder veya musikiye tatbik edilerek yapılırsa mezmumdur. Okuyanın tabiat-ı güzelliğinisbetinde icra edeceği latif sesler beğenilir. Musiki namelerine esas maksat ve bizzat olarak Kur’an’ı ona icra aletiedinmekten sakınmak için mezkur şekil son derecede makuldur. Bundan dolayıdır ki musiki dairesinde bestelenen eserler veşiirlerin güfteleri bihakkın anlaşılmayıp sırf beste kıymetlerini takdiren dinlenir ve taksim namı verilen musikiseslerinde bir dereceye kadar mana anlaşılırsa da bunun icab ettirdiği sanat eksikliklerinin aradaki heyheylerletamamlanmasına mecburiyet hasıl olur ki bittabi bu gibi ahval, Kur’an’da vukuuna cevaz verilir şeylerden değildir.

    Bir de hüsn-ü tabiat ve kabiliyet-i sanattan mahrum bir adamın musikisi de dinlenmez. Bu meziyeti haiz olanlara gelincedikkat edilirse tabii sesleri müzik eğitimi ile kazanılmış seslerinden daha latif ve tesirlidir. İddiamız garip karşılanmasın.Nice meşhur hafızlar biliriz ki, musiki bilgilerini ileri götürdükten sonra tilavetlerinde evvelki kadar tatlılık vesaflık kalmamıştır. Hasılı, tabii musiki sun’i musikiden daha kıymetli olmak lazım gelir. Çünkü bunlardanbirincisi sırf icat olduğu halde kullanılan sesleri taklitten ibaret kalır. Bu makamda bir delilimiz daha var: Birmilletin musikisinden diğer millet lezzet alamayıp onun da kendi musikisine rağbet gösterdiği görülüyor. Demek ki,musikinin tesiri hususiyeti nispetinde oluyor. Şu halde bir adamın tabii sesi milli musikisinin dahi üstünde olarak şahsimusikisi demek olur.

    * Beyan-ul Hak (Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye’nin yayın organı), aded: 63, sene: 2, cilt: 3, 1328 (1910) "Din-i İslam’dahedef-i münakaşa olan mesailden: musiki" isimli Osmanlıca makale.

    ** Son Osmanlı şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, miladi 1869 senesinde Tokat’ta doğdu. Kayseri ve İstanbul’datahsilini tamamladı. Müderris (Profesör) olarak Fatih Camiinde dersler verdi. 1900-1904 arasında II. Abdülhamid’in kütüphaneciliğiniyaptı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Tokat mebusu olarak Meclis’e girdi. 1908-1912 arasında Beyan-ul Hak mecmuasınınbaş yazarlığını yaptı. 1910’da kurulan Ahali Fırkası’nın ve 1911’de kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nınkurucuları arasında yer aldı. 1913’de İttihatçıların Babıali baskını darbesi üzerine önce Mısır’a sonraRomanya’ya kaçtı. I. Dünya Harbi’nde Romanya’ya giren Osmanlı ordusunca geri yollandı ve Bursa’da mecburi ikamete tâbitutuldu. 1918’den sonra Damat Ferid Paşa’nın birinci kabinesinde şeyhülislamlığa getirildi. Kabine düşünce Ayan(senato) üyeliğine atandı. 1919’da İskilipli Mehmed Atıf ve Bediüzzaman Said Nursi ile birlikte Cemiyet-i Müderrisin’deçalıştı. 1920’de tekrar şeyhülislamlığa getirildi. Kabineden aynı sene içinde istifa etti. 1922’de yine Romanya’yakaçmak zorunda kaldı. Daha sonra 1924’de "150’likler" listesinde yer aldı. Önce Hicaz sonra Mısır’a geçti.1938’de 150’liklerin affından sonra da Türkiye’ye dönmedi. 1954’te Mısır’da vefat etti.