Köprü Anasayfa

Said Nursi

"Bahar 2004" 86. Sayı

  • Medeniyetler Buluşmasında Bediüzzaman'ın Rolü

    The Role of Bediuzzaman Said Nursi at the Meeting of Civilisations

    Ömer Faruk Uysal

    Medeniyet ve benzeri bir kavram olan kültür üzerinde ileri sürülen ve henüz tamamıyla oturduğu da söylenemeyen belli başlı görüşleri şöyle özetleyebiliriz:

    1- Medeniyet, kültür aynı şeydir ve maddi, manevi beşeri müktesebatın tamamını içerir.

    2- Medeniyet maddi müktesebattır (yol, teknik vs.) Kültür manevi müktesebattır. (San'at, din, hukuk, örf vs)

    3- Medeniyet manevi müktesebattır. Kültür maddi müktesebattır.

    4- Kültür belli bir toplumun maddi-manevi müktesebatıdır, medeniyet benzer kültür topluluğudur.

    5- Medeniyet terimi bazen de sosyal teşkilatın karmaşıklığını, şehirleşme, ilmi ve teknik ilerleme gibi konularda da kaydettiği temayüzle, çok daha ileri bir seviye arzeden toplumlara izafe edilmiştir. Bu manada medeniyet anlayışı Batı egoizmini (euro-centrisme) aksettirir ve maalesef günümüzde günlük lisanımız bu anlamdan daha çok etkilenmiştir.

    Ahlak ve kültür alanını ilgilendiren her terimin; İlahi sözlükte ve iblis sözlüğünde iki ayrı anlamı vardır.

    İblis sözlüğünün baskıları ihtiyaca göre yenilenir. Günahlar (seyyiat) "medeniyet icapları" hayırlar (hasenat) ise "medeniyet karşıtlığı" olur.

    Medeniyetin İlahi Sözlük'e uygun karşılığı edep ve erkan sahibi olma, doğru davranış kuralları sadece öğrenme ve bilme değil, "kaal" de bırakmayıp "hal" olarak benimseme, özümleme anlamındadır.

    Bediüzzaman, tam bir basiret ve bilinç ve mümin feraseti ile sadece İblis Sözlüğündeki anlamı ile mimsiz (edna oluş, tedenni) anlamındaki medeniyete karşı çıkar. Hakiki medeniyet için "medeniyeti istemek insaniyeti istemektir" der. Mehmet Akif'in bakışı da böyledir. Medeniyet teriminin İblis Sözlüğündeki anlamı ile İlahi Sözlükteki anlamının karşıtlığı Bediüzzaman gibi alimler tarafından açığa vurulunca, İblis Sözlüğü'nün yeni baskısına "globalisidion" terimi konmuştur. Böylelikle Malikiyet ve Serbestiyet devri gibi, aslında hayırlı bir sosyal olguya tekabül eden Küreselleşme, İblis sözlüğündeki menfur ideolojiye indirgenmiştir.

    Said Nursi'nin kainata, özellikle de bütün sosyal olgu ve olaylara, tarihe bakışı, yukarıda olduğu gibi temyiz edici ve seçicidir, eklektiktir.

    Nursi, Allah'ın (her türlü iradesi Şeriat olduğundan) kainata koyduğu ve irade sıfatından gelen şeriat (kozmolojik kanunlar) ile Allah'ın insanlar için vazettiği ve Kelam sıfatından gelen bildiğimiz, kelami şeriatı arasındaki dengeye titizlikle riayet eder. Muvazeneye, itidale Kur'andaki "ümmetün vasatun" hakikatine dikkat kesilir, ifrat ve tefritten de uzak durur. O yüzden tahlilleri ve çıkarımları objektif ve ölçülüdür, insaf ve izan mahsulüdür. Çoğulcu ve hoşgörülüdür.

    Bilhassa fıtri (kozmolojik) şeriatın bize öğrettiği ve büyük insan olan alem ile küçük alem olan insan'da dercedilen tekamül kanununu tespit eder ve icabatına uyar.

    Kur'an'ın kanun-u esasisi dediği "hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" ayetinden hareketle, mutlak adaleti, adalet-i mahza'yı esas yapar, "toplum için birey feda edilir" zalim düsturuna karşı çıkar. Bütün insanlık için bile olsa bir tek insanın kanı heder edilemez der.

    Çoğu zaman zulme dönüşen adalet-i izafiyeci anlayışı esas alan ırk, bölge, medeniyet ve dinin müspet veya menfi milliyetçiliğini yapmaz. Müspet fikr-i milliyet olgusunu kabul eder. Asabiyetten ve aşırı taraftarlıktan uzak durur.

    Bediüzzaman'ın evrene ve sosyal olay ve olgulara bakışını sathi ve kabaca böyle özetleyebiliriz. Medeniyet mefhumuna da bu perspektiften baktığını söyleyebileceğimiz gibi, bu ilke ve perspektifler zaten onun medeniyet anlayışının da temel prensipleridir, denebilir.

    Nursi'nin medeniyetin İblis Sözlüğündeki anlamına muhalefet edip İlahi Sözlükteki manasına taraftar olduğunu belirttik. Aynı şekilde medeniyetin Batı egoizmi (euro-centrisme) şeklindeki anlayışa da karşı çıkar.

    O bir tarafta; "Garb medeniyet-i sefihanesi", "Avrupa'nın medeniyeti", "muzır ve sefih medeniyet"ten söz ederken diğer tarafta "medeniyet-i Kur'an", "medeniyet-i hakikiye" "şeriat-ı garradaki medeniyet"ten bahseder.

    Her ne kadar istisnai olarak "müminlerin medeniyeti" ve "Asya medeniyeti"nden söz etse de, esas perspektifine uyan "Kur'an ve Şeriat medeniyeti"dir. Çünkü, "Kur'an medeniyeti" teorik bir kavramdır. Pratikten ayrı olarak Kur'an'ın insanlığa sunduğu yaşama biçimini anlatır. Daha genel ifade ile Hz. Adem'den buyana peygamberlerin temsil ettiği silsilenin medeniyetidir. Bu kavramın yer ve zamanla irtibatı sağlanırsa, toplumların hataları Kur'ân medeniyeti şeklinde algılanır ki, bu da kavramı anlamamızı zorlaştırır

    Bediüzzaman; "Eskide bazı dinsizleri gördük ki, ahkam-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek, o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslamiyet'e mazhardı; 'dinsiz bir Müslüman' denilirdi. Sonra bazı müminleri gördüm ki, ahkam-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; 'gayri Müslim bir mümin' tabirine mazhar oluyorlar" der.

    Keza "bir mü'minin bütün vasıfları mü'min olmak gerekmediği gibi, bir kafirin bütün vasıfları da kafir olmak gerekmez" demektedir.

    Nursi'nin sözünü ettiğimiz objektif, mutedil, muvazeneli ve gayr-i asabi yaklaşımı ile; İslam medeniyetinden olan her şey tevhidi ve hayr-ı mahz olmadığı gibi, Batı medeniyetinden olan her şey de küfri ve şerr-i mahz değildir. Müslümanların hataları da olabilir, gayri Müslimlerin güzellikleri de, nitekim böyle olduğu müşahede edilmektedir. Buradan hareketle Nursi Asr-ı saadet dışında İslam tarihini idealize etmez. Yalnız ilk üç asrı seçkin ve üstün ve beş yüz seneye kadar da kısmen mükemmelliğe mazhar görür.

    Bediüzzaman, bilinçli olarak İslam medeniyeti yerine Kur'an medeniyeti tabirini tercih ediyor. Batıya bir Hıristiyan medeniyeti olarak meydan okumak yerine, onlara Hıristiyanlığın gerçek esaslarına uymalarını tavsiye ediyor. Batı medeniyetindeki iyilikleri de İseviliğin din-i hakikisine ve sair enbiyanın etkisine bağlıyor.

    Bediüzzaman, bazen "bu zamanda İ'layı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıf; medeniyet-i hakikiye girmekle İ'layı kelimatullah edebilir" şeklindeki teşvikine "bizim muradımız medeniyetin mehasin ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil" diyerek çekince koyuyor. Bazen de "Avrupa fünun ve medeniyeti, eski Said'in fikrinde bir derece yerleştiği için, emraz-ı kalbiyeye inkilap ettiğini ve silkinip bundan kurtulmak istediğini" söylüyor. Hemen peşinden ise şu düzeltmeyi yapıyor: "Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevilik din-i hakikisinden aldığı feyizle hayat-ı İslamiye-i beşeriyeye nafi sanatlar ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden birinci Avrupa'ya hitap etmiyorum."

    Denebilir ki, Nursi, Eski Said dediği dönemde medeniyete teşvik ve vurgu yaparken, günahlarına da ihtirazi kayıt koyuyor. Yeni Said döneminde ise medeniyetin zararlarına dikkat çekip vurgu yaparken hasenatını da hatırlıyor. Fakat insanlar geçmiş birikim ve eğilimlerine paralel olarak onu ya medeniyet ve Avrupa karşıtı olarak, ya da medeniyet ve Avrupa teşvikçisi olarak görme eğilimindeler. Halbuki o seçici, objektif ve dengeli bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.

    Bediüzzaman, Kur'an'ın pratiğe yönelmiş teorik ve ideal medeniyet anlayışı ile mezkur ikinci Avrupa'nın muzır medeniyet anlayışını şöyle karşılaştırıyor:

    Hayattaki
    fonksiyonları

    Kur’an medeniyetinin özellikleri ve sonuçları

    Batı medeniyetinin özellikleri ve sonuçları

    Dayanak Noktası Hak-adalet ve eşitlik Kuvvet-tecavüz
    Hedefi Fazilet-sevgi ve kucaklaşma Menfaat-sıkıntı
    Birlik Noktası Din, vatan ve sınıf birliği, barış ve kardeşlik Milliyetçilik-çarpışma savaş
    Düsturu Yardımlaşma-birlik ve dayanışma Mücadele-düşmanlık
    Hizmeti Hüda-ruhi tekamül ve insaniyetten ilerleme Heva-ruhen hayvanlaşmak

    Bu şemada ikinci ve muzır Avrupa'nın özellikleri olan "kuvveti ve unsuriyeti esas alma" durumunun, mesela, Emeviler için de geçerli olduğunu, böylelikle de hilafeti saltanata dönüştürdüklerini söyleyebiliriz.

    Şimdi de Said Nursi'nin "Garp medeniyet-i zalime-i hazırası"na yönelttiği şiddetli eleştirilerden bazılarını sıralayalım:

    Medeniyet-i habise; iki dünyasından birini kaybeden tek dünyalı bir medeniyettir. Sadece fiziğe gömülen, metafiziğini kaybeden bir medeniyettir. Yani Deccal gibi tek gözlü ve yek ceşm'dir.

    Bedevilikte insan üç dört şeye muhtaçken, bu medeniyet israf ve hevesleri tahrik ederek, gayri zaruri ihtiyaçları da zaruri hale getirerek, insanı dört yerine yirmi şeye muhtaç bırakmıştır. Onu da helal olarak kazanmak kolay değildir. Bu sebeple insanı çok fakir etmektedir.

    Fakir ve zengini daima çatışmaya teşvik etmektedir.

    Faizi yasaklamadığı zekatı emretmediği için burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiştir.

    Ölümü ebedi bir yok oluş olarak gösterdiği için, cehennem azabı vermektedir.

    İnsanlığın yüzde seksenini meşakkate ve sıkıntıya atmış, onunu yalancı bir saadete çıkarmış, diğer onu da ortada kalmıştır. Halbuki; Kur'an ancak genelin, en azından çoğunluğun mutluluğunu sağlayan bir medeniyeti kabul eder.

    Topluma servet ve haşmet verdiği halde, şahısları fakir ve ahlaksız etmiştir.

    İnsanda iktisat, kanaat yerine israf ve sefahet ve çalışkanlık; hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çalmıştır.

    Bu medeniyet beşerin nefs-i emmaresidir. Merhum Prof. Ayhan Songar'a göre "nefs-i emmare" "alt ben" "libido"ya tekabül etmektedir. Ve insanın en süfli ve sınır tanımayan gayri meşru arzularına yönelmiştir.

    Bediüzzaman; "İnşallah, istikbaldeki İslamiyet'in kuvvetiyle medeniyetin mehasini (güzellikleri) galebe edecektir. Kur'an'ın tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişaından (açılmasından, dağılmasından) inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine müspet esasları vaz eder" demektedir.

    Şurası muhakkak ki, medeniyetler bilim gibi birbiri üzerine eklenmek suretiyle gelişirler. Batı medeniyeti de sırasıyla Yunan, Roma Hıristiyanlık ve laik ve seküler anlayışların etkisinde gelişmiştir. Mesela, Yunan medeniyeti de Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinden faydalanmıştır.

    Dünyaca ünlü medeniyet tarihçisi Prof. Fuat Sezgin'e göre; bugünkü Avrupa medeniyeti, İslam Medeniyetinin muayyen şartları içerisinde, muayyen bir devirden sonra, başka iktisadi ve jeopolitik şartlar altında ortaya çıkan devamından ibarettir. Avrupa medeniyeti İslam medeniyetinin bir çocuğudur. Dünya bilimler tarihi yeniden yazılmalıdır. Çünkü yanlış yazılmıştır. Avrupalılar Sicilya ve Endülüs'te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal etmişler. Bu yüzden bugün Batı uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Halbuki Yunanlılar ile Avrupa bilimi arasındaki dönemde bilimde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında en hızlı şekilde bilimsel ilerleme dönemi mevcut ve bu İslam dünyasına ait. Müslümanlar dünya sahnesine çıktıkları ilk on yıldan itibaren diğer medeniyetlerde görülmedik bir hızla bilimsel gelişmelere katkıda bulundu. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilimin kuruluşu bundan yüz, iki yüzyıl öncesine değil, 9. ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine dayanıyor.

    Şurası muhakkak ki, medeniyet tarih boyunca ağırlıklı olarak Peygamberler diyarı Doğuyu vatan edinmiştir. Ancak son iki yüz yıldır Batı medeniyeti temayüz etmiştir. Elbette tekrar Doğuya veya başka bir yere kayabilir. Öyle bir zehaba kapılıyoruz ki, Avrupa sanki tarih boyunca daima muzaffer ve müterakki idi ve de hep öyle kalacak. Halbuki, Batı medeniyetinin ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşadığı, hatta çözüldüğü görülmektedir. Batıda nüfus artışı durmuş, hatta azalmaya başlamıştır. Avrupa kıtası gittikçe yaşlanmaktadır. Aile çözülmekte, suç oranları artmaktadır. İnsanlık aradığı en mükemmel sistemi bulduğundan dolayı tarihi arayışın sonu gelmiştir. Kapitalizmin üstünlüğü tartışılamaz diyen Fukuyama yedi yıl sonra bu teziyle çelişkili olarak "Büyük Yıkım; İnsan Fıtratı ve Sosyal Düzenin Yeniden İnşası" başlığını taşıyan eserinde kapitalist ülkelerde 1960 ile 1990'lı yıllar arasında büyük yıkım yaşandığını iddia etmiştir. Kur'an medeniyeti ilkeleri sadece Müslümanları değil, Avrupalıları ve tüm insanlığı da kurtaracak yegane çözüm olarak görülmektedir.

    Çünkü, hakikat-i İslamiyet büyük insanlıktır. Mehasin-i medeniyet ise küçük insanlıktır ve onun mukaddimesidir.